Bölüm şarkıları, Aeon Spoke - The Fisher Tale, Kwoon - I Lived on the Moon


İçimde ne varsa dışarı dökebilseydim eğer dünyamın bir yanı cehenneme bir yanı cennete dönerdi. Ben ise cennet ve cehennem arasındaki o yakıcı arafta savrulmaya devam ederdim. Kafamda dönüp duran, birbirlerini ebelemeye çalışan binlerce kelime arasından tek bir tanesini dilime düşüremeden, koca bir belirsizliğin içinde kendimle savaşarak her şeyi çıkmaza sokmaya devam ettim. Ağaç köklerinin toprağın derinliklerine inmesi gibi zihnimin ve geçmişimin derinlerine indim. Ağaç köklerinin toprağa tutunduğu gibi zihnimde ya da geçmişimde bir şeye tutunabilseydim eğer tüm yaşananların üstesinden gelebilir ve hatta zehirli düşüncelerimi temizleyebilirdim. Kendi kendimi yokuşa sürdüm ve bir uçurumun kenarında binlerce kez sallandırdım. Düştüm. Çünkü kendimi itmeyi seçtim. Kendimi binlerce kez yaraladım ancak yaralarımın üstüne her seferinde umutlarımı tüm inancımla düğümledim. Kendime her zaman acımasız davrandım çünkü kendi cezamı kesersem beni kimse yaralayamaz sandım. Tüm bu sanrılarımın gölgesinde celladım kendim oldum. Kendime her zaman silah kuşandım, kalkan oldum ve sonunda yine kalbime bıçağı saplayan kendim oldum. Kendimden kaçabilseydim eğer, sığınacağım kişi yine kendim olurdum.

Kendime kızgındım, bana değer verdiğini düşündüğüm için bana zarar veremeyeceğini sanmıştım. İçimde bir yerlerde açılan o yarayı iki göğsümün arasında alev alev hissediyordum. Sanırım bu ona değer verdiğim ve güvendiğim içindi. Ateşle oyun olmayacağını tenimiz yandığında öğrenirdik, birine güvenmemeyi ise canımız yandığında. Öğrenmiş olmayı umut ettim, bir daha aynı hataya düşmemek ve yenilmemek için.

Okula gitmeyişimin üçüncü günündeydim. Telefonumu henüz açıyordum ancak beni evde rahatsız eden olmamıştı. Telefonumun ekranına düşen bildirimleri izlerken ölü gibi geçirdiğim iki günü düşündüm. Sadece yatağın içindeydim ve temel ihtiyaçlarım dışında yerimden kalkmamıştım. Düşüncelerimin içinde tam anlamıyla boğulmayı seçmiştim. Her şey anlamını kaybetmiş gibiydi ve ben koca bir hiçliğin içinde acı çekmiştim.

Telefonuma gelen mesajların çoğu Ezgi’dendi. Sürekli ona cevap vermemi istemiş, meraklı sorularını defalarca kez yazmıştı. Talha sadece iki kez aramıştı. Telefonumu kırışık çarşafların arasına atıp yataktan kalktığımda duş alıp kafamın içini boşaltmak ve hatta mümkün olsaydı yıkamak istiyordum. Soğuk suyu açtıktan hemen sonra soyunmaya başlamıştım. Altında defalarca ürpereceğimi bildiğim soğuk suyun altına girdiğimde dişlerimi sıkıyordum. Sırtımın acısı hafiflemişti ve rengi biraz daha yerine gelmişti. Ürpertiyle hızlı nefesler almaya başlamıştım. Hızlıca şampuanlanıp vücudumu yıkarken hızlı hareket ediyordum. Bugünü evde geçirmeyecektim. Belki önce okula gider, sonra da sokaklarda gezinirdim. Bu biraz olsun kendimi iyi hissetmeme yardım edebilirdi. Hasta gibi hissediyordum, tıpkı onun söylediği gibi.

Arınıp sudan çıktığımda oyalanmadan havluya sarınmıştım. Uzun saçlarımı büyük bir havluyla sardığımda aynanın karşısında dikilmiş kendimi izliyordum. Gözlerimin altı uykusuzluktan çökmüştü ve tenim solgun görünüyordu. Yüzümdeki yaralar daha çabuk iyileşmişti ancak çenemdeki morluk hâlâ belirgindi. Kendimi izlemeye daha fazla dayanamayarak üstümü giyinmek için içeri dönmüştüm. İç çamaşırlarımı üzerime geçirdikten sonra altıma düz siyah bir tayt ve üstüme de yarım boğazlı kısa kazağımı giyindiğimde nasıl göründüğüme dahi bakmamıştım. Saçlarımı kuruttum ve makyaj için aynaya baktım. Gözlerimin altını iyice kapatıp kızarık gözlerime kahve bir far sürmüştüm. Yüzüme hafifçe fondöteni dağıtıp rimeli sürdüğümde dudaklarımı sadece nemlendirmiştim. Farklı görünüyordum. Yeşil gözlerime pus dağılmış gibiydi. Sanki siyah bir mürekkep gözlerime bulaşmıştı ancak karanlığı getirebilmek için yeterli değildi. Derin bir iç çekerek uzun, siyah paltomu giyindim ve çantamı omzuma aldım. Dizlerimin altına gelen çizmelerimi giydim ve telefonumu çarşafların arasından alıp cebime attım. Kapı koluna asılıp kendimi dışarı attığımda içime derin bir nefes çekmiştim. Bir süre dikilip bekledim ve içimdeki isteksizliğe yenilmemek için direndim. Yürümeye başladığımda çok geçmeden Talha görüş alanıma girmişti. Dağınık saçları ve morarmış göz altlarıyla yorgunluğu kendini belli ediyordu. Onu görünce bir an duraksasam da bakışlarımı başka tarafa çevirip ondan ters yöne doğru yürümeye devam etmiştim. Onunla konuşmak istemiyordum. İki göğsümün ortasında beliren sıcaklık sinirlerimi bozuyordu.

‘’Aden!’’ diye arkamdan seslendiğinde durmamıştım. Yoluma devam ederken sesinin derinlerime kadar ulaşmış olması beni daha da rahatsız ediyordu. Onu affetmekten değil onunla yeniden karşılaşmaktan korkuyordum. Aynı şeyleri tekrarlayacağından emindim. İnsanlar yapmaması gereken hataları hiç yapmamışçasına yapardı. Ben de yine aynı hatayı yapmaktan korkuyordum. Ona güvenmek istemiyordum. İçimde bir yerlerde yaptığını hafifletmek için sayfalarca neden sunan bir taraf vardı ve orayı yakıp yıkmak istiyordum.

‘’Aden lütfen, konuşalım.’’

Sesindeki çaresizliği umursamamaya çalıştım.

Çaresizliğin verdiği o yıkımı tüm benliğimde hissetmiştim. En iyi tanıdığım histi ve en nefret ettiğim his. Onun da bu hissi yaşıyor olması canımı yaktı. Hemen arkamda çıkardığı ayak seslerini duyabiliyordum.

‘’Konuşulacak bir şey yok!’’ derken sesim düz ve ifadesiz çıkmıştı. Kendimi alkışlama isteğimi ona üzülen tarafım bastırmıştı. Onu seviyordum ve yeri benim için her zaman ayrıydı. O yerin değişmemesi için onunla görüşmek istemiyordum.

‘’Biliyorum, seni üzdüm. Bırak da telafi edeyim,’’ dediğinde duraksadım ve ona döndüm.

‘’İstemiyorum. Çünkü bu telafi edilebilecek bir şey değil. Yaşandı ve her zaman orada duruyor olacak. Senin yapmak istediğin şey birkaç güzel anıyla üstünü örtmeye çalışmak. Seni önceki gece uyarmıştım ve sen bunun üstüne bunu yaptın. Seni görmek istemiyorum, hasta olduğumdan değil hasta olmak istemediğimden.’’ Sesimdeki sakin ancak acımasız tınının içine işlediğini gözlerinde gördüğümde cevap vermesini beklemeden önüme döndüm. Onu böyle görmeyi istemiyordum. Gözlerinin içine bakmaya devam etmek kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu.

Etrafıma sarılan kollarla durmak zorunda kalmıştım. Saçlarımın arasına karışan nefesini hissedebiliyordum. Bedenim gerilirken kollarının arasından çıkmak için herhangi bir harekette bulunmamıştım.

‘’Lütfen, söz veriyorum bir daha olmayacak. Sana bir daha böyle hissettirmeyeceğim.’’

Sesi ruhuma ulaştı, bir fotoğrafın ucu ateşe verildiğinde hissettiği acıyı hissetmeye başladım. Bir fotoğrafın içine hapsolmuştuk ve o fotoğraf ateşe verilmişti. Ona ait hatıralarım zihnimde kıvranmaya başlamıştı. Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktığında yutkunmuştum. Boğazıma yükselen yumruyu geri gönderebilmek adına defalarca kez yutkundum ve yutkundum. Zihnimde çatışmaya başlayan düşüncelerim dişlerimi sıkmama neden oluyordu. Ona kucaklamaya hazır olan tarafım can çekişiyor gibiydi. Elleri o fotoğrafa uzandı ancak ateşi canını yaktı. Kızgınlığım ona değil kendimeydi ve ona karşı hissettiğim tek şey kırgınlıktı. Sanki benden çok değerli bir şeyi almış ve yok etmişti. Bunun için ona kızmayı çok istedim, olamadı. Çünkü o değerli şeyi almasına ben izin vermiştim.

‘’Sana kızgın değilim, bırak da kafamı dağıtayım.’’ Sesim güçsüz çıkmıştı. Soluk bir nefes kadar güçsüz.

Kolları bir süre sonra yavaşça gevşedi ve ona dönmeden yürümeye devam ettim. Arkamda bıraktığım o şeyi görmek istemiyordum ve adımlarım saniyeler aktıkça hızlanıyordu. Taksi durağını gördüğümde çok geçmeden okula doğru yola çıkmıştım.

Onu orada öyle bıraktığım için tuhaf hissediyordum. Fevri davrandığımı söyleyen tarafım mantığım tarafından dışlanıyordu. Kendi içimde kendime yabancı hissetim. Sevilmeyen bir mahalle arkadaşı kadar kendime karşı kırgın ve çaresiz hissediyordum. Ruhumun o parçasını karanlığa teslim ettim ve karanlıkta gözlerinden akan o hüznü görmesini engelledim. Kendim için karanlığı sinsice inime indirdim ve saklanmayı böyle öğrendim. Acılarımın gölgesini o karanlıkta birer birer boğdum, böylece var olduklarını reddetmelerini sağladım. Acılarımın gölgeleri yoktu, onları görmemezlikten gelirken birer hiçten ibaret olduklarına ikna ettim. Zihnimde onunla ilgili düşünceleri bir halının altına süpürmek istiyordum ve başka bir şey düşünmeyi denedim. Başka bir acının derinlerine inmek ve hiç bilmediğim acıyı tatmak istedim. Kendime yaptığım bu şeyi anlamaya çalışıyordum. Tüm acılarımı ertelemek için başka bir acıyı mı sahiplenmeye çalışıyordum? İçimde bir ses yankılandı. Sesi acımasız ve karanlıktandı.

Aptal.

 Kafamı cama yaslamış dışarıyı izliyordum ve yol kenarlarındaki bankları gördüğümde içimde adını koyamadığım bir his belirmişti. Onunla birlikte bankta oturmuş ve bir aptal gibi omzuna başımı koyarak ağlamıştım. Bana dokunmasına izin vermiş ben de ona dokunmuştum. Bunu yapmış olmak kendimi aptal gibi hissetmeme neden oluyordu. Onu son gördüğüm yer evimin önüydü ve o günden beri onu ne görmüştüm ne de herhangi bir iletişimde bulunmuştum. Ondan herhangi bir şey beklemiyordum ancak içimde ona kızgın olan tarafa ne ad koyacağımı bilmiyordum. Onu görmediğim zamanlarda zihnimde beliren görüntüsünü söküp atmak istedim, düşüncelerime kazınmış gibiydi.

Okulun önünde durduğumuzda çok geçmeden taksiden inmiş fakülteye doğru ilerliyordum. Derse girecek ve sonrasında dışarıda vakit öldürecektim. Derin bir nefes alıp düşüncelerimi savuşturmaya çalıştım. Uyuşuk adımlarım sonunda durdu ve başımı gökyüzüne çevirdim. Hiçbir şey yapmak istemiyor ve boğuluyormuş gibi hissediyordum. Derinlerimde büyüyen ve durmak bilmeyen şey beni deli ediyordu. Her şeyin tekrar kötüleşeceğine dair fısıltıların içinde sıkışıp kalmıştım ve bir çığın içinde sürükleniyor gibi hissediyordum. İçimdeki çığlık büyüdü büyüdü ve büyüdü…Tam da bu anda annemin saçlarımda gezinen parmaklarını hissetmek istiyordum. Kokusundaki o karşılıksız mutluluğu tekrar kalbimin her köşesinde hissetmeyi istiyordum. Köşe bucak kaçtığım düşüncelerim annemden ibaretti. Ne zaman onunla ilgili bir anıma yakalansam dışarı çıkmayı başardığımda bir enkazdan farksız oluyordum. Özlemini her hücremde hissediyor ve gitmiş olmasına dayanamıyordum. Sanki annem gittiğinde güzel olan her şey de gitmişti ve onun gibi bir daha asla geri gelemeyeceklerdi. Annem gitmişti ve her şey bir çıkmaza girmeye o gün yemin etmişti. Annem gitmişti ve dünyam tersine dönmüştü. Biliyordum, üstümde sıcak bir esintiyle çırptığı o kanatların gölgesi şefkatti ve o gittiğinde gölgesinin varlığı da beni terk etmişti.

Kendimi zorladım ve yürümeye devam ettim. İçimdeki isteksizlik fazla gelmeye başlasa da direndim. Kapıdan içeri girdiğimde gözlerim yerdeydi. Dersin olduğu sınıfa girdim ve sınıftaki uğultu yavaş yavaş silindi. Kafamı kaldırıp etrafa göz gezdirdiğimde göz göze geldiğim insanları umursamadım ve köşedeki boş yere doğru ilerlemeye devam ettim. Yerime oturduğumda çok geçmeden telefonum titremişti.

Onu hala rehberime kaydetmemiştim. Mesaj bildiriminin üstüne dokunduğumda sırıttığımın farkında değildim.

Dışarı gel.

Sırıtmayı bırakıp kaşlarımı çattığımda cevap yazmaya başlamıştım.

Neden?

