Bölüm şarkısı, Anathema - One Last Goodbye


Uyandığım o sabahı anımsadım. Ruhumda gezen, tanımadığım bir his vardı. Adını bilmiyordum ancak böyle bir sabaha, beni böyle uyandıran o hissin ayak izleri ona aitti. Ben de bu hissin adını ayak izleri koydum, o bana ne olduğunu öğretene kadar. Ruhumda gezen o ayak izlerinin verdiği huzur saçlarımı okşuyor gibiydi. Zihnimdeki savaş bitmiş ve etraf bu sefer huzurlu bir sessizliğe gömülmüştü. Kokusunun tenime sindiğini hissedebiliyordum. Uyandığımda avuç içlerim onun gibi kokuyordu ve ben de bu kokuyu o sabah sahiplendim. Tenime değen tenini aklımdan çıkaramıyordum. Şefkat üzerimde hiç bu kadar uzun gezinmemişti, bunu yapan yine onun elleriydi. Ve ben de o elleri kendime istedim.

O günün üstüne zaman birikmişti. Onun evinde geçirdiğim dördüncü gündü ve yine onun yatağında uyanmıştım. Kendimi sürekli ona dair olan her şeyi isterken buluyordum. Bu kendimi şuursuz bir ergen gibi hissettiriyordu ancak umurumda değildi. Onu kendi evinde bu kadar az görüyor olmak canımı sıktı, sadece gece eve geliyor ve bir görev gibi üstünden geçmeden sırtıma ilaç sürüyordu. Her gece bir öncekinden daha yorgun görünüyordu ama yine de bunu yapmayı aksatmıyordu. Kanepesinde uyuya kaldığımda beni yatağa taşıyor ve sonrasında uyandırıyordu. Sırtımdaki acılar neredeyse tamamen gitmişti ve morluklarım silinmek üzereydi. Tüm bunları yaparken aramıza koyduğu mesafeyi hissedebiliyordum. Benimle konuşmuyor bir şey söylediğimde kısa cevaplar veriyordu. O günkü adamları sorduğumda söylediği tek şey, hallediyorum, oluyordu. Onun canını sıktığımı düşünüyordum. Evindeydim ve bir de onlarla uğraşmasına sebep olmuştum. O günün ardında yatan gerçeği merak ediyordum ancak bana hiçbir şey söylemiyordu.

Yatağın içinde yuvarlanıp diğer köşesine gittiğimde kapı açıldı ve ayak seslerini duydum. Evde olduğundan habersizdim ve bu ses beni neredeyse gülümsetecekti. Yatağın içinde doğruldum ve çok geçmeden göz göze geldik. Gözlerinin altı çökmüş saçları dağılmıştı. Yine farklı bir güzellikte karşımda dikiliyordu. İfadesiz gözlerinin arkasında dönüp duran düşüncelerin olduğunu düşündüm. Bakışlarını bu sefer benden çekmedi ve yavaşça yatağın kenarına oturdu, gözlerimiz ayrılmamıştı. Yavaşça yutkundum. Gece uyumadığını düşündüm, gözlerindeki damarlar çatlamıştı ve kuruyan toprakları anımsatıyorlardı. O kuru toprakların ortasında derin kuyuları hala canlıydı.

‘’Uyumadın mı?’’ dediğimde kaşlarım çatılmıştı. Rahat edemediğini düşündüğümde kendimi fazlalık gibi hissetmiştim. Usulca başını iki yana salladı.

‘’Hayır,’’ dediğinde sesi düşünceli çıkıyordu.

‘’Yatağını işgal ettiğim için rahat değilsin,’’ dediğimde dudağının kenarı belli belirsiz kıvrılmıştı.

Bir şey söylemeden yatağa uzanırken omuzlarımdan tutup beni de yatağa doğru çekmişti. Yorgun bir nefesi dışarı bıraktı. Şaşkınlıkla yutkunurken gözlerimi ona çeviremiyordum. Hemen yanımdaydı ve kolu başımın altındaydı. Sıcaklığı saçlarımın arasından bana ulaşmıştı ve kanımda yürüyen ateşi hissedebiliyordum. Yine ruhuma ayak bastı ve sabırsızlandım. Ona döndüm ve gözlerimiz buluştu. Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda şaşkınlığımı yüzümden silemediğimi biliyordum. Bana doğru dönüktü.

‘’Nerede yattığımın bir önemi yok, bu yatakta da uyuyamıyorum,’’ dediğinde sesi sakindi ve yine bana huzur veriyordu. Onu uyutmayan şeyi merak etmiştim.

‘’Seni uyutmayan ne?’’ dediğimde gözlerinden hızla geçen ifadeyi yakalayamamıştım.

Gözlerime bakmaya devam etti ancak cevap vermedi. Boştaki eliyle omzumdan yavaşça tuttu ve vücudumu kendine çevirdi. Yanaklarımdaki sıcaklık arttı ve dudaklarım yeniden kurudu. Kokusu artık daha yoğundu ve başımın döndüğünü hissettim. Göz kapaklarım yarıya kadar kapanıp tekrar açıldığında gözlerime daha derin bakıyordu. Parmaklarını sırtımda gezindirmeye başladığında sırtım gerildi ve bu ona biraz daha yakınlaşmama neden oldu.

‘’Sırtın daha iyi mi?’’ Sesinde düşünceli bir tını vardı. İki göğsümün arasından karnıma doğru bir şeyin aktığını hissettim. Yine ruhumda geziniyordu. Daha fazlası için bekledim.

‘Evet, neredeyse tamamen iyileşti,’’ derken aynı zamanda başımı aşağı yukarı sallamıştım. Eli belimde durmuştu.

‘’Eve gitmeni istemiyorum,’’ dediğinde kaşlarım havalanmıştı.

‘’Neden?’’ diye sordum. Tuhaf bir şekilde eve gitmeyi ben de istemiyordum.

‘’Okula gitmeni de istemiyorum,’’ derken düşünceliydi ve bu her saniye artıyordu.

‘’Halledemedin mi? Sorun değil,’’ derken düşüncelerinin bir kısmını ondan almak istemiştim.

‘’Çoktan hallettim, evine gelebilecek kimse de yok artık,’’ dediğinde kaşlarım daha da havalanmıştı. Düne kadar beklememi söylüyordu.

‘’Neden gitmiyorum o zaman?’’ dediğimde kaşları çatılmıştı.

‘’Çünkü iyileşmedin,’’ derken sesi hala sakindi. Parmaklarını boynumda hissettim ancak hareket dahi etmemiştim. ‘’buranın hala acıdığı biliyorum,’’ diye devam ettiğinde gülümsedim.

‘’Dayanamayacağım bir şey değil.’’ Sesim neredeyse neşeliydi.

Gözleri gözlerimde bir şey arıyor gibiydi. Daha fazlasını göstermedim ama neredeyse gördüğünden emindim. Sonrasında gözümdekileri göremediğini değil gördüklerinin nedenlerini aradığını anlamıştım. Nefesinin tenimin üzerindeki hareketlerini ruhumda hissettim. Sanki ruhu ruhuma ulaşmıştı. O ruhu görmek istedim ama hissettiğim kadarıyla yetinmeliydim. Yutkundum. Bakışları, üstümde esen bir rüzgar gibiydi, rüzgarın içinde olmayı her zaman severdim.

“Onlar kimdi?” Diye sordum sessiz kaldığında. Gözlerinde beliren soru işaretlerine kadar her şey bir anda silinmişti.

“O geceki heriflerden,” dedi sadece.

“Neden peki?” Derken sakindim. Onun sakinliğini huy edindim.

“Onu küçük düşürdün, adaleti buydu,” dediğinde kaşlarını iyice çatmıştı.

“Nasıl hallettin?” Derken meraklı göründüğümün farkındaydım.

“Ona adaletin ne olduğunu öğrettim,” dedi ve dudağının kenarı kıvrıldı. Bu neşeli bir gülümse değildi. Sıcaklıktan yoksundu.

“Bana neden yardım ediyorsun?” derken gözlerine daha dikkatli bakıyordum.

“Sana yardım etmiyorum. Sorumluluk alıyorum, olanlar için.” Sesi sakindi, ona meraklı tarafımın omuzları düşmüştü.

“Sorumlusu benim,” dediğimde kaşlarımı çatmıştım.

“Teslimatçılar her zaman daha iyi korunur. Sadece bir gölge gibi gelip gitmeliydin, bunu sağlayamadık. Bu yüzden sorumluluk benim,” dediğinde gözlerimi devirmiştim.

“Geri kalan şeylerin sorumluluğunu neden üstlendin o zaman?” Derken sesim meraklıydı. Ondan bir cevap almak istiyor gibiydim. Ve sorumun ne olduğunu bilmiyordum. Dudağının kenarı kıvrıldı, gözlerinde derinden gelen bir ifade belirdi. Ne olduğunu bilmiyordum.

