20 Şubat 2015, Cuma


Saat şu an tam olarak 12.06.

Hah, şimdi 12.07 oldu.


Merhaba Sırdaşım!


Otele yerleşir yerleşmez ilk işim seni bavuldan çıkarmak oldu. Daha birkaç sayfadır tanışıyoruz ve ben sürekli geceleri yazdım sana, biliyorum. Ancak şu an durumlar karışık be deri defter! Hem de bayağı karışık. Yoksa prensiplerimi bozup gün bitmeden yazmam sana.


Ne oldu dediğini duyar gibiyim. Aslında hiçbir şey olmadı, yani yüzeyde her şey normal devam ediyor. Ancak içimde fırtınalar kopuyor. Ben tam bir geri zekâlıyım defterim, gerçekten ne öz saygım ne de öz sevgim var benim artık. İlgiye, sevgiye muhtaç aptalın tekiyim. Ailemi kaybettikten sonra içine düştüğüm bu yalnız hayatta ayakta kalabilmemin tek yolu güçlü durabilmekti, biliyorum ama ben cılkını çıkarmışım bu işin. Zaten evvelde de hayatına herkesi almayan biriydim, o kazadan sonra tamamen kendimi kapatmışım insanlara karşı. Ancak esasında o güçlü kadın imajının arkasında sevgiye muhtaç bir aptal yatıyor, bunun da farkındayım.


Savuşturamadığım ilk sevgide nasıl yelkenlerim suya indi, gördüm bugün.


Kendime çok sinirliyim, salaklığıma anlam veremiyorum. Herkese yetmeye çalışırken kendimi ne kadar ihmal ettiysem seneler sonra yeni yeni görüyorum durumun vahametini. Bu tarz olaylar yaşadığımda hep bir daha düşünmemek üzere olayın üstünü kapatırım, ilk defa oturup yazmak ve rahatlamak istedim. En iyisi yavaştan anlatmaya başlayayım.


Dün gece yatmadan önce Ceyhun’dan sabah sekiz gibi geleceğine, hazır olmam gerektiğine dair bir mesaj aldım. Minik valizim ve ben hazırdık, içimde delicesine bir heyecanla uykuya daldım.


Sabah olduğunda söylediği saatte bavulumu alıp kapının önüne indim. Dakik çocuk, tam da o saatte geldi evimin önüne. Senden gizleyemem, içimdeki kaygılı kadın biraz pişman olmuştu düğüne gideceğini söylediği için. Evet, yüksek sosyetenin düğünü bir daha denk gelmezdi, orası aşikârdı ancak kafama üşüşen binlerce sosyal kaygı ürünü senaryo canımı sıkmaya yetmişti. Ön koltuğun kapısını açıp oturduğumda bu endişeler için artık çok geçti.


"Günaydın!”

“Günaydın kuzen!”


Hani bir şarkının sözlerini bilirsin de adını veya kimin söylediğini bilmezsin ya, işte o tür bir melodi arabanın içini dolduruyordu bindiğimde. Müzik kaynağının yanı olan sürücü koltuğunda ise biricik üvey kuzenim Ceyhun oturuyordu.

Tanıştığımızdan beri sürekli takım elbiseyle gördüğüm Ceyhun Bey, bugün fazla sportifti. Saçında jöle yoktu bir kere, dağınık bırakmıştı. Benim de ondan farkım yoktu, en rahat kıyafetlerimi üzerime geçirip çıkmıştım.


Birbirimizi baştan aşağıya süzme işlemimiz bittiğinde Ceyhun dudaklarını araladı. "Nasılsın?"

"İyiyim," dedim kısaca. "sen nasılsın?"

"Ben de aynıyım, uykusuzum biraz."

"Neden?" diye sordum gayriihtiyari ama sonradan çok pişman oldum sevgili defter. Bana neydi sanki, hiç gerekli bir soru değildi.

