Aynadaki yansımamı izlerken derin bir nefes aldım, ifadesiz yüzüm ve boş bakan gözlerim tam da istediğim gibiydi. Dolaptan seçtiğim siyah kıyafetlerle aynanın önünde dikiliyordum. Siyah bir pantolon ve siyah, dar bir kazak. Kazak ince ve yarım boğazlıydı. Parmaklarıma kadar uzanan kumaş hoşuma gitmişti, rahat hissediyordum. Deri ceketimi üzerime geçirip zarfı koyduğum çantayı omzuma attım. Odadan çıkıp merdivenleri inmeye başladığımda odaklanmıştım. Kapıdan çıkar çıkmaz taksiye binecek ve direkt olarak kağıttaki adrese gidecektim. 

Saçlarımı arkaya doğru atıp kapının koluna asıldım. Dışarıya çıktığımda taksiye doğru yürümeye başlamıştım. Hava kararmaya başlamıştı. Taksinin arka koltuğuna yerleşirken adresi şoföre uzatmıştım bile. Çok geçmeden taksi hareket etmeye başladı ve ben gideceğim yeri düşünmeye başladım. Daha önce de yapmıştım, sadece zarfı teslim edecektim. 

Gözlerim geçip gittiğimiz yolun etrafını saran ormana takıldı, birden sadece ormanda yürümek istediğimi fark ettim. Ağaçların arasında savrulup gitmeyi ve belki de gecenin en derin uykusunda sarhoş olup kendimi kaybetmeyi istiyordum. Yeniden daha farklı bir şekilde başlamak adına kendimi ortasına atığım bu hayatın nasıl ilerleyeceğini ve seçimlerimin bana vereceği hisleri merak ettim. Bir şey umut edeceksem eğer ve bu gerçekliğe kavuşacaksa umudum acıdan uzak bir hayatı yaşamayı başarabilmekti. Bugüne kadar acıdan uzak yaşamamıştım ve bunu yapıp yapamayacağımı bilmiyordum. Daha farklı nasıl yaşanır hiçbir fikrim yoktu. Başlarda acı katlanılmazdı ve acıya hayatıma her saniye biraz daha yayılmasıyla alışmıştım. Benimsemiştim ve acı her şeyim haline gelmişti. Acılarım için ayaktaydım, onlar için savaşıyordum ve gülümseyebiliyordum. Ruhumun hapsolduğu bu savaştan bir başka savaş için çıkmıştım. Bu yeni, bilmediğim bir savaş demekti ve ruhum bir savaşı daha kaldırabilecek miydi, merak ediyordum. Işıkların altında, kana bulanmış ruhumun karanlığıyla bunları düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Düşüncelerim sanki kalbimi sıkıyor, kalp atışlarımın ruhuma dokunmasına izin vermiyordu. Ruhum, bir tınıdan yoksun, bir okşayıştan… Uzun bir özlemin kıyılarına savrulmuş gibi hissediyordum. Ruhum, derin bir uykunun, ölüm ninnisinin peşinde yürürken mezarlığına dönüp arkasına bakamıyor ipleri karanlığa bağlanmış umudundan.

Şoförün sesiyle başımı yasladığım camdan kaldırdım.

“Geldik hanımefendi.”

Ücreti ödeyip taksiden indiğimde önünde dikildiğim binayı inceledim. Sıradan şehir binalarından farksız, hatırı sayılır bir yükseklikteydi. Derin bir nefes alıp giriş kapısının önünde dikilen görevlilere doğru yürümeye başladım. Kuyrukta bekleyen insanlara göz ucuyla baktıktan sonra sarışın, açık kahve gözleri olan adamın önüne vardım. Bana baştan aşağı şöyle bir baktıktan sonra gözlerini gözlerime dikti. Sorgulayan bakışlarını gözlerime diktiğinde konuşmaya başlamıştım.

“Bir şey teslim etmem gerekiyor.”

“Sen mi teslim edeceksin?” Bakışları küçümseyiciydi. Bakışlarına karşılık boş gözlerle ona bakmaya devam ettim.

“Evet.” Ses tonum soru sorar gibi çıkmıştı. Kaşlarını kaldırdı ve eliyle peşinden gitmemi isteyen bir hareket yaptı. Gözlerimi devirdim.

Peşinden yürürken gözlerimi diktiğim sırtı gergin görünüyordu. Büyük bir kapının önünde geldiğimizde duraksadı.

“Yolu biliyor musun?” diye sorduğunda yüzünü bana dönmüştü.

“Hayır.” Sesim sert ve keskin çıkmıştı.

Duraksadı, derin bir nefes aldı ve kapıyı geçmem için açtı. İçeri girdiğimde loş koridorda yürümeye başlamıştım. Her attığım adımda yükselen müzik sesi kaşlarımı çatmama neden olurken adımlarımı hızlandırdım. Hemen arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Mekânın tamamına serpilmiş insanları gördüğümde duraksadım, tepelerinde dönüp duran ışıkların altında kendilerini savuruyorlardı. Güzel görünüyordu, çoğunun birbirini tanımadığı halde temas kurduğunu görmezden geldiğimde.

Kulağımın kökünde hissettiğim sert nefesle irkilirken kaşlarımı çatıp arkamı döndüm.

“İlk defa mı görüyorsun? Yürümeyi deneyecek misin?” Sert tavrı ve halinden memnun olmadığını gösteren bakışları gözlerime dikilmişti.

“Ne tarafa doğru?” Onu umursamamıştım.

Bakışlarıyla gösterdiği yöne doğru ilk adımımı attığımda midem kasılmaya başlamıştı. Ter ve alkol kokusu fazla yoğun ve rahatsız ediciydi. Hızlı adım atmaya çalışırken başarılı olduğumdan emin değildim. Her adımımda birine çarpıyor olabildiğince hızlı ilerlemeye çalışıyordum.

Üstüme doğru gelen bedenlerden biri bilincini kaybetmişçesine bana bakarak gülerken sırıtmama engel olamamıştım.

Öyle karışık ve hızlıydılar ki hiçbirinin hareketlerini takip edemiyordum. Tuhaftı, sanki içeriyi doldurup çalkalayan müzik onları etkisi altına almış bilinçlerinin en kayıp noktasına götürmüştü. Alkol bunu tek başına yapıyor olamazdı.

Et yığınından sıyrılıp kendimi köşeye attığımda benden hemen sonra onun geldiğini görmüştüm. Yüzüme bakmadan ilerledi ve duvarla bütün gibi duran bir kapıyı açtı. Tereddüt etmeden içeriye girerken derin bir nefes aldım. Yine, uzun koyu duvarların arasında loş bir ışığın altındaydım.

“Koridorun sonundan sağa dön, koridorun sonunda bir asansör göreceksin, dörde basman yeterli ve unutmadan koridordaki dolaplardan kendine uygun bir şey bulup giyin, sana tavsiyem o toy, bebek suratını kapatman. Dördüncü kat.” Samimiyetsiz bir gülümsemeyle arkasını dönüp kapıdan geri çıktığında sırıtıyordum. Koridorda yürümeye başladığımda ayak seslerim kulaklarımı dolduruyordu. Neden yüzümü kapatmamı istediğini merak ediyordum, üstünde çok düşünmeden hızlı adımlarla asansörün olduğu yerde durdum. Duvarın içine gömülü dolapların kapaklarını açtığımda kaşlarım havalanmıştı. Tek renkti, her şey simsiyahtı. Askılıkta dolabın zeminine doğru uzanan kumaşı elime aldım. Pelerine benziyordu. Hızlı hareketlerle üstüme geçirirken saçlarımı içime atmıştım. Ellerimi ceplerine attığımda elime gelen deriyi merakla çıkardım. Bir maskeydi, yine siyah ve yüzümün yarısını kaplayacak cinstendi. Maskeyi takıp şapkayı kafama geçirdiğimde asansöre binmiştim. Aynadaki yansımam tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Söylediği gibi dördüncü kata gitmek için düğmeye bastım. Tuhaf bir ses çıkardıktan sonra hareket etmeye başladığında korkuyla etrafta tutunacak bir şey aradım. Aynanın önündeki demire tutunurken şaşkındım. Yukarıya çıkacağımı düşünüyordum, biri beni yakamdan tutup kendine doğru sürükleyerek çekecek gibi hissedeceğimi düşünmemiştim. İçinde bulunduğum bu abartılı ortamdan iğrenmiştim, üstümdekileri çıkarıp atmak asansörü yukarıya fırlatmak gibi hayaller kurarken asansör durdu. Aynaya yaslanıp derin bir nefes alacakken geriye doğru düşmekten son anda kurtulmuş derinden gelen bir kahkahayla irkilmiştim. İçimden lanetler okumaya başlamıştım bile.

“Neye gülüyorsun? Bu saçma yerden daha mı komik görünüyorum?” Sesim sert ve soğuktu.

“Burası ciddi bir yer ve evet burada komik görünüyorsun.” Az önce kahkaha atan kendisi değilmiş gibi sert bir ses tonuyla bana karşılık verirken kaşları çatılmıştı. Kumral saçları ve buğday bir teni vardı, gözleri farklı görünüyordu, açık kahve gözleri bu loş ışıkta bile belli oluyordu. Boyu oldukça uzun ve gövdesi fazla iriydi.

Gözlerimi devirip ağzımı yamulturken konuşmaya başlamıştım.

“Bir şey teslim etmem gerekiyor.”

Bir şey söylemeden yürümeye başladığında peşine düşmüştüm. Koridorun sonunda bir kapıdan girdiğinde dişlerimi sıkıyordum. Açtığı kapıdan içeriye girdiğimde buradan yok olmak istiyordum. İki kas yığınının etrafına serilmiş insan istifi ve havadaki boğucu koku beni bu fikre itiyordu. Etrafı incelerken peşinden yürümeye devam ediyordum. Aralarında benim gibi kendini saklayan çok az insan vardı ve bir kısmı yarı çıplaktı. Yanından geçtiğimiz çiftin üzerine bakışlarım daldığında midem bulanmaya başlamıştı. Bacaklarıyla sardığı adamın yüzünün yarısı kadının saçlarıyla kapanmıştı ancak ağız ağıza olduklarını ve adamın ellerinin gezindiği yerleri gayet net bir şekilde görebiliyordum. Gözlerimi onlardan çekerek önümde yürüyen adamın sırtına diktim gözlerimi. Etrafa bakmak istemiyordum.

Demir merdivenlerden çıkıp karanlık denebilecek bir koridora vardığımızda karşımızdaki kapının önünde bir kişi daha bekliyordu.

“Teslimat var,” deyip beni açığa kenara çekilip beni açığa çıkardığında yine alaycı bir gülümsemeyle karşı karşıya kalmıştım.

“Tanrı aşkına, ben de burası ne zaman renklenecek diyordum.” Sesindeki sitem ve alayı umursamadım. Başımı yana yatırıp yüzüne bakmaya başladım. Ben de sırıtıyordum.

“Yüzüne de renk gelmesini ister misin?” dediğimde en az onun kadar alaycı ancak ciddi bir tavır sergilemiştim. Kıpırdamadı, kaşlarını iyice havalandırarak gülümsemeye devam etti.

“Lütfen, bunu o dudaklarınla yapacaksan lütfen beni bekletme,” dediğinde bir diğeri boğazını temizleyip uzatmamasını belirten bir uyarı yapmıştı.

Bana göz kırparak kapıya iki defa vurdu ve ses gelmesini beklemeden kapıyı açtı.

“Teslimat var.”