Emir veren cümleleri sevmiyordum. İçimdeki huysuzluğun katlanmasına neden oluyordu. Çok geçmeden telefonum tekrar titremişti.

Seni yine gelip almamı mı istiyorsun?

Gözlerimi defalarca kez devirmek istesem de yapmadım. Cevap vermemeyi düşünsem de kendimi tutamadım.

Sanırım bunu hemen huy edindin.

Telefonumu cebime koyup başımı kaldırdığımda gözlerim kapıya ilişti. Orada öylece dikiliyordu ve gözlerini bana dikmişti. İstemsizce ürperdim. Keskin yüz hatları her zamankinden daha katı görünüyordu. Kendimi ona çekilirken bulduğumda yerimden kalkmış ona doğru ilerlemeye başlamıştım. Gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Büyülenmiş gibi hissediyordum ve kokusunu içime çekmek için sabırsızlanıyordum. Ona yaklaştığımda kapının önünden geçmem için geri çekildi. Koridorun kenarında durduğumda beni izliyordu. Yutkundum ve kokusunun etrafımı sarmasına şahit oldum. Çok güzel kokuyordu ve kokusu başımı döndürüyordu.

“Neden sadece gelmiyorsun?” Dediğinde sesi kulaklarımı bir ninni gibi doldurmuştu.

“Çünkü bana emir vermeye çalışıyorsun. Bunu sevmiyorum,” dediğimde kaşları çatılmıştı. Bir şey söylemesine fırsat vermeden devam ettim. “Neden çağırdın?” diye devam ederken vücudumu saran sıcaklığı yok saymaya çalıştım.

Eli ilk önce önüme düşen saçıma uzandı ve sonra gözlerime baktı. Saçımı diğerlerinin yanına ittiğinde yutkundum.

“Disipline verildin, o gün olanlar için,” dediğinde önemsiz bir şeyi söylüyor gibiydi. Kaşlarım havalandı ve dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

“Beni şikâyet mi etti yani?” Sinirlerimin hareketlendiğini hissettim.

“Bir şey olmayacak, ben halledeceğim,” dediğinde kaşlarım çatıldı.

“Neden sen hallediyorsun?” diye çıkıştığımda kaşları çatılmıştı.

“Çünkü yönetimdeyim ve sizi gördüm. Senin için özel bir şey değil.” Sesi duygusuzdu ve kendimi kötü hissedeceğim kadar mesafeliydi.

“Aden.” Sesin geldiği tarafa döndüğümde Ezgi’yi görmem gecikmemişti.

“Ezgi.” Gülümsemeye çalışıyordum.

“Neden telefonun kapalı, benim suçum ne beni neden merakta bırakıyorsun?” derken boynuma sıkıca sarılmıştı.

Sırtını sıvazlarken ona bakmaya devam ediyordum. Diyecek bir şey bulamayıp öylece bekledim. Boynumdan ayrılıp üzgün gözlerle yüzüme bakmaya başlamıştı. Bir şey söylemediğimi görünce kaşlarını çattı.

“Akşam yanına geleceğim, şimdi dersim var buna şükret,” dediğinde çok ciddi görünüyordu. Yanımızdan ayrıldığında tekrar ona dönmüştüm. Ağzımı açtığım sırada ne söyleyeceğimi bilemeyerek geri kapattım ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Ona sinirlenmiştim ve nedenini bile bilmiyordum.

Henüz birkaç adım atmıştım ki bileğimi kavrayan sıcak parmakları tenimin kavrulmasana yetti. Ona dönmek zorunda kalmıştım.

“Ben söyleyene dek okula gelme,” dediğinde kaşlarım tekrar havalanmıştı.

“Neden? Derslere de mi giremiyorum?” Aksi bir ses tonuyla konuşuyordum.

“Girebilirsin, sadece gelmemen gerekiyor.”

“Neden?” İçimdeki merak katlanıyordu.

“O geceden beri ilgi çekiyorsun,” dediğinde yutkundum.

“Kim?” Dediğimde sabırsızlıkla nefesini dışarı bıraktı.

“Kim olduğunun bir önemi yok, sadece gelme.” Sesi sert ve keskindi.

Bir süre gözlerini izledim ve irislerine düşen gölgeye şahit oldum. Yavaşça yutkunup başımı salladığımda onu onaylamıştım.

“Seni evine bırakacağım,” derken anlayıp anlamadığımı kontrol eder gibiydi. Soru cümlelerimi yuttum ve onu başımla onayladım. Çok geçmeden eve gitmek istemediğimi hatırladığımda aceleyle konuşmuştum.

“Hemen eve mi gitmek zorundayım?” Derken bir çocuk gibi görünüyor olmalıydım.

Dudağının kenarının kıvrıldığına yemin edebilirdim ancak bu çok kısa sürmüştü.

“Yapman gereken bir şey mi var?” Sesi neredeyse anlayışlıydı.

“Hayır, eve gitmek istemiyorum.” Sesim çatlamıştı. Yüzümü inceleyip kolumu tuttu ve beni yürütmeye başladı. Hızlı yürüyordu ve ona ayak uydurmamak için elimden geleni yapıyordum.

“Beni sürüklemek hoşuna gitmeye başladı değil mi?” Sesim öyle huysuz çıkmıştı ki beni bırakmasını bekledim. Herhangi bir tepki vermediğinde kolumu ondan çekmek için bir hamle yapmıştım. Eline uzandığımda elimi tutmuş beni diğer yanına geçirmişti ve elimi bırakmadan kolunu üstümden belime indirmişti. Tüm bedenim alarma geçti. Parmaklarımı bıraksa da eli hala belimdeydi. Damarlarımdan akan kanın gümbürdediğini hissettim ve kalbim göğüs kafesimi parçalamak istercesine hızlı atmaya başladı. Yüzüne baktığımda önüne bakıyordu. Sıcaklığını hissediyor olmak her bir hücremi uyarmıştı. Aramızda kalan kolumu o günkü gibi sırtına çıkardım ve ceketine tutundum. Defalarca kez yutkunmuştum ve gözlerimi yere dikmiştim. Bunu neden yaptığımı ve ona neden izin verdiğimi bilmiyordum. İçimde esiri olduğum bir his vardı ve ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Beni bilmediğim bir denize götürmüş gibiydi ve içine girersem ne olacağından habersizdim.

Otoparka doğru yürüyorduk ve konuşma isteğiyle dolup taşıyordum. Arabanın yanına varmamıza henüz birkaç adım kalmışken duraksamıştı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda ileriye doğru baktığını görmüştüm. Yüzü ifadesizdi ancak gözlerindeki şey ürpertici görünüyordu. Sanki her an her yeri ateşe verecek gibi bakıyordu. Bakışlarını takip ettiğimde arabanın üstünde kollarını birleştirmiş sinir bozucu bir şekilde gülümseyen adamı fark etmem uzun sürmemişti. Dağınık koyu saçları vardı ve kirli sakalları gülüşünü çevreliyordu. Gözlerindeki alayı buradan ayırt edebiliyordum ve bu tedirgin hissetmeme neden oluyordu. Elini belimden indirdi ve elime arabanın anahtarını tutuşturdu.

‘’Arabaya bin,’’ derken sesi sakin çıkıyordu ancak çatılan kaşları ve kasılan çenesinden sesindeki sakinliğin sahte olduğunu anlayabiliyordum.

Ona itiraz etmedim ve arabaya bindim. Ben arabaya binerken o da adama doğru gidiyordu. Gitmeden önce gözlerinde yanmaya başlayan ateşin daha belirgin hale gelmesine şahit olmuştum. Zihnimde biriken soruların arasında yapabileceğim tek şey beklemekti. Çok geçmeden bir gürültü koptu ve bir inilti aralıksız bir şekilde etrafta yankılanmaya başladı. Panikle ne yapacağımı bilemeden bir süre bekledim. Tüm bedenim alarma geçmişti ancak arabadan çıkmak konusunda kararsız kalmıştım. Korkuyla yavaşça kapıyı açtığımda ne göreceğimden habersizdim. Sonunda dışarı çıkıp arabanın üstünden oldukları tarafa baktığımda sadece onu görebiliyordum ve çıkan sesin ondan olmadığını fark ettiğimde tuttuğum nefesimi sertçe dışarı bırakmıştım. Yere doğru bakıyordu ve diğer adamın yerde olduğunu düşünmeme neden oluyordu. Başını kaldırıp gözlerime baktığında yutkundum. Sinirli görünüyordu.

‘’Arabaya bin,’’ dediğinde ona doğru yürümek istiyordum.

‘’Buna engel olamazsın!’’ Sesindeki acı kasılmama neden olmuştu. Artık adamın yerde yattığına emindim. Arabanın yanına çöküp aşağıdan ona bakma istediğimi dizginledim ve onu dinledim. Arabaya geri bindim ve parmaklarımla oynamaya başladım. Burada durmak istemiyordum. Kısa bir bağırıştan sonra tüm ses kesilmişti. Sürücü kapısının camını izliyordum. Sonunda görüş alanıma girdiğinde koltuğa yerleşmesini bekledim. Kapıyı kapatıp bana döndüğünde elini uzatmıştı

‘’Anahtar,’’ dediğinde bir süre tepki vermedim.

‘’Kimdi o?’’ sesimin güçlü çıkması için çaba vermiştim.

‘’Seni ilgilendiren biri değil.’’ Deyip kaşlarını kaldırdı ve çenesiyle bana uzanan elini gösterdi.

Anahtarı avcuna koyup önüme döndüğümde içimdeki sese engel olamıyordum. Aşağı inip o adama yardım etmek istiyordum ancak yapmadım. Bu bana kendimi acımasız hissettirmişti. Araba yola girdi ve ben sadece etrafımdan akıp giden binaları izledim. Göz ucuyla ona baktığımda kolunu cama dayamış ve elinin tersini dudaklarına yaslamıştı. Sanki az önce hiçbir şey yaşanmamıştı, fazlasıyla sakin görünüyordu. Kirli sakalları görmeyeli biraz daha uzamıştı ve güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Onu izlerken tenine dokunma isteğim kabarıyordu. Yutkunup önüme döndüğümde gerginlikle boynumu ovuyordum.

Nereye gittiğimizi sorgulamamayı seçtim ve başımı cama yasladım. Hava iyice kapanmıştı ve kara bulutlar tüm gökyüzünü sarmıştı. Arabadaki sessizlik şaşıracağım şekilde zihnime de yayıldı ve bu sessizlik beni ilk defa rahatsız etti. Zihnimin, onun sesiyle ve anlatacağı şeylerle dolup taşmasını istedim. Bu gerçekleşmeyeceğini bildiğim bir istekti ve gerçekleşmedi. Ağzımdan bir kelime özgürlüğüne kavuşacak olsa bu sessizliğin içinde un ufak olup kaybolup gitmesinden korktum. Hevesimin kırılmaması için heveslenmemeyi seçtim. Bu, elini ateşe uzattığımda yanacağımı bildiğim için elimi ateşe uzatmamak gibiydi.

Arabanın hızı düştü ve sonunda yolun kenarında durdu. Kafamı kaldırıp düşüncelerimden sıyrıldım ve etrafa göz gezdirdim. Eve gelmediğimizi fark ettiğimde yüzümü ona çevirdim.

‘’Nereye geldik,’’ derken gözleri gözlerime tutundu ve yutkundum.

‘’Ne yapmak istiyorsun?’’ Sesi o kadar umursamaz çıkmıştı ki kaşlarım çatıldı.

‘’Bir şey yapmak istemiyorum,’’ dediğimde koltuğa geri yaslanmış gözlerine bakmayı bırakmıştım. Umursamazlığı eve gitmek istememe neden olmuştu.

Nefesini bıraktığını duyduğumda gülümsediğini düşünmüştüm. Yine de yüzüne bakmamak için özen gösterdim. Kapısını açıp arabadan indi ve acele etmeyen adımlarla arabanın önünden dolandı. Kapımın yanına vardığında kafamı ona çevirmiştim. Kapıyı açıp elini arabanın üstüne yasladığında yüzündeki yarım ağız gülümseme gözlerimin dudaklarına odaklanmasına neden olmuştu. Oyalanmadan gözlerimi gözlerine çıkardım, gözlerimin içine bakıyordu. İçimde dolandığını hissettiğimde yutkundum, gözlerimi kaçırmak istesem de başaramamıştım. Bir süre sadece gözlerime baktıktan sonra dudakları konuşmak için aralandı.

‘’Neden sürekli aksileşmek istiyorsun?’’ Sesi sakin ve pürüzsüzdü. Sesinden tepkisini ölçmeye çalıştıysam da içinde bir ifade barınmıyordu. Sadece güzel bir sesi var, diye düşündüm.

‘’Aksileşmiyorum,’’ dediğimde kısaca yola doğru baktı ve tekrar bana döndü.

‘’O halde neden arabadan inmiyorsun? İstediğin başka bir şey mi var?’’ Sesindeki alay kaşlarımı çatmama neden olmuştu.

‘’Neden ineyim? Ne isteyebilirim?’’ Sesim şüpheci ve aksi çıkıyordu.

‘’Çünkü eve gitmek istemedin. Seni benim mi indirmemi istiyorsun?’’ Sesindeki her ne ise içimde bir ürpertinin gezinmesine neden olmuştu. Beni tehdit etmiyordu ancak ürpermeme engel olamamıştım.

Boştaki elini bana uzattığında gözlerimi devirmiştim.

‘’Kendim inerim,’’ dediğimde elini önümden çekmemişti. Gözlerinin içinde gezinen gölgeleri izledim, beni davet ediyor gibiydi. Yine gözlerinde gezinirken kaybolduğumu fark ettim ve bir uçurumun kenarından düşüyormuş gibi hissettim. Bu elini tutma isteğimi artırıyordu.

Yavaşça elimi avcunun içine kaydırdığımda uzun parmakları bileğime kadar uzandı ve damarlarımdaki kanın kaynadığını hissettim. Sıcaklık çok geçmeden tüm bedenimi ele geçirmişti. Nefesimi dudaklarımın arasından bıraktığımda tam dibinde dikiliyordum. Eli hala arabaya yaslıydı ve etrafımı çevrelemiş gibi hissediyordum. Damarlarımın üstündeki başparmağı yavaşça hareket etti ve bu uzunca bir süre devam etti. Kokusu ruhuma ulaştı ve kalbim göğüs kafesimi yoklamayı hiç bırakmadı. Gözleri gözlerimden bir saniye dahi ayrılmamıştı. Bana bir şey söylemek istediğini düşündüm ancak öyle bir şey olmadı. Yutkunup ondan uzaklaşmak için bir neden aradım. Karşısında dikilirken güçsüz hissediyordum ve bunun tek nedeni bir şeyleri görecek olmasından kaynaklanıyordu. Başımı yana yatırıp kuruyan dudaklarımı ıslattım.

