Her kaldırım taşında bir rüya



Yaşıyorum işte, hem de çok hızlı. Durmaksızın, düşünmeksizin... Böylesi iyi geliyor. Az düşünüyorum, az üzülüyorum – hatta kimi kandırıyorum, neredeyse hiç üzülmüyorum. Arada bir acım aklıma gelse de kalbimde eskisi gibi bir yara açmıyor. Alıştım mı dersin? Yoksa… Boşver. Bıraktım işte. İçimdeki seni de bıraktım. Esarete mi, özgürlüğe mi bilmem; sadece akışta savruluyorum. Hiç olmadığım kadar hızlı ve hiç bilmediğim kadar yorgunum.


Neden diye sormuyorum artık kendime. "Olması gereken buymuş," deyip kenara çekilmek daha kolay. Böylece ne zihnimde, ne de kalbimde kendimi sorgulayan o sorular geziniyor. Seni suçlamıyorum, kendimi de. Bilirsin, her güzel şeyin bir sonu vardır. Ben sadece bizim hikayemizin sonsuz olabileceğine inanmıştım. Hani derler ya, her hikaye bir yabancının gelmesiyle başlar. Ama her hikaye aynı bitmez. Ben, bize mutlu bir son yakıştırmıştım ama hiç de öyle olmadı. 


Sen bana, "Hikayeleri ortasından okurum," demiştin bir zamanlar. O zaman üzerinde durmadım. Sonra bir ara, "Hikayenin ortasından okuyunca katiller masum, kötüler iyi, aşıklar ise sadece iyi bir oyuncu oluyor," dedin. Yine anlamamıştım seni. Dudaklarından dökülen her kelime benim için bir şiirdi. Ben yağmurlu bir günde elektrik tellerine konmuş kuşlar gibiydim senin kalbinde. Ben aşk sarhoşuyken, sen gerçekleri birer birer söylemişsin de ben görmemişim, duymamışım. Şimdi anlıyorum ne demek istediğini, hem de çok iyi anlıyorum. Sen hikayeleri ortasından okur gibi yaşamayı seçmişsin. Senin hayatında ne sevgilin, ne de aşık olduğun kişi oldum… Sadece bir yolculukta seninle aynı yolda yürüyen sıradan biriydim. Senin gözünde bir yabancıydım. Ben ya da başkası, ne fark ederdi ki? Yol bitti, "Son," dedin ve gittin. Sebepsizce, hiçbir şey söylemeden gittin.


Geri dönmek, konuşmak, "Neden?" diye sormak… Ama bu kez senin bakışların farklıydı. Sanki ben, ben değildim; sen zaten hiç "sen" olmamıştın. Ben kimi sevmiştim? Seni bile bile mi sevdim yoksa hiç fark etmeden mi? Milyonlarca insanın arasından seni, sadece gölgeni takip ederek bulmuştum. Ama kaybın… Kaybın bu kadar kolay olmamalıydı. Tüm bunlara rağmen düşünüyordum.


Şimdi ise ne söyleyecek sözüm var, ne de soracak bir hesabım. Evet, buradasın, karşımda. Ama çok geç değil mi artık? Her şeye rağmen… Evet, yaşadığım onca acıya rağmen, içimde zehirli bir umut seni bekliyordu. Beni mahveden mi yoksa hayata bağlayan mı olduğunu bilmiyorum. Neden geldin? Evimi nasıl buldun? Neden şimdi geldin? Pek de umrumda değil, sadece tek bir şey sormak istiyorum. Yutkundum, "Ben... Bu ortasından okuduğun hikayede kimdim, neydim?"


"Hikayeleri ortasından okurum demiştim; keşke o zaman anlasaydın beni. Belki de benden kurtulman daha kolay olurdu. Başka bir hikayede olsaydın, o hikayenin en mutlu insanı olurdun, uğruna neler yapılmazdı ki. Ama sen benim hikayemi seçtin, beni seçtin. Ben hislerimi fark edemedim, duygularımı kontrol edemedim. Her an senden vazgeçip gide bileceğimi düşündüm."


"Gerçekten sadece düşündün mü? Sen gittin. Sen benden gittin, bendeki beni yok ederek. Beni yok ettin ama ben… Ben içimdeki seni… Git!"


"Gidemem. Evet, bir kere gittim ama bin kere geri geldim. Kaç kere geldim bu şehre, kaç kere geçtim sokağından, kaç kere geri döndüm bu kapıdan. Dışarıdaki sokak lambasının altından kaç kere seni izledim, hatırlamıyorum. Yapamıyorum, gidemiyorum. Kulağımda sesin, yanımda kokun… Gözlerimi kapatıyorum, sen. Rüyalarımda sen. Geldim, buradayım. Gitmemi istiyorsun, gitmeyeceğim. ‘Affet’ demeyeceğim ama ne istiyorsan yap bana. Canımı yakmak mı istiyorsun, durma. Ben bu hikayeye bir son bulamadım; aklımda hep bir keşke, kalbimde hep bir umut… Dayanamıyorum. Bir son ver Umay, sana yalvarırım, bir son ver. Keşke yeni bir başlangıç isteyebilsem senden... Bir şans, sadece bir şans daha. Ama biliyorum, olmayacağını, yapamayacağını."


Masanın üzerindeki çiçeği eline aldı. "Dün bir düğünde, o kadar isteyeni varken bu çiçek benim masama düştü. Kaç kere gelip cesaret bulamadığım sana, bu çiçekten aldığım delice bir cesaretle geldim. Bu bir işaret olmalı dedim kendi kendime. Evet, evet bu bir işaret diyerek geldim. Şimdi düşünüyorum da, kıyamet kopsa bile bunu sana gelmek için bir işaret sayardım. Hatırlıyor musun, bir gün bana ‘Sevgiyi babamın gözlerinde gördüm’ demiştin. O gün benim için pek bir anlam ifade etmemişti. Ama sonra düşündüm, galiba ben de sevginin anlamını ilk senin gözlerinde fark ettim ama bana yabancıydı, anlamamıştım."


"Ne zaman anladın?" İstemeden sormuştum. Gerçekten mi istemeden sordum? Neyin peşindeyim, neden sordum bu soruyu? Ne fark ederdi Umay, ne fark ederdi? Belki hiçbir şey, belki çok şey.


"Her an seni kaybettikten sonra her an anladım. Kimsenin gözlerinde görmedim o bakışı ve evet, durmadan o bakışı aradım. Sadece gözlerimi kapattığımda sahip olabildim o sev—"


"Yeter! Gitmeni istiyorum, sadece gitmeni. Bazı hikayelerin bir sonu yoktur; sadece acılarla dolu bir sonsuzluğu vardır."


Ceplerini karıştırdı, bir anahtar çıkartıp masanın üzerine koydu. "Üst katını satın almıştım. Bu da yedek anahtarı. Madem bunun bir sonu yok, madem sonsuz acılar; ben bu acıyı senin yanında, sensiz yaşamayı kabul ediyorum."


Hiçbir şey diyemeden çıkıp gitti…