Part I
27 Şubat 2015, Cuma
Selam Günlük!
Kapağını açmayalı, seninle dertleşmeyeli altı gün olmuş; seni bu kadar boşladığım için çok özür dilerim. Günlerdir sahiden hiçbir şey yapmıyorum, canım çok sıkkın, biraz da depresif hissediyorum kendimi. En son konuştuğumuzda hastanedeydim, biliyorsun; o zamanlar henüz olayın ciddiyetini kavrayamamış olacağım ki her şey kötü bir rüya gibi geliyordu. Taburcu olup Gaziantep’e, evime döndükten sonra işin ciddiyetinin farkına vardım. Senin de tahmin edeceğin üzere işimi kaybettim, bacağım hâlâ alçıda, beş parasızlığın yepyeni bir katmanına ulaştım, günlerdir evden dışarı adımımı atmıyorum. İnsanların hayatında genelde inişler ve çıkışlar olur, evrene müteşekkirim ki benim hayatım sadece dip ve dibin de dibi şeklinde ilerliyor. Sonuç olarak, ruh sağlığımı korumak imkânsız bir hâl almışken, hayatımda hiç ama hiçbir şey yaşamıyorken açıp sana yazacak bir şeyler bulamadım, üzgünüm sırdaşım… Ta ki bugüne kadar!
Bu gece, şu rezalet geçen bir haftanın acısını bayağı bir çıkartan, tuhaflıklarla dolu bir gece yaşadım sevgili defter. İnan bana, garanti veriyorum, sana anlattığım zaman sen de şok olacaksın. Ah, keşke televizyon programlarında olduğu gibi bateri efekti verebilseydim…
Bu tım tıss! Şu an bu satırları Ceyhun'un evinden yazıyorum! Evet, doğru okudun sırdaşım; şu an Ceyhun'un evinde, bana özel ayırdığı odadayım ve burada kalacağım! Nedenini soracaksın, biliyorum. Bunu anlatabilmem için bu akşama dönmem gerekiyor. Saat akşam sekiz sularına…
Bu bir haftanın hemen hemen her gününü salonda geçirdim defterim, uyumaya dahi odama gitmediğimi büyük bir utançla söylüyorum. Üşeniyordum kalkmaya, gücüm yok gibi hissediyordum. Bilgisayarı bağladım televizyona, bir de üzerime battaniye aldım ve izleyebileceğim her diziyi, filmi tükettim. Depresifliğe yeni bir soluk kazandırmış gibi hissediyorum vallahi ne yalan söyleyeyim. Ne evin ihtiyaçlarıyla ilgilendim ne yemek yaptım; bunları bir kenara bırak, günlerce doğru dürüst hareket bile etmedim oturduğum yerden. Yani, alçıyı çıkarıp yerleri arap sabunuyla silecek değildim sonuçta ya da bu ayakla seke seke markete gidip mutfak alışverişi yapacak hâlim de yoktu. Hoş, ayağımda alçı olmasa bile mutfak alışverişi yapabileceğimi sanmıyorum ya, neyse. Malum, meteliksizim şu an.
İşten kovulmam da ayrı bir muamma zira hastanedeyken patronum Osman Bey geldi ziyarete. Geçmiş olsun dilekleriyle, son derece ılımlı bir şekilde gelmişti hastaneye. Hatta inanır mısın defterim, çiçek bile yaptırıp getirmiş. Bir an kovulmayacağımı zannettim, o kadar iyi davrandı bana. Ancak yanımdan ayrılırken "İyileştikten sonra ofise gel, tazminatını verelim." dedi. Zannımca bu cümle kovulduğumu gösteriyor. Yine de çok iyi davrandı adamcağız, onun yerinde olsam bana yalan söyleyen çalışanımı tüm hastaneye rezil ederdim.
Şu an rahat durduğuma bakma, günlerdir hâlime bakıp stresten ağlıyorum. Üç kilo verdim bir haftada, yüzüm çökmüş hâlde. Mahvoldum ben defterim, bu bir gerçek. Annemle babamdan kalan birikmiş para vardı biraz, kendi birikmişimin üzerine eklediğimde en azından bu ay beni kurtarır gibi görünüyor. Ancak atalar ne güzel söylemiş "Hazıra dağ dayanmaz." diye, inan bana canım sırdaşım, daha sonrasında ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok.