‘’ Neden bana bu kadar yaklaşıyorsun?’’ dediğimde dudağının kenarı kıvrılmıştı. Sesimdeki ifade sahte bir rahatsızlıktı, bunu anladı.

Söylediğimin bir anlamı yokmuş gibi yüzümün önünde savrulan saçlarımı sırtımdan aşağı bıraktı. Bunu yaparken hafifçe kaşlarını çatmıştı. Bu hareketi beni rahatsız etmemişti, aksine bu hoşuma gitmişti. Gözlerime daha derinden baktığında gözlerimi kaçırmak istiyordum ancak inatla yapmıyordum.

‘’Bundan rahatsız mı oluyorsun?’’ dediğinde sesi ona biraz daha yaklaşmamı istiyor gibi çıkmıştı. Ben konuşmadan sakince devam etti. ‘’Neden geri çekilmek için bir şey yapmıyorsun o halde?’’ Yüzündeki ifade ciddileşti ve ona biraz daha yaklaştığımı yeni fark ettim. Damarımın üzerini okşayan parmağı durdu ve bekledi. Cevap vermem için bekliyordu.

‘’Sadece nedenini sordum,’’ derken rahatsızlık meselesinden uzaklaşmak istiyordum. Ondan rahatsız olmamaktan rahatsız oluyordum. Ondan alacağım cevap için tüm hücrelerimin ayaklandığını hissettim. Bir an, kısa bir an onu sadece burada görmediğimi düşündüm.

‘’Bir nedeni yok,’’ derken sesi dümdüzdü. Bu canımı sıkarken elimi bırakıp etrafımda yarattığı dünyayı alıp gitmesini izledim. Esen rüzgâr içime işledi ve kaynayan kanımı damarlarımda dondurdu. Rüzgârı ilk defa soğuk olduğu için suçladım, ilk defa rüzgâr yerine beni normalde rahatsız eden o sıcağı istiyordum. Onun etrafımda yarattığı dünyadaki sıcaklığı istiyordum.

Derin bir nefes çektim ve kendime gelmeyi umdum. Arabanın kapısını kapatıp peşine takıldığımda üstümdeki duygu yoğunluğunu atabilmek adına yavaş adımlarla yürüyor ona yetişmek için çabalamıyordum. Kaldırımda ilerlerken gözlerimi sırtına dikmiş paltoma sokulmuştum. Omzunun üstünden bana baktıktan hemen sonra duraksadı ve kaşlarını çattı.

‘’Yanımda yürü,’’ dediğinde sesindeki ciddiyet gözlerimi devirmeme neden olmuştu.

‘’Neden?’’ dediğimde yavaş yürümeye devam ediyordum.

‘’Gerçekten soruyor musun?’’ Aptalca bir soru sormuşum gibi tepki vermişti ve yüzündeki ifade beni gülümsetti. Gülümsememi büyütüp dişlerimi ortaya çıkardığımda kaşları havalanmıştı.

‘’Evet,’’ derken hala gülümsüyordum. Nedensizce yüzü gülmeme neden oluyordu. Ya da ilk defa yüzündeki ifadenin masum olduğunu düşündüğümdendi.

Yanına ulaştığımda ona gülerek bakmaya devam ediyordum. İçimi kaplayan bir şey vardı ve bu huzurlu hissetmeme neden olmuştu.

‘’Neden gülüyorsun?’’ Anlamsız gözlerle yüzüme bakmaya devam ediyordu.

‘’Gülmemeli miyim?’’ Gülmeye devam ediyordum.

Birlikte yürümeye başladığımızda yüzümü incelemeye devam ettiğinin farkındaydım ve bunu zaten saklamıyordu. Beni bir apartmana soktuğunda yüzümdeki gülümseme silindi ve yerini şaşkınlığa bıraktı.

‘’Nereye gidiyoruz?’’ derken sesim tedirgin çıkmıştı. Asansörün düğmesine bastı ve yanımda dikilmeye devam etti.

“Korkuyor musun?” Sesindeki alaycı tını kaşlarımı çatmama neden olmuştu.

“Korkmam mı gerekiyor?” Tek kaşımı kaldırmış ciddiyetle yüzüne bakmaya başlamıştım. Kalbimin hızlandığını hissettim.

Asansörün geldiğini belirten o tiz ses kısa ama derin sessizliğimizin arasına düştüğünde gözlerime bakıyordu. Sadece omuzlarını silkip asansöre bindiğinde sertçe yutkundum. Çenemi kaldırıp peşinden gittiğimde ensemdeki tüylerin ürperdiğini hissedebiliyordum. Tedirgindim ancak her an arkasına saklanabilecekmişim gibi bir güven etrafımı sarmıştı. Kendime defalarca kez kızdım ve acımasızca azarladım. Ona güvenmemeliydim. Neden bu kadar rahat davrandığımı bilmek istedim. Bu rahatlığımın tek sebebi Talha ile olan yakın ilişkisi olamazdı, olmamalıydı. İçimdeki her duvarı yumrukladım ancak bir cevap alamadım. Hiç olmadığı kadar sessizliğe gömülmüş hissediyordum. Zihnim durgundu, ruhum durgundu. Sanki içime girmişti ve her hücrem onu inceliyor, tartıyor ve tanımaya çalışıyordu. Yutkundum, burada ne işim olduğunu bilmiyordum ancak sorgulamayı bıraktım.

En üst kata gelen asansör durdu ve kapılar iki yana kaydı. Peşinden gidiyordum ve gözlerim etrafı inceliyordu. Etraf temizdi ancak bina eskiydi. Duvarlar taştandı ve bu güzel görünüyordu. Önüne geldiğimiz kapının kilidine anahtarını yerleştirdiğinde kaşlarım havalanmıştı.

“Evin mi?” Diye düşünmeden sormuş, onu izliyordum. Çok geçmeden kapıyı açtı ve içeri girdi.

“Hayır,” dediğinde sesi netti.

Merakla içeriye girip etrafa göz gezdirmeye başladığımda kapıyı kapattığını duymuştum. Karşımda duran manzarayla büyülenmiş gibi hissettim. Şehre bakan taraf tamamen camdı ve kapıdan girer girmez şehrin içine tekrar adım atmış gibi hissetmiştim. Başka oda ya da bir evde bulunabilecek hiçbir şey yoktu. Önüne gittiğim cama arkamı döndüğümde büyük şömineyi görmem gecikmedi, işlemeleri çok eski görünüyordu ve yine de sağlam olduğu belliydi. Yerler kahverengi tahtalarla kaplıydı ve yürürken çıkan o ses iyi hissetmeme neden oluyordu. Duvarlar taşla örülmüştü ve tavan yoktu, direkt çatı görünüyordu. Gördüğüm her şey hoşuma gidiyordu ancak gülümsediğimi bakışlarım onunla kesiştiğinde fark etmiştim. Şöminenin yanındaki koltukta oturuyordu ve beni izliyordu. Yutkunup ona doğru yürümekten kendimi alamadım. Gözümdeki güzelliği dahası olabilirmiş gibi arttı ve gözlerinin üzerimde olması hoşuma gitti. İlk defa üzerimde gezinen gözler beni rahatsız etmiyordu.

“Çok güzelmiş,” dediğimde düşünceli gözlerle yüzüme bakıyordu.

“Evet,” dediğinde karşısındaki koltuğa oturdum. Deri kumaştan çıkan ses içeride dolandı.

Gözlerimi ondan çekmedim ve ne söylemem gerektiğini düşünürken dudaklarımı ıslattım. Göz bağımız koptu ve bakışları dudaklarıma kaydı.

“Burası ne için?” Derken sesim neşeli çıkmıştı ve bu kendimi yadırgamama neden olmuştu. Bana bunu açıklayacağından emin değildim.

“Henüz bir anlamı yok.” Sesi sakin ve düşünceli çıkmıştı. Kulaklarıma ulaşan sesi içime kadar nasıl ilerliyordu bilmiyordum ancak tüm bu hislerin yanında beliren korku yutkunmama neden oluyordu.

“Düşündüğün bir şey yok mu?” Sorduğum soruyla birlikte şömineye bir odun daha attı. Uçuşan kıvılcımlar ve çıkardıkları sesler hoşuma gitmişti. Ateş büyümeye başlayıp sıcaklığını etrafına yaymaya başladığında arkasına yaslanıp gözlerini gözlerimle buluşturdu. Yanan ateşin alevlerinin gölgesi yüzünde geziniyordu. Ceketini çıkarmış ve koltuğun kenarına asmıştı. Kendini hafifçe aşağı kaydırdı, rahat görünüyordu. Nefes alışverişlerini duyabiliyordum.

“Henüz yok,” dediğinde başımı aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim.

Sıcaklık bana ulaşmayı başardığında başım ağırlaşmaya başladı. Kolumu koltuğun kenarına dayayıp başımı elime yasladığımda ceketinin cebinden çıkardığı sigara paketini gördüm. İçinden bir tane alıp paketi sakince geri koydu. Sigarayı ağzına götürdü ve çakmağı çabasız bir hareketle ateşledi. Sigaradan çıkan ses kulaklarıma ulaştı ve ciğerlerine dolan zehri hissettim. Ciğerlerindeki havayı dışarı bıraktı ve duman havada asılı kaldı. Tepki vermeden onu izliyordum. Sakindi ancak aklında dönüp duran düşünceleri hissedebiliyordum. İnce uzun parmaklarının arasına yerleşen sigara her an düşecek gibi duruyordu. Kaşları çatılmış ve ortasında bir çizgi belirmişti, sanki gidip o noktaya yavaşça dokunsam düşünceleri zihninin dört bir yanına kaçıp saklanacaktı. İçimde bunu yapmak isteyen tarafı dizginledim ve sadece onu izlemekle yetindim. Her hareketini zihnime kazıyordum.

Gözleri tekrar benimle buluştu ve içinde bilmediğim o ifadenin altında ezildiğimi hissettim. Gözlerindeki ifade içimde bir yeri ateşe verdi ve o ateşi söndürmek için gösterebileceğim tek çaba yutkunmak oldu. Havada asılı kalan o duman büyüdü ve üstünde bakışlarımız asılı kaldı. Sessizce gözlerinin içinde geziniyordum. Aramızda dilimize dökülmeyen bir savaş vardı, ikimiz de birbirimizi anlamaya çalışıyorduk. Bakışlarının altındaki gerçeği göremedim. Sanki beni istediği yere kadar yürütüyordu, neyi göreceğime o karar veriyordu. Yutkunup onun da göremiyor olmasını diledim. Şeytanın eteklerinin dibine çöktüm ve beni saklamasını istedim.

İçeriye düşen aydınlık yavaş yavaş sönüyordu ve yüzüne düşen gölgeler belirginleşiyordu. Bakışları ondan kaçmak isteyen tarafımı tetiklemeye devam etti ancak yapmadım, yenilmek istemiyordum. Biten sigarasını ateşe attığında bakışlarımız ayrıldı ve içimde sessiz bir inilti koptu.

Üstümdeki palto beni terletmeye başladığı için çıkarıp onun gibi koltuğun kenarına astım. Kalbime düşen gölgenin ağırlığını hissetmeye başladığımda gözlerimi yere dikmiştim.

“Orada ne yapıyorsun?” Derken bu sorunun zihnime düştüğü anı bile hatırlamıyordum.

Gözlerimi kaldırdım ve onu izlemeye başladım. Herhangi bir tepki vermedi ve sakince gözlerime baktı.

“Bir şey yapmıyorum,” dedi ve dirseklerini dizlerine yasladı, elleri savruk bir şekilde aşağı düşmüştü.

“Orad- “sözümü kesti ve keskin sesi odayı doldurdu.

“Artık bir şey yapmıyorum, öyle bir yer yok artık,” dedi ve kaşlarım havalandı.

“Nasıl yani?” Dediğimde aptal gibi hissediyordum.

“Bu ilgilenmen gereken bir mesele değil,” dediğinde sesindeki soğuk ton kapının önüne koyulmuş gibi hissetmeme neden olmuştu.

Kaşlarımı çattım ve gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

“Merak ediyorum,” diye itiraf ettiğimde dudağının kenarı yavaşça kıvrıldı. Başını iki yana salladı ve söyleyeceği şey için sabırsızlıkla bekledim.

“Endişeli misin yoksa varmak istediğin başka bir yer mi var?” dediğinde kaşlarım çatıldı. İki seçenekte hoşuma gitmemişti. İmasıyla ayağa kalktım. Ondan kaçmak istiyordum ve bunu yapmak istemeyen tarafımı karanlığa ittim.

“Hayır,” derken bir yandan da paltomu giyiniyordum. Bu ani hareketim beni bile şaşırttı ancak onun yüzünde şaşkınlığın kırıntısını dahi görememiştim. Çantamı omzuma alıp yüzüne bakmadan bir adım attığımda sesi kulaklarımı doldurdu.

“Kaçıyor musun?” Sesindeki alayla kaşlarım biraz daha çatıldı. Yavaşça ona döndüm.

“Belki kovalamak istediğin için kaçmamı istiyorsun?” Sesim net ve keskindi. Gözlerinden geçen ifadenin ne olduğunu anlayamadan ayaklandı. Dibimde dikilmeye başladığında gerilemek istesem de yapmadım. Ona yakın olmak isteyen tarafım savaşı kazandı.

“Seni kıskanıyorum,” dedi ve gözlerimin içine baktı, “hiçbir şeyden haberin yok ve bunun verdiği sakinlik güzel olmalı.” Sesi kıskanan birinin sesine benzemiyordu. Sesi özleyen birinin sesine benziyordu. Bildiği şeylerin onu rahatsız hissettirdiğini düşündüm ve elimi kelimelerin arasına daldırıp onu rahatlatacak bir şeylerin elime kendiliğinden gelmesini istedim. İstediğim şeylerden çok daha farklıları döküldü dilimden.

“Bir şeyler olduğunu hissediyorum ve bu hiçbir şeyden habersiz olmakla aynı şey değil. Cevap bulamamak daha rahatsız edici,” dediğimde sesim boğuk çıkıyordu. İkimizde farklı şeylerden bahsediyor gibiydik ve ortak nokta hissettiklerimizdi. En azından ben öyle olduğunu düşündüm ve buna inanmak istedim. Aksi hakkımda bir şeyler bildiğini düşünmeme neden oluyordu.

