Zihnime örtülen karanlık perde yavaşça aralandı ve ışık gözlerimi ısırmaya başladı. Gözlerimi ovarken doğrulmuştum. Etrafı gözden geçirdiğimde odamda olduğumu fark etmiştim. Dün gece film izlerken uykuya yenildiğimi hatırlıyordum. Düşünmemeye çalışarak derin bir nefes aldım. Farklı bir yatakta farklı bir evde ve farklı bir şehirdeydim. Tüm düzenim değişmişti ancak içimde biraz olsun var olmaya yüz tutmuş huzuru kemiren bir his vardı. Zihnimin içi yakalayamadığım sorularla ve sorunlarla dolmaya başlamıştı. İçimde büyüyen yakıcı huzursuzluğu yok etmek için herhangi bir girişimde bulunmadım. Şakaklarımı ovdum ve gülümsedim. Bir zamanlar içimdeki yakıcı huzursuzluğun yok olması için tanrıdan dilenirdim. Sonra kafamın içindeki kaosun kazananı olmak için savaşmayı öğrendim. Yatakta durduğum saniyeler dakikalara dönüştü ve ben yataktan çıkacak gücü kendimde bulamadım. Bir deli gibi saatlerce bu yatakta düşüncelerimle boğuşabilirdim. İçimdeki ses zihnime dağıldığında yüzüm ekşidi. 

“Zaten bir delisin!” dediğinde huysuzdu. 

Yutkundum ve başımı tavana kaldırdım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve aniden yerimden kalktım. Kendimi banyoya atarken yolda soyunmaya başlamıştım. Kazağımı sıyırırken sırtımdaki yaraların inlemelerini duymazdan gelmiştim. Canım hâlâ yanıyordu. Soğuk suyun altına girerken titremiştim. İçimde dalga dalga gezen ürpertiye aldırmadım ve ellerimi duvara yaslayıp destek aldım. Sırtıma dökülen su beni rahatlatıyor, acımı biraz olsun dindiriyordu. Tek elimle yavaşça sırtıma uzandım ve acı durumumu kontrol etmeye çalıştım. Hissettiğim acı, bir bıçağın yavaşça derinin altında yürümesi gibiydi. Sessizce inlediğimde başımı diğer elime yaslamıştım. Defalarca yutkunup farklı noktalara dokunmayı denedim ancak tam olarak istediğim noktaya dokunamıyor olmak sinirlerimi bozdu. Hızlıca şampuanı saçlarıma döktükten sonra aceleci bir tavırla durulamıştım. Kabinden çıkıp aynanın önüne dikilmiştim. Sırtımı aynaya dönüp kafamı çevirdiğimde saçlarımdan süzülen su damlaları ayaklarıma damlıyordu. Sırtımdaki çürüklerin aldığı renk çenemin kasılmasına neden oldu. Kıvrımlarıma kadar ilerleyen ezikler çok kötü görünüyordu. Sırtıma kan toplanmış gibiydi. Daha fazla izlemeye dayanamayarak havluya sarındım. Odaya girdiğimde doktorun verdiği kremleri arıyordum.  Çekmecenin kenarında bulduğumda yatağın üstüne kat kat peçete sermeye başlamıştım. Verdiği kremleri elimde karıştırıp peçetelere yaydığımda yorgun ve çaresiz hissediyordum. Çaresizliğim vücut bulsaydı şayet düşünmeden bir katil olabilirdim. Böyle hissetmekten nefret ediyordum. 

Islak saçlarımı tepemde toplayıp havluyu önüme aldım ve sırtımı krem bocaladığım peçeteye denk gelecek şekilde yatağa uzandım. Kremi sırtıma yedirebilmek adına kollarımdan destek alarak yavaşça sağa sola hareket ediyordum. Alev almaya başlayan sırtım, nefesimi tutmama neden olurken dişlerimi sıktım. İyice yedirdiğimde doğruldum ve nefesimi sabırsızlıkla dışarı bıraktım. Odanın içinde gezinirken sırtımın serinlemesi için yapmayacağım şey yoktu. Ne kadar odanın içinde dolandım bilmiyordum ancak biraz olsun rahatladığımda kendimi yüzüstü yatağa bırakmıştım. Kapı tıklatıldığında panikle yeni uzandığım yataktan kalkmıştım.

“Kim o?” diye seslendiğimde sesimin düz çıkmasına özen göstermiştim. 

“Benim, kahvaltı hazırladım hemen gel.” dediğinde aynı zamanda uzaklaşarak konuşuyordu. Ezgi’ydi. İçeri girmeyecek olmasıyla rahatlarken üzerimi giyinmek için dolabın önüne uyuşuk adımlar attım. Okula gideceğimi göz önüne alarak altıma siyah yüksek bel pantolonumu giyindim ve üstüme de vücudumu saran önü fermuarlı, uzun kollu bir bluz giyinmiştim. Bluzu pantolonun içine atarken belime büyük, gümüş tokalı bir kemer takmıştım. Islak saçlarımla birlikte mutfağa doğru giderken aklıma düşen görüntüsünü sürekli kovmaya çalışıyordum. Mutfağa vardığımda sadece Ezgi’yi karşımda bulmuştum. Beni baştan aşağı süzdüğünde sırıtıyordu.

“Gelişme var ha?” derken gülüşü derinleşmişti. Gözlerimi devirdim.

“Pek farklı sayılmam.” Sadece salaş giyinmemiştim. Sırtımdaki yaraları da saran kumaş şimdilik beni rahatsız etmiyordu. Genelde rahatsız ederdi. 

“Sen sormadan söyleyeyim, sadece ikimiziz, başka kimse yok, Yağız da yok.” Sesindeki ima ve yüzüme saçtığı gülücük kaşlarımı çatmama yetmişti. 

“Sormayacaktım zaten.”

Sesimin umursamaz çıkmasına dikkat etmiştim. 

“Dün gece biz uyandığımızda sen odana gidip uyumuştun, bizi de Yağız uyandırdı.” Sinsi görünüyor ve bunu saklamıyordu. 

“Yani?” dedim masadaki salatalıktan ağzıma atarken. Kaşlarını çatıp bana doğru eğildi. Ona aldırmadan sandalyeye yerleştim. Yanıma oturup mesafemizi kapattığında dibimdeydi. 

“Ne? Ne bakıyorsun öyle?” deyip onu anlından iterek kendimden uzaklaştırmıştım. 

“Ne demek ne? Sen zaten kanepede uyuyordun, nasıl gittin acaba odaya?” Gülüşü sesli bir hâl aldığında somurtmaya devam ediyordum. Ona doğru eğilip konuşmaya başladım. 

“Aslında beni kucaklayıp yatağıma götürdü sonra ben uyanınca bana ninni söyledi, hatta sen kapıya vurduğunda içerideydi, bana ninni söylerken o da uyuyakalmış meğer. Senden çekinip camdan çıktı koca çocuk.”

Konuşmayı bitirdiğimde gülüyordum. Yüzünün aldığı hâlle birlikte gülüşüm seslendi ve hafifçe elime vurdu. 

“Çok komik!” deyip somurttu. “Sana niye soruyorsam? Yağız arsız ve açık sözlü nasılsa.”

Çayından bir yudum alıp sinsice yüzüme baktı. Odaya nasıl gittiğime dair bir fikrim yoktu ve bunun üzerine düşünmek istemiyordum.

“Sen nasıl gittiğini biliyor musun ki zaten?” Yüzümü inceliyor ve beni yakalamaya çalışıyordu. 

“Dün bir bugün iki neyin peşindesin?” diyerek güldüğümde bozuntuya vermemeye çalışıyordum.

“Oo gün de sayıyoruz.” deyip güldüğünde ağzımdaki lokmam genzime kaçmıştı. Öksürmeye başladığımda Ezgi de sırtıma vuruyordu. İki kat daha fazla acı çekerken neredeyse hâlime gülecektim. Elini tutarken yerimden kalkmıştım. Ağzımdaki lokmayı peçeteyle çöpe atarken gülüyordum. 

“Heyecanlanma bu kadar, tamam.” diyerek güldü. 

“Uzun bir süre sırtıma dokunma rica ediyorum, kemiklerim yerine yerleşene kadar en azından.” dediğimde gerçekten bir daha dokunmamasını umuyordum. Yüzünü ekşitip yemeğine devam ettiğinde ben de aynını yapıyor ve hissettiğim acıyı göz ardı ediyordum.