“Olanlar için küçük bir hediye,” dediğinde hayal kırıklığına uğramış gibi hissediyordum.

Bir şey söylemeden yüzünü izlemeye devam ettim, güneş yüzünü aydınlatıyordu ve keskin yüz hatları yakından daha güzel görünüyordu. Göz renginin tuhaflığı güneşin altında daha iyi fark ediliyordu. Berrak bir gecenin karanlığı kadar koyu gözleri vardı. Gecenin mavisini giyinen gözlerinde kızıl çizgiler vardı ve bu gökyüzünde ateşe verilmiş yıldızları andırıyordu. Çok güzeldi.

“Teşekkür ederim,” dediğimde zihnimde ondan uzaklaşma isteğimi uyandıran şey daha fazla yardım ya da hediye istemememdi. Gözlerine bakıp doğruldum. “Daha fazla hediyeye gerek yok,” diye devam ettiğimde artık gözlerinden kopmuştum.

“Diğerleri seninle vakit geçirmek istiyor bugün,” dediğinde o da doğrulmuştu. Koluma değen tenini hissedebiliyordum. Kafamı ona çevirdiğimde burun buruna gelmiştik. İrkilmeme engel olamamıştım ve sonrasında hareketsiz kalmıştım. “Benimle kaldığını biliyorlar,” diye devam etti. Nefesini soluduğumda tüylerim ürpermişti. Sesimi bulamadığımdan başımı aşağı yukarı salladım. Burnum burnuna sürtündüğünde kalbim hızını artırmaya başlamıştı. Sıcaklığı etrafımı sarmıştı ve mayışmış hissediyordum.

“Nedenini biliyorlar mı?” Dediğimde sesim bana ait değil gibiydi. Boğuk ve kısık çıkmıştı. Dudaklarıma çarpan o serinlik tüm bedenimi yakıyordu.

“Hayır,” dediğinde yutkundum.

“Sende neden kalıyorum peki?” Dediğimde Eli önüme düşen saçıma uzanmıştı.

“Çünkü,” deyip ilk önce saçımı arkaya attı. “seninle görüşüyoruz,” diye devam ettiğinde sesi ciddiydi ve yüzü ifadesizdi.

“Nasıl yani?” Diye aceleyle sordum.

“Sana bir şey sormayacaklar, merak etme,” deyip benden uzaklaştı ve yataktan kalktı. Sıcaklığını etrafıma yaydığı gibi benden geri kopardı. Kollarımı etrafıma sarıp etrafa bakınırken tuhaf hissediyordum. Onunla ne şekilde görüştüğümü düşündüklerini bilmiyordum ve o an bunu umursamamıştım.

Üzerindeki tişörtü çıkarıp arkasına dönmeden yatağa attığında dudaklarım aralandı. Çıplak vücudu hemen karşımdaydı. Hareket ederken kasları iyice belirgin hale geliyordu. Yanaklarımdaki sıcaklığın artması sinirimi bozmaya başlamıştı. Geniş omuzları ve geniş bir gövdesi vardı. Gözlerimi üzerinden çekmek istesem de yapamamıştım. Gözlerim her bir zerresinde geziniyordu, defalarca her noktayı inceliyor zihnime kazıyordum. Kazağını giyindiğinde gözlerimi cama doğru çevirip ona yakalanmamak adına dışarıyı izliyormuş gibi yaptım.

“Kalkmayacak mısın?” Dediğinde beni izlediğini biliyordum.

“Kıyafetim yok ki,” dediğimde sesim fazla kısık çıkmıştı.

“Benim kıyafetlerimden giyin, evine uğrarız,” dedi ve ona döndüm. Beni inceliyordu ve ifadesizdi. Dizlerimin üzerinde doğrulup yataktan indiğimde ona bakmayı bırakmıştım.

“Hazırım o zaman,” derken yere bakıyordum. Üzerimde hala onun kazağı vardı.

Elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdiğim sırada vücudumdaki sıcaklık yerli yerindeydi. Bakışlarım aynadaki aksimle kesiştiğinde çöken göz altlarım ve solgun tenim zihnime ulaşmıştı. Çenemdeki morluk tamamen kaybolmuştu. Boynumda yer yer morluklar duruyordu. O an, zihnime bir sis gibi çökmeye başladığında başımı iki yana sallayıp soğuk suyu sertçe suratıma çarptım. Defalarca. Bu kendimi o ana daha çok itmeme neden olmuştu. Nefes alışverişlerim hızlandı ve hislerimi görmezden gelerek yüzümü silip kendimle karşılaşmadan dışarı çıktım. Gözlerimiz tekrar birbirine tutunduğunda beni inceliyordu. Beni baştan aşağı süzdükten sonra önüne dönmüştü.

“Üstünü değiştir saçlarını da tara, bütün gece çok yorgun düşmüşsün gibi gözüküyorsun,” dediğinde sesindeki ifade temkinliydi. Kaşlarım havalandı ve söylediği şeyi anlamaya çalıştım.

“Yatarken neden yorgun düşeyim?” Dediğimde söylediği gibi gözükmemin saçma olduğunu düşünüyordum çünkü dinlenmiş ve fazlasıyla dinç hissediyordum. Bakışları yavaşça bana döndüğünde dudakları kıvrılmıştı.

“Yatakta da yorgun düşebilirsin, sadece kendini toparla,” deyip duraksadı ve beni izlemeye devam etti. “Ya da sen bilirsin,” diye devam ettiğinde omuzlarını silkmişti. Söylediği şeyi anlayamadığımda omuzlarımı silktim, üstümü değiştirmek istemiyordum.

“Gerek yok, değiştirmeyeceğim,” dediğimde nefesini sesli bir şekilde dışarı bırakmıştı. Tamamen hazır olduğunu fark ettiğimde odanın kapısına doğru yönelmiştim ve hemen arkamdaki varlığını hissedebiliyordum. Gölgesi üzerime düşüyor kendi gölgeme kadar uzanıyordu. Nedense bu hoşuma gitmişti, gölgemi gizliyor olması ruhumu okşamıştı. Ayakkabılarımı giyindiğimde arkasına basıyordum. Omuzlarımda bir ağırlık hissettiğimde arkama dönmüştüm. Paltosunu üzerime atmıştı ve kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakıyordu.

“Dışarısı soğuk.” Sesi keskindi.

“Arabaya bineceğiz zaten,” dediğimde kaşları biraz daha çatılmıştı.

“Oyalanma,” dediğinde kaşlarım çatıldı. Kapının koluna uzanmış ve beni umursamamıştı bile. Kapıdan çıkarken ona yandan bakıyordum. İstediği bir zaman diliminde hiç çaba sarf etmeden sinir bozucu olabiliyordu. Yaptıklarını düşündüğümde bunun üstünü rahatça örtebiliyordum. Asansöre bindiğimizde paltoya kollarımı geçirmiştim ve bunu yaparken huysuzdum. Bana anlamsız gözlerle bakarken ben de ona alttan bakıyordum. Kolumu geçirmeye çalıştığım paltoyu çekip beni önüne getirdiğinde başım göğsüne çarpmıştı. Kolumu tutup tek hamlede kabana geçirdiğinde benim uzunca yapamadığım şeyi yapmıştı. Dişlerimi sıkıp onu karnından ittiysem de hareket dahi ettirememiştim. Saçlarımın arasında hissettiğim nefesi gülümsediğini düşünmeme neden olmuştu.

“Beni sepet gibi çekme,” dediğimde sesim aksiydi. Elleri yakalarıma uzanıp önümü düzelttiğinde hareketleri ileri geri gidip gelmeme neden oluyordu. Bilerek yapıyordu. Gözlerimi hırsla gözüne diktiğimde gülümsediğini görmemle tüm hırsımı kaybetmiştim. Çok güzeldi ve ben yine etkisi altına girmiştim. Yutkunup elimi elinin üstüne koyduğumda durmuştu. Bu onun üzerinde bir etkimin olduğunu düşünmeme neden olmuştu. Onun gibi sırıtırken ellerini yavaşça aşağı indirmiştim.

“Beni çekeleyip de durma,” dediğimde sırıtmaya devam ediyordum.

Kaşlarını hafifçe çattı ve ellerini yakamdan çekip önüne döndü. Kollarımı kendime sararken gözlerimi ondan ayırmamıştım. Kokusunu yavaş yavaş içime çekerken tuhaf bir şekilde iyi hissediyordum. Her şeyden bir haber gibiydim, sanki içime doldurulan tüm o korkunun sahibi ben değildim. Tüm yaşadıklarımı bir başkası yaşamış ve bana sadece anlatmış gibiydi. Kendime yabancı hissediyordum. İçimde sadece yaşanılmış olan şeyleri biliyor olmanın ağırlığı vardı. Onun yanında tam olarak böyle hissediyordum. Daha diri hissettiğim o korku böyle hissediyor oluşumdu. Bunun sonsuza kadar sürmeyeceğinin şimdilik farkındaydım ve bu canımı sıkıyordu.