Gözlerindeki tüm ifadeler yerini bir boşluğa bıraktı. Yerimde kıpırdanırken beni izliyordu. Bir şey söylemeyeceğini anladığımda bunun söyleyecek bir şeyi olmadığından sustuğunu düşünmüyordum. Gözlerinde gördüğüm son şey kendini dışarı çıkarmak istese de bunu engellemişti. Bilerek susuyordu. Gözlerini benden ayırıp kapıya yöneldiğinde hava kararmıştı. Ateşin aydınlattığı odayı arkamda bırakıp peşine takıldım. Orada bir şey bırakmıştık, o odanın içinde, soluduğumuz o havada hislerimiz asılı kalmıştı. Sırlarımız orada karşılaşmıştı ancak ne olduklarından habersiz orada kilitli kaldılar. Bunu hissedebiliyordum. Kapıyı arkamdan kapattığımda vakit kaybetmeden kilitlemişti. Onu beklemeden asansöre ilerledim ve çağırma tuşuna bastım. Ona özellikle bakmamak için büyük bir çaba verdim. Yanımda dikiliyordu ve yaydığı sıcaklığı hissediyordum. Asansör geldi ve en köşeye ilerledim. Sıcaklığını hissetmek istemiyordum. Etkisine kapılmak istemiyordum. Ruhumu görmesini istemiyordum. Gözlerinin üzerimde kısa bir süre gezindiğini hissettim. O da asansöre binip tuşa bastığında tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım. Asansör aşağı inene kadar sabrım daralmama neden oldu. Etrafımıza boğucu bir hava hâkim oldu. Sonunda asansörden indiğimizde birlikte apartmandan çıkmıştık. Yan yanaydık ve ben hala tuhaf hissediyordum.

Telefonum titremeye başladığında ekrana baktım. Ezgi arıyordu.

“Efendim?”

“Kapının önündeyim neden açmıyorsun?” dediğinde gözlerimi kıstım. Daha geç geleceğini düşünmüştüm.

“Hemen geliyorum dışarıdaydım,” derken sesim özür diler gibi çıkıyordu.

“Yalnız mısın?” dedi ve gözlerim onu bulduğunda o zaten beni izliyordu.

“Hayır,” dedim sadece ve gözlerimi gözlerinden çektim.

“Kiminlesin Aden? Her şeyi tek tek sormam mı gerekiyor?” Sesindeki siteme güldüm.

“Yağız var,” dedim boğazımı temizleyerek.

“Demek Yağız’la birliktesin,” dediğinde sesindeki ima tedirgin olmama neden oldu ve tekrar ona baktım. Düz bir şekilde yola bakıyordu.

“Evet, geliyorum.” Sesim telaşlıydı.

“Ona da gelmesini söyle,” dediğinde cevap vermeden yüzüne kapatmıştım.

“Telefonunun sesi çok yüksek,” dediğinde ona bakmadan bile sırıttığını anlayabiliyordum.

“Neden bunu telefonu kapattıktan sonra söylüyorsun?” deyip yüzüne bakmaya başladım. Yanaklarıma hücum eden sıcaklığı hissedebiliyordum. Arabanın önüne gelmiştik ve sadece omuzlarını silkip arabaya bindi. Yolcu koltuğuna çok geçmeden yerleştiğimde ona döndüm ve dişlerimi göstererek güldüm, bunu beklemiyor olduğunu belli belirsiz çatılan kaşlarından fark etmiştim.

“Neden küçük çocuklar gibi omuz silkiyorsun?” dediğimde benim yaptığını yaptı ve gülümsedi. Bu tepkisi beni şaşırttı ve daha fazla gülmeme neden oldu. Bunu yüzündeki alaylı ifadenin silinmesi işin yapmıştım ancak o bunu anlamış gibiydi. Bakışlarım gülüşüne inmişti ve içimdeki kıpırtı gıdıklanmış gibi hissettiriyordu.

“Çocuk gibi ha?” Dedi ve arabayı çalıştırdı.

Yolda ilerlemeye başladığımızda gülümsemem yavaş yavaş soldu. Sesi arabanın içinde kayboldu ve ona verebileceğim kelimelerim dilimdeki sessizliğe gömüldü. Arkama yaslanmış ellerimi cebime sokmuştum. İki yanımızdan akıp giden şehrin ışıkları gözlerimi alıyordu. Ani bir kararla uzanıp radyoyu açtığımda sessizlik dağılsa da hala hemen arkamda bekliyormuş gibi hissediyordum. Sanki her an tüm sesi yutabilirmiş gibiydi. Göz ucuyla bana baktı ve bakışları yola geri döndü. Hoşuma gidebilecek bir şarkı gelene dek değiştirmeye devam ediyordum ve eli yavaşça elimi indirip müzik listesini açtı. Sonrasında elini geri çekmiş içlerinden bir tane seçmem için bana izin vermişti. Rasgele bir tanesini açtığımda bir süre bekledim. Bildiğim bir şarkıydı ve attığım adımları düşünmeme neden oldu. Aeon Spoke, A Fisher Tale tüm ruhuma ulaştı ve kendimi sorgulamaya başladım. Şarkının arkasındaki hikâyeyi biliyordum ve sonumun o yerde yeniden başlamasından deli gibi korktum. Şarkıyı değiştirmedim, dönmek istemediğim o yeri unutmak istemiyordum. Nereden, nasıl geldiğimi, neleri feda ettiğimi bir an olsun unutmak istemiyordum ve bu tüm kalbime işlesin istiyordum. Daha fazlasını istemiyor ve bu hayatla yetineceğimi biliyordum. Yine de bu yetineceğim hayatın elimden kayıp gitmemesi için kendimi silkelemek istedim. Bazı şarkılar acı bir şekilde gerçekleri anlatırdı, bu şarkı tam da öyleydi, ruhuma tüm gerçekleri acıyla fısıldadı. Cümleler kendimi dışarıda bıraktığımda can yakacak gibi durmuyordu. Hikayesine girdim ve hikayemi anlattım, cümleleri ruhumda böyle anlam kazandı. Sesi en derinlerime kadar işledi ve üzerimde tarifsiz bir hüzün bıraktı. Karanlık ruhumu sardı ve her şeyi gizledi. Şarkı bittiğinde diğer şarkıya odaklanamıyordum bile. İçimde bir yere çoktan dalmıştım ve diğer hiçbir şeyin önemi yoktu.

Yüzümün hemen önünde ince uzun parmaklarını gördüğümde düşüncelerimden sıyrıldım ve ona döndüm. Araba durmuştu ve yüzüme bakıyordu. Müziğin sesi arabadan tamamen silinmişti. Geldiğimizi anladığımda başımı anlamsız bir şekilde aşağı yukarı salladım.

‘’Teşekkür ederim,’’ dediğimde sesimi zor duymuştum ve onun duyup duymadığından da emin değildim. Arabadan inerken ona bakmamaya özen gösteriyordum soğuk hava etrafımı sardığında derin bir nefes aldım. Ezgi bana doğru geliyordu ve gülümsemesinin üzerime bulaştığını hissettim. Arabanın kapısını kapatıp ona doğru adım attığımda yanıma ulaşmıştı. Kollarını boynuma sarıp yanaklarımı öptüğünde öylece dikilmiştim. Beni bırakıp onun oturduğu camın yanına doğru ilerlemeye başladığında onları arkamda bırakıp eve doğru yürümeye başlamıştım. Evi incelerken etraftaki evlerden aykırı durduğunu henüz fark etmiştim. Bir site içindeydik ve sadece benim kaldığım ev tek katlıydı. Modern gözüküyor olsa da diğer binalardan daha uzun bir geçmişi olduğunu düşündüm. Kapıyı açıp içeri gireceğim sırada Ezgi bana seslenmişti.

‘’Aden ona bir şey söyle, içeri gelmiyor,’’ derken küçük bir kız çocuğu gibiydi ve gözlerindeki heves gülümsememe neden oldu. Onunla vakit geçirmek istediğini düşünüp bir süre bekledim ve sonunda dudaklarım konuşmak için aralandı.

‘’Sen eve gel ve ona beni beklemesini söyle. Söylemem gereken başka bir şey var,’’ dediğimde Ezgi sırıtmaya başlamıştı. Cama doğru eğildiği sırada içeri girip çantamı bırakmış ve su içmiştim. Ben kapıdan geri çıkarken Ezgi içeri giriyordu ve üşümüş görünüyordu. Dışarı çıktığımda arabasının orada olduğunu görmek beni gülümsetmişti. Kapsının yanına ulaştığımda kaşlarımı çatmıştım, onun gibi davranacaktım. Kapısını açıp elimi onun gibi arabanın üstüne koydum ve hafifçe eğilip yüzüne bakmaya başladım. Sakin ve güzel görünüyordu. Gözleri dikkatle üzerimde gezindiğinde ne yaptığımı anladığını biliyordum.

‘’Neden sürekli aksilik çıkarıyorsun?’’ dediğimde hafifçe gülümsedi.

‘’Aksileşmiyorum,’’ dediğinde bana ayak uydurması hoşuma gitmişti. Bir eli direksiyona hafifçe aşağıdan tutunuyordu ve diğer eli de bacağının üstündeydi. Öyle sakin ve davetkardı ki bu ondan çekinmemi engelledi.

‘’O halde neden arabadan inmiyorsun? İstediğin başka bir şey mi var?’’ derken sırıtmaya başlamıştım.

‘’İstediğim şeyi bana verebilecek misin?’’ deyip gözlerimin içine baktığında yavaşça yutkundum. Ne isteyebileceğini düşündüm ancak bir şey bulamadım.

‘’Ezgi seninle vakit geçirmek istiyor,’’ deyip boştaki elimi ona uzattım. Onu taklit etmeye devam ediyordum. Söylediği şeyi duymazlıktan gelmiştim ve bu onun daha fazla sırıtmasına neden olmuştu. Önce elime ve sonra tekrar gözlerime baktı. Tekrar yutkunup gitmemesini diledim. Elimin üşüdüğünü hissettim ve bu havanın soğukluğuyla alakalı değildi. Onun benim onun elini tuttuğum gibi elimi tutmama ihtimali beni ürkütmüştü.

‘’Sen istemiyor musun?’’ derken yüzünde muzip bir ifade vardı ve bu ona gülümsememe neden oldu. Bir süre duraksadım çünkü ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

‘’İstiyorum,’’ dediğimde sesim kısık çıkmıştı. Kaşlarını hafifçe kaldırdığında bunun şaşkınlıktan olmadığını biliyordum.

Elini avcumun içine kaydırdığında yine bileğimdeki damarın üstünde gezinen baş parmağı içimin titremesine neden olmuştu. Elimi tutmayacağını düşündüğüm o saniyelere ayak basmıştım ve düşüncelerimin aksini yaşamak beni rahatlatmıştı. Sıcaklığını tekrar hissetmeye başlamıştım ve düşündüğüm gibi ondan uzak olamayacağımı fark ettim. Beni sadece kendine çekmiyordu. İçimde ayak seslerini duyabiliyordum ve bunu yapabiliyor olması uzak durma isteğimi kolayca bastırıyordu. Gözlerime bakıyordu ve her şey bir anda önemi yitiriyor sadece ne yaptığıyla ilgileniyordum. Etrafımda yeni bir dünya inşa ediyordu ve o dünyanın içinde kendi dünyamla duruyor olmak kendimi önemli ve farklı hissettiriyordu. Sanki o dünyaya aitmişim gibiydi, yabancı ve eğreti hissetmiyordum.

Gözleri gözlerimdeydi ve gülümsemesi içtendi. Arabadan inmiş ve beni kendisi ile kapının arasına sıkıştırmıştı. Yavaşça yutkunurken tüm hücrelerim alarma geçti. Yanaklarıma çöken sıcaklıkla dudaklarım aralandı. Elimi bırakmadan beni kenara çekti ve kapıyı kapattı. Tekrar gözlerime bakarken bana biraz daha yaklaşmıştı.

‘’Beni taklit etmeye devam etmeyecek misin?’’ dediğinde anlamayan gözlerle karşılık vermiştim. ‘’Elini ben bırakmıştım,’’ diye devam ettiğinde şaşkınlıkla kaşlarım havalanmış aceleyle elimi elinden çekmeye çalışmıştım. Bana izin vermedi ve ciddi bir şekilde konuşmaya başladı.

‘’Eğer tutmak istiyorsan bunu söylemelisin,’’ dediğinde ürpermiştim. Sesindeki ifadenin ne olduğunu anlayamamıştım. Cevap vermedim ve gözlerimi ondan kaçırdım. Bunu beklemiyordum ve ona hayır demek istemiyordum. Rüzgârın önüme savurduğu saçları yavaşça sırtıma doğru bıraktı ve öleceğimi düşündüm. Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki gümbürtüyü her yanımda hissedebiliyordum. İlk defa fazla koşmaktan ya da kendimi zorlamaktan hızlı atmıyordu kalbim. Bunu bana o yapıyordu.

Beni kendisiyle birlikte yürütmeye başladığında elimi bırakmamıştı. Bunun içimi rahatlatmasına kızmak istedim. Sırıttığımı fark ettiğimde kapının önündeydik. Elimi elinden yavaşça çektiğimde gözleri üzerimdeydi. Anahtarı cebimden çıkarıp kilide sokmaya çalışırken zorlandığımı hissettim ancak bunu başardım ve bunu yapabilmiş olmak büyük bir başarı elde etmiş gibi hissetmeme neden oldu. İçeri girdiğimde hemen arkamdaydı. Ona cevap vermemiştim ve bana herhangi bir şey söylememişti. Ezgi’nin mutfakta çıkardığı seslere doğru ilerlediğimizde o kapıda dikilmeyi tercih etmişti. Kaçamak bakışlarım üstünde dolandığında kapının pervazına yaslanmış ve Ezgi’ye dönmüştü.

‘’Demek gelmeye karar verdin,’’ derken sesi imalıydı. Bu yanaklarımdaki ateşin boynuma doğru ilerlemesine neden oldu ve gözlerim onu buldu. Gözlerimin içine kısaca baktı ve tekrar Ezgi’ye döndü. ‘’benden daha ikna edici değil mi?’’ diye devam ettiğinde gülüyordu.

‘’Ezgi,’’ dedi sadece ve sonrasında bir şey söylemesine gerek kalmayacağını biliyor gibiydi.

Yüzüme soğuk su çarpma ihtiyacıyla dolup taşmıştım ve onları yalnız bırakıp içeri gitmek için kapıya yöneldim. Hemen yanından geçtiğim sırada kokusu ciğerlerime doldu ve sıcak bir esinti hissettim. Parmakları parmaklarıma dokunmuştu ve bunu bilerek yapmıştı. Mutfaktan çıktığımda Ezgi bir şeyler söylemeye devam ettiyse de onu duyamıyordum.