Benimle aynı düşünmüyor olmalıydı ki Ceyhun, gayet normal bir şekilde cevapladı. "Gece boyunca dizi izledim."


Başımı sallamıştım bu cevabı karşısında. Aslında hangi dizi diye sorarak konuşmayı ilerletebilirdim ama yapmadım çünkü gözüm arka koltukta duran beyaz poşete takıldı. İçinde yemek varmış gibi duruyordu.


Gözümle işaret ederek sordum. "Bunun içinde ne var?"

Haklı çıkmıştım. "Sandviç hazırladım yolda yemek için.”

O an kendimi pek de aç hissetmiyordum, bu yüzden bir karşılık vermeden önüme dönmüştüm. Dört saat sürecek yolculuğumuza sessizlik içerisinde başlamış olduk.


Bu sessizliğin ana nedeni benim biraz gergin olmamdı tabii. Ceyhun’u bile neredeyse hiç tanımazken dostlarıyla tanışacak olmak hem eğlenceli hem endişe verici bir olaydı. Bunları düşünürken Ceyhun’u sahiden tanımadığımı fark etmiştim. Sınırları aşmamak, gereksiz samimiyete girmemek diye bir öğretim var benim, biliyorsun. Bunun da cılkını çıkardığımın koca bir örneği olarak çocuğa kendisi hakkında tek bir soru sormamıştım. Ne nerede yaşadığını biliyordum ne hangi şirkette ortak olduğunu biliyordum. Bizi çok uzaktan bağlantılı yapan ebeveyninin benim üvey dayım mı yoksa üvey teyzem mi olduğunu bile bilmiyordum.


Bu düşüncelerde dolanırken arabada çalan şarkıya eşlik ettiğimi fark etmemiştim. Ceyhun şaşkın bir ses tonuyla sorduğunda irkilip ona döndüm.


“Bu şarkıyı biliyor musun?”

“Rastgele çalma listeleri dinlerken birkaç defa denk gelmiştim sanırım.” dedim ve ekledim: "Ama hangi şarkı olduğunu falan bilmem."

Resistance…” dedikten sonra bana bakıp gülümsedi. “…Muse’un şarkısı.”

Bu açıklamayla eş zamanlı olarak şarkı bitmişti. Geri alma tuşuna bastı Ceyhun, yeniden çalmaya başladı. İşte o zaman radyo değil de CD olduğunu fark etmiştim.

“Muse çok severim, eğer hiç dinlemediysen dinlemeni öneriyorum.”

Müzik zevkimiz benziyordu Ceyhun’la, hoşuma gitmişti. “İkidir sen bana şarkı öneriyorsun; bundan sonraki benim sıram, haberin olsun.”


Gülmüştü. Tam o esnada şarkının nakaratı girdi.

Love is our resistance / They'll keep us apart and they won't stop breaking us down / Hold me / Our lips must always be sealed


Nakaratın girmesiyle gözünü otoyoldan çekip bana doğru dönmüş, gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Hiç beklemiyordum sırdaşım, afallamıştım. Yüzünde neşeli bir ifadeyle bağırarak şarkıya eşlik etmeye başladı. Şu vaziyette her kim gözlerimin içine bakarak aşk bizim direnişimiz diye şarkı söylemeye başlasa heyecanlanırdım. Birden kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı.


Şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırmıştım o an, hızlıca gözlerimi yola doğru çevirdim. Gülümsedim belli belirsiz, fark etti mi bilmiyorum. Zaten dudaklarımı aralasam da konuşabileceğimi hiç zannetmiyordum.


Neden böyle olmuştum defterim, ne manasız bir şeydi bu böyle? Birkaç defadır Ceyhun’un beni alakasız anlarda heyecanlandırdığını fark ediyordum ancak önemsediğim bir şey değildi bu. Önümüzde miras meselesi gibi bir problem varken, kendisini zerre kadar tanımıyorken neyin nesiydi bu böyle? Olaylar yeterince karmaşık değilmiş gibi iyice arapsaçına döndürmeyi mi hedefliyordum acaba? Dedim ya, salaklığın daniskası!