Az önce sergilediği ses tonu ciddileşmiş alaycı halinden eser kalmamıştı. Kapıyı iyice açıp girmemi söylediğinde yüzüne bakmadan içeriye girdim. Henüz iki adım atmıştım ki kapı arkamdan kapandı. Gözlerimi koyu kapının üstünden çekip odayı incelemeye başladım. Hemen karşımda bir masa ve sandalye ve bunların arkasında içeriyi gösteren siyah filmli bir cam vardı. Sandalyenin genişliği ve büyüklüğü dikkatimi çekmişti. Koltuk tarzında bir sandalyeydi ve cama doğru çevrilmişti. Kenardan sarkan eli görebiliyordum. Bir viski bardağını tutuyor ve yavaşça sallıyordu. Bir süre elinin hareketlerini izledim, bardak düşecek gibi görünüyordu. Parmakları uzun ve düzgündü. İçeri girdiğim an başlayan ürpertiyi yok saymaya çalıştım. Bedenime doğru yayılan dalga dalga bir sıcaklık vardı ve bu bende üstümdeki pelerini çıkartma istediği uyandırıyordu.

Büyülenmiş gibi onu izlemeyi bırakıp boğazımı temizledim, bana doğru dönmesini bekliyordum. Bekleyişimin boşuna olduğunu anladığımda boğazımı temizledim, yine değişen bir şey olmamıştı.

“Zarfı getirdim,” derken sesim ifadesizdi.

“Masaya bırakıp çıkabilirsin.”

Sesi benimkisi gibi ifadesiz değildi, soğuk, umursamaz ve önemsiz bir şey söylemiş gibiydi. Sesinin tonu bir süre duraklamama neden olurken yutkundum. Zarfı masanın üzerine bırakıp arkamı döndüğümde duraksamıştım, kaşlarım çatılırken ses tonundaki rahatlık beni rahatsız etmişti. Arkamı döndüm ve konuştum.

“Yüzünüzü görmem gerekmiyor mu?” Yüzünü görmeliydim.

Viski bardağıyla daireler çizen eli durdu.

“Gerekmiyor.” Sesi keskin ve tok çıkmıştı. Ağzımı açıp konuşacağım sırada ne söylemem gerektiğini bilemediğim için sustum. Olduğum yerde birkaç saniye bekledikten sonra arkamı dönüp kapıya yöneldim. Dışarıya çıktığımda ağzımdan dökülen kelimelere engel olmamıştım.

“Züppe, tam bir kibir abidesi,” dediğimde kapının önünde bekleyen adamların gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Gözlerimi ikisinin de gözlerinde hızlıca gezdirdikten sonra yürümeye başlamıştım. Her ikisinin de kaşları çatılmış, gözleri anlamayan ifadelere bürünmüşlerdi. Arkamdan seslendi. Merakımı gidermemiş olmasına sinirlenmiştim.

“Tek başına gitmek istemezsin, bekle.”

Umursamadan yürümeye devam ederken peşimden geldiğini anlayabiliyordum. Buradan hemen çıkmak ve eve gitmek istiyordum. Sonunda koridoru aşıp demir merdivenlerden inmeye başladığımda hızlı hareket ediyordum. İnsanların arasına karıştığımda hızlı nefes alıp vermeye başlamıştım. Boğucu ve pis koku ciğerlerime dolmuştu.

Bir anda yakamdan tutulup ileriye doğru itildiğimde dengemi sağlayamadan yere düşmüştüm. Sol kolumun üstüne düştüğümde duyduğum acıyla dişlerimi sıkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kafamı kaldırıp nerede olduğumu anladığımda kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Kavganın tam ortasında saçma bir şekilde yerde uzanıyordum. Aceleyle ayağa kalkmaya çalışırken bana doğru gelen adamı fark etmek beni paniğe sokmuştu. Doğrulup gerilemeye başladığımda tanımadığım eller beni tekrar ona doğru itmiş kafamdaki şapkayı çekerek saçlarımın açığa çıkmasına neden olmuştu. Yüzümdeki maskenin derime yapışmaya başladığını hissediyor amaçsızca beni geri iten insanların arasından geçip kaçmaya çalışıyordum.

“Ben kavga etmeye gelmedim, lütfen,” derken açıklamalarımın boşa savrulduğunu görebiliyor ve bunun içimdeki korkuyu körüklemesine izin veriyordum. Beni duymuyorlar ve sadece ellerini sallayarak bağırıyorlardı. Bedenimdeki ürperti tüm hücrelerimi ele geçirmişti.

“Her gecenin bir sürprizi olur, bu gecenin ki sensin.”

Ne dediğini anlamayarak arkamı döndüğümde alnımdaki nefesini hissetmem bir olmuştu. Hızlı bir hareketle saçlarımı ense kökümden yakalayıp elini yüzümdeki maskeye uzattığında acıyla inledim. İçimden gelen dürtüyle elini itip bacağımı bacak arasına sertçe yerleştirdiğimde iki büklüm olmuş, Saçlarımı elinden kurtarmıştım.

“Seni sürtük,” diye tısladığında yutkunmuştum. Gözlerim kalabalığa kaydığında beni buraya getiren adamı kısa bir an için görebilmiştim. Telaşla bana doğru geliyordu. Gözlerim tekrar yerdeki adama kaydığında ne yapacağımı bilmiyordum. Yavaşça ayağa kalmaya başladığını ve bana doğru sendelediğini gördüğümde düşünmeden kalabalığın içinden birini tutup sertçe yere doğru itmiştim. Açılan aradan insanları iterek hızlıca kaçmaya başladığımda kalp atışlarım tüm vücudumu sarmıştı. Yakamdan tutulup geri sürüklenmeye başlamıştım. İçimdeki korku büyüyüp düşünme hızımı artırmıştı. Boynuma bağladığım ipleri çözüp üstümdeki pelerinden kurtulduğumda vakit kaybetmeden kalabalığın içinde ne kadar hızlı koşabilirsem koşmaya başladım. İnsanların arasından zorlanarak geçerken kolumu saran parmakları hissettiğimde hızla sahibine döndüm. Dönerken elim hazırdaydı ve kim olduğuna bakmadan ona vurdum. Kim olduğunu fark ettiğimde gözlerim büyüdü. Dişlerini sıktı ve eliyle çenesini ovdu. Sabırla nefes aldı ve konuşmaya başladı. Öfkesi yüzüme sarılmıştı ve karşısında dik durmaya çalışıyordum.

“Sana beklemeni söyledim, başıma bela açtın,” dediğinde şaşkınca ona bakıyordum. Bir anda yüksek bir ses kulaklarımı doldurmaya başladı. Herkes bir anda dağılmaya başladığında keskin bir şekilde nefesini dışarı bırakmıştı. Beni hızlıca sürüklemeye başladığında ne olduğunu anlayamıyordum. Herkes telaşla bu saçma yeri terk ediyordu. Nefeslerim düzensiz ancak son derece hızlıydı. Geldiğim asansörün önünde kimsenin olmaması kaşlarımın havalanmasına neden olmuştu. Düğmeye basıp kolumu tutmayı bıraktığında gözleri etrafı izliyordu.

“Neden burada kimse yok?” Sorumla birlikte bana dönen gözleri kızgındı. Sanki derinlerde yanan bir ateş vardı.

“Burası onların çıkışı değil.”

“Burası ne böyle i-“ lafımı kesip öfke dolu sesiyle konuşmaya başlamıştı. Daha doğru bir ifadeyle bana sabredemediğini belli edercesine kükrüyordu.

“Tanrı aşkına? Buraya daha önce gelmediysen bile gelmeden önce nasıl bir yer olduğunu öğrenmek aklına gelmedi mi? Nesin sen? Aptal mısın yoksa kötülük sana hiç uğramadı mı? Aklın yok mu senin? Burası bir bok çukuru, gördüğün üzere, her şey açık açık yapılır.”

Kaşlarım havalanırken içimde oluşan tuhaf hisse engel olamadım. Kötü hissediyordum. Asansörün kapısı açıldığında beni sertçe içine itmişti.

“Git ve bir daha gelme.”

Yüzü sinirle kasılmış, kaşları iyice çatılmıştı. Kapı kapanırken son kez gördüğüm koyu gözleri bana aptal dercesine bakıyordu.

Tuşa basıp demirden tutunmaya başladığımda gözlerim yanmaya başlamıştı. Derinliklerime kadar aptal ve işe yaramaz hissediyordum. Asansör sonunda durduğunda yüzümdeki maskeyi çıkarmış ayağımı koridora basmıştım. İyice kararan koridorun sonunda yanan sarı, cılız ışıklar titriyordu. Henüz birkaç adım atmıştım ki bileğimi saran parmaklarla olduğum yerde durdum. Bedenim buz kesilirken içimde keskin, sancılı bir yangın başlamıştı. Bileğimi saran parmakların sahibine doğru döndüğümde yutkundum. Anlına dökülen saçları gözlerine iyice gölge düşürmüştü ve titrek ışığın ulaşabildiği yüz hatları yüzünü tamamen görmeme engel oluyordu. Kalbimin ritmi artmaya başladığımda nefes alışverişlerim düzensizleşmişti. Bir adım daha atıp tamamen dibimde dikilmeye başladığında bileğimi bırakmamıştı. İçimden gelen titremeye engel olamazken vücudundan yayılan sıcaklığı hissetmek beni ürkütmüştü. Kokusu ciğerlerime dolduğunda nefesimi tutmuştum. Bileğimi, zayıf bir çabayla elinden kurtarmaya çalışsam da işe yaramamıştı. Diğer eli havalanıp yüzüme düşen saçlarıma uzandığında, deli gibi atan kalbim tüm bedenimi esir almaya başlamıştı. İçimde birbirine direnen iki his vardı. Korku ve cesaret. Bir yanım fazlasıyla korkuyorken diğer bir yanım ise fazlasıyla cesaretliydi. Yüzümdeki saçları sırtıma doğru atıp boynumu açığa çıkardığında vücudumda gezen ürpertinin ayak izlerini hissedebiliyordum. Göz kapaklarım kaç kere devrildi, bilmiyordum. Eli kolumdan aşağı süzülürken gözlerinden gözlerimi alamıyordum. Karanlıkta seçilmeyen gözleri bir çift kuyuyu andırıyordu. Düşecek gibi hissediyordum. Kulağıma doğru eğildiğinde boynumda hissettiğim nefesi ensemdeki tüylerin dikilmesine neden olmuş, tüm bedenimi saran bir sıcaklığa neden olmuştu. Yutkunmaya çalışırken kıpırdayamıyordum.

“Aden.” Dudakları belli belirsiz tenime değdiğinde sesi bir kez daha ürpermeme neden olmuştu. Tok ve kalın sesi kulaklarımda yankılanmaya başlamış, hiç bilmediğim hisler tüm hücrelerimi ele geçirmişti. Öylece dikiliyor, gözüm ondan başka hiçbir şeyi göremiyor, zihnim onu takip etmekten başka bir işe yaramıyordu.

Bir anda tuttuğu elimi bırakıp görüş alanımdan çıktığında ne olduğunu bilmez halde dikilmeye devam ettim. Sonunda adımlarının çıkardığı sese doğru kafamı çevirdiğimde gittiğini idrak edebilmiştim. Hızlı ve uzun adımlar atarken hareket edip arkasından gitmeyi akıl edebilmiştim ancak şimdiden görüş alanımdan çıkmıştı. Kalabalık alana vardığımda umutsuzca gözlerim etrafı arıyordu. Ona dair hiçbir şey göremezken kalabalığın içine dalıp geçtiğim her yerde onu görmeye çalıştım. Gördüğümde tanıyamayacağımı düşünmeme rağmen gözlerim buradan çıkana dek onu arıyordu. Sonunda dışarıya çıkıp serin rüzgarla karşılaştığımda bir süre öylece dikildim. Elim nefesinin değdiği tenime giderken yutkundum. Bedenimden gitmek bilmeyen ve beni esir alan ürperti durulan dalgalar gibi sakin sakin vücuduma yayılmaya devam ediyordu. Yürümeye çalışırken derin bir nefes almaya çalıştım. Ne olduğunu baştan sona düşünmeyi başardığımda dişlerim birbirine kenetlenmiş kaşlarım çatılmıştı. Kollarımı kendime sarıp hızlı hızlı yürümeye başladığımda dudaklarından dökülen ismim hala kulaklarımda yankılanıyordu. Kendime kızmaya başlarken neden orada öylece durup buna izin verdiğime dair tek bir neden bulamıyordum.