Kabanımı çıkarıp askıya astığımda hızlıca dağınık bıraktığım yatağımı toplamış ve etraftaki kıyafetlerimi kirli sepetine atmıştım. Banyoya gidip ellerimi ıslattım ve boynuma uzandım. Eriyormuş gibi hissediyordum. Bunu defalarca tekrarladım ve yüzümü de ıslattım. Çenemdeki morluk açılmıştı ve gözlerimle onu daha fazla inceleyip nedenlerine inmeden aynaya bakmayı bıraktım. Odama geri döndüğümde çenemdeki morluğu aceleyle kapatmıştım. Tamamen gizlendiğinde daha rahattım. Yanlarına gitmek için odadan çıktığımda daha rahat hissediyordum. Seslerine doğru ilerlerken derin bir nefes aldım. Salona girdiğimde ikisi de bana bakmaya başlamıştı. Masada boşta duran fincanı elime alıp koltuğa yerleştiğimde Ezgi’nin yanına oturmuştum. Kahvemden bir yudum alıp yüzüne baktım. Bir bacağını hafifçe sehpanın altına doğru uzatmıştı ve arkasına yaslanmıştı. Kahvesini yudumladığında hareket eden âdem elması dikkatimi dağıtıyordu. Kollarını ve göğsünü saran kazağı gövdesine doğru indiğinde biraz daha bol kalmıştı. Bir şeyler konuşuyorlardı ve ilk defa onu bu kadar konuşurken görüyordum. Sesi beni büyülüyor gözlerimi ondan almamı zorlaştırıyordu. Yutkundum ve onu göz hapsimden zorlukla kurtardım.

‘’Nil de gelmek istiyordu benimle,’’ deyip bana baktığında onu başımla hızlıca onaylamıştım.

Telefonuna sarılıp salondan çıktığında gözlerimi sehpaya dikmiş ona bakmayı reddediyordum. Sanki ona bakarsam yanlış bir şey yapacakmışım gibi hissediyordum. Sehpaya yavaşça bir şişe bıraktığında gözlerini üzerime diktiğini hissediyordum. Yavaşça başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Dümdüz bakıyordu ve herhangi bir ifade taşımıyorlardı. Bu aniden canımı sıkmama neden olmuştu.

‘’Bunu kullan,’’ dediğinde anlamayan gözlerle ona bakıyordum. Gözleriyle açıkta kalan belimi işaret etti. Üstümdeki biraz daha yukarı kıvrılmıştı ve moraran tenim gözler önündeydi. Bilip bilmediğini merak ettim. Deli gibi onu incelerken bir şey bulmayı istedim. Olumlu ya da olumsuz bir şey belli olmadığında boğazımı temizledim. Üstümdekini aşağı çekip morluğu kapattığımda gerilmiştim. Sanki bunun nasıl olduğunu görmüş gibi kaçma ihtiyacı duydum. Gözlerimde bu korkunun olmaması için her şeyimi verirdim. Yüzüne bakmaya devam ediyordum ancak donmuş kalmış gibiydim.

‘’Geçen gün de görmüştüm,’’ dediğinde tuttuğumu yeni fark ettiğim nefesimi yavaşça dışarı bıraktım. Gözlerimde gördüğü şey yüzünden bunu söylediğini biliyordum. Yine de daha rahatlamış hissettim. Yavaşça gülümsemeye çalıştım ancak başarabildiğimden emin değildim.

‘’Teşekkür ederim,’’ dediğimde gözlerimi ondan kaçırmıştım.

Hemen ardından Ezgi’nin sesini duymuştum ve bu hem rahatlamama hem de tuhaf hissetmeme neden olmuştu.

‘’Talha ile ne oldu?’’ dediğinde yanıma oturmuş yüzüme bakmaya başlamıştı.

‘’Bir şey olmadı,’’ deyip geçiştirmeye çalıştım.

‘’O zaman çağırayım o da gelsin,’’ dediğinde kaşlarımı çattım.

‘’Hayır,’’ dedim soğuk sesimle. Bunu beklemediğini biliyordum ancak şu an Talha ile karşılaşmak istemiyordum.

‘’Anlat,’’ dedi sadece ve yüzümü izlemeye devam etti. Gözlerimle ondan susmasını istedim ancak ısrarlı gözlerle yüzüme bakmaya devam ediyordu.

‘’Görüşmeyeceğiz artık,’’ dediğimde sesim net ve sakindi. Bunu umursamıyormuş gibi davranıyordum ve bu Ezgi’yi fazlasıyla şaşırtıyordu. Onun yanında bu konuyu konuşmak istemiyordum. Üzüldüğünü görebiliyordum ve bu canımı daha çok sıkıyordu. Ona bakmayı bırakıp önüme döndüğümde yarıladığım kahveyi sehpaya bırakmıştım.

Düşünceli bir şekilde kafasını salladı ve yüzüme bakmaya devam etti. Bu konuda daha fazla soru sormayacağını anlamak rahatlamama yetmişti.

‘’Okuldan uzaklaştırma alma ihtimalinin nedeni ne peki?’’ deyip sırıttığında ben de sırıtmaya başlamıştım. Gözlerim onu bulduğunda gözleri benimle buluştu. Çenemle onu işaret ettim.

‘’Bence onun yüzünden,’’ derken sırıtmaya devam ediyordum. Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı ve gözlerinde sinsi bir ifade belirdi.

‘’Neden?’’ diye sordu Ezgi merakla. Gözlerimi ondan çekip Ezgi’ye döndüm.

‘’Burcu beni şikâyet etti,’’ dediğimde kaşlarını çatmıştı. Devamını bekliyordu ve ben de devam ettim. ‘’yemek yemeye gittiğimiz gün tuvalette benimle tanışmak istedi, biraz isteksizliğimi belli etmiş olabilirim, tuvaletten çıkınca arkamdan sertçe bana çarptı. Güldü. Bu arada lise yıllarımda bile bu kadar çocuksu bir olay yaşamadım. Ben de sinirlenip arkasından dışarı gittim,’’ dediğimde beni eliyle durdurdu. Gülmeye başladığında onu izliyordum. ‘’Hiç komik değil Ezgi,’’ diye sitem ettiğimde ben de gülüyordum. Yağıza dönüp konuşmaya başladığında ifadesizdi.

‘’Senin yüzünden yaptı kesin. Tam bir akbaba,’’ deyip ondan cevap beklemeden bana döndü. ‘’sonra ne oldu?’’

‘’Sonra onu yakaladım,’’ deyip sustum. Daha fazlasını anlatmak istemiyordum. Bunu yaşamamış olmayı istiyordum ve aklımda daha fazla yer işgal etmesini istemiyordum. Sonu karanlık bir sokağa çıkıyordu.

‘’Vurdun mu ona?’’ derken keyifli görünüyordu. Sorgulayan gözlerle onu izledim. ‘’Ne? Neden öyle bakıyorsun? Hak etmiş işte.’’ Sesi acımasız çıkıyordu.

‘’Vurmadım Ezgi,’’ dediğimde üzülerek yüzüme baktı.

‘’Ben de diyorum neden sürekli göz kaçırıyor. Pislik şey,’’ dediğinde sonlara doğru iğrenerek ürpermişti.

‘’Neyse, halledeceğini söyledi,’’ derken yine ona bakmıştım. Gözlerime baktı ve bana sadece benim görebileceğim bir zaman diliminde göz kırptı. Kaşlarım havalanırken dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirmişti.

‘’Halleder o,’’ dediğinde omzuna vurmuştu ve bu Ezgi’ye yandan bir bakış atmasına neden olmuştu.

Kapı zili çalmaya başladığında Ezgi hemen ayaklanmıştı.

‘’Nasıl halledeceksin?’’ dediğimde fincanındaki son yudumu da alıp boş fincanı masaya bıraktı. Nasıl halledeceğini zaten söylemişti ama yine de sordum.

‘’Pek bir şey yapmayacağım, sizi gördüm ve bu yeterli,’’ dediğinde sesindeki sakinliğin ruhumu okşadığını hissettim.

Nil’in sesini duyduğumda başımı ona çevirdim.

‘’Hoş geldin,’’ deyip sarılmasına karşılık kolumu boynuna dolamıştım. Bana içten bir gülümseme bırakıp ona döndüğünde gülerek bir kız çocuğu gibi yanına oturmuştu.

‘’Seni böyle sık görmek ne kadar güzel,’’ dediğinde mutlu görünüyordu. Onunla fazlasıyla vakit geçirebildiklerini düşünmüştüm ancak öyle değildi. Bunun nedenini merak ederken gözlerim üzerinde dolandı. Yavaşça Nil’in saçlarını karıştırırken yüz ifadesi çatık kaşlarının aksine huzurlu görünüyordu.

‘’Abartmayı seviyorsunuz,’’ dediğinde Nil eline vurmuştu.

“Berk seni arıyordu, konuşabildiniz mi?” Nil’in sorusuna yavaşça başını aşağı yukarı sallayarak yanıtladı. Düşünceli görünüyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve ceketini eline aldı.

“Nereye? Ben daha yeni geldim,” derken sesi sitemli çıkıyordu.

“İşlerim var, bir dahaki sefere,” dediğinde yenilgiyle omuzlarını düşürmüştü. Çoktan kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı ve Ezgi büyük bir hırsla beni dürtmeye başlamıştı. Sessizce onu itekleyip yerimden kalktım. Peşinden gitmemi istiyordu ve bunu abartılı bir şekilde ifade ediyordu.

“Gitsene,” diye tısladı. “Sesli sesli yaparım bak,” diye devam ettiğinde gözlerimi devirdim. Nil ikimize gülerken onlara arkamı dönmüş peşinden gidiyordum. Kapıyı açtığında yavaşça gözlerini bana çevirdi. Bakışlarımız tutunduğunda iki göğsümün ortasına bir ateş döküldü.

Yanına vardığımda parmaklarımla oynuyordum. Şu an burada dikiliyor olmak bana utanç veriyordu ve yüzüne bakmak zorlaşmıştı. Nefesini yavaşça dışarı verdiğini duydum. Eliyle parmaklarımı tuttu ve beni durdurdu.

“Kalmamı mı isteyeceksin yoksa?” derken sesindeki alay daha fazla utanmama neden olmuştu ve bunu bilerek yaptığını düşündüm. Sessizce yutkundum ve kaşımı kaldırdım.

“Bunu mu yapmamı istiyorsun yoksa?” derken başımı yana yatırmıştım.

“İstersem yapacak mısın yoksa?” Sesi tok ve ciddiydi.

“Yaparsam kalacak mısın?” Dediğimde yutkundum. Pişmanlık hissi topraklarıma düştü ve sinsi bir zehir gibi yayıldı.

“Üzgünüm, başka bir gece bunu tekrarlayalım,” dediğinde keyifli göründüğü kadar umursamaz davranıyordu.

“Tüh, ne kadar üzüldüm,” deyip sahte bir şekilde gülümsedim. İçimde baş gösteren hayal kırıklığını parçalamak istiyordum. Gözlerim etrafta gezindi ve sonra tekrar ona baktım.

Elimdeki sıcaklığı kaybolduğunda gözlerime bakmaya devam etmişti.

“İyi geceler,” diye mırıldandı.

“İyi geceler.” Sesim belli belirsiz çıkmıştı. Hafifçe gülümsemeye çalıştım. Kendimi aptal gibi hissetmeme engel olamadığım o saniyelere ayak basmıştım.

Gözlerine yayılan karanlık gördüğüm son şeydi. Arkasını döndü ve açık kapıdan çıkıp gitti. Yürürken arkasında izler bıraktığını düşündüm. İlkini ruhuma bırakmıştı, ikincisini tenime ve diğerlerini de geçtiği her yere. Arkasından gidip hepsini toplamak istedim. Toplamak ve kendime saklamak.

Gözden kaybolduğunda kapıyı kapatıp başımı iki yana salladım. Düşüncelerimi dağıtmak istediysem de başaramadım. Salona geri döndüğümde Ezgi sırıtıyordu. Oturmadan hemen önce elime aldığım yastığı ona fırlattım. Kaçamadı ve yastık kafasına isabet etti. Gülmeye devam ediyordu ve bu kaşlarımı çatmama neden oluyordu.

“Senin yüzünden ona asıldığımı düşünecek,” dediğimde ikisi birlikte gülmeye başlamışlardı.

“Düşünsün, ne güzel işte,” dedi ve saçlarını düzeltti.

“Nesi güzel? Bir daha yaparsan seni pişman edeceğim,” deyip yanağını sıktım. Sahte bir acı gösterisi yaparak inledi.

“Yağız’ımızı beğenmedin mi yoksa?” Nil’in sorusu masum görünüyordu ancak onun da Ezgi’yle birlikte olduğunu biliyordum.

“Onunla alakası yok,” deyip duraksadım ve Ezgi’yi işaret ettim. “Bu ortalığı karıştırıyor sürekli,” diye devam ettiğimde sesim huysuz çıkıyordu.

“Ben ne yaptım? Siz ikiniz buluşuyorsunuz zaten. Koridor köşelerinde flört bile ediyorsunuz,” dediğinde ağzım şaşkınlıkla aralandı.

“Gerçekten mi? Fotoğraf çekip bana neden atmadın Ezgi?” Nil’in söyledikleriyle gözlerim büyümüştü ve büyümeye devam eden bir şaşkınlıkla onları izliyordum.

“Çektim, üzülme,” dediğinde telefonuna uzanıp kilidini açmıştı.

“Sen ciddi misin? Flört falan etmiyoruz disiplin meselesini söylüyordu sadece,” dediğimde beni umursamadan telefonun ekranını izliyorlardı.

Hızlıca telefonuna uzandığımda bunu yapacağımı biliyormuş gibi beni eliyle durdurdu.

“Şş, sıranı bekle,” dediğinde kaşlarımı çatarak onu izledim

Nil gülüyordu ve bedenimi bir sıcaklık sarmıştı. Onunla bir fotoğraf karesinde olma düşüncesi tenimin yanmasına neden olmuştu.

“Seni şikâyet edeceğim, izinsiz fotoğraf da çekiyorsun demek.” Sesim aksiydi. Beni umursamaması sabırsızlanmama neden oluyordu.

“Bu arada Aden Yağız için Burcu’yu bile patakladı,” dediğinde ikisi de seslice gülüyordu.

“Nasıl? Gerçekten mi?”

“Hayır, öyle bir şey yok,” derken sesimden şaşkınlık akıyordu.