Ayrıyeten bu ay Ceyhun da sağ olsun, çok destek oldu bana, hakkını yemeyeyim. Antep'e döndüğümüz gün kendisine ev işlerinde yardımcı olan Yıldız Abla’yı bana yolladı; kadıncağız evimi temizledi, bir haftalık yemeğimi yaptı, gitti. Bu yetmezmiş gibi bir de bana hiçbir şey söylemeden bu ayki kiram ve faturalarımı da ödemiş, duyduğumda çok şaşırdım. İçimdeki paranoyak Büşra bu hareketin ne kadar sahici olduğunu sorgulamama sebep oldu biraz, zira kendisine minnet duymam ve miras meselesinde onun lehine karar vermem için beni manipüle etmeye çalışıyor da olabilirdi. Ancak biraz düşününce saçmaladığımı anladım. Ceyhun, tanıdığım kadarıyla, iyi ve vicdanlı bir çocuktu; bana yardımcı olmak istedi diye tahmin ediyorum. Beş parasız ve rezalet hâlde olduğum için miras meselesindeki bu haksız talebi vicdanını gıdıklamış da olabilir, emin değilim. Her ne olduysa oldu, sonuçta benim işime yaradı. En azından bu ayı biraz rahat geçirdiğimi söyleyebilirim defterim, öbür aya Allah kerim.
Bugün Ceyhun’un evini gördükten sonra biraz sinirlendim kendisine, senden gizleyemem. İçinde bulunduğum yoksulluk ve işimi kaybetmiş olmam gelince aklıma, içimi bir sınıf kini bürüdü ne yalan söyleyeyim. Her ne kadar patron olmadığını iddia etse de saray yavrusu gibi bir evde yaşıyor, her işini gören bir yardımcısı var; miras parasına hiç ihtiyacı olmadığı o kadar belli ki… Buna rağmen eşit bölüşmeyi kabul etmemesi aklıma geldikçe deli oldum sırdaşım; birden gözümde, salondaki siyah koltuklarına oturup viskisini yudumlayarak paralarını saydığı bir sahne canlandı ki sinirden mahvoldum. Bak, şimdi yazarken bile sinirleniyorum, iyi mi? Şiddete meyilli sözlerimi mazur gör lütfen ancak gidip suratının ortasına yumruk atasım geliyor. Odasında uyuyor şimdi, gidip vursam mı acaba?
Şaka yapıyorum tabii, sinirlenmeye değmez sahiden. Zaten maksimum birkaç ay sürecek bu arkadaş-kuzen takılmacalarının hiçbir fayda etmeyeceği aşikâr, önünde sonunda mahkemelik olacağız. O zaman bol bol sinirlenirim, şimdi en iyisi anlatmaya devam edeyim.
Ne diyordum en son? Hah, evet, diziler...
Günlerdir durmak bilmeksizin sürekli dizi izlemekten beynim kayısı hoşafı kıvamına gelmişti. Bu gece de planım buydu esasında, yeni bir dizi bulup yeni bir maratona kendimi atmayı planlıyordum. Ancak hiç beklemediğim bir şekilde kapımın çalınmasıyla gecenin seyri değişti. Gelen, senin de tahmin edeceğin üzere, Ceyhun’dan başkası değildi.
“Ah, Ceyhun! Merhaba, hoş geldin!”
Koltuk değnekleriyle güç bela ayakta durmaya çabalıyor oluşumla Ceyhun’un yüreğini dağlamış olacaktım ki hızlıca ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi ve koluyla bana destek oldu.
“Seni her gördüğümde daha kötü oluyorsun sanki!”
“Çok teşekkür ederim sahiden, ne güzel moral verdin böyle!”
Gülmüştü. Dış kapıyı kapattıktan sonra hoplaya zıplaya salona doğru yöneldik. “Sürekli hiç beklemediğim anlarda çat kapı geliyorsunuz beyefendi, hangi rüzgâr attı sizi buraya?”
“Kendimi çok kötü hissediyorum, hep benim yüzümden başına bunlar geldi. Eğer kabul edersen bir teklifim var.”
“En son bir fikrini kabul ettiğimde işimi ve bacağımı kaybettim Ceyhun!”
Gülmüştük, sinirlerimizin bozulmuş olmasına binaen histerik bir gülüştü dudaklarımızdan salınan. Ne yalan söyleyeyim defterim, ne teklif edeceği hakkında en ufak bir fikrim olmasa da güzel bir teklifle geldiğine neredeyse emindim, şakasına diyordum. Hastaneden çıktığımızdan beri o da kolunu incitmiş olmasına rağmen beni bu kadar düşünmesi, benimle bu kadar ilgilenmesi inanılmaz inceydi.
“Bu sefer daha sağlam bir teklifim var, korkma.” dedi. “Alçın çıkana kadar bende kalmaya ne dersin? Hem yalnız kalmazsın hem de Yıldız Abla her işi hallediyor sağ olsun, biraz rahat edersin diye düşündüm.”