“Aptal,” derken dudağımın kenarı istemsizce kıvrılmıştı.

Yoldan geçen taksiyi durduğumda üşümeye başlamıştım. Yolcu koltuğuna yerleşip evin adresini söylediğimde telefonumu cebimden çıkarmıştım. Kenan amcayı aradığımda sertçe yutkundum. Çok geçmeden açtığında sesi kulaklarıma dolmuştu.

“Verdin mi?”

“Evet.”

“İyisin değil mi?”

“İyiyim, bir şey sorabilir miyim?”

“Sor kızım.”

“Buraya daha önce gelmiş miydin?”

“Evet, biraz tuhaf bir yer, bir şey mi oldu?”

“Hayır, tuhaftı sadece. Sorun yok, haber vermek için aramıştım şimdi kapatıyorum.

“İyi geceler kızım.”

“İyi geceler.”

Daha önce bu kadar tuhaf bir yere gelmemiştik. Orada olan hiçbir şeyi düşünmemeye çalışarak sert bir nefes çektim içime. Sesi aklımdan çıkmıyor sinirlerimin bozulmasına neden oluyordu. İçimi kemiren tuhaf bir his vardı. Dirseklerimi dizlerimin üstüne yaslayıp başımı ellerimin arasına aldığımda saçlarımı çekiştirmiştim. Gözlerimi kapattığımda bana doğru eğilen silueti zihnime düşmüştü. Aniden doğrularak camdan dışarıyı izlemeye başladığımda kulaklıklarımı kulağıma takmış müzik dinlemeye başlamıştım. Şehrin içinde süzülürken kıvrılan dudaklarımı henüz fark etmiştim. Kaşlarımı çatıp sırıtışımı yüzümden sildim, dışarıyı izlemeye devam ettim. Belki de bir daha aracı olmamalıydım, hayatımı en başından şekillendirmek istiyorsam eğer, geride bıraktığım hayatımdan izler taşımamalıydı. Her şeyi geride bırakıp kendime ve istediğim ya da isteyebileceğim şeyler üzerine odaklanmalıydım. Tek başıma yaşayacağım yeni evi, yeni okulumu, tanışacağım insanları ve yeniden yapabileceğim birçok şeyi düşünmeye çalıştım. Evimi istediğim gibi şekle sokabilirdim. İstediğim an kıvrılıp kitapların arasına dalacağım bir alan güzel olabilirdi. Az sayıda normal insanlarla tanışıp boşa zaman harcayabilirdim. Resim çizmeye, derslere ya da yeni bir şeyler öğrenmek için kafamı yorabilirdim. Sıradan bir hayat inşa edebilirdim. Gerçekten acılarımı geride tutabilir miydim? Tüm olanları görmezden gelip şiddetlerini azaltabilir miydim? Bilmiyordum. Deneyecektim, her zaman denemeye değerdi. Unutamayacağımı biliyordum ancak daha az hatırlamalıydım, bunun için farklı ve yeni şeylere ihtiyacım vardı.

Taksi sonunda durduğunda eve geldiğimizi anlamıştım. Eve doğru yürümeye başladığımda yorgun ve uykulu hissediyordum. Eve girdiğimde kimseyi görmeden odama gidebilmeyi umuyordum. Sessiz adımlarla odamın önüne vardığımda tuttuğumu bilmediğim nefesimi dışarı bıraktım. Zaferle gülümserken içeriye girip çantamı yere bıraktım ve uyuşukça kendimi yatağa bıraktım. Yumuşak yorgana sürtünerek gerilirken gözlerimi açmak istemiyordum. Zorlama bir çabayla doğrulup üzerimdekilerden kurtuldum ve yatağın üstüne bıraktığım pijamaları giyindim, deliksiz ve rahat bir uyku çekip yarınımı dolu ve güzel geçirmek istiyordum. Yavaş yavaş uykunun kollarına düşerken tedirgindim ancak yine de kendimi bıraktım.


*

Gözlerim yavaşça aralandı, puslu görüşümü düzeltmek için gözlerimi defalarca kırptım. Beyaz tavan netleştiğinde katı bedenimi geriyordum. Hızlıca hazırlanıp aşağı indiğimde Talha ile karşılaşmıştık. Birlikte dışarı çıktığımızda arabaya doğru ilerlerdi ve bana izlemeye başladı.

‘Umarım araba sürmekle ilgili bir yeteneğin vardır?’ Soran gözlerle yüzümü incelerken sırıtıyordum.

‘Beni şoförün olarak mı kullanacaksın?’ Sesimde sahte bir alınganlık vardı.

‘Hem okuyup hem çalışırsın diye düşündüm.’ Bana karşılık ciddi bir tavır takınmıştı. Ona cevap vermeden sürücü koltuğuna yerleşmiştim. Hemen yanıma otururken onu süzmeye başlamıştım.

‘Arka koltuğa oturmaz mıydınız efendim?’ Onunla dalga geçmeyi özlemiştim.

‘Şoförüm henüz toy olduğundan kapımı açmadı o yüzden sürüşünü de yakından test etmek istedim.’ Sesi kusursuz bir şekilde ciddiyet doluydu.

Arabanın anahtarını kontağına yerleştirip ona döndüm ve sırıttım. 

“Ne? Öyle bakma.” Derken emniyet kemerini takıyordu. Aniden gaza bastığımda sessiz iniltisi beni mutlu etti. Ağaçlı yola doğru kıvrılırken söylenmesini dinliyordum.

“Cidden böyle mi kullanıyorsun?” Sesindeki şaşkınlık bana kahkaha attırdı. 

“Neden? Kötü mü kullanıyorum?” 

“Yani soruyor musun gerçekten?” 

“O kadar da kötü değilim.”

“Aden, acaba bir çocuk edasıyla seninle gelmeyeyim diye mi yapıyorsun bu şeyi?” 

“Bütün bunları yapabilmek için iyi bir sürücü olmak gerekiyor ve benimle elbette okula gelmeni dert etmiyorum, o kadar da kart değilsin.” Ona takılırken arabayı düzgünce kullanmaya başlamıştım.

“Nasıl yani? O kadar değil ama biraz da olsa kart mı diyorsun bana?” Umursamaz bir havaya bürünmüştü.

“Evet, görmeyeli fazla olgunlaşmışsın, büyük gösteriyorsun.” 

“Hiç iyi saldıramıyorsun,” dediğinde gülüyordu. 

“Saldırmak istemiyorum diyelim.” 

“Beni çok seviyorsun sen,” derken sesinin ruhumu gıdıkladığını hissettim. Kıkırdarken içimde hareket eden şey hoşuma gitmişti. 

Sesimi olabildiğince incelttim ve ona kısa bir bakış attım.

“Evet, hem de nasıl,” dediğimde kahkahası ruhumu sarmıştı. Mutlu hissediyordum. Sustuğunda arabanın içine bir sessizlik çökmüştü ancak uzun sürmedi. 

“Anlatmak istediğin bir şeyler yok mu?” Sesi ciddiydi.

“Ne gibi şeyler?” 

“Bugüne kadar neler yaptın? Neleri seviyorsun? Hayatında biri var mı? Kimleri hayatına aldın? Neler yaşadın? Anlat.”  Nasıl bir hayat yaşadığımı biliyor olsa da benim anlatmamı istiyordu. Benim için iyi bir dinleyici olup sırtına yaslanmam için bana bir fırsat vermek istiyordu. Her zaman böyleydi ve ben çoğu kez sırtımı ona yaslamıştım. Farkında değildi ve daha fazlasını yapabilmek için kendini adıyordu. Onu gerçekten seviyordum. Benim için hep orada olduğunu bilmeyi seviyordum. Sessizce yutkundum. Onu üzmeyecektim. 

“Sıradan bir insan gibi yaşadım, rutin bir hayatım vardı, hayatımda kimse yok ve hiç olmadı,” deyip duraksadım ve ona doğru sırıttım. Kaşlarını çatıyordu. “Neler yaşadım? Biliyorsun. Daha iyilerini yaşamayı dileyerek buraya geldim o yüzden eskileri bir kenara bırakmak istiyorum. Sen anlat, neler yaptın?”  Diye devam ettim. Sesimin çatlamaması için özen gösterdim.

“Bunu yapmak zorunda değilsin,” derken sesi sert ve keskindi.

“Neyi?” Dedim gözlerimi yola sabitleyerek.

“Bana anlatabilirsin, rahatlayabilirsin, yanımda ağlayabilirsin. Kendini her zaman içeri kapatmak zorunda değilsin,” söylediklerini bitirdiğinde boğazıma tırmanan yumruyu yutkundum ve hafifçe sızlayan burnumu görmezden geldim.

“Senin yanında zaten rahat hissediyorum. Kimsenin yanında ağlamak istemiyorum ve artık gerçekten hatırlamak istemiyorum,” derken sesim incelmişti ve sonlara doğru çatlamıştı. Sesim boğuk ve güçsüzdü. Kendime bu kadar zayıf olduğum için kızarken yavaşça derin bir nefes aldım.

Uzun bir süre hiçbir şey söylemedi ve birazdan okula varacaktık. 

“Yine de senin için her zaman buradayım,” dediğinde sesindeki gülümseme içimi rahatlatmıştı. Onu taklit ettim.

“Beni çok seviyorsun,” dediğimde gülüyordu.

“Evet, hem de nasıl,” derken sesini olabildiğince inceltmişti. İçimi ne kadar ısıtabilirse o kadar ısıtmıştı.

Arabayı park yerine doğru sürerken beni yönlendiriyordu. Arabayı park edip indiğimizde bana doğru geliyordu. Arabayı kilitlerken onu izliyordum. Önümde durup yüzüme bakmaya başladığında yüzündeki gülümseme hoşuma gidiyordu. Gözlerinin içinden bana gülen ışıltıyı izlemeyi özlemiştim. Elini kaldırdı ve rüzgârda bozulan saçımı düzeltip bana biraz daha yaklaştı. Kollarını etrafıma sardığında şaşırmıştım. Kollarımı etrafına doladım ve başımı göğsüne yasladım. Sırtımdaki sızılar beni sadece böyle zamanlarda iyi hissettirirdi. Kokusu öyle güzeldi ki uzun süre böyle kalmaktan rahatsız olmadım. 

“Seni gerçekten özledim,” derken sesi hüzünlü ve içtendi.

“Ben de seni özledim Talha,” derken sesim huzurlu çıkmıştı. Kolları etrafımdan çekildi ve rüzgâr beni üşüttü. Yüzümü ellerinin arasına alıp yanaklarımı öptüğünde abimmiş gibi davranıyordu. Kolunu omzuma atıp beni yürütmeye başladığında sırıtıyordum. 

“Abi olma isteğini benimle yatıştırmaya çalışıyorsun,” derken sırıtıyordum. 

“Benim küçük kız kardeşimsin, ben zaten bir abiyim,” sesi neşeliydi.

“Yoksa aramızdaki yaş farkı daha fazla da saklıyor musun?” Dediğimde saçlarımı karıştırmıştı. Söylenerek saçlarımı düzeltirken okulun kapısından giriyorduk. Kolunu omzumdan çekince kafamı kaldırıp ona baktım. İleriye doğru bakıp gülümsüyordu. Elini sallarken çocuk gibi görünüyordu. El sallamayı bırakıp kolunu tekrar omzuma attı ve beni kendine doğru çekiştirdi. 

“Yavaş ol biraz,” derken homurdanıyordum. Bize doğru yürüyen iki kişi vardı el eleydiler ve onlar da Talha kadar heyecanlı ve neşeli görünüyorlardı. Yanımıza vardıklarında Talha konuşmaya başladı.

“İşte, benim ufaklık, Aden,” deyip beni tekrar yanına çekti. Omzundan dökülen koyu kahve saçlarını arkaya atarken gülümsüyordu, gözleri koyu bir kahveydi ancak harelerini sarılar çevrelemişti. Elini yavaş bir hareketle bana doğru uzattı ve gülümsedi. 