“Talha nerede?” 

“Yağız ile birlikte çıktı dün gece.” dediğinde ağzı doluydu ve bir eliyle ağzını kapatıyordu. 

Kafamı sallayarak karşılık vermiştim. Yarısını bile bitiremediğim tabağımı tezgâha bıraktığımda bir yandan konuşuyordum.

“Saçlarımı kurutacağım, on beş dakikaya hazır olurum.”

Ondan cevap beklemeden odaya doğru yürümeye başlamıştım. Bir şeyler söylediyse de duymamıştım. 

Saçlarımı kurutup aynanın karşısına geçtim ve makyaj için çantamı karıştırdım. Gözlerime hafif kahve tonunda far sürmüş, dudaklarımı da uyumlu bir şekilde renklendirmiştim. Rimeli sürüp işimi bitirdiğimde aynadaki aksimi süzüyordum. Uzun zaman olmuştu, aynada görünüşüme odaklanmayalı, fazlasıyla uzun bir zaman. Gözlerimi aynadaki gözlerimin aksinden kaçırdım ve ayağa kalktım. Ne zaman kendimle göz göze gelsem zihnimdeki savaşın ortasında buluyordum kendimi. Vakit sudan daha hızlı akıyordu ancak zihnimde yelkovan hareket etmeyi bırakıyordu. Zaman üstüme birikiyordu ve kendime geldiğimde zamanın ağırlığını hissedebiliyordum. Sessizce yutkundum ve çantama küçük sayılabilecek bir not defteri ve kalem attım. Çantamı omzuma asıp ceketimi elime aldığımda hazırdım. Ezgi’nin yanına gittiğimde sırıtıyordu. 

“Yine ne oldu?” derken omuzlarım düşmüştü.

“Okuldaki ilk günün sayılır, ortak dersimiz var bugün çok mutluyum.” deyip yanaklarımı sıktığında kaşlarım havalandı. 

“Bana âşıksın kesin, Talha’nın haberi var mı?”

Gülüyordu.

“Şş, haberi yok ona âşık olduğumu sanıyor.” deyip yanağımı yavaşça öptüğünde tuhaf hissediyordum. Tarif edemediğim bu hissi sevmiştim. 

“Hadi gidelim.” diye devam ettiğinde peşine takılmıştım. 

Arabaya bindiğimizde yağmur uyuşukça yağmaya başlamıştı. 

“Bugün ne yapalım? Ne yapmak istersin?” 

“Bilmem.” dediğimde pek bir şey yapmak istediğim söylenemezdi. Dinlenmek istiyordum. Günlerce sadece uyuyabilirdim.

“Canın bir şey istemiyor mu? Bir yerlerde otururduk.”

“Olur, fark etmez.”

Sesimin isteksiz çıkmaması için özen göstermiştim. 

“Nasıl hissediyorsun?”

Ona kısaca bakıp gülümsedim.

“İyiyim.” Söyleyebilecek başka bir şey bulamamıştım.

“Yapma Aden, mutlu musun? Geldiğinden beri nasıl hissediyorsun? Birden bambaşka bir düzenin içine girdin, bunun sana nasıl hissettirdiğini soruyorum.” dediğinde sesi sitem yüklüydü. 

“İyi hissediyorum Ezgi, her şey yabancı geliyor çoğu zaman ama kötü hissetmiyorum, alışacağım ve daha iyi olacak.”

Sesim yumuşak ve neredeyse neşeli sayılabilirdi.

“Duygularını hiç belli etmiyorsun, sormak istiyorum sürekli.”

Gülmüştüm, ifadesizlik bir meslek olsaydı eğer bu benim meslek deformasyonum olurdu.

“Beni öpmene izin veriyorum, daha ne kadar belli edebilirim?” dediğimde elime vurmuştu. 

“Ben bunun çözümünü biliyorum da zamana bırakıyorum.” diye imalı imalı konuştuğunda gözlerimi devirmiştim.

“Neymiş çözümü?” 

“Sana bir sevgili lazım, aşk yani. Sonra bütün o ifadesizliğin silinip gidecek.” deyip kıkırdadı. 

“İstemiyorum.” dediğimde sesimdeki kararlılık beni bile büyülemişti. 

“Hı hı, istemiyorsun.”

Beni umursamamıştı. 

Arabayı park edip yürümeye başladığımızda gözlerimi yere dikmiştim. Ezgi koluma girerken bir yandan da bir şeyler anlatıyordu.  

“Bak, kim geliyor?” dediğinde başımı kaldırdım. Üstündeki siyah ceket ve bacaklarını saran siyah pantolonla kusursuz ve sade bir güzelliği vardı. Etrafına yaydığı kendine özgü enerjisini hissediyordum.  Telefonda konuşuyordu ve sakin görünmesine rağmen bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordum. Kafasını kaldırdığında bakışlarımızın birbirine takılması gecikmedi. Telefonunu kulağından indirirken gözlerini gözlerimden çekmedi. 

“Nereye böyle?”

Ezgi’nin sorduğu soruyla birlikte üçümüz de yolun ortasında dikilmeye başlamıştık. Gözlerini Ezgi’ye çevirip kaşını kaldırdı. Soru sorar gibiydi.

“Ne var merak ettim, bugün dersin yok muydu senin?” 

“Yani?” Gözlerimi devirdim. İçimde sabırsız, aç bir kurt belirdi ve cevaplar için göğsümün ortası şişmeye başladı.

“Gidiyor musun yani?” dediğinde sabırsızlıkla ense kökümü kaşıdım. 

“Hayır,”

Umursamaz görünüyordu. Hatta öyle umursamazdı ki onu silkelemek istedim. 

“Neden bu kadar ketumsun?” deyip ona doğru uzandı ve yanaklarını küçük bir çocuğun yanaklarını sıkar gibi sıkıp sallamaya başladı.

“Böyle devam edersen yalnız öleceksin.” diye devam ederken sesi ince ve komikti. Kaşları çatıldı ve Ezgi’nin elleri arasından sıyrıldı. Yüzünün aldığı hâle sırıtırken başka tarafa dönmüştüm. 

“Komik mi yani?”

Tekrar onlara dönmüştüm. İfadesiz gözlerini üzerime dikmişti ve önemsiz bir soru sorar gibiydi.

“Endişelenme, seni komik bulmuyorum, gözlerim kör, kulaklarım sağır olsa bile komik olduğunu düşünemem.” derken sesimin umursamaz çıkmasına özen göstermiştim. Sinirlenmiştim ancak belli etmemeye çalışıyordum ve bence etmiyordum. Cevap vermesini beklemeden yanlarından ayrılırken sırıtmaya devam ettim. 

“Bebeğim! Sana hastayım!” Ezginin sesi boş alana yayıldığında gülüşüm derinleşti ama arkama dönmeden devam ettim. Fakülte binasına doğru ilerlerken bakışlarım giriş kapısına odaklanmıştı. Etrafımdan gelip geçen insanları umursamadan devam ediyordum. Ezgi sertçe koluma girdiğinde gülüyordu ve nefes nefese kalmıştı. 

“Ona daha çok saldır.” derken sırıtıyordu.

“Neden kendin yapmıyorsun?” dediğimde gülüşüne karşılık veriyordum.

“Çünkü onu tanıyorum.” 

“Tanıyor olman senin için bir avantaj değil mi?”

“Onun da beni tanıyor olmasıyla birlikte eşitleniyoruz.”

Bizi bir sınıftan içeri sokmuştu. 

“Bizimle aynı derse mi girecek?”

Bana şaşkın gözlerle baktı ve gülmeye başladı.

“Ne? Neden gülüyorsun?” 

“O kadar genç mi gözüküyor?” dediğinde gülmeye devam ediyordu. Amfide camın yanındaki sıralara ilerliyorduk. 

“Ne? Neden gülüyorsun?” 

“O öğrenci değil, haftada bir gün ders veriyor.” dediğinde ona düz bir yüz ifadesiyle bakmaya çalışıyordum. 

“Nesi komik bunun?”

“Komik işte.” deyip omuz silkmişti.