Gözlerimi öyle aniden döndürmem işi biraz garipleştirmişti, Ceyhun’un şaşırdığını fark ettim. Konuyu dağıtmam gerekiyordu. “Acıktım!”


Arka koltuğa uzanıp beyaz poşeti açtım ve içinden yemeklerimizi çıkardım. İçimde patlayan adrenalinden dolayı zangır zangır titriyordum, Ceyhun’un fark etmemesi için insanüstü bir çaba göstersem de pek dikkatli beyefendi bu ayrıntıyı kaçırmamıştı. “Neden titredin öyle? Üşüyorsan sıcaklığı artırayım.”

Ne diyebilirdim ki? “Biraz üşüdüm…”


Cümleme noktayı koymamla sıcak üfleyen klimanın ayarını artırması bir olmuştu. Ya azizim, zenginlik böyle bir şey işte; ben de işte evde doğal gazı açamıyorum faturasını ödeyemem diye. Bir de hâlâ yüzsüz yüzsüz miras parasını istiyor beyefendi.


Yemeklerimizi bitirdikten sonra çöplerini aynı poşete koyup kenara bırakmıştım. Yemek boyunca ve sonrasında konuştuğumuz konular klasik konulardı, kayda değer bir şey yoktu anlayacağın. İyi oldu bir bakıma havadan sudan konuşmak zira kendimi toparlayabilmem için biraz zamana ihtiyacım vardı. Kafamda yüzlerce şey dönüyordu defterim, kafamı kesip atmak istiyordum o an. Düşüncelerimi savuşturmaya çalıştıkça daha da çoğalıyorlardı sanki. Toplayıp, katlayıp bir rafa kaldırmak için gerçekten çok efor harcadım.


Geçen süreden, birkaç şarkıdan ve bomboş muhabbetten sonra nispeten kendime gelebilmiştim. Ancak beni ikinci bir sınavın beklediğinden bihaberdim.


“Ee, Ceyhun, kimlerle tanıştıracaksın beni anlat bakalım.”

Benden böyle bir soru beklemiyor olmalıydı, biraz şaşırmıştı. “Anlatayım tabii!”

“Orkun ve Esra’dan dün de bahsetmiştim biraz. Köyden Gaziantep'e geldikten sonra ilk tanıştığım kişi; o zamanlar patronum, şu an iş ortağım olan Orkun oldu. Orkun'la aramızda patron-çalışan ilişkisi olmadı hiçbir zaman. Kafa dengi olduğumuzu anlayınca birlikte takılmaya başladık. Beni kendi yakın arkadaşlarıyla tanıştırdı, onlara dahil oldum.

“Orkun'un karısı Esra ile tanıştım öncelikle. Ardından yakın arkadaşları olan Aliye, Ozan ve Pelin ile tanıştım. Ozan ve Pelin sevgiliydi o zamanlar, şimdi ise düğünlerine gidiyoruz.”


Yüzümde sahici bir gülümsemeyle dinliyordum, aşk hikâyelerinden hoşlanırım. Ceyhun bunu fark etmiş olmalıydı ki konuyu o yöne kaydırdı.

“Görüp görebileceğin en uyumlu çift, inan bana, Ozan’la Pelin. Eskiden, henüz evlilik Orkun’la Esra’nın aşkını mahvetmeden önce tam bir aşk bahçesiydi grubumuz.”


Orkun ve Esra’dan bahsederken gülmüştü, sahici olmadığı aşikârdı. Herkesle tanışmak için sabırsızlanıyordum.


“Hele ki hepimizin çift olduğu bir dönem var ki… Biri bizi Gözetliyor evinin gerçek hayata uyarlanmış hâli gibiydik.”