“Ben Nil, sonunda tanıştık,” sesindeki heyecan kaşlarımı kaldırmama yetmişti. Onu Ezgi’yle telefonda konuştuğumuz zamanlardan biliyordum. 

“Memnun oldum,” derken elini sıkıp gülüşüne karşılık verdim. 

“Ben de Berk,” deyip elini uzatan sesin sahibine döndüğümde gülümsemeye devam ediyordum. Hafifçe elini sıktığımda yüzünü inceliyorum. Saçları koyuydu ancak açık bir teni vardı ve gözleri dikkat çekiciydi, kirpikleri karanlık güneşi ne kadar sarabilirse o kadar sarmıştı ve insanı çeken bir bakışı vardı. Gözlerimi durgun gözlerinden çekerken konuştum. 

“Memnun oldum,” deyip Nil’e döndüm. 

“Biz seni tanıyor sayılırız, Ezgi seni dilinden hiç düşürmez,” derken neşesini hiç kaybetmemişti.

“Öyle mi? Gelmeden bıktırdım sizi yani,” derken gülüyordum.

“Hayır daha da meraklandık,” deyip ellerini çırptı ve yeniden konuştu. Çocuksu görünüyordu.

“Bizi bekliyorlar gidelim hemen,” deyip çoktan yürümeye başlamıştı.

Peşlerine takılırken tuhaf hissediyordum. 

“İyisin değil mi? İstemezsen bir bahane bulurum.” Talha kulağıma doğru eğilip fısıldadığında sırıttım. 

“Hayır, iyiyim hem Ezgi bizi öldürür,”

“Bana çok aşık öldüremez,” derken çok keyifliydi. Sırıttım ve kalabalığın içinden geçerken etrafımı izlemeye başladım. Uzun kolonların arasından yürürken kendimi çok küçük hissettim. İnsanların uğultusu etrafı izlerken kulağıma fazlasıyla güzel geliyordu. Uzun mermer yolu bitirip bahçeye açılan kapıdan çıktığımızda uğultu yerini sakin fısıltılara ve kuş seslerine bırakmıştı. İstemsizce içime derin bir nefes alıp kafamı kaldırdım ve boynumu hafifçe ovdum. 

Saçlarımı arkama atıp yürümeye devam ettiğimde ilerideki masada Ezgi’yi görmem uzun sürmedi, Talha önden giderek Ezgi’ye sarılmıştı. Bu beni gülümsetirken diğerlerinin oturmasını izledim, Ezgi hızlı bir hareketle Talha’dan ayrılıp sıkıca boynuma sarıldığında inledim, sırtımdaki ezikler büyük bir acıyla sızladığında gülmeye çalıştım, diğerleri anlamayan gözlerle bana baktıklarında gülüşümü derinleştirdim.

“Yavaş, ödümü kopardın,” derken buğulanan gözlerimi saklamak için Ezgi yanağından öptüm. Bana biraz daha sıkı sarılınca dişlerimi fazlasıyla sıkıyordum. Sertçe yutkundum ve benden ayrıldığında acı içinde olduğum anlaşılmasın diye hapşırmak için kendimi hazırladım. Kolları gevşer gevşemez hapşırdığımda bunu birkaç kez yapmıştım. Yüzlerine baktığımda hepsi beni izliyordu.

“Çiçekli kokular beni çok hapşırtır,” derken oturmak için hazırlanıyordun. 

Talha Ezgi’yi yanımdan çekerken anlayışlı gözlerle yüzüme bakıyordu.

“Özür dilerim Aden bir an unuttum,” derken üzgün görünüyordu. 

“Sorun yok senin için değer,” derken dalga geçiyordum. Kızlar kıkırdarken Talha gözlerini devirmişti. Arkama yaslanmadan onları dinliyor, gülüyor ve sorduklarına cevap veriyordum. 

“Ee, buraya gelmeye nasıl karar verdin?” Nil’in sorusuyla ona döndüm ve bir süre sessiz kaldım, sakindim ancak kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Sessizce yutkundum, bunu hiç düşünmemiştim, ne diyeceğimi bilmiyordum. 

Dudaklarımı yalayıp konuşmak için hazırlandım. 

“Aslında direkt burada başlayacaktım ama oraya çok alıştığım için hemen bırakamadım o yüzden bugüne kadar ertelendi,” deyip gülümsedim. Sesim bomboştu. 

“Çok güzel oldu bence,” deyip sırıtırken heyecanla Ezgi’yle plan yapmaya başlamışlardı.

Hayat bir şekilde, bir köşesinde yakalayıp sıkıştırıyordu beni. Hayatımdan çıkardım dediğim her şey mutlaka en beklenmedik anımda baş gösteriyordu hayatımda. Geçmişimi bir eşya gibi bir kenara çıkarıp atamıyordum. 

Masada konuşulanlara odaklanmaya çalıştım, bir şekilde hepsi mutluydu, öyle görünüyorlardı ve ben o mutluluk anını yakalayamıyordum, çoktan karanlık bir denizin kıyısına varmıştım bile. Sesler bir uğultu haline geldi ve karanlığa ayak bastım. Kulaklarımı sinsi bir çınlama ele geçirdi ve kendi sesimi derinlerden duymaya başladım.  Kafamı sallayıp kafamın içinden çıkmaya çalıştım ancak başarılı olamadım. Görüşüm bulanıklaştı ve kalbimin gürültüsü ruhumu çoktan esir aldı. Tüm bedenim gerilmişti. Sessizce nefes almaya ve sakin kalmaya çalışıyordum. İçindeyken bu denli etkilenmiyordum, bir şekilde güçlü kalıyordum ve şan bu hale gelmek beni korkutuyordu. Hasta gibi hissediyordum. Kanımda beni yakalamak için böyle bir anı kollayan bir zehir vardı sanki. Yakalanmıştım ve vücudumu istila etmeye çoktan başlamıştı. Kolumda bir sıcaklık hissettim ve kafamı soluma doğru çevirdim, boğuk sesini duyunca gülümsemeye çalıştım. Defalarca gözlerimi kırptım ve adımı seslenmesine odaklandım. 

“İyiyim,” derken sesimi duymuyordum. 

Sertçe yutkundum ve kolumdaki sıcaklığın yok olduğunu hissettim. Gözlerimi etrafı görebilmek için dolandırmaya devam ediyordum. Görüşüm yavaşça düzeliyor ancak kalbim yavaşlamıyordu. Farkında olmadan arkama yaşlandım ve inlememek için dişlerimi birbirine sıkıca kenetledim. Hissettiğim acı beni kendime getirirken gerilen vücudum biraz olsun rahatlamıştı. Derince bir nefes alıp Talha’nın yüzüne baktım, beni inceliyordu. Ona gülümseyip göz kırptığımda nefesimi yavaşça dışarı bırakmıştım. Kalbim hala göğsümü parçalayacak kadar hızlı atıyordu. Talha gülümsememe karşılık verip diğerlerine geri döndüğünde daha rahat hissetmiştim. Masada ufak bir sessizlik oldu ve kafamı kaldırıp masadakileri izledim. Hepsi bir yere bakıyordu ve ben de ne olduğunu anlamak için bakışlarımı onların baktığı tarafa ittim. 

Ağır adımlarla masaya doğru gelen yapılı adamı çoktan incelemeye başlamıştım. Koyu saçları ve hafif kavruk teni onu çok güzel gösteriyordu. Uzun boyluydu. Dolgun denebilecek dudakları ve düzgün burnuyla kusursuz görünüyordu. Gözlerim bakışlarına tırmandığında tuhaf bir hisle çevrelendim. Bakışları derin ve farklıydı. Gözlerinin rengi gecenin mavisini giyinmişti ve cam kadar parlak görünüyorlardı. Gözlerimi gözlerinden çekmek istesem de yapmadım. Vücudumu şimdi de dalga dalga sıcaklık istila etmeye başlamıştı. Ani duygu değişimleriyle yorgun hissetmeye başlamıştım. Henüz güne yeni başlamışken günü bitirecek gücü kendimde bulamıyordum. Onu izlemeye devam ettim ve hislerimden kurtulmaya çalıştım.

Masaya ulaştığında herkesle teker teker görüşmek yerine elini kaldırıp herkesi durdurdu. Boş sandalyeye otururken bana bakmıyordu. Yerimden kıpırdamamış kollarımı önümde bağlamıştım. 

“Neredeydin? Hemen geleceğim dedin gelmedin.” Ezgi sitemle konuşsa da gülüyordu.  Gözlerimi üstüne dikmiştim. 

“Onun hep bir işi var ve hep uzar bilmiyor musun Ezgi?” Nil Ezgi’yle konuşsa da ona ima ediyordu ancak onu böyle kabul etmiş gibiydiler ve şakalaşıyor gibi görünüyorlardı.

Talha araya girdiğinde yutkundum.

“Seni Aden’le tanıştırayım,” deyip bana döndü ve devam etti, “Çocukluktan beri arkadaşız buraya birkaç gün önce geldi.” Deyip gülümsedi ve ona geri döndü. Umursamaz bir tavırla yüzüme bakıyordu ve ben de umursamaz bir tavırla gülümsedim.  

“O da çocukluğumdan arkadaşım aslında,” derken benimle konuşuyordu. Gözlerimi ondan çekmedim. Yavaşça masaya doğru eğildi ve elini bana doğru uzattı. 

“Yağız,” deyip gözlerime bakmaya devam etti. Sesi adını söylerken ifadesizdi ancak ses tonu içimde bir ürpertinin yürümesine yetmişti. Yavaşça masaya doğru eğildim ve uzattığı elini hafifçe sıktım. Sıcaklığını hissettiğimde gerildim ve yavaşça yutkundum. 

“Memnun oldum,” dediğimde hafifçe gülümsemişti, dudakları o kadar az kıvrılmıştı ki gülümsediğine karar vermekte zorlanmıştım. 

Elindeki sıcaklık sanki vücudumun her hücresine ulaşmıştı. Hafifçe elini çektikten sonra arkasına yaslandı ve bana bakmaya devam etti. Gözlerimi ondan koparıp diğerlerine çevirdiğimde bize bakıyorlardı. Yeniden sertçe yutkundum. Üstümdeki gözlerini hissedebiliyordum. 

Ezgi neşeyle konuşmaya başladığında herkes ona dönmüştü. 

“Akşam hep beraber bir şeyler yapalım, Aden için de iyi olur hem,” dediğinde içimdeki isteksizlik baş göstermişti. Bana özel davranılmasını istemiyordum. Masadaki herkes onun dışında onaylarken ben de sessiz kalıp sadece gülümsemekle yetinmiştim. Bedenim biraz daha gerilmişti. Yavaşça oturduğum yerden kalktım ve boğazımı temizledim. 

“Ben işlerimi halledeyim,” derken çantamı omzuma asıyordum. 

“Abim bütün işlemleri halletti dersine de yarım saatten fazla var,” Talha hafif çatık kaşlarıyla yüzümü inceliyordu. Beni durdurduğu için neredeyse ona kızacaktım.

“Lavaboya gideyim o halde,” derken ifadesizdim. 

“Biz de gelelim,” ben bir şey diyemeden kızların ikisi de çoktan ayağa kalkmıştı. Biraz yalnız kalıp kendime gelmeyi ummuştum ancak olmadı. Ellerimle bir şeyleri kavrama ihtiyacı duyuyordum çünkü titriyorlardı. Gözlerim onunla kesiştiğinde bakışlarını gözlerime diktiğini fark edebilmiştim. İçimden bir ürperti daha yürüdü. Arkamı dönüp yürümeye başladığımda ne söylediklerine odaklanmamıştım. Vücudumdaki tüm kan çekilmiş gibi hissediyordum. Midem kasılmıştı ve başım zonklamaya başlamıştı. 

“İyi misin?” Ezgi’nin endişeli sesine karşılık gülümsemeye çalıştım. 