Arabaya bindiğimizde içine daldığım o hissin dışına çıkmayı başaramamıştım. Gözlerim sadece onun üzerindeydi ve hislerimi ayakta tutan kişi yine ondan başkası değildi. Varlığından haberim olmasaydı geride bıraktığım bu birkaç günü kendi içimde çok daha ağır ve acımasız geçireceğimi biliyordum. Karanlığıma gömülmeden hemen önce ruhunu ruhumda hissetmiştim, bana dokunmayı başarmıştı ve bundan şikayetçi değildim.

“Bana böyle bakma,” dediğinde onu izlemeye devam ettim.

“Nasıl bakıyorum?” Derken yutkunmuştum.

“Küçük ve masum kız çocukları gibi, istekli,” dediğinde sesi sakindi.

“Teşekkür ederim,” dediğimde söylediklerini duymazdan gelmiştim.

“Teşekkür etmeni istemiyorum, söylediğim gibi sorumluluk aldım,” dediğinde sesi keskin ve tok çıkmıştı. Çatılan kaşları gözlerindeki o parıltıyı gölgeleyememişti.

“Olsun, ben teşekkür etmek istiyorum,” deyip omuzlarımı silktim ve önüme döndüm. Yoldan gözlerini ayırıp beni izlediğini biliyordum ancak onu umursamadım.

Yaptıklarına kendince verdiği nedenler umurumda değildi. Tüm bunların sorumluluğunu almak zorunda olmadığını biliyordum ve ona karşı hissettiğim minnetin derinlerde gömülü kalmasını istemiyordum. Ne olursa olsun unutamayacağım bir şekilde ruhuma dokunmuştu. Yaralarıma dokunmuştu. Daha önce kimse iyileştirmek için tenime dokunmamıştı. Ben ona acılarımın aynasını göstermiştim, tenimi ellerinin altında bırakmıştım, o benim aynamı görmüştü. O aynada kendini değil beni gördü. İlk defa savunmasız olmak beni korkutmamıştı. Ben ilk defa farklı bir şekilde nefes almıştım, bu nefesi bana o vermişti.

Araba durduğunda eve geldiğimizi anlamıştım. Arabadan inip eve doğru yürürken yüzüne bakmamak için özen göstermiştim. Zihnime düşen ayrıntıyla duraksadım. Evin anahtarı yoktu. Arkamı döndüğümde adım atamadan durmak zorunda kalmıştım. Hemen dibimdeydi ve döndüğümde çıkardığı ses yutkunmama neden olmuştu. Dudaklarının kenarı kıvrılmıştı ve çıkardığı hırıltı midemin üzerinde bir şeylerin harekete geçmesine neden olmuştu. Gözlerini gözlerimden ayırmadan anahtarı bana uzattığında yerimde kıpırdandım ve zorlama bir çabayla anahtarı elinden aldım. Nereden bulduğunu nasıl bulduğunu sorgulamayacaktım. Sırtımı tekrar ona dönüp yürümeye başladığımda peşimden geliyordu. Kapının önüne geldiğimizde bacaklarımı ısıran rüzgar içimden bir ürperti geçmesine neden olmuştu. Kapıyı açıp içeri girdiğimde direkt olarak odama girmiştim. Hızlı bir şekilde dolabın önüne geldiğimde kapının kapanma sesini duymuştum. Siyah pantolonumu altıma geçirdiğimde hiçbir yere gitmek istemiyorum. Günlerdir yatmaya ve uyku halinde olmaya fazlasıyla alışmıştım ve hareket etmek zor geliyordu. Uyuşuk hareketlerle bordo boğazlı kazağımı giyindiğimde aynanın önünde dikilmeye başlamıştım. Gözlerimin altı tamamen çökmüştü ve tenim solgun görünüyordu. Hasta gibiydim ve hasta gibi de hissetmeye başlamıştım. İçimde beliren huzursuzluğu görmezden geldim ve yüzümü daha sağlıklı bir hale getirip vakit kaybetmeden kabanımı giyinip odadan çıktım. Biraz daha oyalanırsam ayakta dahi uyumaya başlayacaktım.

Kapının yanında dikiliyordu ve telefonuyla ilgileniyordu. Gözlerini kaldırıp bana baktığında botlarımı giyinmeye başlamıştım. Gözleri üzerimde geziniyordu ve bu beni her saniye biraz daha geriyordu. Botlarımı giyinip önünde dikilmeye başladığımda gözlerini gözlerime dikti.

“Neden öyle bakıyorsun?” Dediğimde rahatsızca yerimde kıpırdanmıştım.

“Nasıl bakıyorum?” Sesindeki alay kaşlarımı çatmama neden olmuştu.

“Fazla dikkatli,” dediğimde yutkunmuştum. Ellerimdeki soğuk teri hissetmeye başlamıştım.

“Detaylar dikkatimi çekiyor,” dediğinde dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı.

Ne diyeceğimi bilemeyerek kaşlarımı kaldırdım ve etrafıma baktım. Aptal gibi hissediyordum. Yakalarımı tutup beni kendine doğru çektiğinde vücuduma yayılan sıcaklık yutkunmama neden olmuştu.

“Yanına eşya almayacak mısın?” Derken başını yana yatırmıştı. Masum görünüyordu. Ve güzel.

“Ne eşyası?” Diye anlamayarak sorduğumda gözlerine bakmakta zorluk çekiyordum.

“Benimle kalıyorsun,” dediğinde kaşlarını çatmıştı. “Kıyafetlerimi sevdiysen elbette giyinmeye devam edebilirsin tabii,” diye devam ettiğinde istemsizce gülmeye başlamıştım.

“Artık sende kalmama gerek var mı ki?” Dediğimde elini kaldırdı ve saçlarıma uzandı. Saçlarımı sırtımdan aşağı döktüğünde sıcak nefesimi dışarı bırakmıştım.

“Bir süre daha kalmalısın,” dediğinde gülümsemem genişledi ve fark etmeden ona biraz daha yaklaştığımı fark ettim.

“Kıyafetlerini giyinmemden rahatsız oluyor musun?” Dediğimde sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı.

Gülümsemesi derinleştiğinde tekrar yakalarımdan tutuyordu ve gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmıyordu. “Her birini üstüne geçirmen için sabırsızlanıyorum,” dediğinde beklemediğim bir şekilde gülüşüm sesimle birleşmişti. Bu bir kahkaha kadar büyük değildi ancak uzun zamandır ilk defa sesimi çıkararak gülmüştüm. Kafam hafif bir şekilde arkaya yatmıştı ve elim yakama asılı olan koluna tutunuyordu. Gözlerine çöken karanlık daha fazla hoşuma gitmeye başlamıştı.

“Beni evinde görmeye alıştın,” dediğimde aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim. Artık gözleri üzerimde daha fazla geziniyordu. Gülümsemesi silinmişti ve yutkunduğunu fark etmiştim.

“Beni beklemeye alıştığın için böyle düşünüyorsun,” dedi ve keskin gözleri gözlerimden ruhuma kadar ulaştı. Evet, onu beklemeye alışmıştım ve bu hoşuma bile gitmeye başlamıştı. Gülümsemem yavaşça soldu ancak kaybolmadı. Söylediği şeyi umursamayıp omuzlarımı silktim.

“Belki de seni bekliyor olmama alışan sensindir,” dediğimde bana doğru eğilmişti.

“Bu gerçek olsaydı, seni mutlu eder miydi?” Sesindeki sakinlik tüylerimin ürpermesine neden olmuştu.

“Bu zaten bir gerçek,” deyip gülümsedim ve ona doğru yanaşıp arkasındaki kapıyı açtım. Bunu yaparken vücutlarımız birbirine yaslanmıştı ve tenimdeki ateş daha kızgın bir hal almıştı. “Gidelim mi?” Diye devam ettiğimde kolunu belime sarıp beni kapının dışına yürüttüğünde şaşırmıştım.

“Sadece gerçek olmasını istiyorsun,” dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Hırsla yüzümü ona çevirdiğimde ifadesizdi.

“Kalmıyorum o zaman evinde falan,” deyip onu arkamda bırakmış ve arabaya doğru yürümeye başlamıştım. Tuhaf davranıyordum, hiç olmadığım kadar yabancı hissediyordum.

Koltuğa yerleştiğimde ellerim paltomun cebindeydi. Çok geçmeden o da geldiğinde yüzüne bakmamak için özen gösteriyordum.

