Part II


Evin salonu ve benim için ayrılan odası arasındaki bariz farkı görmemek mümkün değildi, kapkaranlık bir odaya adımımızı atmıştık. Merdivenlerin hemen karşısında, benim bütün evimi içine alabilecek büyüklükte bir salondu burası, Ceyhun Bey’in şanına yakışır nitelikte pek tabii. Mobilyalardan tut da halılara kadar her şey simsiyahtı odadaki. Televizyon ünitesinin üzerinde duran biblolar ve bilumum aksesuarlar daha çok lacivert ve bordo olarak seçilmişti. İnsanın içini karartacak bir tarzı vardı Ceyhun’un, orası aşikârdı; yine de zevksiz olduğunu söylemek mümkün değildi.


Ben oturmak için üçlü koltuğa yönelmişken mutfaktan Ceyhun’un sesini işittim: “Bira ister misin?”

“Sen de içeceksen neden olmasın?”


Birkaç saniye içerisinde elinde iki birayla çıkagelmişti üvey kuzenim. Yanıma oturduktan sonra şişelerden birini bana uzattı. Biraz durgun gibi duruyordu, eve gelmeden önce daha iyiydi sanki. Burnumu sokmak istemiyordum defterim, ancak merak ediyordum.

“Müzik açabilir miyim?”

“Tabii…”


Benden icazet aldıktan sonra yanında duran laptopunu kucağına almıştı. Birbirini yeni tanıyan iki insan olduğumuz için konuşacak pek bir şeyimiz yok gibiydi; müziğin, sessizliğin yerini doldurması işime gelirdi yani.


“Pek keyfim yok, seni de kasvete boğacak bir çalma listesi açacağım iznin varsa.” Gülerek söylemişti bunu Ceyhun ancak sahici bir gülüş olmadığı aşikârdı. Moralsiz olduğu hakkında yanılmamıştım, içimdeki nedenini sorma dürtüsü gittikçe artıyordu.

“Ferdi Tayfur, ha? Bu kadar mı tadın tuzun yok be kuzen?”


“Sen de mi Leyla?” şarkısını açmıştı Ceyhun, liseden beri arabesk dinlemediğim için hafif nostaljik olmuştum. Tabii ki şu an duymayı beklediğim en son şarkı buydu.

Dayanamayıp sordum: “Burnumu sokmak istemem ancak neyin var, anlatmak ister misin?”

“Özel bir sebebi yok aslında, durgunlaştım birden.”


Ne diyeceğimi bilememenin sıkıntısıyla elimdeki birayı kafama dikmiştim. Sessizlik oldu, Ferdi Tayfur’un sesinden başka hiçbir ses yoktu evde. Yıldız Abla uyumaya gitmiş olmalıydı, Ceyhun’un da konuşmaya pek niyeti yok gibiydi. İçimi karartan bir oda, içimi karartan bir müzik, bira ve ben öylece baş başa kalmıştık. Günlerdir içinde bulunduğum depresif Büşra’ya zerre kadar yardımı dokunmayan bir ortamdaydım anlayacağın.


“Üzerindeki eşofman eski sevgilimin eşofmanı, bayağıdır görmüyordum.”

Problem anlaşılmıştı, istemeden eski sevgilisini hatırlatacak şeyleri tetiklemiştim. Kendimi çok kötü hissettim defter, Ceyhun’u üzdüğüm için mi yoksa Ceyhun’un Aliye’den başka bir eski kız arkadaşını öğrendiğim için mi bilmiyorum. Duygularım karman çorman oldu yeniden, Aliye’yi öğrendiğim zaman hissettiğim o buruk, kıskanç his tekrardan göğsümü doldurdu.

“Kalacağın oda da onun odasıydı, o dizayn etmişti her şeyi. Kavga ettiğimiz gecelerde yanımda yatmak istemez, o odada yatardı.”