“Başım ağrıyor sadece,” derken sesim bitkin çıkmıştı.

“Yemek yedin mi?” Sorusuna kafa sallayarak cevap verdim. Yememiştim.

Nil de bize yetiştiğinde binaya girmiştik.  Köşedeki lavabolara yürürken soğuk ter döküyordum. Üstüme çöken karabasanı atmak istiyordum ama gücüm tükenmiş gibi hissediyordum. İçeri girer girmez kapısı açık bir tuvalete girmiştim. Midem bulanıyordu.  Derin derin nefesler alırken ellerimi kapıya yaslamıştım. Gözlerimi kapattım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Üstümdeki kazağı çıkarıp çantamla birlikte kapıya asarken klozetin üstüne oturmuştum. Çok sıcaktı ve terliyordum. Kafamı ellerimin arasına aldım ve yavaşça ovmaya başladım. İyi olmalıydım. 

“Aden iyi misin?” Sesi endişeliydi ancak bir süre cevap vermedim ancak onu onaylayan bir ses çıkardım. 

Derin nefesler almaya devam ediyordum, daha iyi halene gelene kadar bunu yapmayı bırakmadım. Sonunda gözlerimi açtım ve son kez nefesimi dışarı bıraktım. Vücudum serinlemiş ter dökmeyi bırakmıştım. Peçeteyle vücudumu silerken yavaş hareket ediyordum. Zihnime düşen gözleri tanıdık geldiği kadar yabancıydı da. Kafamı salladım ve zihnimden silinmesini bekledim. Kazağımı kafamdan geçirdim ve çantamı omzuma aldım. Kapıyı açıp dışarı çıkmayı başardığımda meraklı gözlerini görmem gecikmedi. 

“İyi olduğuna emin misin?” Ezgi her zaman endişelenirdi. 

“İyi görünmüyorsun,” diye onu destekleyen Nil’e döndüm o da Ezgi gibi görünüyordu. 

“Şu an iyiyim, sorun yok,” derken gülümsüyordum. Yanımda dikilmeye devam ediyorlardı.  Ellerimi yıkarken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Gözlerimin altı çökmüştü ve tenim solmuştu. Yorgun görünüyordum. Ellerimi yıkamayı bitirdiğimde lavabodan çıkmıştık. Ağır adımlarla bahçeye doğru ilerlerken kendimi zorluyordum. Kendimi zorlamaktan vazgeçip durdum ve kızlar da benimle birlikte durdu.

“Ben eve gitsem iyi olacak gibi,” dediğimde omuzlarım düşmüştü. 

“İyi değilsin işte söyledim sana, ilk önce doktora gidelim,” 

“Biraz dinleneyim düzelirim Ezgi, siz beni merak etmeyin,” dediğimde ikisi birden kaşlarını çattı. Benzerliklerine güldüm.

“Öyle bakmayın, çok komik. Ben iyiyim sadece halsizim, dinlenmem gerek.” Dediğimde yine ikisi birlikte gülümsedi ve ben de onlara gülümsedim. 

“Biz bırakalım seni,” deyip adım attıklarında onları kollarından tutarak durdurmuştum.

“Kendim gidecek kadar iyiyim, siz okulda kalın, selam söyleyin çocuklara da.” 

“Talha’yı biliyorsun biz gelmezsek o gelir,” 

“Akşam bana gelirsiniz o zaman ona da öyle söylersin, bugün eve geçeceğimi biliyor,” dediğimde duraksadı.

“Her zaman her şeye bir çözümün var,” derken yüzü asıktı. 

Onlarla vedalaşıp yola koyulduğumda hala yorgun hissediyordum. Sırtımdaki ezikler varlıklarını yeniden ilan ediyorlardı, ilk günkü gibi, ilk acı gibi... Bunu bana zihnimin yaptığını düşündüm. Duruşumu dikleştirdim.

Kapıdan çıktığımda derin bir nefes alıp rüzgârın saçlarımı savunmasına izin verdim. Yavaş yavaş arabaya doğru yürürken nasıl göründüğümü önemsemedim.

“Aden?” Duyduğum sesle önce olduğum yerde dikilmeye başladım, emin olmak için kafamı kaldırdığımda gözlerimi devirdim. 

“Demek buraya geldin,” gülümsüyordu ancak beni gördüğüne mutlu olduğundan değildi. 

“Yoluna devam et,” deyip onu görmezden gelmeye çalıştım. Sesini duymak, yüzünü görmek istediğim son kişi dahi değildi. Kumral uzun saçlarını savurdu ve bana doğru uzandı. Kolumdaki eline sertçe baktığımda ellerini aniden üzerimden çekmişti. 

“Ah, pardon. Acıdı mı yoksa?” Dediğinde sesindeki imadan iğrendim. Cevap vermeden gitmek istiyordum. 

“Babanın haberi var mı?” Diye arkamdan seslendiğinde içimde yükselen ateşi dizginlemedim. Kendimi tamamen serbest bıraktığımda aniden ona doğru yürüyüp birkaç adımda ona ulaştım ve ince boynuna ani bir hareketle uzanıp soluk borusunu parmaklarımın arasına aldım. Dikkat çekmemek için kolumu boynuna sarmıştım. Kulağına eğilirken çıkardığı tuhaf sesler umurumda değildi. 

“Sana yoluna gitmeni söyledim, bir kere daha karşımda dikilirsen seni her zamankinden daha acı dolu bir şekilde pişman ederim,” dediğimde elleriyle elimden kurtulmaya çalışıyordu. Onu sertçe bıraktığımda öksürmeye başlamıştı.  Etrafta bizi izleyen birkaç kişiyi önemsemeden arabaya doğru yürümeye devam ettim. Ellerimin titremesi henüz durmamıştı. Arkama bakmadan arabaya kadar yürüdüğümde kötü hissetmiyordum. Günün daha da kötü geçmemesini diledim. Hızlı adımlarla otoparka ulaştığımda gözüm arabayı arıyordu. Sonunda bulduğumda rahatlamıştım. Arabaya bindim ve sert sayılacak şekilde kafamı direksiyona koydum ve bekledim. Daha yorgun hissediyordum. Kafamı ağır ağır kaldırdığım sırada camıma tıklatılmıştı. Ani sesle yerimde titrerken saçlarımı gözlerimin önünden çektim. 

Koyu gözlerini gördüğümde yutkundum.  Camı indirirken soran gözlerle ona bakıyordum. 

“Araba sürebilecek misin?” Dediğinde gözlerimi istemsizce kırptım. 

“E-evet,” derken sesim çatlamıştı. Uzunca bir süre gözlerime baktı ve kafasını hafifçe yana yatırdı. Az önce beni görüp görmediğini merak ettim. Görmemiş olmasını istiyordum.

“Seni bırakmamı ister misin?” Biraz önce bu kadar nazik görünmüyordu. Yutkundum.

“Ne kadar da sıcak kanlısın az önceye göre.’ Deyip duraksadım ve sahte bir gülümseme takındım. ‘Kendim hallederim, teşekkür ederim,” diye devam ettim. Sesimin düzgün çıkması için direnmiştim.  Bir süre gözlerime bakmaya devam etti ve içimde boşluğa düşermişim gibi bir his baş gösterdi yeniden. Tanıdık bir histi. Yavaşça geri çekildiğinde tuttuğumu bilmediğim nefesimi dışarı bıraktım. Arabayı çalıştırdığında ona bakmamak için bir an önce yola çıkmak istiyordum. Gecikmeden arabayı yola soktuğumda aynadan onu görebilmek için bir uğraşa girdiysem de onu görememiştim. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak derin bir nefes aldım ve yol üstündeki marketleri gözetmeye başladım. Ev için bir şeyler almalıydım. Çok geçmeden bir marketin önünde durup arabayı park ettiğimde ilk önce marketin yanındaki kafeden kendime sade bir kahve almayı akıl edebilmiştim. Kahvemi yudumlarken titreyen telefonumun ekranında yazan ismi okuyordum. Ezgi arıyordu, çok bekletmeden cevaplarken market arabasını sürmeye başlamıştım.

“Efendim Ezgi?”

“Neredesin sen? İyi misin?” Sesi endişeli geliyordu ve arkadan Talha’nın homurdanan sesini duyabiliyordum.

“Eve gidiyorum, gitmeden markete girdim, ne oldu?”

“Yağız’la karşılaşmışsın iyi değilmişsin neden haber vermiyorsun?” Gözlerimi devirirken sakince yutkundum. Henüz on beş dakika bile olmamıştı. 

“İyiyim ben, bak sesimden de anlaşılıyor, abartacak bir şey yok,” derken sesim düzgün çıkıyordu.

“Hangi markettesin yoldayız biz,” dediğinde nefesimi dışarı bıraktım. Küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum.

“Yol üstündeki üçüncü market, solda,” deyip telefonu kapattığımda rafların arasına giriyordum. Arabanın tutacağını sertçe kavrarken rahatlamayı umuyordum. Saçlarımı karıştırırken bıkkın hissetmiştim.  Raflardaki çoğu şeyi arabaya dolduruyordum. 

“Aden,” ezginin sesini duymamla arkama dönmüştüm. Bana doğru hızlıca geliyordu ve Talha da arkasındaydı. Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.

“Küçük bir çocuk gibi hissetmeye başladım, böyle giderse buraya da tutunamayacağım,” deyip gülümsedim. Sitemle alay ediyordum. Bana kaşlarını çatıp sert bakışlar atmaya başlamıştı. 

“Bari ilk günler biraz dayan bana, şimdiden şikâyet ediyorsun, gerçekten üzülüyorum,” dediğinde gülümsedim. 

“Sadece peşimden sürüklenmenizi istemiyorum, bugüne kadar her şeyi kendim hallettim, endişelenmene gerek yok iyiyim ve özel ilgi istemiyorum,” dediğimde Talha’da yanımıza varmıştı. İkisi de bir şey söylemedi ve arabayı doldurmama eşlik ettiler. İkisi de eline geçeni alıyordu. 

“Çok fazla oldu,” dediğimde ağzına kadar dolu arabayı fark etmişlerdi. 

“Yeni bir araba alalım o zaman,” derken gözlerim büyümüştü.

“Hayır,” desem de beni dinlemediler ve ben de kendimi yormadım. 

“Seni çok seviyorum Aden,” ince, kırılgan sesin sahibine döndüm. Gözleri duygu dolu görünüyordu. 

“Ben de seni çok seviyorum,” deyip ona öpücük attığımda sesli kahkahası içimi gıdıklamıştı. Elleriyle bana öpücük yollayıp tuhaf hareketler yaptığında gülüyordum. Yolladığı öpücüğü havada yakalamış gibi yapıp kalbime götürdüğümde daha çok gülmeye başlamıştı. Onu gülerek izlerken gözlerimi büyütmüştüm. Çok sesliydi.

“İyisin değil mi şu an?” 

“Çok iyiyim,” deyip etrafımda dönüp onu inandırmaya çalıştım, çok daha iyiydim. 

“Akşam hep beraber film izleriz, oyun oynarız?” Soran gözlerle bana bakarken onu geciktirmeden onayladım. 

“Diğerleri de gelecek, eğer yorgunsan başka bir gün de yapabiliriz,” 

“Sorun yok, bu akşam yapabiliriz akşama kadar iyice dinlenmiş olurum,” derken gülümsedim. Yağız’ın gelip gelmeyeceğini merak ederken kaşlarımı çattım. 

“Yağız da gelecek mi?” Diye aniden sorduğumda Ezgi kıkırdamıştı. 

“Genelde gelmez ama onu ikna ederim istersen,” deyip omzunu hafifçe omzuma çarptığında yaptığı imaya ve harekete güldüm. 

“İkna etme, sadece sordum, boş boğaz herif,” derken sinirli gözükmeye çalıştım. 

“Ben sordum, özellikle söylemedi, hem çok cazibelidir arkadaşım,” derken çocuğunu öven bir anne gibiydi.