Araba yolda süzülmeye başladığında bir sessizliğin içine gömülmüş gibiydik. Bunu bozmadım ve akıp giden hayata gözlerimi diktim. Büyük bir alışveriş merkezinin önünde durana dek hiç konuşmadık ve bu içimin biraz daha karanlığa boğulmasına neden oldu.

Arabadan indiğimde o çoktan arabanın önünü dolaşmıştı. Esen rüzgarın içinde savrulan saçlarımı arkama attığımda çok geçmeden tekrar savrulmaya başlamışlardı. Rüzgarı seviyordum. Gözlerimi açtığımda hemen önümdeydi ve kokusu yeniden içimi titretmişti. Parmak uçlarım karıncalanıyordu. Dudakları nemliydi ve normalden daha kırmızı bir hal almışlardı. Yutkunup gözlerimizi birleştirdiğimde yakıcı bakışlarının altında ruhumun da yandığını hissettim. Bu hissin kölesi olabilecek kadar büyük bir istek büyüyordu içimde. Öyle güzeldi ki ruhumun etimi yumruklayarak onun ruhuna ulaşmak istediğini düşündüm.

“Hareket etmek gibi bir niyetin yok mu?” dediğinde ciddi görünüyordu. Bozuntuya vermeden kaşlarımı çatmıştım.

“Bana mı bağlısın?” dediğimde sesim öyle aksiydi ki kaşları aniden çatıldı. Gözleri artık daha keskin bakıyordu. Bakışlarının altında ezildiğini hissettim ancak ifadesizliğimi korudum.

“Canımı mı sıkmak istiyorsun?” dediğinde gözlerimi devirmiştim. O benim canımı sıkıyordu.

“Burada can sıkıcı olan tek kişi sensin,” dediğimde umursamazca etrafı izliyordum.

“İstediğin cevabı alamadığın için mi böyle davranıyorsun yoksa?” Sesindeki alay canımı daha da fazla sıkmıştı. Dudakları da alayla kıvrılmıştı ve beni izliyordu.

“Öyle olmasını deli gibi istiyorsun biliyorum ama hayır,” deyip sahte bir şekilde gülümsedikten hemen sonra yürümeye başlamıştım.

Neyi neden yaptığımı anlıyordu çünkü gizlemiyordum. Belki de gizleyemiyordum. Ona doğru çekiliyordum ve gizlenmek zorlaşıyordu.

“Beni delirtmeye çalışıyorsun, cidden. Buna gerek var mı?” dediğinde sesi şikayet eder gibi değil de tehdit eder gibiydi. Söylediklerine sırıtırken bana yetişmişti ve kafamı başka tarafa çevirip gülüşümü gizlemiştim.

“Sen bana delirmek için bahane arıyorsun,” dediğimde sesim umursamaz çıkıyordu. “Yani bana sinirlenmek istiyorsun demek istedim,” diye devam ederken yutkunmuştum. Yavaşça yüzüne baktığımda beni izliyordu ve dudağının kenarı yeniden alaycı bir şekilde kıvrılmıştı.

“Neden panikledin?” Derken sesindeki gülümseme ayırt edilebiliyordu. Önüme bakmaya devam ederken yürümeyi bırakmadım.

“Paniklemedim,” dediğimde sakin bir sesim vardı. Sürgülü kapılardan içeri girerken etrafı izliyordum.

‘’Sen öyle diyorsan,’’ dediğinde yan yana yürüyorduk.

Yürüyen merdivenlere vardığımızda arkamdaydı. Ellerini kabanımda hissettiğimde çok geçmeden beni kendine çevirmişti. Gözlerine bilmediğim bir durgunluk çökmüştü. Kendini sakladığını hissedebiliyordum ancak neyi sakladığını bilmiyordum. Çözemeyeceğim bir denklemin bilinmeyeniydi, yine de gözlerimi gözlerinden ayıramadım. Neredeyse aynı boydaydık ve serin nefesinin tenimdeki varlığına alışmıştım. Zihninde bir şeylerin döndüğüne yemin edebilirdim. Titreyen göğüs kafesim onun karşısında bu hale geliyordu. Bunu sevmeyi seçtim, başka bir şey yapmam mümkün olmamıştı. Bu bir seçim değil bir zorunluluk haline gelmişti.

‘’Ne oldu?’’ dediğimde sesim çatallanmıştı.

‘’Bir şey olmadı,’’ dediğinde omuzlarını hafifçe silkti ve dudağının kenarı yavaşça kıvrıldı.

Ne yaptığımı düşünmediğim bir anda elim yüzüne uzandı ve yanağını sıktım. Gülümsüyordum ve içimde büyüyen bir his vardı. Gülümsemeye başladığımda kaşları çatılmıştı. Elimden kurtulmak için kafasını hafifçe geri çekmeye çalıştıysa da bırakmadım.

‘’Kaçma,’’ derken sahte bir ifadeyle ona kızmıştım. Aniden bana yukardan bakmaya başladığında kolu belime sarılmıştı ve beni hafifçe kaldırıp yürümüştü. Ne olduğunu anlamam uzun sürmüştü ve sonunda merdivenlerin başa çıktığını anlayabilmiştim. Ayaklarım zeminle buluştuğunda ciğerlerime dolan kokusu beni çoktan sersemletmişti. Saçlarımı arkama atıp paltomun yakalarını tuttuğunda beni biraz daha kendine doğru çekmişti. Yakalarımı düzeltip beni baştan aşağı süzdüğünde önemli bir iş yapıyormuşçasına ciddiydi. Kulağıma doğru eğildiğinde onunla birlikte gelen rüzgar içimde bir ürpertinin gezinmesine neden olmuştu.

‘’Bana böyle dokunmamalısın,’’ dediğinde yutkunmuştum. Sadece başımı sallayarak onu onayladım ve bunu akıl edebildiğim için neredeyse kendime şükredecektim.

‘’Yağız!’’ Gelen sesle birlikte arkasını dönmüştü ve ben hala onu izliyordum. Arkasında kalmıştım ve görünmediğime emindim. Ezgi’nin sesiydi. Arkasından çıktığımda gözlerimi esir alan gözler Talha’dan başkasına ait değildi. İçimde en belirgin olan his özlemdi. Onu özlemiştim ve karşımda dikilirken aramıza kilometrelerce açtığım o mesafeyi tek bir adımda aşmaya hazır olduğunu görebiliyordum. Benden herhangi bir hamle bekliyor gibiydi. Gözlerinde bana yalvaran bir hüzün vardı ve bunu görüyor olmak nefesimin soluk borumu yakmasına neden olmuştu. Gülümsemeye çalıştığım o kısa sürede büyük adımlar atarak hemen önümde dikilmeye başlamıştı. Çok geçmeden kolları etrafımı sardığında kokusunu yavaşça içime çekip kollarının arasında kaybolmayı seçtim. Havada kalan elimle gövdesine sarıldığımda saçlarımı öptüğünü hissetmiştim.

‘’Affet beni,’’ diye fısıldadığında bir şey söylemedim. Sadece kolumu sıkılaştırmakla yetindim. Bu onu çoktan affettiğimi gösteriyordu o da bunu anlamıştı. Anladığını saçlarımın arasına karışan nefesinden anlamıştım. Rahatlamıştı. Geri çekildiğinde beni inceliyordu. Olanlardan haberi vardı ancak bunu konuşmayacağımızı anlayabiliyordum.

‘’Burada dikilecek miyiz? Bir yere gidelim,’’ Ezgi’nin sitemli sesiyle hepimiz ona dönmüştük. Gülerek bizi izliyordu. Halinden memnundu ve yapmak istediği şey yaydığımız boğucu havayı dağıtmaktı. Yağız telefonunu kulağına götürüp ilerlemeye başladığında tekrar Talha’ya baktım. Gözlerindeki hüzün henüz silinmemişti. Bunun için ona gülümsedim.

‘’Sorun yok,’’ dediğimde sıcak gülümsemesi yüzüne yayıldı. Gülümseyişi her zaman içimi ısıtırdı, yine ısıttı.

‘’Gerçekten tek bir sefer daha böyle olmanıza katlanamam, beni çok sinirlendirdiniz,’’ dediğinde Ezgi’ye dönmüştük.

‘’Eğitememişsin bunu, ondan kavga ediyoruz. Sana onu iyi eğitmeni söylemiştim,’’ dediğimde gülüyordum. Talha’nın kaşları kalktığında şaşırmış görünüyordu.

‘’Bazen yoldan çıkabiliyor, eğitimi tamamlandığında hatalar yapmayacak,’’ diye karşılık verdiğinde kıkırdamıştım.

‘’Size bir şey söylemiyorum, pes. Ama Ezgi,’’ dedi ve Ezgi’ye döndü, ‘’seninle ayrı görüşeceğiz,’’ diye devam ettiğinde sesindeki tehditkar ton belirgindi. Ezgi gözlerini kaçırıp bize arkasını döndüğünde Yağız’ın yanına doğru yürümeye başladı ve o sırada cebimdeki telefon titremeye başladı. Telefonu elime aldığım Talha beni izliyordu.

‘’Sen git ben de geliyorum birazdan,’’ dediğimde ondan birkaç adım uzaklaşmıştım.

‘’Efendim?’’ dediğimde sesini duymayı bekledim. Mağazanın önünde adımlamayı bırakıp cam vitrinin önünde dikilmeye başladım.

‘’Aden?’’ sesi endişeli geliyordu.

‘’Efendim Kenan amca?’’ dediğimde sesim neredeyse neşeli çıkıyordu.

‘’İyi misin? Senden haber alamadım,’’ dediğinde gülümsemiştim.

‘’İyiyim, sorun yok şimdilik,’’ dediğimde gözlerim vitrine yansıyan, arkamda dikilip beni izleyen gözlere takılmıştı. Yutkunup gözlerimi defalarca kez açıp kapattım. Hala dikilmiş beni izliyordu. Kenan amcanın sesi bir uğultu haline dönmüştü ve zihnimde çökmeye başlayan bir şeyler vardı. Kalbimin gümbürdemeye başladığını ve tüm hücrelerimin harekete geçtiğini hissedebiliyordum. Uzun saçları omuzlarından dökülüyordu ve çok güzel görünüyordu. Aklımı kaçırdığımı düşündüğüm o saniyelerde onu fark ettiğimi anladı ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Düşünmeden arkamı dönüp hızlıca yürümeye başladığımda peşine takılmıştım. Açık kahve saçları yürürken dalgalanıyordu. Yürüyen merdivenlerden koşar adımlarla inmeye başladığında saçlarını kapüşonuyla örtmüştü. Arkasından giderken delirmiş gibi hissediyordum. Sanki imkansız bir şekilde gerçek bir zamanda bir rüyaya hapsolmuştum ve o rüyada gerçek olmasını istediğim bir hayalimin peşinde koşmaya başlamıştım. Hayalim gerçek olduğunda kabusum başlayacaktı. Hissedebiliyordum. İçimde büyüyen bir korkuyla peşinden gitmeye devam ettim.

‘’Bekle!’’ dediğimde çıkış kapısına neredeyse varmıştı. Son basamakta dengemi kaybedip düştüğümde kısa bir süre sürüklenmiştim. Umurumda değildi. Etraftan şaşkınlık nidaları yükselirken kafamı kaldırıp ona baktım. Kısa bir an gözlerimiz buluştuğunda bedenimi esir alan titremeye engel olamadım. Yerden kalkıp sendeleyerek ona doğru yürümeye başladığımda çoktan kapıdan çıkmıştı ve görüşüm bulanıklaşmıştı. Boğazımdaki yumru acıyla düğümlendi. Ruhum ateşle çevrilmişti sanki. Peşinden dışarı çıktığımda etrafıma bakınıyordum. Onu gördüğümde koşmaya başladım ve içimde büyüyen korku beni durduramadı. Sokağa giren yolun başında ona yetiştim ve kolunu tuttum. Sertçe yutkunup bana dönmesini bekledim. Yüzünü bana döndüğünde kaşlarım havalanmıştı. Üstünü incelerken kaşlarım çatılmıştı.

‘’Sen?’’ dediğimde zihnimde yarışan düşünceleri seçemiyordum.

‘’Ne oluyor?’’ dediğinde yeniden yutkundum. Üzerindeki kapüşonlu montun ilk gördüğüm montla aynı olduğuna emindim.

‘’Bu montu kim verdi size?’’ dediğimde şansımı denemek istemiştim. Açık vermesi için onu dikkatlice izledim. Gözlerini çok kısa bir an kaçırdı.

‘’Ne demek istiyorsun?’’ derken sesi düz çıkmıştı. Kolunu benden kurtarmaya alıştıysa da bırakmadım. Kısa koyu kahve saçları ve kahverengi gözleriyle önümde dikiliyordu. Az önceki gözlerin ona ait olmadığını biliyordum ancak içimdeki his onu bırakmama engel oluyordu.

‘’Bu montu size az önce biri verdi, gördüm. Nerede o?’’ dediğimde kolunu sertçe çekmeye çalıştı. Bu hareketi parmaklarımı biraz daha sıkılaştırmama neden olmuştu.

‘’Kimse vermedi, bırakır mısınız beni?’’ dediğinde tıpkı akli dengesini kaybeden biri gibi onu arkasındaki duvara sertçe yasladım ve yüzüne doğru eğildim.

‘’Eğer doğruyu söylemezsen seni hemen burada pişman ederim,’’ dediğimde sesim öyle soğuk ve keskin çıkmıştı ki sınırları düşünmeden aşacağımı anladım. Korku, kahverengi gözlerine bir mürekkep gibi dağıldı. İlk önce yalan söylemiş olmanın verdiği utanç ortaya çıktı ve korkusunun içinde kulaç atmaya başladı. ‘’Lütfen,’’ dediğimde sesim çaresiz çıkıyordu.

‘’Ben- ‘’

‘’Aden!’’ Talha’nın sesi kulaklarıma dolduktan hemen sonra kolumdan sertçe çekilmiştim ve bunu beklemediğim için sendelemiştim. Dengemi sağladığımda hırslı gözlerimi gözlerine diktim ancak fazla oyalanmadan ona geri döndüm.

‘’Söyle!’’ diye bağırdığımda zorlanmadan kolumu Talha’dan sertçe çekerek kurtarmıştım. Ona doğru atıldığımda panikle koşmaya başlamıştı. Peşinden gideceğim sırada koluma kenetlenen parmakları tekrar hissetmeye başlamıştım. ‘’Kaçma!’’ derken Talha’dan kurtulmaya çalıştıysam da başarılı olamamıştım. Kadın gözden kaybolduğunda büyük bir sinirle ona dönmüştüm.

‘’Bırak beni!’’ dediğimde sesim sokakta yankılanmıştı. Onu göğsünden ittiğimde içimde büyüyen hayal kırıklığını dizginleyemiyordum. ‘Söyleyecekti!’’ diye yeniden bağırdım. Her şeyi parçalamak istiyordum. Eğer yapabilseydim, yeryüzünü bir örtü gibi herkesin ayaklarının altından çeker alırdım. Yeryüzünü ayaklarımın altından çekip almışlar gibi hissediyordum. ‘’Sen engel oldun!’’ Onu tekrar ittiğimde artık üstüne yürüyordum.

‘’Aden sakin olur musun?’’ deyip bana doğru uzandığında ona nasıl baktığımı bilmiyordum ancak yutkunup ellerini indirdi. Hemen arkasında, sokağın başında bizi izleyen Ezgi’yi, Nil’i ve Berk’i görebiliyordum. Nil Ezgi’ye sarılmıştı ve Ezgi sarsılarak ağlıyordu. Berk ise gözleri üzerimde telefonda konuşuyordu. O an her şeyden habersiz olan kişinin sadece ben olduğumu anlamıştım. Hepsinin gözlerinde suçluluğun verdiği o çaresizliği gördüm. Gözlerimi tekrar Talha’ya çevirdiğimde onu suçlayan bakışlarımın altında ezmek istiyordum.

‘’Biliyorsun,’’ derken gözlerim dolmuştu. Hayal kırıklığımı tarif edecek olsaydım eğer gökyüzümdeki perde yırtıldı derdim. Gökyüzümdeki perde yırtıldı ve içimdeki her şey bir bir ölmeye başladı. İnancım topraktan sökülen bir ağaç gibi söküldü ve zamanla değil aniden öldü derdim. Solarak değil katledilerek öldürüldü derdim.

‘’Aden,’’ dediğinde sesindeki pişmanlık midemi bulandırmıştı.

‘’Daha yarım saat dolmadı,’’ dedim omuzlarımı düşürerek. Gözümden süzülen yaşı o görmeden sildim. Başını eğmiş ayaklarını izliyordu. ‘’Benden seni affetmemi isterken hiç utanmadın mı?’’ deyip ona doğru bir adım attım. Bana bakmasını istiyordum.

‘’Ben-‘’ dedi ancak devamını getiremedi.

‘’Bana bunları nasıl yapabildin? Yaşadıklarımı en iyi bilen sendin.’’ Sesim hayal kırıklığıyla doluydu.

‘’Mecburdum,’’ dediğinde gözlerini gözlerime çıkarmıştı. Göz yaşlarıyla parlayan gözlerini umursamadım. İşaret parmağımı omzuna bastırıp onu ittirdim. Arkaya doğru sendeledi ancak bir şey yapmadı.

‘’Mecbur falan değildin!’’ derken onu tekrar ittirmiştim. ‘’Sen benden inancımı almayı seçtin, ben bunca zaman bir yalana inandım ve sen sadece izledin,’’ derken sesim suçlayıcıydı. Titreyen ellerimi sıktığımda gözümün seğirdiğini hissedebiliyordum.

‘’Aden lütfen,’’ derken acı çekiyordu. Önemsemedim. Hissettiğim acı beni her şeye kör etmiş gibiydi.

‘’Seni affediyorum Talha,’’ deyip gülümsedim. Bir deli gibi göründüğüme emindim. ‘’Her şey af olur,’’ deyip bana bakmasını bekledim ve parlayan gözleri bana baktığında devam ettim, ‘’bir şeyler öldüğünde.’’ Sesim acımasız çıkıyordu. Sanki bir şey söylese kelimelerini bir anlam kazanamadan kesip katili olabilirmişim gibi.

‘’Aden,’’ dediğinde omuzları düşmüştü.

‘’Sen benim inancımı öldürdün, sana güvenmiştim. Sen benim elimden çok güzel bir şeyi aldın.’’ Deyip ona doğru ilerledim ve yanında durdum. ‘’Bir daha elimden hiçbir şey alamayacaksın. Benim için bittin.’’ Deyip yürümeye başladığımda dişlerimi sıkıyordum. Diğerlerine bakmadan yürürken zorlanıyordum.

“Aden,” dediğinde sesi titriyordu ve sesinden havaya dağılan korkuyu hissetmiştim. Sert bakışlarım üstüne çevrildiğinde irkilmişti. İçimde büyüyen öfke ona baktığımda da büyümeye devam etti.

“Neden ağlıyorsun Ezgi? Ağlaması gereken sen misin? Neden ağlıyorsun?” Sesim öyle ruhsuzdu ki kanımın damarlarımda donduğunu hissettim. Cevap vermedi. Bakışlarımı yukarı çevirip nefesimi dışarı bıraktım. Canım acıyordu ve bunu göstermemek için elimden geleni yapıyordum. “Neden yine ağlayan sensin Ezgi? Söylesene! Böyle olacağını biliyordun neden ağlıyorsun?” Sesim sokakta yankılanıyordu ve bu umurumda değildi. İçimden söktükleri hislerin cesedi kıyılarıma vuruyordu. Sessizliği bozan dalgaların sesi ruhumu üşütüyordu. Kandırılmıştım ve bunun uğruna acılar çekmiştim. Yalanlar uğruna kendimi acıya hapsetmiştim.

Bana doğru atıldıysa da geri çekildim. Ağlamaya devam ediyordu.

“Acı çekmen için yapmadım Aden, lütfen. Seni üzmek için değildi,” dediğinde sesindeki çaresizlik histerik bir şekilde gülmeme neden oldu.

“Sen benim ne kadar acı çektiğimi gördün, sen benim nasıl yaşadığımı gördün, sen bana daha kötüsünü yaptın Ezgi, siz bana daha kötüsünü yaptınız. Göz yumdunuz. O benden birçok şeyi aldı ama inancıma dokunamadı. Siz benim inancımı aldınız,” dediğimde gözlerinin içine bakıyordum. “Bunu yapmaktan çekinmediniz çünkü ben nasılsa alışkınım! Bunun da üstesinden gelirim, değil mi? Nasılsa yaşadıklarımın yanında bu hiçbir şey değil mi? Üstüme biraz daha kötülük yıkabilirsiniz. Beni biraz da siz üzebilirsiniz. Buna hakkınız var değil mi? Böyle düşündünüz.” Ağlaması şiddetlenirken ona arkamı dönmeyi seçtim. Görmek istemiyordum. Düşünmek istemiyordum.

Zihnime kazınan görüntüsünü ilk defa kazıyıp atmak istedim. O sevdiğim gözleri ilk defa görmemiş olmayı diledim. İlk defa annemin yaşamıyor olmasını diledim. İlk defa yalanların inandığım gerçekler olmasını istedim. Gözlerimi yakan bir ateş vardı, boğazımda biriken acı bir çığlık ve iki göğsümün ortasında gittikçe derinlere inen bir bıçak. Hiçbiri hiçbir zaman bu kadar dayanılmaz olmamıştı. Tükenmiş olmayı istedim. Bir şey hissedemeyecek kadar bitmiş olmak istedim. İstediğim hiçbir şey gerçekleşmedi. Yürüyordum ancak nerede olduğumu bilmiyordum.

Acı zamandan beslenirdi, zamanla alevlenir zamanla durulur ve zamanla susturulurdu. Hep aynı yerde kalırdı, yok olduğu düşünülen bir zaman yığınında bile varlığını orada sürdürmeye devam ederdi. Acılarımı hep hissetmiştim, her zaman alev alev yanardım. Ama bu sefer üşüdüğümü hissediyordum. Bu acı beni üşütüyordu, ruhum bedenimden çekilmiş gibiydi, bir ölüm kadar soğuk ve sessizdim. Sanki bu üşümeme kısa bir ara verebilecekmiş gibi paltoma sokuldum, bir işe yaramadı. Karanlığın ruhuma sızdığını hissedebiliyordum.

Kolumda hissettiğim baskıyla arkamı dönmek zorunda kalırken yüzüme çarpan rüzgarla ağladığımı henüz fark etmiştim. İlk önce kokusu etrafımı sardı sonra gözlerimi gözlerine çıkardım. İfadesiz gözleri başka bir zaman diliminde beni üşütecek kadar soğuk gelebilirdi ancak şu an bakışlarına ihtiyacım varmış gibi ve sanki sıcakmış gibi içimi ısıtmıştı.

“Nereye gidiyorsun?” Dediğinde gözlerimden akan yaşlar daha da hızlanmıştı. Omuzlarımı indirip kaldırdığımda gözlerimi ondan kaçırmıştım. Bana doğru bir adım atıp ellerini omzuma koyduğunda gözlerimi tekrar ona çevirmek zorunda kalmıştım. Dokunuşu dik tuttuğum omuzlarımı düşürmeme yetmişti. Gizlemek istediğim tüm hisler gözlerime, gözlerinin önüne yığılmıştı.

“Canım çok yanıyor,” diye itiraf ettim. Gözlerinde kısa bir an gördüğüm o hissin ne olduğunu anlayamamıştım ancak bunu umursamadım. Elleri kollarıma doğru indi.

“Biliyorum,” dediğinde yavaşça beni kendine çekip kollarını etrafıma sarmıştı. Kendimi sıkıyordum ve bu titrememe neden oluyordu. Sıcaklığına iyice sokulurken kendimi tamamen ona bırakmıştım ve artık sarsılarak ağlıyordum. Ellerim kazağına tutunduğunda kollarını sıkılaştırmıştı ve başım göğsüne dayanmıştı. Hiçbir şey söylemeden ona sokularak ağladım ve bir saniye dahi yerinden kıpırdamadı, tutuşunu gevşetmedi. Sırtımda gezinmeye başlayan elinden bedenime yayılan sıcaklık ağlamamı durdurmasa da gittikçe sakinleşmemi sağlamıştı. Saçlarımı okşamaya başladığında ise içlenerek ağlamaya başlamıştım.

“Şş,” dedi sadece ve başımı göğsüne bastırdı. Saçımda gezinen elleri bana üstünü örttüğüm bir boşluğu hatırlattı ve oraya düşmeme neden oldu. Saçlarımı senelerdir kimse böyle okşamamıştı. Kollarımı sıkıca beline sararken kokusunu derin derin içime çekiyordum. Var olmaktan hoşnut olmadığım saniyelerden var olmamın bir sırrının olduğunu düşündüğüm bir zaman dilimine ayak basmıştım. Bu yeni bir histi, bana bunu o vermişti. İstememiştim. Bana böyle bir şey verdiğinden haberi var mıydı bilmiyordum. Sırtımı okşayan parmakları ağır ağır hareket ediyordu.

“Ne yapacağım?” Diye sordum kesik nefeslerimin arasından. “Bununla ne yapılır?” Diye tekrar sordum. Sesim tanımadığım birine ait gibiydi. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum.

“Sadece devam edeceksin,” dedi sakince. Sesindeki tını olması gerektiği gibiydi. Olması gerektiği gibi devam etmemi söylüyordu.

“Nasıl?” Dedim cevabını bildiğim bir soruydu.

“Daha güçlü olmalısın, her şeyi çözdüğün bir an olacak bunu iyi değerlendirmelisin. Kendi hayatını istiyorsan bunun için savaşmak zorunda olduğun bir dünyadasın,” dediğinde yutkundum. Sanki olacakların habercisiydi ve kelimeleri karanlığa ayna tutuyordu.

“İstemiyorum,” dedim ona sokularak. Bu hareketim onun içinde bir yere saklanmak istediğimdendi. İstemiyordum. Savaşın sonunda her zaman kayıp olurdu, kazanan da bir şeyler kaybederdi, kazanan da olmak istemiyordum kaybeden de. Bir savaşa dahil olacaksam eğer, her zaman o savaş alanının ta kendisi olmak isterdim. Her şey savaş meydanında kalırdı, kaybettiğimiz ruh da kazandığımız o şeyler de.

“Tanıdığın, bildiğin her şey tersine dönebilir. Yine de orada dikilmelisin, kaçarsan bir gün yakalanırsın.” Sesi ruhumu okşadı ama kelimelerinin anlamları canımı yaktı.

“Kaçmak da istemiyorum, ben sadece yaşamak ve sonunda da sakince ölmek istiyorum,” dediğimde kolları sıkılaştı. Çok geçmeden beni kendinden ayırıp yüzüme bakmak istediyse de ona izin vermeyip tekrar ona doğru sokulup kollarını etrafıma sarmasını bekledim. Nefesini dışarı bırakıp elini ensemin arkasına yerleştirdi ve başımı göğsüne yasladı. Kalbinin sakin ritmini hissedebiliyordum.

“Kaçmayı reddedip saklanman yine de kaçtığını gösterir, her seferinde sonuncuymuş gibi düşün.” Sanki yapabilirmişim gibi hissettim. Yaşadığım çöküntüye rağmen oradan sağ çıkabilirmişim gibi hissettim, oysa az önce içimdeki şeylerin öldüğünü hissetmiştim, hissettiğim acı bana bunu düşündürmüştü. Beni rahatlatmaya çalışmıyordu, olacakların ve olması gerekenlerin aynasını elinde tutuyordu. Yolu gösteriyordu ve yürüyeceğimi biliyordu. Cevap vermedim. Bir süre öylece dikildik. Rüzgar etrafımızı dolandı ama içime işleyemedi.

Beni kendinden uzaklaştırıp yüzümü incelemeye başladığında yüzüne bakmıyordum. Islanan yanaklarımı sildiğinde gözlerimden akan yaşlar tenime tekrar devrildi ve geçtikleri yeri ıslatmaya devam ettiler. Tekrar sildi.

“Ağlama.,” deyip duraksadı ancak uzun sürmedi. “Ağlaman hoşuma gitmiyor,” dediğinde yutkunmuştum

“Neden?” Diye sordum gözlerine bakarak. Saçma bir soruydu.

“Çirkinleşiyorsun,” dediğinde kaşları çatılmıştı. Ellerimi cebime atıp gözlerimi devirdim.

“Annemi tanıyor musun?” Dediğimde gözlerinin içine bakıyordum. Cevabı umurumda değildi. Biliyor olması bir şeyi değiştirmezdi. Birkaç gün öncesine kadar bir şey paylaştığım biri değildi, ruhuma yabancı biriydi, beni bilmediklerimden kurtarmasını bekleyemezdim. Beni kurtaracak biri değildi, kurtarılmayı bekleyen biri de değildim. Sakin bir şekilde beni başıyla onayladı. Bunun üstünde oyalanmak istemedim.

‘’Ağlamıyorken güzel olduğumu düşünüyorsun yani?’’ dediğimde dudağının kenarı kıvrılmıştı.

Cevap vermeden kolunu omzuma sarıp beni yürütmeye başladığında ona yaslanmıştım. Zihnimde dönüp duran düşüncelerime direnmedim. Kendimi kendime bıraktım ve ağır adımlarımı sürdürmeye devam ettim. İçimden kalkan bir cenaze için bin parçamın da yanmasına izin verdim. Hissedeyim dedim, hissedeyim ve alışayım. Ölümüne alışmıştım, yaşıyor olmasına da alışırdım çünkü yaşıyor olmasının bir farkı olmayacaktı. İçimde başlayan hesaplaşmanın üzerinde durmadım ve başımı omzuna yaslayıp ona sokuldum. Kaçmadım ama üstüne de gitmedim. Sadece bekledim ve her şeyin bitmesini istedim. Her şey gerçekleşmişti ve bir sona gebe olmalıydı. Sonuçların doğmasını değil sadece o sonun gelmesini istedim. Çaresizdim, hissettiğim en çaresiz anım tam buradaydı. İçime işlemişti ve söküp atamayacaktım, biliyordum. Sahip olduğum tüm güzel şeyler kaybetmiştim, biliyordum. Ölümü her zaman beni derin bir hüzne boğardı. Meğer o hüzün benim için bir huzurmuş. Nerede olduğundan emin bir şekilde sorgulamadan o hüznü sakince yaşamışım. Şimdi onca zaman ne yapmıştı ya da neredeydi bilmiyordum. Hiçbir şeyin nedenini merak etmedim, sonuçları hayatımdı ve ben bu hayattan çıkmak için her gün kendimi öldürmüştüm. Hiçbir neden yaşadıklarıma eş değer değildi, buna değer görülecek hiçbir nedeni kabul edemezdim.

Arabanın yanına geldiğimizde beni koltuğa oturtup kapımı kapatmıştı ve çok geçmeden yerine yerleşmişti.

“Açsındır, ne yiyelim?” Dediğinde beni incelediğini biliyordum ancak yüzüne bakmadım. Görüşüm bulanıktı ve sadece henüz yanmaya başlayan sokak lambasını izliyordum.

“Görüyor musun? Ne çok ısınmıştır içi. Belki bir ruha sahip olsaydı etrafı aydınlatmak için buna katlanmazdı. Ben de sırf nefes alayım diye bütün bunlara katlanmak istemiyorum,” derken sesim ruhumdan hiçbir parçaya ev sahipliği yapmıyordu. Güçsüz hissediyordum, her şey bitmiş gibi sakindim. Sokak lambasını gösteren elimi indirdim. Bunu ona söylemek gibi bir planım yoktu. Zihnimden bir şeyler karanlıktan çıkıp aydınlığa varmak istiyor gibiydi.

“Katlanmak zorunda değilsin,” dediğinde ona dönmüştüm. Ruhsuz bir şekilde sırıttım.

“Nasıl?” Meraktan uzak bir soruydu.

“Sadece benimle kal,” dedi ve arabayı çalıştırdı. Bir planı var gibiydi.

“Neden seninle kalayım?”

“İhtiyacın var, beni kullanabilirsin.” Sesi anlayışlıydı.

“Neden buna ihtiyacım olsun?”

“Böyle zamanlarda daha güvende hissettiğin bir yerde olmak sana iyi gelir,” derken arabayı çalıştırmıştı.

“Sana güvendiğimi mi düşünüyorsun?” Yutkundum ve bunun üstünde düşünmedim.

“Evet,” deyip arabayı yola soktuğunda önüme dönmüştüm.

“Neden bana iyi davranıyorsun?”

“Aksi için bir nedenim yok,” derken sesi umursamaz bir tondaydı.

“İyi davranman için de bir nedenin yok,” dedim ve kaşlarımı çattım.

“Sana iyi davranmıyorum, sorumluluk aldığımı söylemiştim,” dediğinde onu izlemeye başlamıştım.

“Ben senin sorumluluğunda değilim,” derken ifadesizdim.

“Öylesin.”

“Değilim.”

“Öylesin, Aden.”

“Hayır değilim,” dediğimde nefesini sesli bir şekilde dışarı bırakmıştı.

“Ne duymak istiyorsun?” Sesi sakindi ancak aynı zamanda sabırsızdı.

“Hiçbir şey,” dedim sakince.

“Neden aksini iddia ediyorsun o halde?”

“Sana gerçeği gösteriyorum.”

“Sahip olduğun tek gerçek hayatın, kendi hayatın hakkında bile tüm gerçeklere sahip değilsin. Bana gösterebileceğin bir gerçek yok, sen buna sahip değilsin,” dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Sesindeki soğukluk içimdeki ateşin daha can alıcı bir hale gelmesine neden oldu. “O yüzden, bırak gerçeği sana ben göstereyim,” diye devam ettiğinde gözümden süzülen yaşı silmek için bir şey yapmadım. Konuşmak istedim ancak dudaklarım aralanmadan sesimdeki çaresizliği hissettim ve gördüm. Bu konuşmama engel oldu.

Havaya yayılan sessizlik keskindi. Bu sessizliği hiçbir şey bozmadı. Sadece ilerledik, ruhumu arkada bir yerde bıraktığımı hissediyordum. O sokakta kaldırıma çökmüş kalmıştı sanki. Biz ilerledikçe daha çok üşüyordu sanki.

Sonunda araba durduğunda etrafı inceledim, nerede olduğumuzu anladığımda gözlerim ona çevrilmişti.

“Aç değilim,” derken bitkin hissediyordum.

“Açsın, hiçbir şey yemedin,” deyip arabadan indi ve arabanın önünü dolandı. Kapımı açıp yüzüme bakmaya başladığında hareket etmiyordum.