Suskunluğumu korumam durumu daha da tuhaflaştırıyor muydu hiçbir fikrim yoktu ancak diyecek bir şey bulamıyordum. İçim bir tuhaf olmuştu, havasızlıktan ve açlıktan olacak ki içtiğim bira hafif başımı döndürmüştü. Aliye’yi anlatırken umursamaz ve kinayeli bir tavrı vardı Ceyhun’un şu an ona karşı hiçbir şey hissetmediği çok belliydi. Ancak bu kadın her kimse, onu hâlâ unutamadığı, özlediği, içinde bir yara olduğu aşikârdı. Üzerimde onun eşofmanını görmek bile mahvetmişti dağ gibi çocuğu. Tahminimce Aliye’yle ayrılma sebebini anlatırken unutamadığım biri vardı dediği kadın da bu kadındı. Kıskançlık ve hayal kırıklığı birleşip içimden sıcak bir his gibi aktığında düşündüm; sahiden neyi kıskanıyor, ne hakla hayal kırıklığına uğruyordum?


“Neden ayrıldınız, ne zaman ayrıldınız; anlatmak ister misin?”

“Bir buçuk sene oluyor sanırım ayrılalı.” Derince bir nefes almıştı, elindeki şişeyi kafasına dikip sehpanın üzerine bıraktı. “Aldatıldım. Hemen ardından beni aldattığı adamla evlendi.”


Üniversiteden beri meyhaneye, rakı sofrasına gitmiyordum ancak Ceyhun sağ olsun o ortamı ayağıma getirmişti. Çok gerilmiştim defterim, ne yorum yapacağımı bilmiyordum. “Yazık olmuş…” diye bir şeyler geveleyebildim sadece. Bu zamana kadar uzun soluklu, deli gibi âşık olduğum bir ilişkim olmadığı için bu konularda oldukça toydum, Ceyhun’un hissettikleriyle yeterince empati kuramıyordum. Ancak güvendiğin birinin seni yarı yolda bırakması, sadakatsizliğini görmek ne kadar yaralayıcı olabilir tahmin edebiliyordum, Ceyhun adına çok üzülmüştüm. Kadının adı Leyla’ymış, neden Ferdi Tayfur’un bu şarkısını birkaç defa dinlediğimizi kanıtlar nitelikteydi. Evet, sırdaşım, günlerdir kendi varoluşsal sancılarımın içinde kıvranırken saatlerce, arabesk müzik eşliğinde Ceyhun'un hâlâ unutamadığı eski sevgilisinden bahsetmesini dinledim. Leyla’nın saçlarının, gülüşünün, kokusunun ne kadar güzel olduğunu; ona sarılmanın, onu öpmenin nasıl bir his olduğunu; yaşadıkları güzel anılardan bazılarını anlattı bana. Trajikomik mi şu durum yoksa acınası mı hiç bilmiyorum.


Uzanıp müziği ve akabinde bilgisayarı kapattı. Gece boyunca neredeyse hiç konuşmadığım için müziğin de susmasıyla hepten sessizliğe gömülmüştük, sanırım Ceyhun da anlatacağı her şeyi anlatmıştı bana. Ekşimsi, müthiş rahatsızlık veren bir his vardı içimde; daha önce hiç hissetmediğim türden bir şeydi. Ellerim buz tutmuştu, içimde yalnızca uykuya dalma isteği vardı. Her şey yeterince kötü değilmiş gibi bir de hislerim yüzünden anlamsız bir içsel savaşın ortasında kalmıştım.


“Aliye’de denedim ama olmadı…”

Halının desenine kilitlenmiş gözlerimi kaldırıp Ceyhun’un yüzüne baktım. Ne demek istediğini anlamıştım ve devamını duymayı sahiden istemiyordum.

“Bazen Leyla benim son durağımmış, bir daha asla kimseyi sevemeyecekmişim gibi hissediyorum.”


