Rutubet enstrümanlı yeşil oda,

Altın çatlakları dünyamın,

Nefret ile doludur her zerresi,

Hem içtiğim şarabın,

Hem yediğim dayağın.


Ne anlatır, ne anlattırır,

Damıtılmış mutsuzluk,

Konuşturur seni gece ile,

Bir hayali, diretir boynuna da,

Gerdan olur sabahlar,

Ne altın, ne gümüş,

Atsan atılmaz,

Satsan satılmaz.


Diyar ki bu diyar,

Mavi kanaryalar ile,

Ahbap olur yalanlar,

Doldurur ciğerime rutubeti,

Yalan olur, yine yalanlar.


Kimsesiz el üstü dualar,

Ayak üstü yalanlar,

Ve yatalak bekler beni,

Tepetaklak sabahlar.


Sabahlar ki,

Bir ölü kadar bekler,

İçimde yaşamayı.


Sahi,

Yaşayanlar bekler sabahı,

Ölecekleri o son anı,

Ya ölüler bekler mi doğan ayı?

Peki, günün birinde yaşamayı?


İpek yorgan ister, rahatı insanın,

Ya ölü, toprakla iç içe,

Bekler mi ipek yorganı?


Anılar ne oldu da,

Hüzün oldu,

Gülerdik işte ne var ise içinde,

Ölüm ne zaman bir çıkış oldu,

Gülerdik işte, ne varsa dışında.


Şimdi rutubetli kırgın odalar,

Soğuktan ağzımdan buhar çıkar,

Öyle ise yanacak bir sigara,

Biçimsiz bir hüzün ve öfke ile,

Açlığım ile, yalnızlığım ile,

Anlaşılmaz anlaşılırlığım,

Ve yalnız olamayan,

Yalnızlığım ile,

Altın çatlaklara tüküreceğim,

Ruhsuzluğumu.


Sen anlamayacaksın,

Evet, anlamayacaksın.

Dinlemen kafi,

Sıkıldım duvarların suratlarından...