“Eğitimi ve pozisyonu çok iyi çocuğumuzun, lütfen göz önünde tutun bunu hanımefendi.” Dalga geçiyordu ve bundan büyük bir zevk alıyordu. Otururken ona gülümsedim. 

“Çocuğunuzu mu pazarlıyorsunuz hanımefendi?” dememle birlikte omzuma hafifçe vurdu.

“Hayır, sadece basit birkaç bilgi veriyorum hepsi bu.” deyip yaşını almış bir kadın havasında gülümsedi.  O gece ne iş yaptığını düşününce sırıttım. İki ayrı hayatı mı vardı? 

“Söyleyeceklerim için şimdiden özür dilerim ama çocuğunuz kaba ve kendini beğenmiş birisi.” dediğimde dalga geçiyordum. Doğrularla. 

“Bunları söylemek için henüz erken, hem sizi yatağınıza kadar taşıma inceliğini göstermiş birine kaba davranan sizsiniz.” Kaşlarım havalandı. Kollarını birleştirip önüne döndüğünde sırıtıyordu.

“O mu taşımış beni?”

“Evet.”

Sesi öyle keyifliydi ki kaşlarımı çattım. 

“Sırıtmayı bıraksan diyorum artık, düşündüğün gibi bir şey olmayacak.” Sesim net ve sertti. O da beni geçiştirmeye çalışırken hoca derse girmişti. Sınıftaki sessizlikle birlikte telefonum titremişti. Masanın altından parlayan ekrana baktığımda bilmediğim bir numaradan mesaj almıştım. Mesajı açtığımda sırıtıyordum. 

“Ders aranda bahçenin ilerisindeki banka gel. Yağız.” Sırıtırken cevap yazmaya başladım. 

“Neden?” dediğimde konuyu uzatıp ona eziyet etmek istiyordum. Çok geçmeden telefonum yeniden titredi. 

“Sadece gel.” Gözlerimi defalarca devirmek istedim.

“Gelmeyeceğim.” Gitmeyecektim.

“Seni hemen şu anda sınıftan almamı ister misin?”

Ekrana bir süre baktım ve cevap vermek için acele etmedim. Gelmeyeceğini düşündüm. Beni neden çağırdığını merak ederken parmaklarım hareket etmeye başladı. 

“Gel ve beni al, öyle bir süper gücün varsa görmek istiyorum.” Ona meydan okumak istemiştim, yapmayacağından emindim. Aradan sekiz dakika geçmesine rağmen bir şey yazmamıştı. Telefonu çantama atarken sırıttım. Bir şeyler anlatan hocanın sesi kesildiğinde onu izliyordum. Kapıya doğru bakıyordu ve gülümsüyordu. Gözlerim kapıda dikilen kişiyi görünce büyüdü. Kendime gelip kaşlarımı çattığımda yerin dibine girip kaybolmak istiyordum. Hocaya yaklaşıp konuşmaya başladığında bir şey duymuyordum. Gözlerini gözlerime diktiğinde içimden yürüyen ürpertiyi yok saymaya çalıştım. Yüzümü ekşiterek onu izliyordum. Hoca tekrar sınıfa döndüğünde gözlerimi ondan kurtarmıştım. 

“Aden Kara?” deyip etrafa göz gezdirmeye başladığında dişlerimi sıkıyordum. 

“Benim.” deyip elimi kaldırdığımda bana dönmüştü. 

“İdareye gitmen gerekiyormuş acil bir mesele için.” Derim bir nefes alıp ayağa kalktım. Etrafta bana dikilen gözleri görmezden geliyordum. Ezgi’ye göz ucuyla baktığımda eliyle ağzını kapatmış, gülüyordu. Geçerken bilerek ona çarpmıştım ve yanaklarıma basan sıcaklığın yok olmasını istiyordum. Benden önce sınıftan çıkmıştı ve peşinden ilerliyordum. Sınıftan çıktığımda kapının önünde dikildim, duvara omzunu yaslamış beni izliyordu. 

“Aptal gibi görünüyorsun.” deyip ondan ters yöne doğru yürümeye başlamıştım. Güzel görünüyordu ancak bunu görmezden gelmeliydim. Arkamdaki ayak sesleri gittikçe yakınlaşıyordu. Kolumda hissettiğim sıcaklıkla durmak zorunda kalmıştım.  Ona döndüğümde beni göz hapsine almıştı.

“Benimle bir daha böyle konuşursan eğer...” deyip duraksadı ve önüme düşen bir tutam saçımı diğerlerinin arasına sıkıştırdı.

“Seni pişman ederim.” dediğinde sesi o kadar soğuk ve katıydı ki tüylerimin havalandığını hissedebiliyordum. İçimde kabaran hırçınlığı beklettim ve sakin bir tavırla gözlerine bakmaya devam ettim. 

“Derslere tamamen girmemi mi engellersin yoksa?”

Başımı yana yatırmış ona dalga geçen bir ifadeyle bakıyordum. 

“Güzel, hayal gücün ne kadar dar kanıtladın. Hayal gücünü bir anda genişletebilecek şeyler yaşatabilirim sana.” dediğinde sesindeki alaycı ancak bir o kadar da ciddi tını kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Sakince yutkunup çenemi kaldırmıştım. Kolumu elinden çekerken gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadım.

“Çok korktum şimdi kaçmak istiyorum izin verirsen.” dediğimde yerinde dikiliyordu. Bir süre bana öylece baksa da gözleri ne düşündüğünü dahi kestiremediğim bir ifadeye bürünmüştü. Yırtıcı bir kuşun gözleri kadar sert bakışlara sahipti. İçimdeki düşme hissi geri gelmişti. Gözlerini devirip kolumu tutup yürümeye başladığında beni de sürüklemeye başlamıştı. Direnmedim ancak onu yavaşlatacak kadar uyuşuk davrandım. Bahçeye çıkıp kalabalığın arasından geçerken bana omzunun üstünden kısaca bakmıştı. Elinin tenime değdiği her noktanın yandığını hissettim ve içimde tuhaf şeyler gezinmeye başlamıştı. Bileğim acımıyordu, tutuşu gevşekti ve istediğim an kurtulabilirdim ancak istemiyordum. Her hareketi merakımı uyandırıyordu. Hissettiğim gözlerle hemen karşımda, yürüdüğümüz tarafta gözlerini bana diken mavi gözlü, kumral kıza döndüğümde kaşlarımı istemsizce çatmıştım. O da memnuniyetsiz bakışlarını üzerime dikmişti. Hemen yanından geçip gidene dek gözlerimi gözlerinden çekmemiştim. Güzel ve çekici yüz hatlarına sahipti. Tekrar sırtını izliyordum. Sakin bir yere vardığımızda durdu ve beni yavaşça önüne çekti. Yüzüne bakıp sırıttığımda ters ters yüzüme bakıyordu. 

“Sırlarını mı paylaşacaksın benimle? O kadar yakın mı buluyorsun beni?”

Alay etmeye devam ediyordum. Beklemediğim bir şekilde gülümsedi ve kaşlarım istemsizce havalandı. Dişlerini gösterecek kadar büyütmüştü gülümsemesini. Bir anda kendimi onu hayranlıkla izlerken bulmuştum. O kadar güzel görünüyordu ki tüm bedenimi saran sıcaklığı durduramadım. Alt dudağının altındaki, dikkatli bakıldığında anlaşılan ben gülüşüne masumluk katmıştı. İki göğsümün ortasından süzülüp giden o sıcak şeyi hissettiğimde yutkundum. Gülüşü yavaşça yüzünden silindiğinde gözlerine bakmaya başlamıştım. İfadesiz kalabilmek için çaba harcıyordum. Rahatsızca kıpırdanırken boğazımı temizlemiştim. 

“Bu seni mutlu mu etti?” Sesindeki tını hoşuma gitmişti, benim yaptığımı devam ettiriyordu. Etrafımızı çevrelediğini hissettiğim buluttan çıkmak istedim, savunmasız hissediyordum. 

“Ne söyleyeceksin?” dediğimde sırıttı. 

“Oraya ne getirdiğini biliyor musun?” Sesi eski hâlini almıştı. Tınısında gezen rüzgârı hissetmiştim. 

“İçine bakmadım, hiç bakmam.” derken kaşlarım çatılmıştı.

“Neden?”

“Sebep olduğun karmaşa için özür dilemeyecek misin?”