“Ne yani benden daha cazibeli mi arkadaşın?” Deyip göz kırptım ve sert bir yüz ifadesiyle devam ettim. “Ben de senin arkadaşınım,” deyip önden yürümeye başladım. Tuhaf sesler çıkararak bana yetişti ve koluma girdi.

“Elbette cazibene laf etmiyorum ama sanki biraz salmışsın,” deyip benimle alay ederken gözlerimi büyüterek ona döndüm.

“Tam bir hainsin,” dediğimde keyiflice güldü. Duraksadığımda o da durmuştu.

“Ayrıca ne demek salmışsın, bu vücut her gün spor yapıyor,” dediğimde daha fazla gülmeye başlamıştı.

“Ya öyle değil, artık çok sıradan giyiniyorsun, yaratıcılığını bir kenara bırakmışsın,” derken eğlendiğini çok iyi görebiliyordum. 

Üstümdekileri baştan aşağı süzdüm ve gülerek kafamı kaldırdım. 

“İlk gün rahatlığı bu,” deyip kendimi savunurken eğleniyordum. Doğru söylüyordu, artık sıradan giyiniyordum, ne giyindiğimi, nasıl göründüğümü hiç önemsemiyordum. 

“Tamam, tamam üstüne gelmiyorum şimdilik,” dediğinde benden önde yürüyordu. Bir süre bir şey söylemeden yürüdüm ve sinsice arkasından yanaştım.

“Gerçekten benden cazibeli mi?” Diye kulağına fısıldadım. Ani kahkahasıyla reyonların arasına girip yanını terk etmem bir olmuştu. Kendi kendime gülerek yürüyordum ve gecikmeden yanıma geldi. 

“Evet, daha cazibeli,” dediğinde kaşlarımı çattım.

“Hiç de değil,” derken sesim aksi çıkıyordu. 

Talha yanımıza geldiğinde ikinci arabayı doldurmaya başlamışlardı ve ben elimi bir şeye dahi sürmüyordum. 

“Yağız da gelecek mi?” Ezgi’nin Talha’ya sırıtarak sorduğu soru yanaklarıma ateş basmasına neden olurken gözlerim büyümüştü. Başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapmaya başladım. 

“Gelecek,” dediğinde kendime engel olamadan sırıtmıştım. 

“Daha önceden tanışıyor muydunuz?” Sorduğu soruyla kafamı kaldırdığımda göz göze gelmiştik. Elimle kendimi gösterirken yutkundum. Tanıyor gibi hissetmeme rağmen onu tanımadığıma emindim. 

“Ben mi? Hayır, hiç tanışmıyoruz,” dediğimde Ezgi cevabıma güldü.

“Hiç tanışmıyoruz ne ya?” Dediğinde çaktırmadan kolunu sıkıp güldüm. 

“Yani, nereden tanışacaksınız,” dediğinde düşünceli görünüyordu. 

İki dolu arabayı kasadan geçirirken sabrımın son demlerini kullanıyordum. Her şey o kadar fazlaydı ki beklerken içim daralıyordu.  Orada ne kadar bekledik bilmiyorum, ancak poşetlerken yılmış hissediyordum. Sonunda hepsi bittiğinde ödemeyi yapıp kendimi oradan dışarı atmıştım. Her şeyi yerleştirdikten sonra arabalara binip tekrar yola çıkmıştık. 

Sabah olanlardan sonra çok daha iyi hissediyordum. İnsanların arasından süzülüp giderken düşündüm. Kendim için planlar yapacaktım, yapmak istediklerimi gerçekleştirecektim. Kendimi geçmişten arındıracak ve kaderimin her bir dönüm noktasını kendim yazacaktım. 

Eve vardığımızda kendimi tuhaf hissediyordum. Burada tek başıma yaşayacaktım. 

Kapıyı açıp içeri girdiğimizde merakla odaların hepsini gezdim. Salon genişti ve tam istediğim gibiydi. Az eşya ve temiz bir görüntü. Bahçeye bakan taraf tamamen camdı ve koyu gri, büyük bir koltuk cam bitiminden itibaren başlıyordu. Halı düz ve krem rengindeydi, arasında grimsi gölgeler vardı. Televizyon ünitesi ahşap rengindeydi ve televizyon çok büyüktü. Doya doya film izleyebilirdim. Orta sehpa üniteyle uyumluydu. Salondan yatak odasına geçtiğimde gülümsemeden edemiyordum. Yatağımın karşısında yine boydan boya bir cam vardı ve düz beyaz bir tül asılıydı. Koyu duvarları sevmiştim. Her şey güzel görünüyordu. Misafir odası da istemediğim kadar güzeldi. Talha ve Ezgi aldıklarımızı yerleştirirken birbirlerine cilve yapıyorlardı. Talha Ezgi’nin yüzünü ellerinin arasına alıp öptüğünde gülümsedim. 

“Küçük bir kız çocuğuyum ben!” Derken dalga geçiyordum. İkisi birlikte bana dönüp güldüklerinde sırıttım. Onlara yardım ederken tamamen iyi hissediyordum. 

“Geçen akşam nereye gitmiştin,” Talha’nın sorusuyla duraksadım. Kafamı kaldırdığımda bir yandan dolaba bir şeyler yerleştiriyordu. 

Öylesine gezinmeye çıktım bir yere gitmedim, neden?”  Paket götürmeye gitmiştim ve o geceyi hatırlamak istemiyordum. Talha’nın bilmesini de istemiyorum.

“Merak ettim,” dediğimde yüzüme bakmamıştı. Ses çıkarmadan her şeyi yerleştirdiğimizde ben yatağa kıvrılmak için odaya geçmiştim ve onlar da içerideydi. Üzerimi değiştirip kendimi yatağa bırakmıştım. Telefonuma alarm kurup örtünün altına kıvrıldım ve çok geçmeden uykunun kollarına kendimi bıraktım.

**


Konuşma sesleriyle gözlerimi aralarken doğrulmaya çalışıyordum. Yataktan çıktığımda bacaklarım beni sesin geldiği yöne doğru götürmeye başlamıştı bile.  Gözlerimi ovalarken bir taraftan da esniyordum. Kapının pervazına yaslanırken sonunda görüşüm netleşmişti. Berk ve Nil gelmişti ve muhabbet ediyorlardı. Gözlerim onu aradı, yoktu. 

“Hoş geldiniz,” derken gülümsemiştim. 

“Ses yaptık değil mi o yüzden uyandın?” Nil’in sesindeki mahcupluk çocuksuydu.

“Hayır, kalkacaktım zaten,” deyip yanlarında biraz oturduktan sonra kendimi banyoya atmıştım. Üstümde bir ağırlık vardı ve kurtulmak istiyordum. Ilık suyun altına girdiğimde irkilmeden edemedim. Oyalanmadan hızlıca yıkanıp havluya sarındım ve dolabın karşısına geçtim. Elim bol eşofmanlarıma gittiyse de Ezgi’nin söyledikleri zihnimde yankılanınca kendimi durdurdum. Altıma siyah taytımı geçirip üstüme de vücudumu saran uzun kollu siyah bir üst geçirdim. Daha iyi göründüğüm varsayılabilirdi. Saçlarımı kurutup sırtımdan aşağı bıraktığım sırada evin zili kulaklarıma dolmuştu. Dudaklarıma nemlendirici sürdükten sonra kapıya doğru ilerledim. Kim olduğuna bakma ihtiyacı duymadan açmıştım kapıyı. Karşımda onu görmeyi beklemiyordum. Dirseğini kapının pervazına yaslamış baş parmağını dudağına yerleştirmişti. Sık kirpiklerinin altından bana uzanan bakışları yutkunmama neden olmuştu. Güzel görünüyordu. Boğazımı temizleyip kenara çekilmiştim. Yanımdan geçerken omzuma dokunmuştu ve kokusu ciğerlerime dolmuştu. Defalarca içime çektiğim koku çok tanıdık geliyordu. Yine düşünme yetimi kaybeder gibi hissediyordum. Gözlerim büyürken yutkundum.

“Sen,” dediğimde duraksamıştı. “O geceki...” tekrar duraksadım düşünmeye çalışıyordun. “Osun,” dediğimde yüzündeki çarpık gülümseme neredeyse beni de gülümsetecekti. Boğazımı temizleyip kapıyı kapattım. Bunu yaparken gözlerimi ondan ayırmamıştım.

Omzunu duvara yasladı ve bana yukarıdan bakmaya başladı. Vurdumduymaz görünüyordu ve çarpık gülümsemesi hala yüzündeydi.

“Yani?” Sesi içimin karıncalanmasına neden olmuştu. 

Ne diyeceğimi bilemez halde önce dudaklarımı ıslattım. 

“Ne demek yani?” Derken söyleyecek başka bir şey bulamadığım için bunu yapmıştım. 

Bana aldırmadan arkasını dönüp yürümeye başladığında sadece onu izlemekle yetinmiştim. Kaşlarımı çatarak arkasından yürümeye başladığımda onu durdurmak istesem de yapamamıştım. Onun için çoğu şey basit görünüyordu.

Peşinden salona girdiğimde bir şey olmamış gibi davranıyordum. Talha’lar ile sohbet etmeye başlamıştı bile. Ezgi’nin yanına otururken bana doğru sırıtıyordu. Yerleştiğimde kulağıma doğru uzandı.

“Ne konuşuyordunuz?” Sesindeki imalı tavırla tekrar kaşlarımı çattım.

“Bir şey konuşmadık,” dediğimde bana abartılı bir şekilde ters bakmıştı.

“Konuştunuz işte duydum ne olduğunu anlamadım söylesen ne olacak sanki?”

“Ezgi, karşılama merasiminden başka ne bekliyorsun ki? Suratına bak, tam bir huysuz,” dediğimde gülüyordu. 

“Sonradan açılır o, espri bile yapabiliyor,” derken kıkırdıyordu.

“Yalan söyleme Ezgi, o hep huysuz.” Nil araya girerek beni desteklemişti ancak ikisi de gülüyordu.

“Hiç komik değil,” derken onları izliyordum. 

Ezgi eliyle yüzümü işaret etti ve Nil’in omzuna başını koyarak gülmeye devam etti.

“Kendisi de ne kadar huysuz göründüğünden habersiz” 

O kadar mutlu görünüyordu ki gülümsemeden edemedim. Elini iterken üstüne doğru eğilip omzunu hafifçe dişledim. 

Yine abartarak bağırdı ve omzunu tutarak üzülüyormuş gibi yaptı. Şaşkınlıkla onu izlerken dudaklarım aralanmıştı.

“Acıttın ama, nasıl geçecek şimdi?” Sesini ağlamaklı yapmaya çalışıyordu. Herkes onu izliyordu ve söylenmeye devam ediyordu, alkışı hak etmişti.

“Abartmasan mı?” Nil onunla dalga geçerken doğruldu. Talha’ya döndüğünde Talha ona gülümsüyordu.

“Çok acıdı,” deyip dudaklarını bükünce gözlerimi devirdim. Talha ona kollarını açıp gülümsemesini büyüttü.

“Gel, ben senin derdini anlıyorum,” dediğinde Ezgi çoktan kollarının arasındaydı. 

“Neden sevgilimi ısırıyorsun? O çok hassas,” ciddi değildi ancak halinden memnundu. Omzunu öperken mutlu görünüyordu.

“Abartmayı ikiniz de seviyorsunuz değil mi?” Derken gülüyordum. 

“Hep böyleler Aden, iyi ki şimdiye kadar sürekli görmek zorunda kalmadın,” Nil onlara sataştığında Ezgi sadece dil çıkardı ve Talha Ezgi’yi bir kez daha nispet yapar gibi öptü.

Gözlerimi onlardan aldığımda bakışlarımız çarpışmıştı. Yüzümdeki gülümseme yavaşça silindi. Gözlerimi onunkilerden kaçırdım.

“Ne yapalım bu akşam? Film mi oyun mu?” Berk herkese göz gezdirdi. 