Ceyhun’un evinde Ceyhun’la birlikte kalma düşüncesi kalbimin ritmini değiştirmeye yetmişti defterim, bir heyecan dalgası yayıldı vücuduma. Kan yanaklarıma hücum ettiği için kızardığıma da eminim ancak Ceyhun bunu muhtemelen fark etmemiştir zira benim bu alakasız, absürt, ne idiği belirsiz hislerimden zerre haberi yok kendisinin. Esasında benim de zerre fikrim yok ya bana ne olduğuyla, neden böyle hissettiğimle ilgili ama neyse… Kısacası, böyle bir teklife hayır demem olanaksızdı.
Ceyhun’un yardımıyla kendime minik bir valiz hazırladım. Kaç gün orada kalacağımı, neler koymam gerektiğini pek bilmiyordum ancak dolabımda ne bulduysam tıkıştırdım bavula. Büyük bir gerzeklik örneği olarak pijama koymayı unutmuşum, Ceyhun’un evine geldikten sonra fark ettim bunu. Neyse ki yarın Ceyhun işten dönerken yeniden benim evime uğrayıp pijamalarımı alacak, bu gece idare etmem için birkaç parça kıyafet verdi ki bundan da daha ayrıntılı bahsedeceğim.
Valizimi hazırladıktan sonra fazla vakit kaybetmeden, birbirimize destek olarak apartmandan dışarı çıktık. Ne bileyim defterim, içim tuhaf bir heyecan ve coşkuyla doluydu evden çıkarken. Ceyhun’un benimle bu kadar ilgilenmesi, beni düşünmesi, büyük bir incelik yapıp şöyle bir şey teklif etmesi içimi ısıtmıştı, bunu inkâr edemem. O bu denli iyi biri oldukça içimdeki anlamsız, çocuksu heyecana engel olamıyordum.
Arabaya bindiğimizde şoför koltuğunda görmeyi hiç beklemediğim biri, Ceyhun’un iş arkadaşı Orkun oturuyordu. Aynı sitede yaşıyorlarmış Ceyhun’la ve üvey kuzenimin kolu kırık olduğu için her gün işe Orkun’un şoförlüğünde gidiyorlarmış. Ceyhun bu açıklamayı yaparken biraz ezilmiştim defterim, çocuğun kolunu sakatlamasına sebep olan elli ton ağırlığındaki kütle bendim sonuçta. Vicdanım sızlamadı desem yalan söylemiş olurum.
“Selam Büşra!”
“Merhaba Orkun, iyi akşamlar!”
Yol boyunca yazmaya değmeyecek, havadan sudan bir muhabbet döndü üçümüzün arasında. Bacağımın durumunu, evdeki günlerimin nasıl geçtiğini sordu Orkun; sana sunduğum cevaptan daha iç açıcı bir cevabım yoktu, kendi depresyonumdan bir parça onlara da ikram ettim. Birkaç defa olayın absürtlüğünden dem vurarak dalga geçecek gibi oldu, ancak sersefil hâlim onu etkilemiş olacak ki hemen vazgeçti. Kendimi daha da kötü hissetmiştim sırdaşım, harbiden her anlamda rezalet hâldeydim.
“Çok büyük talihsizlik sahiden…”
Ceyhun’un şu cümlesi eve varana kadar beynimde dönüp durdu. Bu sözlerin başka başka versiyonlarını annemle babam o kazada hayatını kaybettikten sonra da birçok kişiden, birçok farklı şekilde duyduğumu anımsadım. Başak’ın intiharından sonra da, alacaklılar kapıma dayandığında da, annemin ben evlenirken bana takmak için sakladığı el emeği bilezikleri ağlaya ağlaya bozdururken de farklı kişilerden bu minvalde şeyler duyduğumu fark ettim, bu farkındalık içimden bir elektrik akımı gibi geçti. Hayat benim için çok uzun zamandır kolay değildi defterim, sanki ne kadar dayanabileceğimi ölçen bir simülasyonun içinde gibiydim. Bunlar kafamda dönerken gözlerimin dolduğunu hissettim, o esnada Orkun ve Ceyhun yaşadığımız absürtlüğün gırgırını geçmekle meşguldü. Onlara içinde bulunduğum buhranı belli etmemek için gülerek eşlik etmeyi tercih ettim. Ancak ne bileyim sırdaşım, kendimi çok sağlam dayak yemiş kadar yorgun hissediyordum.