Konuyu değiştirdiğinde kaşını kaldırmıştı. 

“Onlar bana saldırdığı için özür dilemeli asıl, aynı zamanda sen de.” deyip gözlerimi devirmiştim. 

Cevap vermeden yüzüme bakıyordu. Ne olduğunu soran bir tavırla başımı iki yana salladım. Omuzlarını silkip arkasını döndüğünde aceleyle kolunu tuttum. Tekrar bana dönmek zorunda kalmıştı.

“Neden bana yakınlaştın?” diye sorduğumda yutkunmuştum. Kolunu sakince bıraktım. Yakıcı bakışlarının altında dik durmaya çalışıyordum. Uzun boyu üstüme gölgesini düşürmüştü ve bu hoşuma gitti. 

“Kokun...” deyip duraksadı ve gözlerini sorularla dolu gözlerime daha derinden dikti. “Dikkatimi çekti.” diye devam etti. Sesi boğuk ve düşünceli çıkmıştı. 

Tüm kaslarım gerilirken defalarca yutkundum. Söyleyecek bir şey bulamadığımdan dudaklarımı ıslatmakla yetindim. 

“Yağız!”

Sesin geldiği yöne doğru bakabilmek için kafamı yana doğru biraz uzatmıştım çünkü önümdeydi ve bedeni görüşümü kapatıyordu. O hareket etmemişti. Az önceki kızı görmeyi beklememiştim. Onu görmemeyi seçerek ona döndüm. İfadesiz yüzünü seyre dalamadan arkasını dönmüştü. 

“Evet?” dediğinde yutkundum. Sesi o kadar soğuktu ki kaşlarım havalandı. Yanlarından gitmeyi düşünürken rahatsız hissediyordum. 

“Konuşabilir miyiz?”

Sesi o kadar inceydi ki bilerek yaptığını düşündüm. 

“Şu an zaten konuştuğum biri var,” dediğinde gitmesini istiyor gibiydi. 

“Erken bitirirsin diye düşündüm.” Sesindeki kendine güvenen tını titriyordu. Onun için neredeyse üzülecektim.

“Konuşacağımız bir şey yok.” deyip kolumu tekrar tuttu ve yürümeye başladı. Henüz birkaç adım atmışken ona doğru yaklaştım. 

“O kadar duygusuzdun ki üşüyorum.” derken bunu neden yaptığımı bilmiyordum. 

“Henüz üşüyebileceğin kadar bir şey yapmadım.”

Sesi yine ifadesizdi.

“İçimi ferahlattın.” derken sahte bir şekilde gülmüştüm. 

Ona bakmayı bırakıp önüme döndüğüm sırada ayağım takılıp yere düşmeme ramak kala beni belimden yakalamıştı. Beni doğrultup önüme düşen saçlarımı omuzlarımın arkasına itti ve yüzümü açığa çıkardı. Yavaşça yutkunup yüzüne baktığımda tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım. 

“İyi misin?” Hızlıca kafamı sallamıştım. Bu hareketimle birlikte gülerken her hareketini izliyordum. Yine büyülenmiş gibiydim.

“Neden gülüyorsun?” Yüzümü inceliyordu.

“Bana değil, önüne bakmalısın.” dediğinde yüzüme doğru eğilmişti ve cümlesi bittiğinde doğruldu. Kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissetmiştim. Bozuntuya vermemeye çalışarak çenemi kaldırdım.

“Neyse ki Ezgi espri yeteneğinden bahsetti.”

Gülmeye çalışıyordum ve bunu başarıyor olmayı diledim.

“Ezgi’den benden bahsetmesini istedin yani?”

Yarım ağız gülüyordu. Yürümeye devam ettiğinde öylece kalmıştım. Kaşlarını çatarak hızlıca peşine takıldım.

“Hayır, istemedim.” derken inandırıcı olmaya çalışıyordum.  Sadece kafasını sallamıştı. 

“Öyle olmasını mı dilerdin?” dediğimde bana dönüp bilmiş bir tavırla bakmıştı. Gözlerimi ondan kaçırıp sahte bir şekilde gülümsedim. 

“Dilememe gerek olduğunu düşünmüyorum.” Sesindeki alay hoşuma gitmiyordu. 

“Çok komik!” demekle yetinmiştim. 

Önüme dönüp yürümeye devam ettiğim sırada ona bakmamaya özen gösteriyordum.   

“Aden!” Ezgi’nin gür sesini duyduğumda başımı kaldırmıştım. Ona gülümserken bana doğru gelişini izledim.  Heyecanını görebiliyordum. Ezgi böyleydi, her şey için heyecan duyardı.

“Ne yaptınız?” diye sorduğunda kısaca ona bakmıştım. 

“Gidiyorum.” diye düz bir cevap verdiğinde yürümeye devam etmişti. Ezgi şaşırmamış ve bana dönüp ellerini omuzlarıma koymuştu. Arkasından sinirli gözlerle bakarken Ezgi çenemi tutup ona bakmam için yüzümü hafifçe salladığında ona dönmek zorunda kalmıştım. 

“Tam bir öküz!” dediğimde gülmüştü. 

“Anlat artık!” dediğinde yutkundum.

“Neyi anlatayım? Anlatacak bir şey yok ki.” Sabırsızca nefesini dışarı bırakmıştı. 

“Neden aldı madem seni sınıftan?” 

“Seninle onun hakkında konuşmayacakmışım.” diyerek onu geçiştirmek istedim. 

“Atma Aden!” 

“Bilmiyorum bir kızdan kurtulmak için yaptı sanırım. Sayende onun hakkında soru sorduğumu falan sanıyor.” Huysuzca ona bakıyordum.

“E daha iyi işte.” diye güldü ve devam etti. “Kim o kız?” Dediğinde etrafıma bakındım. Çaprazımızda duruyordu ve onu yine bana bakarken yakalamıştım. Önüne dönüp yanındakilerle konuşmaya devam etti. Çenemle onu işaret ettiğimde Ezgi de ona dönmüştü. 

“Burcu mu? İlk olarak Yağız’ın seni o yüzden çağırdığına inanmadığımı belirteyim ama bu kızı cidden sevmiyorum. Asla pes etmiyor sürekli kendini gösteriyor ve şeytansı tavırlarına sinir oluyorum. O da beni sevmiyor.” Son cümlesinde sırıtıyordu.

“Neden?” 

“Yaşça bizden büyük, her fırsatta üstünlük kurmaya çalışıyor, ben de ona üstün olmadığını gösteriyorum.”

Kafamı sallamakla yetinip gözlerimi ondan çektim. 

Günün geri kalanı derslerle geçmişti ve şimdi de Ezgi’nin peşinden sürükleniyordum. 

“Hani sadece bir şeyler içecektik.” dediğimde sitem doluydum.

“Zaten sadece bir şeyler içeceğiz.” 

“Yakın bir yere gidelim.” dediğimde yorgun hissediyordum. 

Aniden sırtımdaki tüm ezikler büyük bir sancıyla varlığını göstermişti, öne doğru sendelerken nefesimin kesildiğini hissetmiştim. Acımın dinmesi için tırnaklarımı avucuma geçirdim. Doğrulmayı başardığımda arkama dönmüştüm. Özür dileyen bir çift gözle karşılaştığımda sessiz kalmıştım. Hâlâ nefes alamıyordum. 

“Özür dilerim, arkadan birisi koşarken çarpınca dengemi kaybettim.”

Başımı iki yana salladım. Sorun olmadığını söylemeye çalışıyordum.

“Önemli değil.”

Sesim güçsüz ve kısık çıkmıştı. Yavaşça nefes almaya çalıştım.

“Aden iyi misin? Yüzün bembeyaz oldu.” Ezgi yanağıma dokundu. Ona bakmamı istediyse de yapmadım. Kesik kesik nefesler almayı başardığımda boğazımı temizlemiştim.

‘’İyiyim, bir şey yok kemiğim acıdı sadece.’’ Yüzümü izliyordu. İnanması için gülümsediğimde o da bana gülümsemişti.

“Ben çok acıktım.” derken sesi ağlamaklı çıkıyordu.  Otoparka vardığımızda orada bekliyordu. Arabanın kaputuna oturmuş, telefonuyla ilgileniyordu. Ezgi’ye döndüğümde sırıtıyordu.