“Evet Burcu da Aden’i şikâyet etti. Disipline gönderildi ama Yağız orayı halledecek,” diye abartarak anlatmaya devam etti. Sanki abartılı bir masal anlatıyor gibiydi. Diğer yastığı da ona fırlattığımda zevkle gülüyordu.

“Sümsük Burcu, yine ortalığı karıştırmış. Düşmüyor yakamızdan,” dediğinde Nil yüzünü buruşturmuştu.

“Abartmasanız mı artık?” Deyip yılgın gözlerle onları izledim.

“Yağız gibi konuştun.” Nil gülümseyerek yüzüme bakıyordu ve bunu söylerken ciddiydi.

“Ona da böyle yapıyorsunuz kesin, ondan,” dediğimde omuzlarımı silkmiştim.


Gecenin geri kalanı güzel geçmişti ve şimdi yatağın içine gömülmüş bugün içinde olan her şeyi baştan sona zihnimde tekrar ettim. Onu hatırlamak bile damarlarımdaki kanın ısınmasına yetiyordu. Kendimi onunda benim gibi hissediyor olmasını dilerken buldum.

Zihnimin derinlerinden bana uzanmaya çalışan geçmişimi gözlerimi kapatıp rüyalarıma davet ettim. Önce bir rüya göreceğimi düşündüm ve sonra cehennemin yataklarına düştüm. Mavi gözlerin ruhumu yerle bir etmesine yeniden tanıklık ettim. Ruhuma bir zincir vurdum ve baş ucuna bir mum diktim. Mum söndüğünde her şeyin biteceğini söyledim. Üstüne küllerim yağmaya başladığında kendimi kandıramayacağımı öğrendim.

*

Etrafın sessizliğine aldırmadım ve kapıdan içeri girdim. Hemen karşımda, içeri girdiğim andan itibaren gülümseyerek beni izleyen adama doğru adımlıyordum. Etrafı kısaca incelemiştim.

“Merhaba, ben sabah havuzunuz açık mı diye aramıştım. Açık olduğunu söylemiştiniz,” derken kapalı olduğunu düşünüyordum. Etrafta hiç kimse yoktu.

“Evet, açık havuzumuz. Bugün en sakin günümüz,” dediğinde sesi neşeliydi, “alt kata inebilirsiniz,” diye devam etti ve bana alt kata giden merdivenleri gösterdi. Üzerinde vücudunu saran gözlerinin renginde mavi bir tişört ve altında siyah bir şort vardı.

Uzun boyluydu ve oldukça yapılıydı. Gözlerindeki o boşluk beni rahatsız etmişti ancak bunun üzerinde düşünmemeyi seçmiştim. Etrafa boğucu bir hava hakimdi ve bu içimdeki huzursuzluğu besledi. Hissettiğim tüm huzursuzluğa rağmen merdivenlerden aşağı indim. Ciğerlerime dolan koku tanıdıktı, bunun beni rahatlatmasını diledim ancak zihnimde biriken bir düşünce yığını vardı. Hemen arkamdaki ayak seslerini duyabiliyordum. Soyunma odasına doğru ilerlediğimde iki göğsümün ortasına düşen gölgenin sahibi hislerimdi. Derin bir nefes alıp sakinleşmeyi umdum. Tüm hissettiklerim yerli yerindeydi ve sonunda içimdeki korku derinlerimden yüzeye çıkmayı başardı.

“İlk önce kontrol edebilirsiniz,” derken sabırsız bir ses tonu vardı. Ona dönüp anlamayan gözlerle bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Neyi kontrol etmem gerektiğini bilmiyordum.

“Kontrol etmek isteyen müşterilerimiz oluyor. Girmeden önce temiz olduğundan emin olmak için,” diye açıklama yaptığında gülümsemeye çalıştım. Buraya ait olmadığı fikri zihnime düştüğünde yavaşça yutkundum. İçimdeki ses buradan çıkmamı söylüyordu.

“Ne taraftan?” dediğimde omzumda asılı duran çantayı yere bıraktım.

“Bu taraftan,” deyip gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladı. Üzerimdeki kabanı da telefonumun cebinde olduğundan emin olduktan sonra çıkarıp çantanın üzerine bırakmıştım. Çantayı odanın girişine doğru biraz ittirdikten hemen sonra peşinden ilerliyordum. Gözlerim etrafı tarıyor ve olası bir durum için bir şeyler arıyordu. Havalandırmalar haricinde hiçbir şey yoktu. Havuzun açık kapısından içeri girdiğimde temkinli davranıyordum.

“Ayakkabıyla gelmem sorun olmayacak mı?” dediğimde kısaca yüzüme baktı ve tuhaf bir şekilde gülümsedi.

“Hayır, sizden başkası yok zaten,” dediğinde ona sahte bir gülümseme verdim. Buraya ait olmadığını en derinlerimde hissediyordum artık. Benden başka kimsenin olmayışı tüm hücrelerimi şaha kaldırmaya yetmişti. Birkaç adım ilerledim ve duraksadım.

“Temiz görünüyor, ben üstümü giyineyim,” deyip arkamı döndüğümde tek düşündüğüm buradan çıkıp gitmekti.

Henüz birkaç adım atmıştım ki bileğimi kavrayan eli beni durdurdu. Sakin kalmaya çalışarak ona döndüm. Yüzüne yerleşen gülümseme kalbimin sıkışmasına neden olmuş ve gözlerindeki ifade yutkunmama sebep olmuştu. Deli gibi atmaya başlayan kalbimin göğüs kafesimi parçalayacağını düşündüm.

“Gel bakalım,” deyip beni havuza doğru sürüklemeye başladığında tüm gücümle ondan kurtulmaya çalıştım ancak bir işe yaramadı. Parmakları bir demir kadar sertleşmiş çabalarımın birer hiçten ibaret olduğunu bana göstermişti. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarıma kadar ulaştı.

“Seni yüzdürelim,” dedi ve sesindeki o ifade ruhumun kıvranmasına yetti. Bundan zevk alacağını belli etmekten çekinmemişti. Tam bu anda saf korkuyu hissettim. Beni öldürmek istiyor olması canımı yakmamıştı. Canımı yakan şey içime ektiğim o umudun yok olurken bıraktığı acıydı. Ağzımdan bir tek kelime sessizliğimi aşıp kurtulamadı. Tüm gücümle direniyor olmak hiçbir şeyi değiştirmedi ve ben de onunla o çok sevdiğim yere onunla birlikte inmeye karar verdim. Teninden tenime geçen o soğuk his midemi bulandırıyordu. Boştaki eliyle boğazımdan tuttu ve kulağıma fısıldadı.

‘’Sadece kendini bırak.’’

İkimiz de suya düştüğümüzde içime son bir nefes çekmeme izin vermemişti. Sırtım suya çarptığında acıyla inledim. Onu dinlemedim ve boğazımı saran ellerine tırnaklarımı geçirdim, havuzun dibine çökene dek çırpınmaya devam ettim. Ne yaparsam yapayım beni bırakmıyordu ve çoktan su yutmaya başlamıştım. Vücudumu yakan bir soğukluk hissetmeye başladığımda etine geçirdiğim tırnaklarımı bir an olsun ondan çekmedim. Son gördüğüm yüzün onun olmasını istemiyordum. Bedenime bir dinginlik çökmeye başladığında yavaşça hareket etmeyi bıraktım ve bulanık yüzü tamamen netleşti. Suyun içinde savrulan saçlarımın arasında yüzünü izledim, kendimi bıraktığım için bana bir gülümse vermişti. Bu gülümseme yüzünden ölmek istedim. Gözlerimi kapattım ve kendimi son kez dinledim. Ölümün kıyılarında gezdiğimi hissettiğim birçok zaman olmuştu. Öldüğümü sandığım birçok an ve ölümü istediğim koca bir hayatım… Hiçbirinde kurtulmayı bu kadar derinden istememiştim. Yine ölümün kıyısında sallanıyordum ve bu kez ruhumun alev alev başka bir yere kaçmak istediğini hissediyordum. Yaşadığım bu his zihnime karanlığı örttü. Varlığımı silebilecek tek kişinin kendim olduğunu düşünürdüm, bunun zamana saklı bir gerçekten ibaret olduğunu öğrendim. Zihnimdeki o karanlığın içinde tüm yaşantım bir vücut buldu ve o karanlığa rağmen bana gülümsediğini hissettim.

O karanlıktan bana uzanan bir el gördüm ve kendimi tamamen bırakıp son bir umutla nabzımın düşmesi için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Soluk borumu parmaklarının arasında parçalayabilecek kadar güçlüydü ancak ilk anlarda olduğu kadar canım acımıyordu. Boğazımdaki elleri gücünü kaybetmeye başlamıştı ve burada ondan daha uzun bir süre nefessiz kalabileceğimi fark etmiştim. Artık vücudum tamamen kontrolsüz bir şekilde onun elleri altına serilmişti. Suyun o dinginliğini derinlerimde hissediyordum. Elleri boğazımı sıkmayı artık tamamen bırakmıştı. Parmaklarının nabzımı yoklamak için boynumda dolandığını hissettim. Tüm bedenim patlayacakmış gibi hissediyordum ve dayanmak zorlaşıyordu. Ellerinin uyuşmuş olmasını diledim. Ellerini hızlıca çektiğinde tıpkı benim gibi nefessiz kalmış olmasına şükrettim. Suyun yüzeyine çıkmaya başladığında bedenim artık tamamen serbest kalmıştı. Suyun beni yüzeye çıkarmasını yakıcı bir sabırla bekledim. Yavaş yavaş suyun yüzeyine doğru ilerliyordum. Suyun yüzeyine yaklaştığımda çabasız bir hareketle yüzüstü dönmüştüm. Yüzüm sudan çıktığında hararetle nefes alacağımdan emindim ve vakit kazanmak için nefesimi biraz daha tutabilmeyi diledim. Artık bir ölü gibi suyun yüzeyinde bekliyordum. Kulaklarımı boğan ses önce silikleşti ve sonra tamamen kayboldu. Kulağıma sızan suyu önemsemedim ve etrafı dinlemeye başladım. Hızlı nefes alışverişlerini duyabiliyor bir fısıltı halinde kulağımı dolduran kelimelerini işitebiliyordum. Kendi kendine konuştuğunu düşündüm. Anlayamadığım o kelimelerin arasından öksürüyordu. Sesi boğuk ve uzaktan geliyor gibiydi ancak hareket etmiyordu. Sudan çıkar çıkmaz zemine uzandığına kendimi tamamen inandırdım ve başımı yavaşça seslerin geldiği yönün aksine çevirdim. Saçlarımın arasından gördüğüm şey neredeyse ağlamama neden olacaktı. Görüş alanımda kimse yoktu ve zemine yakındım. Olabileceğim en sessiz şekilde zemine doğru ilerlerdim.

‘’Pes etti.’’ Sürekli tekrarladığı şeyin bu olduğunu fark ettiğimde kendimi suyun yüzeyinden zemine yuvarlayıp sırtımın üstüne dönmüştüm. Vakit kaybetmeden tekrar yüz üstü döndüğümde içime çektiğim o nefesin ciğerlerimi patlatacağını düşündüm. Canım yanıyordu ancak bundan şikâyet etmedim. Hızlıca ayağa kalmış karşımda afallamış gözlerle bana bakan yüzüne bakıyordum. İlk önce ne olduğunu anlayamamış gibi kafasını salladı ve neredeyse ağlamaklı bir şekilde yüzüme bakmaya başladı. Gözlerimi yakan gözyaşlarıma rağmen hayal kırıklığına uğradığını görebiliyordum. Yattığı yerden kalkmak için bir hamle yaptığında dengesini ilk önce sağlayamasa da bu onu engelleyememişti. Onu izlemeyi bırakmış ve vücudumdaki tüm hissizliğe rağmen koşmaya başlamıştım. Kapıya yakın olan bendim. Hissettiğim tek şey korkuydu. Ona yeniden yakalanmak istemiyordum. Kapıya ulaşıp aceleyle arkamdan kapatırken ona bakmayı reddediyordum. Kilidi defalarca kez çevirdiğim sırada kapıyı ilk önce büyük bir gürültüyle açmaya çalıştı. Geriye doğru sendeleyip düştüğümde kapıya deli gibi vurmaya devam ediyor ve bağırıyordu. Sürünerek ayağa kalktım ve soyunma odasının çıkışına yakın bıraktığım montumu ve çantamı alıp merdivenleri ciğerlerime batan binlerce iğneyi yok sayarak çıkmaya başladım. Merdivenleri bitirdiğimde montumu giyinmiştim. Kapıya hala vurmaya devam ediyordu ve dışarı çıkabilecek olma ihtimali beni deli etmeye yetiyordu. Çıkış kapısına yöneldiğim sırada kapıda bekleyen iri adam korkularıma bir kırbaç misali indi ve titreyen bedenim daha fazla titremeye başladı. Sırtı bana dönüktü ancak bu uzun sürmedi. Yüzünü bana döneceğini anladığımda arkamı döndüm ve yukarı çıkan merdivenleri tırmanmaya başladım. Beni gördüğüne emindim. Merdivenleri bitirdiğimde bana yaklaşan adım seslerini duyabiliyordum. Kapılar camdandı ve minderlerle dolu odaya girip kapıyı arkamdan kapattım. Kapıdan görünmeyen camların olduğu tarafa ilerlerken elime aldığım minderleri yere atıp aşağıya atlamanın planlarını çoktan yapmıştım. Alttan açılan pencereyi hızlıca açıp minderleri aşağıya atarken beni görmeden atlayabilmek için acele ediyordum. Beni görmeden atlayabilirsem bütün binayı arayacağını düşünüyor ve kaçarken zaman kazanacağımı umuyordum. Minderlerin arkasından çantamı aşağıya attım ve içimde beni sıkıştıran korkuya rağmen düşünmeden minderlerin üstüne atladım. Bileklerimde hissettiğim acıyla sessizce inledim ve gözlerimden akan yaşa engel olamadım. Sanki kemiklerim tuzla buz olmuştu.