İçimde, derinlerde bir yerde Ceyhun'un beni sevmesi gibi bir beklentiye sahip olduğumu, cümlesine noktayı koyduğu anda anlamıştım sırdaşım. Sıkışan kalbim yüzünden kaçıp gitme isteğiyle dolmuştum, Ceyhun'un evine geleli henüz yarım saat olmamışken verdiğim karardan pişmanlık duyuyordum. Benim Ceyhun'a karşı bir şey hissetmemem gerekiyordu, kendi ellerimle kendi mezarımı kazıyordum resmen. Beni asla o gözle görmediğini ve muhtemelen görmeyeceğini bu cümleden sonra idrak edebildim, bir tokat gibi çarptı suratıma. Ancak içimdeki bu tanıdık, ama bir o kadar da yabancı duygu saf bir kıskançlıktan başka bir şey değildi. Ben kıskanıyordum Ceyhun'u sevgili defter, basbayağı kıskanıyorum onu. Geçmişinden kıskanıyorum, birini sevmiş olmasını kıskanıyorum... Sanki Ceyhun’un hayatında bir yerim varmış gibi bir de kendimi bu kadınlarla kıyaslıyorum ki aptallığın daniskası. Kabullenmek istemediğim hisler var içimde, bastırmaya çalışıp duruyorum. Bana karşı bu kadar iyi, bu kadar düşünceli olması hoşuma gittiği gibi beni yaralıyor da. Zira başka kadınlara önceden veya şu an böyle ince olduğunu, düşünceli olduğunu düşünmek beni mahvediyor, kıskancımdan kuduruyorum. Sanki ben kimsem, Ceyhun’un neyiysem şu hayatta? Çok kısa zamandır tanıdığı Büşra isminde bir garibeyim sadece, miras meselesi olmasaydı birbirimizden haberimiz dahi olmayacaktı.


“Henüz 26 yaşındasın Ceyhun, yaran kabuk bağladıktan sonra eminim yeniden birini seveceksin. Kendine biraz zaman tanı iyileşmek için.”


Benim böyle bir çıkış yapmamı beklemiyor olmalıydı Ceyhun, şaşırmıştı. Ben de şaşırmıştım defterim zira gece boyunca ağzımı bıçak açmamışken birden böyle yükselmeyi ben de beklemiyordum.


Devam ettim. “Kısa süredir tanışıyoruz ancak çok iyi yürekli biri olduğunu söyleyebilirim. İnce düşüncelisin, ayağım kırıldığı için elinden gelenin fazlasını yaptın şu bir haftadır. Şefkatlisin, eğlencelisin, belli ki çok temiz bir sevgin var. Karşına bunların hepsine değen bir kadın çıkacak elbet, hayata küsmek için çok erken.”


Kalbim deli gibi çarpıyordu sırdaşım, bu cümleleri kurarken. Çok heyecanlanmıştım, hafiften sesim de titriyordu. Ayaklandım yavaşça, sakat olan ayağım ve adrenalinin de etkisiyle bacaklarımın pek tutmadığını fark ettim. “Ben artık uyumaya gideyim; sen de sıkma canını, olur mu?”


Uykum olduğu için değil, hem kaçıp gitmek istediğim için hem de seninle dertleşmek istediğim için kalkmıştım. Bu gece yaşadıklarım ve öğrendiklerim çok ağır gelmişti, hazmedebilmek için düşüncelerimle ve hislerimle baş başa geçireceğim uzun bir geceye ihtiyacım vardı. İşe yaradığından emin değilim, çünkü yazdığım her cümleden sonra boş boş karşı duvara bakıp düşünmeye devam ediyorum. Kim bilir Ceyhun bu defteri okusa nasıl hisseder? Çok kısa süredir tanıdığı, mirastaki rakibi, üvey kuzeni bendeniz Büşra Mutlu’nun kendisine karşı bir türlü isimlendiremediği hisleri olduğunu hiç düşünür müydü acaba? Hoş, okumasına gerek kalmayacak, zaten yeterince belli ediyorum bazı şeyleri. Gece boyunca suspus oturup renkten renge, şekilden şekle girip durdum. En iyisi bunlar hakkında çok düşünmemek; düşünüp dillendirdikçe daha da büyük bir çıkmazın içine sokuyorum çünkü kendimi. Yılanın başını küçükken ezmek gerek, neticede beyin aptal bir organ. Ne zaman birine karşı hoş duygular beslemeye başlasam içimde onu o kadar abartıyor, o kadar derinlemesine düşünüyorum ki sonunda kendimi hiç olmamam gereken bir yerde buluyorum. Ceyhun’la da bu olsun istemem, bu yüzden Leyla’yı düşünmeyi kesmeliyim. Tabii üzerimde onun eşofmanı varken bunu nasıl başaracağım hiçbir fikrim yok.


İyi geceler sırdaşım!