“Bizi götürmesini istedim, ekmemesi için.” deyip omuzlarını silktiğinde gözlerimi devirmekle yetindim. 

Ona yaklaştığımızda kafasını kaldırdı ve yavaşça siyah spor arabanın üstünden kalktı. Boyu uzundu ve ona aşağıdan bakmak istemiyordum. Yüz hatlarının keskinliği ifadesini daha da katılaştırıyordu. Belki gülen gözlere sahip olsaydı ifadesi yumuşardı. Gülen gözler için sağlıklı bir ruh gerekirdi. Kendini mutsuzluğun karanlık topraklarına bırakan her ruh kaybolurdu. Ancak onun gözlerinde yolunu bulmaya çalışan bir ruh yoktu, nerede olduğunu ve ne için orada olduğunu biliyor gibiydi. Biraz daha derine inmek istedim, daha karanlık o yere. 

Aniden gözlerini bana çevirip kaşlarını çattığında gözlerimi kaçırdım. Yavaşça yutkunurken ne konuştuklarını anlamak için kulak kabartmadım. Enseme kadar çöken sıcaklık sinirlerimi bozuyordu. 

“Hadi, gidelim artık!” dediğinde onları izledim.  Arabanın kilidini açtığında Ezgi’yle aynı anda arka kapıya yönelmiştik. 

“Gelmemi istiyorsan öne sen binersin.” diye sessizce tısladığımda gülümsüyordum. O çoktan koltuğuna yerleşmiş arabayı çalıştırmıştı. 

“Yemeyecek ya seni, gidip otursan ne olur?”

Arabanın arkasından dolaşırken söyleniyordu. Arka koltuğa yerleştiğimde hemen önümdeydi. Arkaya yaslanmamak için özen gösteriyorum. Ezgi sonunda arabaya bindiğinde beklemeden hareket etmiştik. Koltuklar siyah ve deriydi. Yeni bir araba kadar keskin kokuyordu. Ani hareketiyle koltuğundan tutundum. Elim koluna değmişti ve bununla birlikte omzunun üstünden kısa bir bakış atmıştı. Kaşlarım çatılırken elimi çekmiştim. Zihnimde beliren sinsi bir düşünceyle sırıttım. Onun yaptığını yapmak istiyordum. Sol taraftan ona doğru yaklaştım. Kolunu camın bitimine yaslamıştı. Kokusunu derinlerime sinecek kadar içime çekmiştim. Sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadım. 

“Rahatsız mı oldun yoksa?” derken parmak uçlarımı omzundan gövdesine doğru sürükledim.

“Kokun dikkatimi çekti de.” dediğimde gerilen kaslarını hissedebiliyordum. Bu hoşuma giderken sırıtarak geri çekilmiştim. Dikiz aynasında gözlerimiz buluştuğunda sırıtmaya devam ediyordum. Gözlerindeki gölge karanlığa dönüşmüştü. Hissettiğim yakıcı boşluğu görmezden gelmeye çalıştım ve gözlerimi ondan kopardım. Telefonumla oynamaya karar verip elime aldığım sırada durmuştuk ve telefonum ayaklarımın yanına düşmüştü. Ezgi inip gideceğimiz mekâna doğru yürümeye başladığında telefonumu alıp çantama yeni koymuştum. Gözlerimi kısıp onu izlemeye koyulduğumda dışarı çıkıyordum. Beni bekliyordu ve her hareketimi izliyordu. Tüm bedenim gerilirken ona bakmamaya çalışıyordum. Yaptığım şey için pişmanlıkla dolup taşmaya başlamıştım ve tam o sıradaki cesaretimi aradım. Cesaretimden geriye bir şey kalmamış, yerini tedirginliğe bırakmıştı. Önümde dikilip bana doğru eğildiğinde ellerini arkasında birleştirmişti. Bir adım geri atıp yutkunduğum sırada ceketimden tutup beni biraz daha kendine çekmişti. Yarım ağız gülümsediğinde kaşlarım havalanmıştı. Kokusunu yeniden yakından alıyor olmak içimdeki hisleri harekete geçirmişti bile.

“Böyle devam edersen beni baştan çıkarmaya çalıştığını düşüneceğim.” Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Gözlerimi kaçırmayı denesem de başaramamıştım. O kadar yakınımdaydı ki bunu yapmak imkânsız hale gelmişti. Yavaşça ceketimi tutan eline uzanıp tuttuğumda içime tuhaf bir sıcaklık yayılmıştı. Elini ceketimden indirirken aceleci değildim ve bana karşı koymuyordu. 

“Çok komik, senin yaptığını yaptım yani yanlışlıkla sana dokunduğum için rahatsız hissetme hakkın yok demek istiyorum, ödeşmişiz gibi düşün.” dediğimde gülümsemesi genişledi. Bir aptal gibi göründüğüme emindim ancak karşı koyamayıp gülümserken buldum kendimi. 

“Rahatsız olmamıştım.” dediğinde öylece yüzüne baktım. Tamamen doğrulup önümde dikilmeye başladığında sırıtıyordu. Sorarcasına kafamı iki yana salladığımda çenesiyle işaret ettiği yere baktım. Hâlâ tuttuğumun farkında olmadığım elini gördüğümde hızla elini bırakmıştım. Tüm bedenime dalga dalga yayılan sıcaklığın nedeni, utançtı. Ellerimi cebime sokarken yüzüne bakmıyordum. Arkasını dönüp yürümeye başladığında onu takip ediyordum. Başımı kaldırıp onu izlemeye koyulduğumda yutkundum. Afallamış hissediyordum. Ceketi üzerine tam oturmuştu ve yürüyüşü bile beni etkisi altına alıyordu. Kafamı sallayıp düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım. 

Aniden savrulunca başımı kaldırdım. Biriyle çarpışmıştım ve ağzımda gevelediğim özrü sonunda çıkartabilmiştim.

“Özür dilerim.” dediğimde şaşkın gözlerim onu inceliyordu. Uzun siyah saçları vardı ve koyu gözleriyle çok hoş görünüyordu. Eliyle önemsiz bir hareket yapıp yoluna devam ettiğinde kolumu ovuyordum. Önüme geri dönmüştüm ki beni izlediğini gördüm. Yavaş yavaş yürümeye başladığımda kaşlarını çatmıştı. 

“Önüne bakmak gibi bir yeteneğin yok mu?” diye beni azarladığında yanına varmıştım. İstemsizce başım önüme düştü. Hafifçe çenemden tutup kaldırdığında yutkundum. 

“Önüne bakmalısın, sana yaklaşan şeyleri izle.”

Bana bir şey öğretiyor gibiydi. Yüzümdeki sıcaklık dahası olabilirmiş gibi arttı. İfadesiz gözlerine bakarken elini çekmişti. Tekrar sırtını bana dönüp yürümeye başladı. Sonunda içeri girdiğimizde Ezgi’lerin olduğu masaya doğru ilerledik. Masadakilerle selamlaştıktan sonra Ezgi’nin yanındaki boş sandalyeye oturmuştum ve o da hemen yanımdaydı. Ezgi’ye doğru uzandığımda menüye bakıyordu.

“Neden alev almış gibi koşarak içeri girdin?” dediğimde güldü. 

“Çok acıktım diye, aşk olsun Aden.” dediğinde gözlerindeki sinsiliğe genişçe gülümsedim. 

“Öyle mi?” Sesimdeki ima onu güldürmüştü. 

Diğerleri yemek için bir şeyler söylediğinde iştahsızdım. Yemek yerine kahve istemiştim. Vücudumdaki sıcaklık henüz gidiyordu. Talha’yı beni incelerken yakaladığımda yerinde kıpırdandı. Gülümsemekle yetinirken iyi olduğumu belirtmek istemiştim. Herkes muhabbet ediyordu ancak her şeye o kadar yabancı hissediyordum ki onları dinlerken uykum gelmişti. Kendime gelmek için ayağa kalktım ve telefonumu yanıma alarak tuvalete doğru ilerlemeye başladım. Onu özlemiştim, küçük bedenini kollarımın arasında hissetmeyi ve başını boynuma yaslamasını deli gibi özlemiştim. Kenan amcayı aradığımda çok gecikmeden cevaplamıştı. 

“Aden.” Sesi durgundu. 

“Kenan amca.”

“Nasılsın?”

“İyiyim, sen?” dediğimde sabırsızdım. 

“İyiyim, bir şey mi söylemek istiyorsun?” Gülümsedim.

“Ozan’la ne zaman görüşebileceğim? Bugün ayarlayamaz mısın?” Sesimdeki mahcupluk bir şey istemeye alışkın olmadığımdandı.

“Ozan yanımda, seni arayacaktık yemekten sonra.” dediğinde içime yayılan hissi seviyordum. Telefonu ona verirken çıkan sesleri dinledim. Sonrasında bir sessizlik oldu. Burnumun ucu sızlamaya başlamıştı. 

“Ozan?” dediğimde tedirgindim.

“Abla.”

Sonunda sesini duyduğumda gözümden akan yaşa engel olamamıştım. Tuvalet kabinlerinden birine girip klozetin üstüne oturduğumda heyecanlıydım.

“Sana haber vermeden gittiğim için özür dilerim.” derken sesimin düzgün çıkması için direniyordum.

“Sorun değil abla, gitmen gerekiyordu.” Sesindeki anlayış iki göğsümün ortasına bir ateş bırakmıştı.

“Kızmadın mı bana?”

“Hayır, sadece seni çok özlüyorum.”

“Tekrar bir araya geleceğiz, seni de alacağım ufaklık.” Onu da alacaktım.

“Ne zaman alacaksın?” diye heyecanla sorduğunda yutkundum. 

“Kenan amca ayarlıyor her şeyi, sabırlı ol.” Onu oyaladığımı düşünmesini istemiyordum.

“Onunla kalmak istemiyorum abla.” Ağlamaklı sesi tüm hücrelerimi harekete geçirmişti. 

“Sana artık iyi davranmıyor mu?” diye sorarken tüm ruhumu bir korku esir almıştı. Ona dokunmamış olmasını diledim.

“Hayır bana iyi davranıyor ama ben seni özlüyorum.”

“Sadece sabırlı ol ve merak etme seni gerçekten alacağım.” dediğimde görmeyeceğini biliyor olsam da gülümsüyordum. Kısa bir sessizliğin ardından neşeli sesi kulaklarıma yeniden doldu. 

“Seni seviyorum abla.” dediğinde gözyaşım bağımsızlığını ilan etti ve yanaklarımda nemli bir yol çizdi.

“Ben de seni seviyorum.”

Onu en derinlerimden seviyordum. Ona bunu her seferinde söylemediğim için pişman hissettim. 

“Orada iyi misin?” 

“Çok iyiyim, bana söylemek istediğin bir şey olursa ya da başına bir şey gelirse güvenli yerimize gidip Kenan amcayı arayacaksın?” Bunu bir soru gibi söylemiştim. Unutmasını istemiyordum.

“Biliyorum abla.” dediğinde sesindeki sitem beni güldürdü.

“Şimdi kapatmalıyım maymun, yine konuşacağız.” Sesim çok daha iyi çıkıyordu. 

“Kendine iyi bak.” sesindeki olgunluk beni her zaman rahatsız ederdi. Onun erken olgunlaşmasını istemiyordum. 

“Sen de kendine iyi bak maymun.” 

Telefonu kapattığımda bir yanım hafiflemişti. Diğer yanım ise korkularla dolu bir gölete dönüşmüştü. Aramıza mesafe koymadığı için huzurlu hissediyordum ancak hâlâ orada onunla olması beni deliye çeviriyordu. Derin bir nefes alıp dışarı çıktığımda elimi yüzümü yıkamıştım. Aynada karşılaştığım bir çift mavi gözle doğruldum. Gülümseyerek bana bakıyordu. Gülümsemesine karşılık vermeden öylece onu izledim.

“Merhaba.” Sesi kendinden emin çıkıyordu. 

“Merhaba?” Sesim aksi çıkıyordu. 

“Yeni mi geldin buraya? Daha önce diğerlerinin yanında görmemiştim seni. Burcu ben.” deyip yanımda durduğunda tepki vermiyordum. Uzattığı eline hafifçe tuttum. Yumuşak elleri parmaklarımı nazikçe kavrıyordu. Yakından izlediğim yüzü güzel görünüyordu.

“Aden.” dediğimde yüzündeki gülümsemenin silinişi izledim. Ona gülümsemiyordum, bunun nedeni arkadaşça yaklaşmadığını hissediyor oluşumdu.

“Tanışmak istedim sadece.” deyip son bir çareyle gülümsemeye çalıştı.

“İstediğini aldın.” derken çekilmez olduğumu biliyordum ve bunu istiyordum. Sıradan bir boy gösterişi olduğunu düşündüm. Sadece onun öylece gitmesini istiyordum. 

Dikilmeye devam edince ona arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim.

“Daha kibar olamaz mısın?” dediğinde onu duymamış gibi yoluma devam ettim. Hemen arkamdan çıktığını duymuştum. Hızlı adımlarını hemen arkamda duyduğumda kenara çekilmeme fırsat bulamadan omzuma çarpıp beni öylece savurmuştu. 

“Kusura bakma.” deyip sahte bir gülücük savurduğunda yutkundum. Zihnime hücum eden sinir hücrelerimi yok saymaya çalıştım. Kafamın tam tepesinde bir sıcaklık hissediyordum ve bu bende onu yakalama arzusunu körüklüyordu. Düşünmeye çalıştım, peşinden gitmemek için kendime bir neden vermek için çabaladım. Çıkışa ilerlediğini görünce masadan bir hışımla ceketimi ve çantamı alıp peşinden gitmiştim. Diğerlerine işimin çıktığına dair bir şeyler gevelemiştim ve ne söylediklerini bir uğultu olarak işitmiştim. Beklemeden ona yetişmek için hızlandım. İtilip kakılmaktan usanmıştım. Bana bunu yapabilmesi için hiçbir nedeni yoktu. Onunla konuşmak zorunda bile değildim. Onu deli gibi parçalamak istiyordum. Hissettiğim acıyı hissetsin istiyordum. Arabaların arasından yürürken gözlerimi sırtına dikmiştim. Ceketinden çekip onu savurduğumda sendelemişti. Son anda ayaklarının üstünde durmayı başarmıştı ve şaşkın gözleri deli gibi yuvalarında titriyordu. Bunu beklemediğini biliyordum.

“Derdin ne?” deyip üstüne yürüdüğümde beni iteklemişti. Geriye doğru hafifçe birkaç adım atmak zorunda kalmıştım.

“Senin derdin ne asıl?” dediğinde elini bana doğru uzatmıştı.

Parmağını tutup büktüğümde acıyla inlemişti. Pişkince bunu soruyor olması sinirlerimi daha da germekten başka bir işe yaramamıştı. Acıyla inlediğinde aynı zamanda bana doğru birkaç adım gelmek zorunda kalmıştı.

“Bana vurup öylece geçip gidebileceğini mi düşündün?” Kendimi durdurmak istemiyordum. İçimde doyumsuz bir kaos büyümeye başlamıştı. 

“Kes şunu!” Ağlamaklı sesini umursamadım.  Beni tekrar itmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştı.

“Özür dilerim, tamam mı? Sinirlerimi bozunca düşünmeden yaptım.” Onu bırakmak istemiyordum. Sanki bundan kurtulmak için söylüyor gibiydi.

Biri beni kolumdan tutup çektiğinde hırsla yüzüne bakmıştım. Tuttuğum parmağını bırakmak zorunda kalmıştım ve aceleyle yürüyüp gidişini izliyordum.

“Bırak beni!” diye tısladığımda öfkem iki göğsümün ortasında hararetle atıyordu. Dayanma noktamın sınırı aşılmış gibi hissediyordum ve bu noktaya gelmemi sağlayan herkesi yerle bir etmek istiyordum. Genzime oturan yumru dönüştüğüm şeyden utandığım içindi. 

“Şş, sakin ol.” dediğinde dolan gözlerimi hırsla gözlerine diktim ve ayırmamak için direndim. Tekrar kolumu çekmek için hamle yaptığımda iki kolumu da tutup beni kendine doğru çekmişti. Önüme düşen saçları geriye atıp bana anlayışlı gözlerle bakıyordu. Kokusu ciğerlerime dolduğunda nefesimi yavaşça dışarı bıraktım. 

“Sadece akılsız birisi.” derken beni buna inandırmaya çalışıyor gibiydi ve başarmıştı. 