Yolculuğumuz uzun sürmemişti, daha önce Antep’te hiç görmediğime adım kadar emin olduğum bir siteye geldik. Gökdelen gibi birkaç bina, onlara nazaran daha kısa olan apartmanlar ve bolca müstakil evden oluşan oldukça büyük bir siteydi burası. Takdir edersin ki patronumuz müstakil evlerden birinde oturuyordu. Tek yaşayan biri neden üç katlı bir saray yavrusunda yaşar; madem yaşıyor, neden mirasta utanmadan haksız bir hak iddia eder diye sorma hiç, ben de bilmiyorum. Ceyhun’un imkanlarını gördükçe içimden eşit paylaşmak bile gelmiyor inan, tüm parayı alıp sırra kadem basmak istiyorum.
Evin içinin de dışından pek bir farkı yoktu tahmin edeceğin üzere. Çok şatafatlı olduğunu söyleyemem; bekar erkek evi olduğu, mobilya ve renk seçimlerinden oldukça belli oluyordu. Evin girişi baştan başa siyah duvar kâğıdıyla kaplıydı, kırık beyaz tonlarındaki aynalı dresuarın olduğu kısımda ise taş desenli bir kâğıt bulunuyordu. Haftanın başında yardıma gelen Yıldız Abla’nın valizimi elimden almasıyla evin içine giriş yaptım.
Evin duvarları dikkatimi çeken ilk yer olmuştu zira Ceyhun ne bulduysa duvarlara asmış gibiydi. Bunu tabloları çok sevdiğine yordum, kendisinden beklemediğim bir zevkle düzmüş gibiydi evini. Benim için ayrılan oda üst katta olacak ki Yıldız Abla valizimle beraber merdivenlere yöneldi, tabii biz de arkasından… Ceyhun’un da yardımıyla seke seke merdivenlerden çıktım ve koridorun sonundaki odanın önünde durduk. Konaklayacağım oda işte burasıydı.
Ceyhun kapıyı açtığında evin genel havasına tezat bir şekilde bembeyaz, hatta yer yer pembe/mor aksesuarların bulunduğu bir odayla karşılaşmayı beklemiyordum açıkçası, şaşırmıştım. Sanki Ceyhun bana özel oda dizayn etmiş gibiydi, o kadar ki evden kopuk bir yerdi burası.
“Yeni odana hoş geldin!”
“Hoş bulduk!”
Yıldız Abla bavulumu bıraktıktan sonra odadan çıkmıştı. Ceyhun ihtiyacım olabilecek şeylerden, banyonun yerinden, kıyafetlerimi nereye koyacağımdan bahsederken ben de pijamalarımı çıkarmak için valizime yöneldim. Ancak az önce de bahsettiğim gibi pijamalarımı koymayı unutmuştum. “Hay Allah, pijamalarımı koymayı unutmuşum…”
Benim dudaklarımdan dökülen bu gayriihtiyari cümleden sonra duraksamıştı Ceyhun, çocukcağızın sözünü kesmiştim zaten. Birkaç saniyelik duraksamadan sonra odada duran gömme dolabı açıp içinden bir adet eşofman ve Iron Maiden tişörtü çıkardı. “Bu gecelik bunlarla idare et, yarın ben iş dönüşü evinden alır gelirim, olur mu?”
Tişört Ceyhun’un tişörtü olmalıydı, bedeninin büyüklüğünden anlamıştım. Ancak eşofmanın kadın eşofmanı olduğuna adım kadar emindim ki bu oldukça ilginçti. Bir şey demedim tabii ki, sorgulamak haddime değildi. Ceyhun’un odadan çıkmasıyla fazla düşünmeden üzerimdekileri çıkarıp Ceyhun’un verdiklerini giydim. Tişört tahminimde neredeyse emin olmuştum zira Ceyhun gibi kokuyordu. Buram buram mandalinalı parfüm kokusunu içime çekerken eşofmanı da bacaklarımdan geçirdim. Tabii ayağımda alçı olduğu için bu işlem normale oranla oldukça uzun sürdü, orası ayrı.
Çıkardıklarımı katlayıp valizime yerleştirdikten sonra odanın kapısını açtım, Ceyhun inmeme yardımcı olabilmek adına beni bekliyordu.
“Yeniden evime hoş geldiniz hanımefendi.”
Gülümsedim. “Teşekkür ederim, beyefendi.”
Birbirimizin koluna girip alt kata, salona yöneldik.
Not: Vize döneminde olduğum için bölümleri düzenleme ve yer yer baştan yazma sıklığım maalesef azaldı. Ayrıyeten bu bölüm diğer bölümlere nazaran uzun bir bölüm, o yüzden iki parçaya ayırıp yayınlamak istedim. Büşra'nın bugününün devamı ikinci partta, önümüzdeki hafta içerisinde gelecek. Keyifli okumalar dilerim!