Oyalanmadan ayağa kalkmak için kendimi zorladım ve sendeleyerek koşmaya başladım. Tüm bedenim alarma geçmişti ve titremeyen uzvum yoktu. Sonunda bileklerimdeki acı yerini sızılara bıraktı ve hızlıca koşmaya başladım. Cebimdeki telefonu aceleyle çıkardığım sırada kulaklarımı delen silahın sesi tüm sokağı doldurdu. Korkuyla başka bir sokağa girerken duraksamamıştım aksine bu beni daha da hızlandırmıştı. Kulaklarıma ulaşan sesler birer uğultudan ibaretti ve ben gümbürdeyen kalbimden başka hiçbir şeyi duymuyordum. Sokakların arasında deli gibi koşarken rüzgâr boğazımı kurutmuştu. Büyük bir yutkunma ihtiyacıyla dolup taşsam da yapmadım, bunun beni bir öksürük krizine sokacağını biliyordum. Yanından geçip gittiğim apartmanların kapıları kapalıydı. Açık bir kapı bulabilmek için gözlerim deli gibi etrafta dolanıyordu. Kulaklarım çınlıyordu ve sokaklar bomboştu. Açık gördüğüm kapıdan içeri daldığımda arkamdan kapatmış telefonuma sarılmıştım. Son konuştuğum kişiyi ararken o kişinin Ezgi olduğunu buğulu gözlerimin ardından görmüştüm. Hemen açması için dilenirken ellerimi bir süre dizlerime yasladım ve yavaşça yutkundum. Deli gibi öksürmeye başladığımda göğüs kafesime vurmaya başlamıştım. Boğazlarım yırtılırcasına acımaya başladı ve bedenim kasıldı.

Ezgi’nin aramamı cevaplamadığını gördüğümde titreyen ellerimle Talha’nın numarasını çevirmiştim. Kendimi ses çıkarmamak için sıkarken gözlerimden akan yaşların alev gibi yanaklarımdan süzülmesini hissettim. Aramam yine cevaplanmadığında sessizce inledim. Titreyen sadece bedenim değildi, ruhum bir mumun sönerken verdiği o son titrek soluğa tutulmuştu. Cevapsız bıraktığım aramanın üstüne basarken çaresiz hissediyordum. Telefonumu kulağıma götürdüm ve sesinin kulalarıma dolup ruhumu sakinleştirmesini diledim. Çalmaya başladığında merdivenin atına girdim ve korkuyla yere çöktüm.

‘’Neredesin sen?’’ Sinirli sesi kulaklarıma dolduğunda neredeyse gülecektim ancak hissettiğim acı buna izin vermedi.

‘’Bilmiyorum, herkesi aradım kimse açmadı,’’ derken sesim ağlamaklı ve güçsüzdü. Zorla konuşabiliyordum ve sesim tanımadığım birine ait gibiydi. Neden onu aradığıma dair açıklama yapmaya çalışıyor oluşum acınasıydı. Şu an ona muhtaç olmak beni utandırıyordu.

‘’Şş, yanına geleceğim. Saklan ve korkma. Bana konumunu at,’’ dediğinde sesi tamamen sakin ve anlayışlıydı. Sıcaklığını hissetmek isterken gözlerim yaşla doldu ve ağzımdan dökülen hıçkırığa engel olamadım.

‘’Çok üşüyorum,’’ derken gözlerimden akan yaşlar ardı kesilmeyen bir yol çizmeye başlamıştı.

‘’Yoldayım, sadece yerini bilmem gerekiyor. Korkma seni bekletmeyeceğim,’’ dediğinde ağlamaya devam ediyordum. Beni görmemesine rağmen onu başımla onaylayıp aramayı sonlandırmıştım. Sesimi aradığım yerde bulamamıştım ve artık hissettiğim tek şey boğazımda durmak bilmeyen yangındı. Onu bekletmeden konum atmayı başardığımda dizlerime sarılmıştım.

Dışarıdan gelen sesler içimde yürüyen ürpertilere dönüşüyor titremelerimi sıklaştırıyordu. Moraran ellerimi fark ettiğimde anlımı dizlerime yaslayıp sakinleşmeye çalıştım. Orada ne kadar daha öyle oturdum, bilmiyordum. Bildiğim tek şey akan zamanda yolumu kaybettiğimdi. Zamanı yakalamak isterken soluk soluğa, geçmişimin duvarlarına çarptım. Zihnimde hıçkırıklarını duyduğum kız çocuğunu derin bir sessizliğin kollarına yatırdım ve zihnimdeki savaşta esir kaldım.

Derin bir iç çekip korkunun ruhumu bırakmasını bekledim. Vücudum uyuşmuştu ve başımda keskin bir ağrı varlığını ilan etmişti. Ne titremelerim durdu ne de içimde yürüyen ürpertilerim. Boğazım gittikçe dahası olabilirmiş gibi yanmaya devam ediyordu. Dudaklarımın arasından bir kelime dökmek istesem ses tellerim yerinden sökülecekmiş gibi hissediyordum. Dudaklarımın arasından bıraktığım nefes dahi canımı yakıyordu.

Önümde duran bir çift siyah botu fark ettiğimde irkildim. Kapının sesini dahi duymamıştım, korkuyla başımı kaldırdığımda titremeye devam ediyordum. İçimde yeniden büyümeye başlayan korku yüzünü gördüğüm an hiç var olmamış gibi topraklarımdan silindi. Onu gördüğümde ruhum kıvranmayı bıraktı ve göz yaşlarım yeniden gözlerimi yakmaya başladı. Başımı aşağı indirdiğimde bacaklarımın tamamen uyuştuğunu ve hareket edemediğimi fark etmiştim. Gözümden akan yaşı sildiğimde benim gibi yere çökmüş gözlerimizi buluşturmuştu. Gözlerindeki ifadenin ne olduğunu anlamaya çalışmadım. Titreyen ellerimi tuttu ve beni kaldırmak için hafifçe çekti. Bacaklarım kilitlenmiş gibi hareket etmeyi reddetmişti. Tekrar gözlerimin içine bakmaya başladığında parmaklarını sıkıca tutuyordum.

‘’Bacaklarım uyuştu,’’ dediğimde sesim bir fısıltı halindeydi.

Yüzümü ellerinin arasına aldığında gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Yavaşça yanaklarımı sildi ve elinden yayılan sıcaklık içimi ısıtmaya başladı.

‘’Şş,’’ diye fısıldadı ve devam etti, ‘’ağlamanı istemiyorum,’’ dediğinde yutkunup ağlamayı bırakmayı denedim ancak olmadı. Yüzümü saklama isteğiyle dolup taşarken tek kolunu belime sarıp beni oturttu. Bacaklarımdaki ağırlığı almıştı ve ben nasıl beklediğimin bile farkında değildim. Elleri bacaklarımı yavaşça ovmaya başladığında gözlerime bakıyordu. Bacaklarımda gezen ellerini hissetmiyordum.

‘’Aptal,’’ diye mırıldandı, ‘’sana dışarı çıkmamanı söyledim ve sen ilk fırsatta kendini onlara teslim ettin,’’ dediğinde sesinde öfke yoktu. Neredeyse bana güzel bir şey söylediğini düşündürecek kadar güzel bir ses tonu vardı.

Onların kim olduklarını bile bilmiyordum ve daha çok ağlama isteğiyle dolup taşmıştım. Gözlerimi ondan kaçırırken bacaklarımı önünden çekmeye çalıştım. Bana izin vermedi ve çenemi tutup bakışlarımızı tekrar birleştirdi. Dokunuşu yumuşaktı ve zar zor hissetmiştim.

‘’Bir yerin acıyor mu?’’ dediğinde gözlerindeki endişeyi görmeme izin vermişti. Gözleri üzerimde geziniyordu ve enim bir şey söylememe izin vermeden çenemi biraz daha kaldırmıştı. Gördüğü şey kaşlarını çatmasına neden olmuştu.

‘’Sikeyim.’’ Sesini belli belirsiz duymuştum. Tutuşundan kurtulmak istediğimde izin vermemişti. Güçlükle kaldırdığım elimle elini tuttum. Tekrar gözlerime baktığında konuşamıyordum. Boğazımdaki acı katlanıyor ve beni gerçek bir sessizliğe itiyordu. Kafamı yavaşça iki yana salladığımda bir süre gözlerime baktı ve aniden ayağa kalktı. Ben daha ne olduğunu anlamadan beni kucağına alıp yürümeye başlamıştı. Ona karşı çıkmadım ve başımı omzuna koydum. Kokusunu içime çekerken zihnimin durulduğunu fark etmiştim. Dışarı çıktığımızda esen rüzgarla ona biraz daha sokulmuştum. Bakışlarımı soluklarımı karıştırdığım bu sokaktan kaçırdım ve arabanın önüne gelene dek karanlığa yumdum. Zorlanmadan tek seferde arabanın kapısını açtı ve beni koltuğa bıraktı. Siyah paltosunu çıkarıp yanıma bıraktığında ani hava değişimi ürpermeme neden olmuştu.

‘’Üstündekileri çıkar,’’ dediğinde yavaşça yüzümü inceledi ve elinin tersiyle çenemi okşadı. Bu hareketi bakışlarımın baygınlaşmasına neden oldu ve sonrasında çoktan kapıyı üzerime kapatıp kapımın önünde sırtını bana döndü. Üzerimdekileri çıkarmaya başladığımda bedenimdeki gücün sonunu sıyırıyor gibi hissediyordum. İç çamaşırlarımla kaldığımda paltosunu aceleyle üzerime geçirdim ve kıyafetlerimi ayak ucuma istifledim. Önümü iliklediğimde kokusu etrafımı sarmıştı. Paltosunun içine iyice sokulduğumda sıcaklığını hissedebiliyordum. Cama yavaşça tıklattım. Bu hareketimle beklemeden sürücü koltuğuna doğru yürümeye başlamıştı. Paltosu dizlerimin dört parmak üzerindeydi

Koltuğuna yerleştiğinde beni yeniden inceledi. Arabayı çalıştırdığında ilk yaptığı şey klimayı açmak olmuştu. Sıcak hava tenime değmeye başladığında neredeyse bir kedi gibi mırlayacaktım. Bacaklarımı yukarı kaldırdım ve ellerimle ayak parmaklarımı sardım. Ayak parmaklarımı hissetmiyordum ve tenim cansız bir beden kadar renksizdi.

Henüz yola çıkmamıştık ve beni izlediğini hissedebiliyordum.

Islak saçlarımda hissettiğim elleri kaskatı kesilmeme neden olurken bekledim. Önce saçlarımı kabanın içinden çıkardı sonra bir araya toplayıp tepemde kalem olduğunu düşündüğüm şeyle tutturdu. Ellerini saçlarımdan çektiğinde ona döndüm. Ruhumu saran minnet duygusunun gözlerimde belirmesine izin verdim. Yanağımı dizlerime yaslamış yorgun gözlerimle onu izliyordum ve gözlerinde bir gölgenin altındaki ruhunun sırtını görebiliyordum. Onu bana göstermesini istiyordum.

“Teşekkür ederim,” dediğimde sesimin tamamen kısıldığını fark etmiştim. Sessizliğe gömülmeyi tercih ettiğim zamanlara kıyasla şu an sesimin istesem de çıkmıyor olması canımı yaktı. Gözlerinden geçen ifadeyi yakalayamadım. Sesimi duyduğunda yutkunduğunu gördüm. Elinin tersini yavaşça alnıma yasladı ve bir süre bekledi. Sonrasında avcunun içini yanağımda hissettim. Gözlerim kapandı ve şu an bile etkisinin altına girebiliyor oluşum beni gülümsetti. Kendimi dizginlemedim ve ona izin verdim. İstesem de bunu yapacak gücü kendimde bulamayacağımın farkındaydım.

Teni tenimi terk etti ve arabanın motorunun çalıştığını duydum. Gözlerimi yavaşça aralayıp kirpiklerimin arasından onu izledim.

Haksızlık, diye düşündüm. Onunla daha erken tanışmalıydım. Güzelliği, taşıdığı ruhun basit bir yansımasıydı. Ruhunun hissettiğim kadar güzel olmasını diledim. Ona uzanıp tenine dokunmadım ama hayalimde yüzüne çoktan bir harita çizmiştim. Ona bakarken yandığımı hissediyordum, yanmaktan zevk alan bir zavallı gibi onu izlemeye devam ettim. Sakin bir tavırla bana döndü. Gözleri gözlerime tutundu, bu güneş ve ayın karşılaşması kadar kısa sürmüştü.

Vücudum ısınmaya henüz başlamıştı ve tam bu anda araba durdu. Ayaklarımı koltuktan aşağı sarkıttığımda ıslak ayakkabılarımı arkasına basarak giyindim. Hissettiğim soğukluk ürpermeme neden olmuştu. Yine kaçırdığım bir zaman diliminde arabadan inmiş kapımın önüne gelmişti. Çok geçmeden kapımı açtığında gözlerim etrafta dolandı, tanımadığım bir sokaktaydım. Soran gözlerle gözlerine baktığımda çoktan bacağımı dışarı atmıştım.

“Seni evine götüremem,” dediğinde sadece başımı sallamıştım. Kollarımdan tuttu ve arabadan inmeme yardım etti. Göğsüme kadar açık inen paltosunun yakalarını açtı ve üst üste getirdi. Rüzgâr sadece bacaklarımda dolanıyordu. Üşümeme rağmen dokunuşlarının altında eridiğimi hissettim. Beni yürütmeye başladığında bacaklarım titriyordu. Çok geçmeden bir apartmanın kapısından içeriye girmiştik. Hemen karşımızdaki asansörün önünde dikilmeye başladığımızda yorgun ve tükenmiş hissetmeye başlamıştım. Ayakta dikilebiliyor olmak beni şaşırtıyordu.

Demir kapılardaki yansımamız gözlerime takılmıştı. Kolunu etrafıma sarmıştı ve başımı ona yaslamıştım. Bu bulanık görüntü zihnime çoktan kazınmıştı. Kapılar iki yana açıldı ve beni yine o yürüttü. Bakışlarım aynadaki aksimle buluştuğunda irkildim. Yüzüm bembeyazdı ve çenemdeki morluk özgürlüğünü ilan etmişti. Gözlerimin altı çökmüştü ve etrafını mor halkalar sarmıştı. Gözlerimde ruhumun yansımalarını görebiliyordum. Yutkundum, acınacak kadar kötü görünüyordum. Önüme geçti ve aynadaki aksimi örttü. Neredeyse bunun için ona teşekkür edecektim. Elim kazağına tutundu ve alnımı göğsüne yasladım. Kendimi taşımakta zorluk çekiyordum.

Asansör durana kadar dakikaların geçtiğini düşündüm. Akan zaman müthiş bir yavaşlıkta ilerliyordu benim için. Tüm ağrılarımı hissetmeye başlamıştım.

