Beklenmedik bir şekilde akşam olmuş. Kaç saat uyudum ben? Midemin içerisinde Rıdvan Dilmen maç yorumları yapıyor sanki. Maç da beynimin içerisinde oynanıyor; tek kale kırk beş kedi bir de kişi. Her seferinde nasıl böyle olabilir? Bir insan, her alkol kullanımı sonrası nasıl bu kadar sarsılabilir? Tekrar uyusam... Yok, kafi. Dışarı çıkmalıyım. Faturaları yatırmış mıydım? Bugün ayın sekizi. Yarın dokuzu, sonra onu, on biri... Sonra gelecek ay yine dokuzu olacak. Sonra bir sonraki ay, yine. Hep dokuzu, onu, on biri... Zaman çok tuhaf bir kavram. Spiral gibi, ilerliyor ama başa da dönüyor gibi aynı zamanda. Lakin doksan dakika bitti bile, zaman gibi devasa bir dilimi uzatmalarda mideye indirmek güç. Orası dolu hem zaten. Tak tak! Kimse var mı? Cebimdeki fatura kağıtları cevap verecek de "Görmezden gelsen de buradayız, herkes gitse de biz varız." diyecek diye ödüm kopuyor. Ekim ayında 1.200, kasımda 1.500, aralık, ocak, şubat 2.000. Sonra döngü geriye dönüyor neyse ki. Marttan sonra havalar ısınıyor, elektrik faturası daha minimal ve şık bir görünüm alıyor, paralar cepte. Zamandan daha insaflı bir döngü vallahi. Kaç Blue Moon içilir bu paralara...


Dışarı çıkmalıyım. Blue Moon için değil. Yani, belki dolunay vardır lakin ilgi sınırlarım içerisinde değil. En azından bugün. Faturalar için de değil. Akşamın kara kuru tavrına hangi fatura ödeme merkezi boyun eğer de dükkanı açık tutar ki? Tutmasınlar. Benim yürüyüş yapmam gerek. Işte başlıyoruz. Köşede sıvası yenilenmesi gereken şu bina, ilerisinde "00.00'dan sonra gürültü yapmak yasaktır." tabelasının korkuluk görevi gördüğü şu park. Bak bu yeni, kuş yuvası yapmışlar parka. Şşşt... Sessiz olun kuşlar. Kuralları koyan siz değilseniz de sessiz olun. Sizseniz de sessiz olun. Kural kuraldır. Devam, devam, devam... Burada bir köpek kulübesi yok muydu? Hay allah. Karıştırıyorum sanırım. Hah, ben de nerede kaldı diyordum, geldi benimki.


"Ooo delikanlı, nerelerden böyle?"


"Hiç, evdeydim."


"Iyi, iyi."


Sessizlik oldu. Şimdi bir şey söylemeli miyim? Içimden de gelmiyor. Bu bir gereklilik mi? Adam bekliyor. Ne bekliyorsun be adam? Ne denir ki buna. Duruyoruz karşılıklı. Kelimenin tam anlamıyla duruyoruz. Yahu, gitsene. Ben mi gitmeliyim? Yakışık alır mı? Sap gibi kalacak ortada. Koskoca adam. Konu açma niyetinde de değilim ki, beynimin çatlakları meydanda. Hâlâ duruyoruz. Duralım, tamam, hatta bunu yarışa çevirelim. Durmayı bozmayalım. Bozan kaybeder; ilk konuşan, ilk hareket eden, durma eylemine ilk zeval getiren kaybeder!


"Havalar da bozdu..."


Ha ha ha! Bozan havalar değil sensin, bak nasıl bozdun oyunu, tam şu saniye. Işte kaybeden! Sen! O beyaz dağınık saçların, ufak boyuna nazaran kocaman ayakların ve senden otuz santim kadar önden ilerleyen o göbeğin... Kaybettin adamım. Bu yarışın kazananı benim.


"Evet."


Adamla iki kelam edilmiyor, aynı zamanda bir adım ilerlenmiyor da. Uzaklara çok hüzünlü bakıyor hayvan herif. Basıp gitsem vicdanım ordu kurup üzerime çullanacak. Yok ya? Böyle riskler alacak adam değilim ben. Hiçbir pişmanlık ihtimaline pabuç bırakmam. Yaşına başına hürmeten duruyorum, anlatacak bir şeyi olur hüzünlüdür diye duruyorum. Duruyorum allah duruyorum. Duygusal bir adamım ben. Yürüyüşe çıkmıştım oysa. Gidemiyorum. Kalıyorum, ama nasıl kalmak. Işin garibi, o da kalıyor. Beraber kalıyoruz. Hep aynı senaryo, bu sokak, bu adam, ben... Al işte. Yine bir döngü.


"Şu ileride su borusu patlamış, gördün mü?"


Hiç şüphesiz, havadan sudan konuşmak derken bunun kastedildiği aşikar. Bir de, ulan insafsız... Ben uzaklara hüzünlü bakıyor sanırken su borusuna bakıyormuş hıyar. Bizim yürüyüş yalan oldu.


"Gördüm abi. Fare kemirmiş diyorlar, doğruluğunu bilmem."


Bilmem tabii. Bilmem çünkü bunu şu an ben uydurdum. Umarım bir fare bir boruyu kemirebilecek kapasitededir de cümlemin uydurma olduğu ilk saniyeden anlaşılmaz. Hadi fare! Göreyim seni!


"Evet, ben de öyle dediklerini duydum."


Şaşkınım. Iki ihtimal var. Ya dünya üzerinde hayli şanslı bir insan evladı olarak hayatıma devam ediyorum da, salladığım şeyler tesadüfi olarak gerçek çıkıyor, baya baya kıçımın çatalından atıp tutturuyorum yani; ya da bu herif de benim gibi sahtekar.


"Fare de fareymiş yalnız ha! Koca boruyu nasıl yemiş."


Yakalandım mı acaba? Bu bir ima mı yoksa gerçekten sorgulanan, ciddi manada samimi şüphe içeren eleştirel bakış açısı mı? Gerçek soru mu sözde soru mu? Karar ver, karar ver... Cevabını kararına göre vereceksin, karar ver...


"Bilemem abi."


Hah! Işte bu. Politik cevap. Evet millet, sevimsiz ya da şüpheli sorulardan kurtulmanın yegâne yolu politik cevaplar benimsemektir. Aklımı seveyim be!


Adam gidiyor. Görüşürüz demedi. Ben de demedim. Kafamın içinden dedim de, dışından dedim mi bilmiyorum. Yaş çok ilginç bir olgu. Yarım saattir ben de gidecektim de, sırf yaşına başına hürmeten, ayıp olmasın diye... Anlatsam inanmaz. Kendisi gitmiş oldu şimdi. Hayır, sen kovmuyorsun beni bey amca, ben istifa ediyorum! Sen beni terk etmiyorsun, ben seni içimden terk etmiştim bile, konuşmanın en başında hem de! Kime ne anlatıyorum acaba. Neyse ne, yürüyüşe devam etmek için önüm açıldı. Memnun olmalıyım. Hah, köpek kulübesi, vallahi aklım kalmıştı kaldırıldı mı acaba diye. Içim rahatladı.