“Ne yapıyorsun sen?” Talha’nın sesiyle nemli gözlerimi sildim. Ve bedeninin yarattığı sığınaktan çıktım.

“Bir şey yapmıyorum.” derken sesimin güçlü çıkmasına özen göstermiştim. 

“Seni gördüm Aden, nesin sen serseri mi?” Sesinde iğrendiğini gösteren bir ifade vardı. Gözlerimin dolmasına engel olamadım ve kaşlarımı çattım. Ondan bunu beklemiyordum.

“Serseriyim. Ne yapacaksın? Beni terbiye mi edeceksin?” Sesim soğuktu.

“Saçmalamayı kes, üste çıkmaya çalışma!” dediğinde sesi normalden daha yüksekti. 

“Ne sanıyorsun kendini? Abim mi? Hiçbir şeyim değilsin.” Sesim öyle sert ve duygusuz çıkmıştı ki içimde beliren acımasızlık harlandı. 

“Kafana göre davranamazsın.” derken bana doğru gelmişti. 

“Davranırım.” derken gözümden akan yaşa engel olamadım. Bana böyle bakmasına dayanamamıştım. Benden utandığını düşündüm ve dişlerimi sıktım. 

“Yaptığını hasta insanlar yapıyor Aden.” İçimde bir yer sarsılmaya başladı ve tüm ruhumu kaplayan hüznü hissettim. Acı ruhumda yürüdü ve ayak izleri ona aitti. Hiç kırılmadığım bir yerden kırılmıştım, hazırlıksızdım ve sağlam kapılarımın çatladığını tüm benliğimde hissettim. Ruhumu derinlere ittim ve üzerine beton duvarlar inşa ettim. Kalbime giden tüm kapıları acıyı hissettikten sonra kapattım. Geç kalmıştım. Kapılarıma en başta kapatabilmiş olsaydım eğer tüm bunlar önemsiz birkaç kelimeden ibaret olacaktı.

Gözlerimden akan yaşlara engel olmadım ve gözlerindeki öfkeyi önemsemedim.


‘’Hasta olduğum için sana güvenmiş olmalıyım.’’ dediğimde canını yakmak istemiştim. Gözlerindeki öfke silindi ve ne olduğunu çözmeye çalışmadım.

Sırtımı ona dönüp yürümeye başladım. Önlerinde ağlamaktan nefret ettim. İhanete uğramış hissediyordum. Yaptığımdan gurur duymuyordum ancak karşılığı bu değildi. 

Koluma asılan elle arkamı dönmek zorunda kalmıştım.

“Bana arkanı dönüp gidemezsin.”

Sesinin yumuşaklığı ya da barındırdığı hüznü önemsemedim. 

“Bana bir daha dokunma!” dediğimde güçsüz hissediyordum. Kolumu çekmeye çalışsam da bırakmamıştı. 

“Bırak.” sesi tok ve sakindi. Kolumu tutuyordu ancak sıkı değildi.

Kolumu bıraktığında üzgün görünüyordu. Onu görmek istemiyordum. Onu bir daha hiç görmek istemiyordum. Arkamı dönüp yürümeye devam ederken belli belirsiz seslerini duyuyordum ancak dinlememeyi seçmiştim. Ağlama isteğimi gölgede bırakmaya çalışsam da başaramadım. Sarsılarak ağlamaya başladığımda elimin tersiyle yüzümü silmiştim. Herkes benden öylece durmamı ve her şeyin üzerimden geçip gitmesini izlememi istiyordu. Varlığımı, sahip olduğum tüm hisleri ayak altına savurmamı istiyorlardı. Birileri sinirini benden çıkarırken beni yıkan öfkesinin sadece bitmesini mi beklemeliydim? Birileri hissettiklerimi yok sayarken öylece yok olmayı mı beklemeliydim? O hâlde neden buradaydım? Neden kaçıp geldiğim için mutlulukla bana kolları açmıştı? Bunu her yaptığımda kendimden iğreniyordum. Benliğimi bir kenara mı atmamı istiyorlardı? Zaten tavandan sarkan bir ipe asılıydı. Daha neyi asmam gerektiğini düşündüm, daha neyi feda edebilirdim? Ruhumu zorla sığdırdığım bu bedenden de mi vazgeçmeliydim? Huzurun kollarına varacağımdan emin olsaydım eğer gözümü kırpmadan vazgeçebilirdim. Bu hapishaneden ruhumu kurtarır, gökyüzüne bırakırdım.  

Yanımdan geçip giden insanların bakışlarını görmezden geldim. Sadece yürüyordum ve deniz kenarına varmıştım. Sakin bir yere ulaştığımda sertçe kendimi banka bırakmıştım. Kimsesiz ve yabancı hissediyordum hatta öylece terkedilmiş… Aptallığıma hayıflanırken ağlamaya devam ettim. Başka bir yere gitmeliydim, kimseyi tanımadığım, tanımak zorunda olmadığım bir yere. Her şeyden uzak olmayı istiyordum. Bu kadar kırılgan bir hâle düştüğüm için kendime kızdım. Sorumlusu bendim. Hissettiklerim yine kısır bir döngüye esir olmuştu. Düşünüyor, hissediyor ve kendimi suçluyordum. İki göğsümün arasını yumruklayan bir çığlık vardı. Sanki ruhum derinlerden çıkmış ve bedenimden kurtulmak için ellerini etime daldırmış ikiye ayırmaya çalışıyordu. Tüm kırgınlıklarım varlığını ilan etmişti. Neremden kırıldıysam hepsi gömdüğüm yerden çıkmış önüme dikilmişlerdi. Hepsini hissediyordum. Öldüğünü sandığım her şey acı çekmek için son nefeslerini bu ana saklamış gibiydi. 

Yanıma biri oturduğunda gözlerimi denizden ayırmamıştım. Yüzümü yalayan soğuk rüzgârı kesmişti ancak ben rüzgârı hissetmek istiyordum. Arkası kesilmeyen gözyaşlarımı tutmaya çalıştım. Yüzünü görebilmek için yüzümü çevirdiğimde onu görmeyi beklemiyordum. Yüzümü silip önüme döndüm. Kimseyi görmek istemiyordum. Kimsenin beni böyle görmesini de.

“Seni bana bakman için yolladıysa gidebilirsin ya da ben giderim.” dediğimde sesim çatallanmıştı.

“Birisi istedi diye buraya geleceğimi düşündüren ne?” Sesi öyle sakindi ki öylesine muhabbet ediyor gibiydi. Yavaşça yutkundum. 

“Gider misin?” Sesim titredi ve kendime hayıflandım. Yanağımdan akan yaşı hızla sildim.

Bir şey söylemedi ve bana doğru yanaştı. Kokusu etrafımı sardı ve ağlamam için bana gizli bir alan verdi. Bir süre ağlamamak için direndiysem de kısa sürmüştü. İçlenerek ağlamaya başladığımda kafamı omzuna yaslamıştım. İçim sökülene hissettiğim o kötü his kaybolana dek ağladım. Yok olduklarını sandığım her an katlanarak geri geliyorlardı. Gözyaşlarım yağmur damlalarının yeryüzüne düşmesi gibi düşmüştü kalbime, ruhum kalbime akıyordu ve ben tüm acıyı kalbimde hissediyordum. Kelimelerinin ağırlığı ruhumu yakmaya devam etti. Derin bir nefes alıp kendimi rahatlatmaya çalıştım. Güçsüz hissediyordum ve bu sinirlerimi daha çok bozuyordu. Tanımadığım bir adamın omzunda çok iyi tanıdığım bir adam yüzünden ağlıyordum ve bu neresinden bakarsam bakayım kendimi aptal gibi hissetmeme neden oluyordu. Ağlamalarım sonunda iç çekişlere döndüğünde sıcaklığı etrafımı sarmıştı ve bu deli gibi hoşuma gidiyordu. Gözlerim esen rüzgârla yandı. Akan burnumu cebimdeki peçeteye sildikten hemen sonra doğrulmuştum. Bana dönüp yavaşça yanaklarımı sildiğinde garip hissetmiştim, bunu beklemiyordum. Ona engel olmadım. Gözlerinde kısa bir an için şefkati gördüğüme yemin edebilirdim. Bu ifade gözlerinden çabucak silinmişti, yine gözlerinde dolanan bir gölge vardı.

“Çok mu kötü görünüyordum? Yani hasta gibi miydim?” Sesimdeki çekingenliği saklayamadım. Böyle bir şey sormayı kendim de beklemiyordum. Bu soru daha fazla aciz hissetmeme neden oldu. Talha benim için değerliydi ve söylediklerinde doğruluk payının olup olmadığını benden başka birisinin de görüp görmediğini merak ettim. Hâlâ ona hak vermek istiyor oluşum dişlerimi kenetlememe neden olmuştu.

“Hayır.” Sesi net ve kendinden emindi. Rahatlayarak nefesimi dışarı bıraktığımda sözleri kulaklarımda yankılanmıştı. Rahatlamıştım çünkü ona fazla tepki vermiş olmak istemiyordum. İki göğsümün ortasındaki ağırlık gözlerinin altında yumuşamaya başlamıştı. 

“Sen neden geldin?” dediğimde konuyu değiştirmek istemiştim. Soruma karşılık sadece omuzlarını silkerken gözlerini denize çevirmişti. Çene kemiği keskindi ve yandan bile güzel görünüyordu. Rüzgâr saçlarını savuruyordu ve kokusunu bana getiriyordu. Bir süre hiç konuşmadan sadece dalgaların kıyıya vuruşunu izledik. Hava kapanıyordu ve yağmur damlaları kendini yavaşça üzerimize bırakıyordu. Kalkmayı düşünmedim. Islanmayı seviyordum ve biraz daha durabilirdim. Ayağa kalktığında yüzümü ona çevirmiştim. Kafasıyla kalkmamı işaret ediyordu.

“Sen git, ben kendim giderim.” dediğimde gözlerini devirdi. Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdığında direnmedim. Direnecek gücü kendimde bulamıyordum. Dokunuşuyla tüylerim yeniden ürperdi. Yağmur damlaları ensemden içeri süzülmüş gibi bir histi. Tüm bunları bana hissettirebiliyor olmasına şaşırmıştım.

“Hava soğuyor.”

Sesi keskindi ve itirazlarımı geri yutmak zorunda hissetmiştim. 

Kolumdan tutup beni yürütmesine izin verirken uyuşukça hareket ediyordum. Arkasında kalmıştım ve aniden durduğunda koluna çarpmıştım. Gözlerini gözlerime diktiğinde yutkunmuştum.

“Ne?” Belli belirsiz söylediğim şeye sırıtınca yerimde kıpırdanmıştım. Ona karşı çekimser oluşum hoşuna gidiyor gibiydi.

“Yanımdan yürü.”

Sesi o kadar güzeldi ki sırıtmadan edemedim. 

Beni tekrar yürütmeye başladığında yanından yürüyordum. Aramızda neredeyse mesafe yoktu ve bu vücudumu saran sıcaklığa yardımcı olmuyordu. 

“Beni eşya gibi tutmayı bıraksan?” dediğimde yüzüne bakmamıştım. Aramızda biraz daha mesafe olsun istiyordum. Kendime gelebilmek adına buna ihtiyacım vardı. Kolumu yavaşça bıraktığında rahatlayacağımı düşünmüştüm ancak huzursuz hissettim. 

Kolumu bırakan eli hafifçe belime dokunduğunda yutkunmuştum. Yanaklarındaki sıcaklık tırnaklarını içeriden tenime geçiriyordu sanki. Aramızda kalan kolum ani bir refleksle beline doğru uzanmıştı. Ceketinden tutunduğumda tamamen kolunun altına girmiş gibiydim. Kokusu teninin sıcaklığını hissederken daha güzeldi. Tüm hücrelerim uyuşmuş gibiydi, teması başımı döndürüyordu. Nereye doğru yürüdüğümüze ya da nereden geçtiğimize bile dikkatimi veremiyordum. 

“Bundan bir şikâyetin yok ha?”

Ne diyeceğimi bilemez hâlde boğazımı temizledim ve uzaklaşmak için bir hamle yaptıysam da tutuşu sıkılaştı. İzin vermemişti. Öncekinden daha yakındık ve elim tekrar ceketine tutunuyordu. 

Bunu yaptığım için beni azarlayan tarafımı görmezden gelmeye çalışıyordum. Kısa bir süre de olsa kendimi bırakmak istiyordum. Asıl sorunun ona hiç tanımıyorken güven duymam olduğunun farkındaydım ancak umursamamıştım. İçimdeki o huysuz ses ortalarda yoktu.

Arabanın yanında durduğunda neredeyse üzülecektim. Kapıyı açıp beni ön koltuğa oturttuğunda küçük bir kız çocuğu gibi hissetmiştim. Kapımı kapatıp çok geçmeden koltuğa yerleştiğinde yağmur hızlanmıştı. Yola girdiğimizde onu izliyordum. 

“Kemerini tak.” derken sesi sakindi.

Kemerimi takıp yolu izlemeye başladığımda ona bakmamaya özen gösteriyordum. Klimadan üfleyen sıcak, uykumu getiriyordu. Yorgun hissediyordum ve gözlerimi açık tutmakta şimdiden zorlanıyordum. Bilincim hâlâ açıktı ancak gözlerimi daha fazla açık tutmak için direnmedim.  Ev çok uzakta değildi ve uykuya dalmadan varacağımızı düşünüyordum.  Cama çarpan yağmurun çıkardığı ses beni rahatlatıyor, vücudumun gevşemesine neden oluyordu. Zihnime yayılan düşüncelerimi savurmaya çalışıyordum ve başarılı sayılırdım. Kokusunu hâlâ keskin bir şekilde alıyordum ve içimi okşuyordu. Onun yanında neden bu kadar rahat davrandığımı merak ettim ancak belli bir cevap bulamamıştım. Yeni bir hayal kırıklığı için her şeyi hazırlıyormuşum gibi hissettim. Güzel olduğunu düşündüğüm tüm o hisleri hor görmek istemiyordum ancak bundan kendimi alıkoyamadım. Bir suç işlemiş olmanın verdiği o telaş hissiyle çevrelenmiştim. Nasıl davranmam gerektiğini biliyor ancak bunu yapmayı reddediyordum. Aynı zamanda elimdeki tek oyuncağımı kendi ellerimden koparmak isteyen yine kendimden başkası değildi. İçimde yanlış olduğumu söyleyip duran bir ses vardı ve onu zihnimin derinliklerinden, saklandığı yerden çıkarıp atmak istiyordum. Yine her şeyde olduğu gibi düşüncelerim birbiriyle çarpışıyordu. Nefesimi yavaşça dışarı bırakıp zihnimin sakinleşmesini bekledim.

 Arabayı yavaş kullanmasına rağmen çok geçmeden araba durduğunda mesafenin bu kadar kısa olması canımı sıkmıştı. Gözlerimi aralayıp kemeri çıkardıktan sonra ona baktım. 

“Teşekkür ederim.” dediğimde yine sadece omuzlarını silkmekle yetinmişti. Bir şey söylemesini istiyordum ancak söylemeyeceğinden emindim.

Kapıyı açıp arabadan indiğimde esen rüzgâr içime işlemişti ve üşümüştüm. Vücudumda kısa süreli bir titreme baş göstermişti. Kapıyı geri kapatıp kendime sarılarak eve doğru yürümeye başlamıştım ancak yağmur iyice hızlanmıştı ve ben evin kapısına varana kadar neredeyse tamamen ıslanmıştım. Hızla kapıyı açıp içeri girmeden hemen önce hâlâ orada olduğunu görmüştüm. İçeri girer girmez odama yönelmiş üstümdekileri dikkatlice çıkarmaya başlamıştım. Pijamalarımı giyinip kendimi yatağa bıraktığımda zihnime bugünün anıları hücum etmişti. Tüm bu olan bitenin arasında sıkışıp kalırken ruhumu ikiye böldüm ve acının kollarına uykuya yatırdım. Bu sefer ruhumun her yanında acıyı hissetmek istiyordum. Acıyı derinlerime dek hissedip bu hissi asla unutmamayı diledim. Unutmazsam gardım inmezdi. Hislerimin arasında boğuşurken kendimi uykuya teslim ettim. Acımasız bir rüyanın zihnime sinsice yayıldığını karanlığa kapılmadan hemen önce hissetmiştim.