Beni tekrar yürütmeye başladığında neredeyse yere çöküp ağlayacaktım. Sonunda bir dairenin önünde durduk ve kapıyı hızlıca açtı. Evin içine girdiğimizde istediğim tek şey uyumaktı. Islak ayakkabılarımı çıkarıp çıplak zemine bastığımda daha iyi hissetmiştim. Beni tekrar yürüttü ve bir odanın içine soktu. Odada geniş bir yatak ve yanında bir komodin vardı. Odayı aydınlatan zayıf sarı ışık zihnimi yatıştırmıştı. Yatağın diğer yanında geniş duvarı kaplayan bir cam vardı ve sokak ışıkları içeriyi aydınlatacak kadar güçlü değildi. Beni yatağa oturttu ve odayı terk etti. Kendimi yatağa devrilmemek için zor tutuyordum.

Çok geçmeden geri geldiğinde elinde beyaz bir havlu vardı. Onu görür görmez başımı iki yana sallamaya başlamıştım.

“Hasta olmaman için,” deyip anlayışlı gözlerle gözlerime baktı.

Beni kaldırdı ve banyoya kadar sürükledi. Suyu ayarlayıp bana döndüğünde lavaboya yaslanmış onu bekliyordum. Büyük bir küveti vardı ve dolmasını beklemek istemiyordum.

“Yapabilecek misin?” Diye sordu. Onu başımla onaylarken yapabileceğime inanmıyordum. Temkinli gözlerle bir süre beni izledi ve sonrasında beni yalnız bıraktı. Üstümdeki paltosunu çıkarmak kendimi kötü hissettirdi. İç çamaşırlarımdan kurtulup sonunda küvetin içine girmeyi başardığımda suyu fıskiyeye geçirmiştim. Hızlıca yıkanıp çıkmak istiyordum ancak kolumu kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Çabalamayı bırakıp başımı küvetin yanına yasladım. Buradan nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Vücudumdan akıp giden sıcak su beni mayıştırıyordu ve ben sadece uyumak istiyordum. Göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyordu.

Kapıdan gelen sesle aniden doğruldum.

“Efendim?” dediğimde hissettiğim acıyla öksürmeye başlamıştım ve sesim bir fısıltı olarak bile çıkmamıştı.

“İçeri geliyorum,” dediğinde bir şey yapamadım. Sesim çıkmıyordu ve gücümü kaybetmiştim. Küvetin dibine iyice saklanırken kalbimin hızlandığını hissetmiştim. Su göğüslerime kadar çıkmıştı ve saçlarım üstlerine dağılmıştı.

İçeri girdiğinde tedirgin gözlerle ona baktım. Deli gibi utanıyordum ve bu bende ağlama hissi uyandırıyordu. Çünkü şu an yapabildiğim tek şey ağlamaktı. Yavaşça bana yaklaştı ve gözlerini gözlerimden ayırmadı. Şampuanı eline alıp saçlarıma okşayarak sürmeye başladığında içim titremişti. Bacaklarımı iyice kendime çekmiş dizlerime sarılmıştım. Kendimi savunmasız ve güçsüz hissediyordum. Suyun yüzeyini sarmaya başlayan köpüklere neredeyse teşekkür edecektim.

Parmakları saç derimde yavaş hareket ediyordu ve bu içimde beliren endişeyi azaltmama yetmişti. Her hareketini bilinçli yapıyor gibiydi. Düşündüm, o benim için bir yabancıydı ama ruhumun içine kadar girmeyi başarmıştı. Korktum, duvarlarımın ardına uzanabilecek olması içimde bir yangının başlamasına neden olmuştu. Saçlarımı şampuandan arındırırken elini sırtımda hissetmiştim. Sırtımın halini hatırladığımda yutkundum. Bunu görmesini istemiyordum. Varlığını unuttuğum tüm kaslarım gerilmişti. Elini omzuma çıkarıp saçlarını sırtımda topladı. Dokunuşu yumuşak ve sıcaktı. Onun sıcaklığı tenimi sudan daha fazla yakıyordu. Su başlığını elime verdiğinde havluyu uçlarından tutmuş çıkmam için bekliyordu. Yüzü havlunun arkasındaydı ve dağınık saçları gözüküyordu. Küvetin kenarından destek alarak ayağa kalktım ve vücudumdaki köpüklerden arınıp küvetten çıktım. Bacaklarımdaki titremeyi durduramıyordum. Dibinde dikiliyordum ve sıcaklığıyla birlikte havluyu etrafımı sarmasını bekledim. Havluyu etrafıma sardı ve bana sarıldığını sandığım o dakikaların kalbimi de sardığını hissettim. Beni kendine çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey görmemiş gibi aynı şekilde bana bakıyordu. Dudakları sakince kıvrıldı ve bu hareketi hissettiğim güçsüzlüğe rağmen bana güç vermişti.

Başımdan itibaren dizlerime kadar inen havlu yumuşacıktı. Beni içeriye götürüp yatağın üstüne oturttu. Çarşaflar gri renkteydi. Yatakta oturmuş onu izliyordum, kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Sanki üzerimi giyinmeyi henüz öğrenmemiştim ve giydirilmek için sakince bekliyordum. Önümde yere çöküp gözlerimin içine baktı. Bacaklarımın açıkta kalan kısımlarını elindeki havluyla kurularken eli kısa bir an için tenimden aşağı kaymıştı. Tüylerim ürperirken ellerimin arasındaki havluyu daha sıkı tutmaya başlamıştım. Dizindeki kumaş parçasını ayaklarımdan geçirmeye başladığında dizlerime kadar çıkardığında kendi çamaşırının olduğunu fark ettim. Ayağa kalktığımda ondan biraz uzaklaşmış ve geri kalanını kendim giyinmiştim. Bunu yaparken gözleri üzerimden çekilmedi. Ayağa kalkıp önce saçlarımdaki ıslaklığı havluyla aldı sonrasında kafamdan yine onun olan kazağını geçirmişti. Kokusunu üzerimde hissetmek tuhaftı. Havlu yere düştüğünde kazağın eteklerini düzeltti ve kazak kalçalarımı kapatacak kadar tenime uzandı. Ellerimden aşağı düşen kısımları katladığında gülümsedim. Bu, yorgun ve buruk bir gülümsemeydi. Altı yaşımdan beri üzerimi kendim değiştiriyordum ve o zamandan beri ilk defa o kız çocuğuna bu kadar yakın ve içimde hissediyordum. Ona sarılmak istedim ama yapmadım. İçimde düşük ritimli bir müziği uyandırdı, bakışlarıyla saçlarımı okşadı ve ruhu ruhumu hiç hissetmediğim bir sıcaklıkla sardı. Bunu hissettim. Yaptıklarının farkında mıydı? Bilmiyordum. O an tek istediğim o bakışları kaybetmemekti.

‘’Bana böyle bakmamalısın,’’ dedi yavaşça. Sesi sakin ve huzurluydu. Gözlerimi ondan kaçırıp etrafta gezdirdim. Sadece başımı sallamıştım. Yatağa oturup gözlerimi kucağımdaki ellerime diktim. Tırnaklarımı çevreleyen derimin morardığını yeni fark etmiştim.

‘’Bağdaş kur,’’ dediğinde onu ikiletmemiştim. Yanıma oturdu ve yatak biraz daha çöktü. Bir dizini kırmıştı ve bana dönüktü.

‘’Arkanı dön.’’ Sesi emir vermekten çok yapmam gereken bir şeyi anlatır gibiydi. Bunu neden isteyebileceğini düşündüğümde yüzüne soran gözlerle baktığımda elindeki şişeyi görmüştüm. Bunu yapmasını istemiyordum ve vücudumdaki kanın çekildiğini hissedebiliyordum. ‘’O kadar kötü geçmeyecek,’’ dediğinde başımı iki yana salladım.

‘’İstemiyorum,’’ dediğimde boğazımın acısını önemsemiyordum. Sesim yine çıkmamıştı ve fısıltım bile çatallanmıştı. İçimde ona güvenmemi söyleyen taraf baskındı ancak ona acılarımı göstermek istemiyordum, daha fazlasını ona göstermeyi kabullenemiyordum. Yara izlerimi görürse ruhumda bıraktığı izleri de göreceğini düşünüyordum ve bu korumacı yanımı deliye çeviriyordu. Sanki ona izin verirsem kendime ihanet edecektim. Bu bana birinin beni nereden yaralayacağını göstermek gibiydi. Ruhumun haritasını çıkarmasını ve ellerinde tutmasını istemiyordum. Yaşadıklarımı ve hissettiklerimi bilmesini istemiyordum.

‘’Sadece izin ver,’’ derken sesi anlayışlı çıkmıştı. Bakışları ikna ediciydi ve ben bir aptal gibi ona güvenmek için kendimi hazırlamaya çoktan başlamıştım. Lütfen, dedim kendi kendime, lütfen beni buradan yaralama. Gözlerine bakmayı bıraktım ve yavaşça ona arkamı döndüm.

Saçlarımı özenli bir hareketle önüme bıraktı ve yavaşça kazağı omuzlarıma kadar sıyırdı. Hafifçe öne doğru eğilmiştim. Düşünceli bir şekilde nefesini dışarı bıraktığını duydum. Dudaklarımı kemirmeye başlamıştım bile. Kapağın çıkardığı ses içimde büyüyen endişeyi artırıyordu. Kaşlarım çatılmış bir şekilde dokunuşunu bekliyor ne düşünü merak ediyordum. Aklında dönen şeylerin neredeyse sesini duyduğumu düşünecektim. Parmakları tenimle buluştu ve sırtım bir yay gibi gerildi. Tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde dışarıya bıraktım. Beni duyduğunu biliyordum. Yaralarım acımıyordu, hissettiğim şey yakıcıydı ve sırtımda değil ruhumda hissediyordum. Parmakları sırtımda kaymaya başladığında dokunuşu bir tüy kadar hafifti. Eğer bana farklı bir şey için dokunmuş olsaydı bu beni gülümsetebilirdi. Gülümsemedim. Ellerine tekrar şişeden boşalttığı şeyin sesini duydum. Kokusu ciğerlerime dolana kadar içime nefes çekmediğimden habersizdim. Keskin bir kokuydu ancak ardında hafif tatlı bir kokuyu gizliyor gibiydi. Ellerini birbirine sürtmesini dinledim. İki elini de belimi neredeyse saracak şekilde sırtıma yerleştirdiğinde irkilmiştim. İlk defa birisi bana dokunuyordu. O an insanlarla temas etmemek için ne kadar çaba verdiğimi hatırladım. Onun bana dokunması için uğraşmasına bile gerek kalmamıştı. Ben ellerinin arasına kendimi bırakmış ve ona izin vermiştim. Kimse bana bugüne kadar yardım etmek de istememişti ve ben de yardım dilenmemiştim.

Elleri omzuma kadar çıktığında bunu defalarca tekrarlamıştı. Tenini tenimde hissediyor olmak kalbimi duraksız bir şekilde hızlandırıyordu. Hissettiğim duygu yoğunluğu ve çatışmalarım arasında eziliyordum. Bir yanım huzurluydu, diğer yanım ise acı içinde kıvranıyordu. Sonunda elleri durdu ve yavaşça tenimi terk etti. Huzur ve acı birbirine karıştı.

Sırtımı geri kapattığında beni beklemeden kendine çevirmişti. Ağzımdan dökülen nefes sesim yerinde olsaydı bir inleme halini alacaktı, alamadı. Bu sefer saçlarımı sırtıma bıraktı. Parmakları çeneme yerleşti ve nazik bir hareketle boynumu açığa çıkardı. Yutkundum ve hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Çok geçmeden boynumdaki sızıların üstünde parmakları gezinmeye başlamıştı. Hareketleri öyle yavaştı ki dokunduğu yerler sızlamasa tenini hissedemeyecektim. Başını hafifçe sağa yatırmıştı ve kaşları çatıktı. Önemli bir şey üzerinde düşünerek hareket ediyor gibiydi. Bulunduğum durumda dudağımın kenarının kıvrılması beni şaşkına uğratmıştı. Çeneme de hafifçe dokunduğunda oradaki morluğu da es geçmediğini elleri tenime dokunmayı tamamen bıraktığında fark etmiştim. Başımı indirip gözlerine baktım. Gözlerimde özür dileyen bir ifade olduğuna emindim, buna engel olamamıştım. Bacaklarım dizinin üstündeydi ve bunu fark ettiğim içimdeki sıcaklık daha da arttı. Bakışlarında ne düşündüğünü anlamak için herhangi bir şey aradım ancak hiçbir şey yoktu. İfadesizdi.

Çatık kaşlarının ortasında beliren çukura uzandım ve parmağımın tersini yavaşça burnunun bitiminden alnına dek kaydırdım. Kısa ancak yumuşak bir dokunuştu. Bunu yapana dek böyle bir düşüncemin varlığından habersizdim. Kaşlarını çatmasını istemiyordum, orada biriken düşüncelerini dağıtmak istemiştim. Dokunuşumla çukur kayboldu ve yavaşça gülümsedim. Gözlerinde beliren ifade içimi okşamıştı. Kirpiklerinin altından bana bakan ışığı sevmiştim. Şimdi daha da güzel görünüyordu.

‘’Artık uyuyabilirsin,’’ dediğinde üstüme çöken ağırlığı yeniden hatırlamıştım. Onu başımla onayladım ve bacaklarımı bacaklarından çekip yataktan indim. Sıcaklığından koptuğumda tenimde güçsüz bir rüzgâr hissetmiştim.

‘’Burada uyuyacaksın,’’ deyip çenesiyle yatağı gösterirken ayağa kalktı ve örtüyü benim için açtı. Yatağa girip başımı yastığa bıraktığımda kokusunu daha belirgin bir şekilde hissediyordum. Örtüyü üstüme geri örttüğünde dudağının kenarı belli belirsiz kıvrılmıştı. Başıma dikildi ve işaret parmağıyla burnumun ucuna dokunup dokunuşunu dudaklarıma kadar sürerken konuştu, ‘’iyi geceler.’’ Sesi bir masalın son cümlesi gibiydi. Dünyasını alıp gideceğini gözlerini gözlerimden koparıp sırtını bana döndüğünde anlamıştım. Odayı tamamen terk ettiğinde örtülerin arasına biraz daha sokuldum ve kokusunu derin derin içime çekerek gözlerimi kapattım. Ondan başka bir şeyi düşünmemek için dudaklarımda bıraktığı ize odaklandım. Tenimde bir yol çizmişti ve ben, o yolu ona vermek istedim. Zihnimdeki karanlık büyüdüğünde hissedebildiğim ve düşünebildiğim tek şey dokunuşuydu. Kokusu üzerime ruhuma sinen huzur gibi sinmişti. Ben de kendimi yeni tanıdığım bu huzurun kollarında uykuya bıraktım. 


YORUMLARINIZ BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ.