Önümde tarihsiz, kadim zamanlardan bir mektup

Üzerinde zor anlaşılan yazın

benim şansım sensin

Her seferinde üç kez başa döndüm, faydası yok

Haritasını kaybettiğimiz bir uygarlıkta

İlk kimin ayak basacağı meçhul yollardan,

birbirimize doğru sanki üç kez yürüdük

Yol terk etmezdi ben şahittim

Yollar yıkıldı

Yerlerine hiçbir şey konmadı


Oysa sana bakınca durmuştu gün

Ödenmişti borçlarım ve sana bakınca

Güvercinle dolmuştu balkon pervazları

Migrenler dinmiş dinmiş dinmişti yorgun başlarda

Şüphesiz zalimliğindi bu senin

Nerede değilsem oraya çevirmiştin yüzünü

Yüzyıl geçmişti yüzyıllar göz açıp kapayana kadar

Kaybetmek üzere koştuğun kavga

Yenilgileri kucaklayışın

Benim sırtına öylece, öylece bakışım kalmıştı bir de

Kaşlarımı şuursuzca yolmuştum da hiç faydası yok

Diye sayıklarken, mektubunun son satırlarına

Düşmüş, düşmüş, düşmüştü ay ışığı


Bozkır çiçeğim demiştin bana bakınca bir gün

Kurak bir yerde, kendiliğinden açmıştım

Sen bana bakınca şefkatle, ben bozkıra inat açmıştım

Sevincimi nereye saklasam dardı, alıp çekmecene koymuştum

Barbarlığındı bu senin

Yaka paça atılmadan evvel aldandığım serginden

Antik bir defterin arasına yığın yığın

Frezya, lilyum ve gül kurusu koymuştum


Bu mektubu ellerimde tutarken -hiç dokunmadığım-

Kentli, sevimsiz bir tonla bezeyip sesimi

Dua eder gibi usulca fısıldadım

Kendini kandırma, hiç bozkır çiçeğin olmadım


Önümde gelişigüzel yırttığın parşömen parçası

Üzerinde yine anlaşılmaz yazın

Bir kokusu vardı geldiğinde

Sorsan frezya, lilyum ve gül kokusu

İnanır mısın

Parmaklarının teriyle karışmış ve biraz ucuz mürekkep sanırım

Tanrın gibi savunduğun bodrum mandalinası,

Ve biraz da... neyse işte, susacağım

O kokuyu saklayamadım fakat anımsadım


Bana hiç verilmeyen, benim de okumadığım -dolayısıyla-

Bu yarısı karalanmış mektupta

Bir daha kim bana, böyle usulsüz yalanlar

Ve bir daha nasıl ben, kime ben

Belki şuursuzca inanmak