“Film,” dediğimde herkesten önce davranmıştım. Diğerleri de beni takip ederek film dediklerinde yine tek konuşmayan kişi oydu. Telefonuyla ilgileniyordu ve kaşlarını çatmıştı. 

“Aden sen filmi hazırla ben de yiyecek bir şeyler getireyim,” dediğinde Ezgi’yi başımla onayladım. Talha ile mutfağa gittiklerinde Nil’le birlikte televizyonun önünde filmlere bakıyorduk.

“Bu filmleri sen mi seçtin?” Dediğinde elindeki filmi inceliyordu. 

“Evet, sadece bazılarını incelemeden aldım,” derken ben de elimdeki filme bakıyordum. 

“Korku yok mu?” 

“Bilgisayardan da açabiliriz.” Filmlerin elimin altında olması hoşuma gidiyordu. 

“Korku izleyelim değil mi?” Yağız’a ve berke döndüğünde Berk onu onaylamıştı. 

“Yağız?” Diye ona seslendiğinde sakince kafasını kaldırıp Nil’e bakmaya başladı.

“Korku filmi?” Cevap vermeyince tekrar etmişti.

“Fark etmez,” dediğinde memnun gözükmüyordu. Bir süre sonra Berk’le konuşmaya başlamışlardı bile. Nil bilgisayardan bir şeyler bulmaya çalışırken ellerimi kafamın arkasında birleştirip esnedim. Emekleyerek kanepeye geri çıktığımda Nil’in açtığı fragmanı izlemeye başlamıştım. Korku filmlerini pek sevdiğim söylenemezdi. Aralarından bir taneyi seçip diğerlerini kapatmıştı. Berk’in kolunun altına yerleşirken Ezgi’ler de gelmişti. Talha yerine oturduğunda Ezgi Yağız’a şirin bir bakış attı. Yağız gözlerini devirip kalktığında yanımdaki boş yere oturmak zorunda kalmıştı. Ezginin elime tutuşturduğu fincandan kahvemi yudumlarken filmin başlamasını bekliyor ve yanımda oturduğu gerçeğini yok saymaya çalışıyordum. Işıkları kapatıp filmi başlattıklarında göz ucuyla ona baktım, ekrandan etrafa yatılan loş ışık yüz hatlarını hafifçe aydınlatıyor ve onu dahası olabilirmiş gibi güzel gösteriyordu. Ceketini çıkarıp kanepeye astığında göğsüne ve kollarına tam oturan siyah tişörtle fazla hoş görünüyordu. Bir elini başının altına bir elini karnına yerleştirmişti. Uzun bacaklarını uzatmış ayaklarını üst üste koymuştu. Rahat görünüyordu ve fazlasıyla dikkat çekiyordu. Elleri çok güzeldi.  Düşüncelerim kaşlarımı çatmama neden oldu ve önüme dönecekken gözlerimiz birbirine takıldı. Gözleri avını yakalayan bir avcının gözlerine benziyordu. Gözlerinde parlayan ışığı karanlıkta seçebiliyordum. Yine aynı hisse yakalanmıştım. Düşüyor gibi hissediyordum ve içimin ürpertisinin önüne geçemiyordum. Yavaşça yutkundum. Tek kaşını kaldırdı ve sadece dudaklarımı ıslatmakla yetindim. Gerginlikle elimi boynuma atıp önüme döndüm. Beni ürpertiyordu ancak bu korkudan kaynaklanmıyordu. Düşüncelerimi film üzerine yığmaya çalıştıysam da başaramadım.

Ekranı boş gözlerle izliyor ve anlamak için çaba sarf etmiyordum. Zihnimde biriken soruların cevabını istiyordum. Neden oradaydı? İsmimi nereden biliyordu? O gece neden öyle davranmıştı? Birbirine çarpmaya başlayan sorularım şakalarıma dayanmış gibi hissediyordum. Başımı ovarak derin bir nefes aldım, yanımda oturduğunu biliyor olmak merakımı daha çok harlıyordu. Ona tekrar göz ucuyla baktığımda gözlerini dikkatle televizyona dikmişti. Onu dürtmeyi bile düşündüğüm sapkın bir anda bana döndü. Aklıma gelen fikirle sehpadaki telefonumu elime aldım. Not kısmına girip sorumu yazdım ve yavaşça telefonumu ona doğru ittim. 

“O gece neden oradaydın?” 

Bunu neden merak ediyordum ya da beni neden ilgilendiriyordu bilmiyordum. Bana cevap vermesi için sessizce dilendim. Önce bana sonra da ona doğru ittiğim telefonuma umursamazca baktı ve bir süre sonra eline aldı. Dudaklarımı yemeye başlamıştım ve sadece onu izliyordum. Yarım ağız sırıttığını fark ettiğimde yutkundum. Yazmaya başladığında rahatlamıştım.  Gözüme her geçen saniye daha da güzel geliyordu. Keskin yüz hatlarına düşen gölgeye dokunmak istiyordum. Kokusu hala keskin bir şekilde burnuma geliyordu ve etrafına yaydığı sıcak bir dalga vardı sanki. Telefonu bana doğru ittiğinde geciktirmeden uzanıp aldım. 

“Neden soruyorsun?” Ne cevap vereceğini bilemeden biraz bekledim. Göz ucuyla ona baktığımda beni izlediğini fark etmiştim. Telefona dönüp yazmaya başladım.

“Önümü kestin,” diye karşılık verdiğimde ilk yazmak istediğim şey bu değildi. Bana dokunmuştu, sadece yolumu kesmemişti, adımı biliyordu ve beni garip duygular içinde bırakıp gitmişti. Telefonu ona doğru ittim. Acele etmedi, hatta öyle umursamaz davranıyordu ki sanki bunu özellikle yapıyordu.  Önüme dönüp telefonu geri vermesini bekledim. Tuhaf bir şekilde aceleciydim. Telefon bacağıma değdiğinde ona bakmadan telefona uzandım. Kısa bir zaman diliminde eli elime değmişti ve sanki o sıcak dalga içime işlemişti. Yazdığı tek kelimeye bir süre baktım.

“Ve? Yazmıştı. Sadece ve.

 Kaşlarım çatılırken yazmaya başlamıştım bile. 

“Bana dokundun, adımı biliyordun.” Deyip telefonu istemsizce sertçe ona itmiştim. 

Telefonu aldığını göz ucuyla görebilmiştim ve sırıttığını hissedebiliyordum. Komik bir şey yazmış gibi hissettim. Şimdiden dokunma kısmını ertelemiş olmayı istemiştim. Sadece isim konusunu konuşabilirdik. Telefonu bana ittiğinde ona bakmıştım. Bana öylece baktı ve kaşlarını çattı. Yavaşça bana doğru eğildi ve baş parmağıyla dudağıma dokundu. Bu hareketiyle gözlerim büyürken vücudumu saran sıcaklık yutkunmama neden olmuştu. Ani bir hareketle eline tuttum. Nefesimi dışarı bırakırken yavaşça geri çekildi ve gözlerimin içine bakarak gözünü kırptı. Tekrar yutkundum. Yanaklarım alev alıyordu. Parmağındaki kırmızı lekeyi gösterdiğinde dudağımı kanattığımı anlamıştım. Güçlükle önüme dönmeyi başardığımda düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum. Telefona odaklanmalıydım.

“Zarfı getirdiğin kişiyim.” Kelimeler birer balyoz gibi zihnime düştüğünde şaşkınlıkla dudaklarım aralanmıştı. Yüzünü dahi gösterme zahmetinde bulunmamıştı, kibirliydi ancak etrafına yaydığı enerji her zaman aynıydı. Gözlerimi ona çevirdiğimde sırıtarak sadece ekrana bakıyordu. Telefonun kilidini kapatıp sehpaya geri koydum ve onu düşünmemeye çalıştım. Ne söylemem gerektiğini bilmediğimden konuşmayı bitirmiştim. Ya da o konuşmanın bitmesi için bunu yapmıştı. Benim oraya geleceğimi biliyor muydu diye merak etmeden duramıyordum. Odanın içinde gözlerimi gezdirirken Talha’nın beni izlediğini görmemle irkildim. Fark ettiğini düşünerek gerildim, nedensiz bir şekilde biliyor olmasını istemiyordum. Kaşlarını çatmıştı ve soran gözlerle yüzüme bakıyordu. Kafamı sorarcasına salladım. Yerinden kalktı ve bana peşinden gelmemi isteyen bir bakış attı. Arkasından gitmeden hemen önce gözlerim onunla buluşmuştu. Gerginliğimin yüzüme yansımaması için dişlerimi sıkıyordum. Peşinden giderken parmaklarımı esnetiyordum. Mutfakta tezgâha yaslanmış dikildiğini gördüğümde yanına gitmiştim.

‘’Anlat,’’ dediğinde sadece yüzüne baktım dudaklarımı araladım.

‘Neyi?’’ sesim şaşkınlıkla doluydu.

‘’Tanışıyorsunuz belli ki,’’ dediğinde sakindi.

‘’Tanışmıyoruz, sadece bir yerde karşılaşmışız ben yeni fark ettim o olduğunu,’’ diye üstünkörü cevap verdim. Doğruydu ancak eksikti. Nefesini sakince dışarı bıraktı. Sanki bir şey biliyor gibiydi ve tüm onları benden dinlemek istiyordu.

‘’Geçen akşam çıktığında mı?’’ gözlerindeki imadan rahatsız olup boynumu ovdum.

‘’Evet,’’ derken derin bir nefes aldım.

‘’Neden bana anlatmıyorsun?’’ sesindeki sinir şaşırmama neden olurken kaşlarım çatıldı.

‘’Anlatmam gereken şey ne?’’ sesi sinir bozacak kadar düzdü.

‘’Aden sinirleniyorum. Yağız’la o akşam karşılaşabileceğin tek bir yer var, neden oradaydın? Senin orada ne işin olabilir?’’ Bana doğru bir adım attığında daha fazla gerilebilirmiş gibi gerilmiştim.

‘’Kenan amca bir şey istemişti onu götürdüm, derdin ne? Madem biliyorsun neden beni geriyorsun? Seni sinirlendiren ne? Yalan söylemem mi? Yalan söylemiyorum, sorduğun kadarına cevap veriyorum. Benimle bu şekilde konuşma,’’ dediğimde yanaklarıma basan sıcaklıktan rahatsız olmuştum. Kaşlarını iyice çattı.

‘’Öyle bir yere ayak basmanı istemiyorum. Normal ve belasız bir hayat yaşamanı istiyorum. Daha yeni kurtuldun, eskisi gibi bir şey olmasını mı istiyorsun?’’ dediğinde bir şey diyemeden bir süre öylece gözlerine baktım ve burnumun sızlamasına engel olamadım. Bir anda fazla tepki vermeye başlamıştı. Görüşüm bulanıklaştığında yutkundum. Yavaşça gözlerinin içindeki ateş sönmeye başladı ve yerini bir gölge aldı.

‘’Normal bir hayat yaşamadığımı bana sürekli hissettirdiğin için teşekkür ederim. Zaten daha fazlasını bekleyemem değil mi tek alıştığım ve yaşayabildiğim hayat eskisiydi,’’ gözlerine hızla yayılan pişmanlığı görebiliyordum ancak bir anlamı yoktu. İki göğsümün tam ortasında bir ateş yuvarlandı ve boğazıma tırmandı. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Kırgınlık tüm kalbimi ele geçirmiş ince ince batan hüzün hayal kırıklığımı gün yüzüne çıkarmıştı. Bana doğru bir adım atmasıyla geriledim. Onu dinlemek istemiyordum. Yavaşça yutkunup derin bir nefes aldım.

‘’Öyle demek istemedim Aden, sadece zarar görmeni istemiyorum.’’ Gözlerindeki ifade beni daha da rahatsız etmişti.

‘’O zaman bana zarar vermeye çalışma, başka şeylerden kendimi koruyabilirim ama gardımı indirdiğim insanlardan kendimi koruyamam.’’ Sesim sert ve acımasızdı. ‘’Nasıl yaşayacağıma kendim karar verebilirim,’’ diye devam ettim ve kendimi durduramadım.