Şaşırmıştım defterim, hepimizin çift olduğu derken ne demek istediğini anlayamamıştım. Benim bakışlarımdan anlamış olacak ki hızlıca, ara söz aleladeliğiyle, açıkladı. “Aliye’yle ben de eskiden birlikteydik.”


Bu cümleyi duyar duymaz göğsümden sıcak bir duygunun geçtiğini hissetmiştim. Kendimi inanılmaz rahatsız hissettim, sırdaşım. Asla haddim olmayan sorular üşüştü kafama: acaba neden ayrıldılar, acaba hâlâ seviyor mu... Beni hiç ama hiç alakadar etmediğinin farkındaydım ancak yine de bir tuhaf olmuştum. Aliye’ye karşı hiç hakkım olmayan bir ön yargı beslemek istemiyordum, bu peşin hükmün oluşması için tek bir gerekçem bile yoktu. Kendi kendimle çatışmamın yeniden içine düşmüştüm.


Bu aklımdan geçen soruları sormak için birkaç defa yeltendim, senden gizleyemem. Ancak vazgeçtim, bunları besleyecek hâlim yoktu. Soruların sonu yoktu çünkü, biliyordum. Ben üzerine gittikçe daha da arsızlaşacaktı, en iyisi her zaman yaptığım gibi yapmak ve düşünmemek için bir rafa kaldırmaktı bu düşünceleri. Zaten ben sormamış olsam da Ceyhun’un bahsedeceğini tahmin ediyordum.


Nitekim öyle de oldu. “Çok kısa süre çıktık Aliye’yle. Ayrılma kararı benimdi ancak mutabık olduğumuz bir karar oldu bu. Ne kadar iyi bir dostsam o kadar kötü bir sevgiliyim, asla yadsımam bunu.”


Gülmüştüm, kesinlikle sahici bir gülümseme değildi. Kafamda Aliye’ye karşı oluşan müthiş merak beni mahvediyordu, adeta içimde iki ayrı Büşra vardı da birbiriyle kavga ediyor gibiydi. Bana sen her şeyi ölene ve öldürene kadar düşünen manyağın tekisin diyen eski erkek arkadaşım geldi aklıma, ne kadar da haklıydı. Fazla düşünmemek için bile fazla efor harcıyor ve fazla düşünüyordum. Dedim ya sana, ne öz saygım var benim bugün ne de öz sevgim. Nefret ediyorum kendimden, beni bizzat kendim bu vaziyete soktuğu için.


Geri kalan yolculuğumuzu tam bir sükûnetle geçirdik. Birkaç defa daha Aliye’den bahsetti Ceyhun, küçük önemsiz ayrıntılardan… Sevgililik dönemlerinden bahsetti, yaşadıkları dizi kıvamındaki olaylardan bahsetti. Bana soracak olursan defterim, bence Ceyhun için çok kıymetli bir kadın Aliye. Dediğim gibi beni asla ilgilendiren bir mevzu da değil. Ancak seninle konuşurken de rol yapacak değilim ya!


Henüz tanışmadık kendisiyle, diğerleriyle de öyle. Otele gelir gelmez eşyalarımı odaya çıkarmak ve duş almak için Ceyhun’un yanından ayrıldım. Akşam yemeği için lobide buluşalım dedik, muhtemelen o zaman tanışmış olacağız.


Heyecanlı mıyım? Eskisinden daha çok. Ne hissediyorum? Hiçbir fikrim yok. İyi miyim? Kendime karşı nefret doluyum. Ceyhun’dan hoşlanıyor muyum? Hiçbir fikrim yok.

Kafamda dönen soruların bir kısmına verebildiğim en tatmin edici cevaplar bunlar maalesef.


Şimdi senin kapağını kapatıp duş almaya gideceğim, sonra da akşam yemeği için doğru Ceyhun’un yanına…

Bakalım bugünün sonunda ruh sağlığımı yüzde kaç koruyabilmiş olacağım, bunu da yaşayıp göreceğiz artık.


Kendine iyi bak sırdaşım, akşam görüşürüz!