İbrahim misali, her puslu sabahlarımın seherinde güneş, her gece zifiri karanlığımda ay bildim seni.

Çünkü sen; Bana parlayan bir ışık idin, söndüremezdim…

Sığdıramadım yüreğime seni…

Çöllerime, cemre gibi serpildin.

Çatlamış topraklarıma su,

bağım bahçem oldun.

Lakin sonbaharda bile,

yapraklarını solduramazdım...

Gözlerim, gözlerine mecnun idi, gösterebilseydim keşke gözlerine, gözlerimde seni;

şimdi gösterselerdi cenneti rıdvân-ı bana, sana baktığım gibi bakamazdım…

Rüzgar olup diyar diyar esmek, düşün idi. Ben ise arzulardım hüdadan dileğini, haykırırdım

hızıra istediğini,

fırtınanda savursun diye bana seni.

Şimdi kaldım ayazında,

kırk odun yansa etrafımda,

ısınamazdım...

Sevdayı, İran halılarına nakkaş gibi işlerim sandım.

Oysa acıyı dokumak varmış da,

Tahran'ın camiilerine seremezdim…

Gittin ya öylece sessiz bu diyardan.

Bir yangın var artık ilmek ilmek ördüğüm yerde seni.

Şimdi karabataklıklara koydun da beni, artık çırpınsam dahi çıkamazdım…

Bir sigara dumanında,

çayın buğusunda,

Tahrana doğru bakarken; Beyaz bir sayfaya çizdim

seni...

Şimdi ise acı bir İran çayının demi kaldı bardağımda da, içemezdim…

Bir gece vakti, Ahmet ŞAMLU şiirleri gibi İstanbul'a fısıldadım seni.


Ve sen;

Gecelerce yazdığım en güzel şiir gibiydin, böyle bitecek bir şiiri okuyamazdım...