“Aç değilim,” dedim tekrar canım bir şey yemek istemiyordu.

Beni duymamış gibi davrandı ve eli koluma uzandı. Fazla uğraşmadan beni harekete geçirdiğinde arabadan inmiştim. Hava iyice soğumuştu. Yürüteceği sırada güçsüzde elini tuttum. Gözleri gözlerimi bulduğunda saklanmak istiyordum.

“Lütfen,” deyip bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Ona doğru sokulurken tek istediğim onunla göz göze gelmemekti. “Beni eve götür,” diye devam ettiğimde yutkunmuştum. Utanıyordum, güçsüz hissettiğim için.

Göğsü aldığı büyük nefesle önce havalandı sonra aniden indi. Elimin arasında duran savruk parmakları sıkılaştı ve boştaki elini enseme çıkardı. Bu hareketiyle başım göğsüne dayanmıştı. Ona sarılmak istiyordum ama yapamadım. Sanki sarılsam tüm düşüncelerim uykuya dalacak gibiydi. Sanki ona sarılsam acı çekmeyecekmişim gibiydi. Sıcaklığı yine derinlerime kadar ulaştı. Onun bana sarılmasını istedim, sarılmadı. Bir süre dikildik ve ruhlarımızın birbirine dokunduğunu hissettim. Elimi bırakmadan beni koltuğa geri oturttuğunda parmaklarını belli belirsiz tenimde hissetmiştim. Elimi bırakıp kapımı kapattığında başımı cama yaslayıp gözlerimi kapatmıştım. Varlığıyla daha katlanılabilir hissediyordum. Tüm olanlara katlanabilirmiş gibi.

Daha ne kadar yol gittik bilmiyordum ancak bana oldukça uzun gelen bir zamandan sonra araba durdu. Gözlerimi açtığımda evinin önündeydik. Bu içimi rahatlatmıştı. Arabadan inerken ona bakmamıştım. ne zaman göz göze gelsek ağlama isteğiyle dolup taşıyordum. Ona kendimi göstermek istiyordum ama o zaten beni çoktan görmüştü. Beni gördüğüne emindim.

Apartmana doğru ilerlerken arkamdaki ayak sesleri kendimi güvende hissetmeme neden oldu. Güven kavramı artık benim için anlamını yitirmiş olmalıydı ancak yine de hissettim. Sonunda evin içine girdiğimizde uyuşuk adımlarla yatak odasına girdim. Çantamı kapının yanına bırakıp paltomu yatağın üstüne bıraktığımda düşünmemeye çalışıyordum. Üzerimdekileri çıkarıp üzerime onun tişörtlerinden bir taneyi geçirdim. Dizlerimin üstündeydi ve bana fazlasıyla bol olmuştu. Camın önüne gidip dışarıyı izlemeye başladığımda ruhuma çöken ağırlığı daha fazla hissediyordum. Aynı zamanda içimde büyük bir boşluk vardı, sanki oraya ne koyarsam koyayım bir daha dolmayacaktı.

Kapının açıldığını duydum ancak tepki vermedim. Onunla göz göze gelmeyi istemiyordum. Tenimde dolanan güçsüz esintiyle yutkundum. Hemen dibimde dikilmeye başlamıştı.

“Zaman akmaya devam eder, sen de öğreneceksin. Akıp gitmeyi,” dediğinde sanki görmediğim, bilmediğim bir şeyi öğretiyordu bana. İçimdeki zamana hapsolduğumu fark ettim, yelkovan ve akrep geçmişe takılı kalmıştı. Vakit ruhumda her zaman geçmişi gösteriyordu. Geleceğe koşarken, arkamda bırakmaya çalıştığım o yerde buluyordum kendimi. İki aynanın arasında sıkışmış gibiydim. Geçmişim her zaman geleceğime yansıyordu, gelecek ise geçmişten daha farklı işlemiyordu.

Düşüncelerim beni ona bakmam için zorladı. Başımı kaldırdığımda beni bekliyordu. Gözlerimiz kesişti sızlayan burnum bana ihanet etti. Zaten dolan gözlerim özgürlüğünü ilan etmişti. Yüzümü saklamak için ellerimle kapatmıştım ancak ağlamam durmadı. Her saniye biraz daha ağlamak istiyordum. Beni kendine çekip kollarıyla etrafımı sardığında titriyordum. Sıcaklığı bir evi andırıyordu, sanki beni ısıtan o evi bulmuştum. O evde saçlarım okşanmaya başlandı ve ruhum üşümeyi bıraktı. Daha çok ağladım, küçük bir çocuk gibi ondan destek alarak daha çok ağladım. Kollarımı gövdesine güçsüz bir şekilde sardığımda beni tamamen kendine yaslamıştı ve kollarının arasına saklanmama izin vermişti. Kolunu belime indirip beni havaya kaldırdığında yatağa doğru yürüdüğünü anlamıştım.

Yatağa oturduğunda dizlerinde oturuyordum. Beni tekrar kendine doğru çektiğinde başım boyun girintisindeydi. Ona sokularak hüngür hüngür ağlarken ruhumun sarsıldığını hissettim. Bir deprem oluyordu, kaçmak için hangi sokağın köşesini dönsem acılarımı görüyordum. Kaçtığım ya da kaçmaktan yorulduğum için boğazına bıçak dayandığım ne varsa hepsini hissettim. O bile dünyamı bu denli yıkmamıştı, o kendisi gibi davranırdı bunu bilirdim. Ona anlayış bile gösterirdim ama o yine kendi gibi davranırdı, bilirdim. Beklemediğim bir yerden, beklemediğim bir anda düşünemeyeceğim bir darbe almıştım ve bu dünyamı yerle bir etmişti. Bilmiyordum. Saçlarımı okşayan eli sırtıma kaydı ve kollarıyla titreyen bedenimi sardı. Yanağını başıma yasladığında ağlayışım iç çekişlere döndü ancak içimde kesilmek bilmeyen o his gözümden dökülen sıcak yaşları kesmeme engel oluyordu.

“Duramıyorum,” dedim sık nefeslerimin arasından. Duramıyordum. Boğazım kurumuştu ve acıyordu. Gözlerimdeki batma hissi gittikçe belirginleşiyordu.

“Şş, geçecek birazdan. Sadece yavaşça nefes almaya devam et,” dedi ve tekrar saçlarımı okşamaya başladı. Dediğini yapmak için çabaladım. Kokusunu yavaş yavaş içime doldurdum ve sonra geri bıraktım. O sokaktan çıktığımda bir daha ağlamayacağım sanmıştım. Ama şimdi burada, onun kucağında yeniden ağlıyordum. Ağlamayı sevmezdim, birinin önünde ağlamaktan ise nefret ederdim. Bu sefer önemsemedim, o bir yabancıydı ama önünde bunu yaparken yabancı hissetmiyordum.

Nefesim yavaş yavaş düzene girmeye başladığında hareket etmedim. Buradan nasıl ayrılacağımı bilmiyordum. Yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Utanıyordum. Ben de ona dahası olabilirmiş gibi sokuldum, köşelerinde kaybolmak istiyordum. Sesini çıkarmadan saçlarımı okşamaya devam etti. Eli öyle yavaş hareket ediyordu ki aynı hareketi sürekli farklı bir şey anlatırken buluyordum. Saçlarımın arasına hislerini bırakıyordu, biliyordum. Ruhumu okşayan o şefkati başka nasıl hissederdim, bilmiyordum. Katlanılmaz hislerimin arasında olmasaydım eğer bu hayatımın en güzel anı olurdu, böyleyken bile en güzel anım olabilirdi. Hatırlayabildiğim güzel bir anım kalmamıştı. O bana hiç unutamayacağım bir anı vermişti. İyi biri miydi? Bilmiyordum. Sadece bana hissettirdiklerini önemsedim. Saçlarıma bıraktığı o hissi önemsedim. Kim olduğunu önemsemedim.

Vücudum yavaş yavaş gevşedi ve ağlamam cansız soluklara dönüştü. Bu şekilde ne kadar durduk bilmiyordum ancak hava tamamen kararmıştı ve dışarıdan gelen ışık tenine güçsüz bir şekilde tutunuyordu. Saçlarımdan aşağı inen parmakları açıkta kalan boynumu okşadığında tenimin yandığını hissettim. Başımı biraz daha boyun girintisine soktuğumda yutkundum.

“Özür dilerim,” dediğimde sesim çok güçsüz çıkmış ve ağlamaktan çatallanmıştı.

“Dileme,” dediğinde sesi öyle sakin ve huzurlu çıkmıştı ki gözlerim kapandı. Sadece kokusunu ve saçlarımdaki elini hissediyordum. Uyandığımda değişecek olan hiçbir şeyi düşünmedim. Kendimi uykuya bırakırken sadece onu hissediyordum.



Yorumlarınızı bekliyorum...