‘’İnsanları hayatımdan çıkarmak konusunda da çok iyiyim,’’ dediğimde kaşları şaşkınlıkla havalandı. Üzüldüğünü görebiliyordum ve bu beni mutlu etmemişti.

‘’İstediğinde saldırıyorsun,’’ deyip sırıtmaya çalıştığında afalladığını görebiliyordum.

‘’Tek seferlik bir şeydi, bir daha oraya gitmek gibi bir niyetim yok,’’ dediğimde söylediğine aldırmamış gibi davranmıştım.

‘’İyi olmanı istiyorum sadece, orası sana göre bir yer değildi ve endişelendim,’’ sesi durgunlaşmıştı.

‘’Endişelenme, iyiyim gördüğün gibi,’’ derken sesim aynı soğukluktaydı.

Kollarını açıp kafasıyla gelmemi istediğinde ona kısa bir bakış atıp yere bakmaya başladım ancak dayanamayıp yavaşça kollarının arasına girdim. Etrafımı sararken kokusu ciğerlerime dolmuş tüm sinirimi almıştı.

‘’Özür dilerim,’’ sesini ilk defa bu kadar kırılganken duyuyordum.

‘’Ben de özür dilerim,’’ derken kollarımı sıkıca beline sarmıştım.

‘’Uzun zamandır hiç bu kadar temas yaşamamıştım, o kadar ağlak ve ilgi manyağısın ki sana sarılmak zorunda kalıyorum sürekli,’’ dediğimde onunla dalga geçmeye çalışıyordum. Az önceki durumdan kurtulmak istiyorum. Kollarını sıkılaştırdığında inleyerek güldüm.

‘’Acıyor, sırtım hala acıyor,’’ deyip koluna yavaşça vurmuştum. Beni bırakıp yüzüme baktığında sırıttım.

‘’Hafiflemeyecek kadar kötü mü yani?’’ çenesi kasılıyordu.

‘’Geçer birkaç güne,’’ diye yalan söyledim.

‘’Görmek istiyorum, tekrar doktora gidelim ister misin?’’

‘’Hayır Talha, iyileşiyor işte,’’ deyip ondan uzaklaştım.

‘’Bugün ne kadar kötü olduğunu fark ettim Aden,’’ deyip ikna etmeye çalışan gözlerle yüzüme baktı. Ona arkamı döndüm ve umursamaz olmaya çalıştım. Birazını görse yeterdi. Hafifçe üstümdeki sıkı kumaş parçasını sıyırdım. Üç parmak kadar açmıştım ve geri kapatacağım sırada beni durdurdu.

‘Lütfen,’’ dediğinde ona izin verip ellerimi çektim. Sırtımı iyice sıyırdığında gerginlikle güldüm.

‘’Kendimi tuhaf hissediyorum, bana kız kardeşin gibi değil de çocuğunmuşum gibi davranıyorsun,’’ dediğimde bulunduğum durumu yumuşatmaya çalışıyordum. Düşündüğüm kadar zor olmamıştı. Sırtımı geri örttüğünde yüzündeki ifadeyi merak ettiğimden hızlıca ona döndüm. Çenesindeki gerginlik onu ele veriyordu. Bana gülümsemeye çalıştı ancak pek başarılı olduğu söylenemezdi. Aniden nemlenen gözleriyle ellerini yüzüne götürüp sertçe yüzünü ovdu. Onu böyle görmek istemiyorum. Tam da bu yüzden bir şeyleri bilmesini istemiyordum. Tekrar gözlerime baktı ve konuşmaya çalıştı.

‘’Orada acımayan bir nokta var mı?’’ Sesi çatlamıştı ve çenesi belli belirsiz titriyordu. Beni sevdiğini biliyordum. Sevdikleri için ne kadar duygusal davrandığını da bildiğimden kendimi suçlu hissettim. Onu geçiştirebilirdim ve bu onu daha az üzerdi. Bana karşı her zaman korumacı ve gereğinden fazla merhametli olmuştu. Ona gülümseyerek iyi olduğumu kanıtlamaya çalıştım.

‘’Ben iyiyim, göründüğü kadar acımıyor.’’ Her şeyden önce alışkındım. Canım bir süre sonra ilk zamanlardaki kadar acımamaya başlamıştı.

‘’Kendime inanamıyorum, onları dinleyip yanına gelmedim bile,’’ derken kendini suçlaması kaşlarımı çatmama neden olmuştu.

‘’İşte bu yüzden bir şey söylemek istemiyorum ve gizli kalsın istiyorum, kendini suçlamak gibi bir hakkın yok, bu benim seçimimdi, şimdi gelmem gerekiyordu ve buradayım, sen yapabileceğinden fazlasını zaten yaptın,’’ derken sesimin bu kadar güçlü çıkmasını beklemiyordum. Elini saçlarının arasına daldırıp iler geri hareket ettirdi ve gözlerini gözlerime dikti ancak bir şey söylemeden saçlarımı karıştırdı. Bunu uzunca bir süre yapmıştı. Elinden kurtulduğumda ona boş gözlerle baktım.

‘’Çok bilmiş,’’ diyerek gözlerini devirdi ve gülmeme yetti.

‘’Gerçekten otuz yaşına vardın ama çocuk gibisin, kartlığını örten bu tavırların işte,’’ dediğimde gözlerini büyütüp kaşlarını havalandırdı.

‘’Kart değilim ben,’’ diye üstüme yürüdüğünde olduğum yerde dikildim. Yanaklarımı sıkarak gülümsedi. ‘’Sizi gördüm,’’ diye devam ettiğinde eline vurmuştum. Sırıtıyordu ve sinsice yüzüme bakıyordu. Anlamamış gibi davrandım dolaptan bir şey almak için ona arkamı döndüm.

‘’Ne yapıyorsunuz siz burada?’’ Ezgi’nin sesiyle rahatlarken ona dönüp gülümsedim.

‘’Sevgilin beni sorguya çekiyor,’’ diye şikâyet ettiğimde gülüyordum. Sinsice Talha’ya bakıyordum. Ezgi’nin konuşmasına izin vermeden araya girdi.

‘’O da bana haddimi bildirdi,’’ dediğinde çocuk gibiydi. Ezgi gülerek ona doğru yaklaştı ve elini yanağına koydu.

‘’İflah olmaz bir çocuksun,’’ dediğinde yumuşayan yüz kasları durdu ve Ezgi’ye sahte bir alınganlıkla bakmaya başladı.

Onları izlemeyi bırakıp dolaptan aldığım elmayı yıkadım ve ellerimle birlikte kuruttum. Bir ısırık aldığımda iyi hissediyordum.

‘’Ben içeri geçiyorum.’’ Cevap vermelerini beklemeden yanlarından ayrılmıştım. Derin bir nefes alıp az önce hiçbir şey yaşanmamış olduğunu düşündüm, yüzümde tek bir duygu kırıntısı bırakmadım ve içimde birbirine çarpan tüm hislerimi görmezden geldim. Salona girdiğimde Nil ve Berk dikkatle filmi izliyorlardı. Saate baktığımda sadece on üç dakika geçtiğini fark etmiştim. Daha uzun olduğunu düşünmüştüm. Yerime geri otururken göz ucuyla ona bakmıştım. Tüm dikkatini televizyona vermiş gibi görünüyordu. Elimdeki elmayı sessizce ısırmaya çalışırken yavaş hareket ediyordum. Birkaç ısırıktan sonra hareket ettiğini fark etmiştim. Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yaslamıştı. Yavaş bir hareketle kafasını bana çevirdi ve sertçe gözlerime bakmaya başladı. Dişlerimi geçirdiğim elmadan son ısırığımı alıp sertçe yutkunup dudaklarımda hissettiğim nemi elimle sildim. Boğazımı temizlerken soran gözlerle ona bakıyordum.

‘’Bitti mi artık?’’ diye sorduğunda tekrar yutkunmuştum. Elimdeki elmaya bakıp tekrar ona döndüğümde elmayı ona uzatmıştım. Bitirmemiştim ancak rahatsız olduğunu düşünerek yememeyi tercih etmiştim. Eğer film izliyor olmasaydık umurum dahi olmadan elmamı yemeye devam edebilirdim. Belli belirsiz sırıtarak önce elmaya sonra bana baktı. Kafasını sallayarak elmayı elimden alıp sehpanın üstündeki boş tabaklardan birine koymak yerine ısırdığında dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Ona doğru hayretle eğildim ve kenardan yüzüne baktım.

‘’Gerçekten mi?’’ dediğimde elmadan ikinci ısırığını almıştı. Gözlerinin içindeki muziplik baş gösterince gülmeden edemedim. O da gülümsediğinde kaşlarım havalanmıştı. İçimde tuhaf bir his baş göstermişti. Elmayı ağzıma doğru uzattığında sırıtıyordu. Tereddütle gözlerine bakıp elimi uzattığımda geri çekti ve ağzıma uzattı.

‘’Geri vermem diye mi korkuyorsun?’’ dediğimde sessiz olmaya çalışıyordum ve kulağına uzanmıştım. Yutkunduğunu hareket eden âdem elmasından fark etmiştin. Bana bakıyordu ve elmayı hala önümde tutuyordu. Aceleyle uzanıp ısırdığımda cevap vermesini beklememiştim. Her hareketimi izlediğini hissedebiliyordum. Gözlerimi tekrar ona çevirdiğimde dudağımın kenarını baş parmağımla silmiştim. Gözlerine gölge düşmüştü ve farklı görünüyordu. Elmayı son kez ısırıp bitirdiğinde çöpünü tabağa bırakmıştı. Her hareketi o kadar ahenkli ve sakindi ki izlemekten kendimi alamıyordum.

‘’Korkmuyorum,’’ deyip sırıttığında gözlerimi devirmiştim. Ondan uzaklaşacağım sırada o da arkasına yaslanıyordu ve ellerini başının arkasında birleştirmişti. Arkama yaslandığımda başım koluna temas etmişti. Öne doğru kayıp çenemi elime yasladığımda bunu onu rahatsız etmemek için yapmıştım.

“Sorun değil,” diye belli belirsiz konuştuğunda ona döndüm. Bana değil ekrana bakıyordu. Doğrulup daha rahat olan eski halimi aldığımda sırıtıyordum. Düşünmeden hareket ediyordum ve bu kendimi tuhaf hissetmeme neden oluyordu. Saçlarımın koluna değdiğini hissedebiliyordum. Sıcaklığını daha net bir şekilde hissediyor kokusunu daha iyi alıyordum. Ezgi ve Talha yerlerine geçtiklerinde bacaklarımı kendime doğru çekmiştim. Her geçen saniye sıcaklığı daha da artıyordu sanki. Kolunu arkama doğru uzattığında omuzlarıma temas ediyordu. Omzumun hemen yanından uzanan elini gördüğümde sırıtmıştım. Damarları belirgindi ve kolundaki saatiyle kusursuz görünüyordu. Parmaklarımı üzerinde gezdirmek istesem de daha fazla oyalamadan önüme döndüm. Çoktan kaçırdığım filme odaklanmaya dahi çalışmadım. Telefonu titremeye başladığında bakmadan meşgule atmıştı. Her hareketinin dikkatimi çekmesi kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissettirmişti. Her geçen saniye mayışırken gözlerimi açık tutmak zorlaşıyordu. Bir gün içinde yeterinden fazla uyumuştum ve şu an uyumak istemiyordum. Gözlerimin kapanmasına engel olamadığımda zihnim uyanıktı. Ekrandan yansıyan ışıkların değişimini hissedebiliyordum. Başım tartmaya başladığında bilincim gidip geliyordu. Başım elinin olduğu tarafa doğru devrildi ve kaldıracak gücü kendimde bulamadım.  Uykunun kollarına düşerken uzun zamandır ilk defa bu kadar rahat hissediyordum.