Zorunlu bir ön bilgilendirme: öykünün ismi, okunma sayısını artırmak maksadıyla ucuz bir yola başvurulduğu için değil, içerikle en uyumlu isim -maalesef- bu olduğu için seçilmiştir. Şayet yine de içinizde böyle bir kaygı varsa, okumamanızı tavsiye ederim.
Üçüncü buluşmamızdı galiba. Belki de beşinci ya da onuncudur, kim bilir? Ama hafızam, bu hatırayı üçüncü buluşmamıza yakıştırdı nedense. Eh, ben de ses çıkarmadım. Neme lazım; bir bakarsın, kızacağı tutar da unutuverir cânım hatırayı.
Ne diyordum? Evet evet, üçüncü buluşmamızdı. Kış aylarındaydık. Senin üzerinde mavi kaşe kabanın vardı, benimse üzerimde, babamdan intikal lacivert belediye parkası; hani şu içi kürklü, kapüşonlu olan (bu detayı da niye verdiysem)... Bir çocuk parkındaki banklardan birine oturmuş, koyu bir sohbetin içine dalmıştık. Ben arada bir, ağzımdan çıkan buhara bakıyor, uzaktan geçen trenin tıkırtılarını dinliyor, hâliyle senin sözlerini kaçırıyor ve sadece son söylediklerine cevap veriyordum. Galiba söylediklerini öyle pek de önemsemiyordum. Kendimi ultra zeki ve bilgili sandığımdan, derdim sadece anlatmaktı. Seni dinlememin ya da o gün olduğu gibi dinliyor numarası yapmamın sebebi, kendi söyleyeceklerime bir altlık yapmaktı. Yani sohbet ediyor ya da tartışıyor kisvesi altında ben, esas olarak kendi fikirlerimi söyleme derdindeydim. Neden? E az önce söyledim ya; ben ultra zeki ve bilgili biriydim ve haliyle aslolan da benim fikirlerimdi. Ben öğreten adam sen ise öğrenen adam, pardon, öğrenen kadın olmalıydın. Esasen aramızdaki sevgililik ilişkisinin temelinde de bu vardı ya da bu olmalıydı. Sen beni, sadece fikirlerimi önemsediğin ve onlara harfiyen uymak için sevmeliydin. İşte ben bu havalardayken, -iyi hatırlıyorum- aramızda bir anda şöyle bir diyalog geçmişti:
Ben kişisi: "Marksist literatürde buna bonapartizm denir ki cumhuriyetin ilk yılları için de rahatlıkla bu kavramı kullanabiliriz. Tabii ki bir de..."
Sen kişisi: "Tereyağı ister misin?"
Yine ben kişisi: "E veeerr!"
Ben, benim gibi iki tane daha bıyıklı hamido ile evde kalıyordum. Sen ise yurtta kalıyordun ve sabahları açık büfeden, "öğlen arası arkadaşlarla yeriz" diyerekten reçel, tereyağı, bal vs alıp cebine dolduruyordun. Evet, buraya kadar her şey normaldi ama tam da ben bonapartizm falan diye elimde kılıçla teori cephesine daldığımda senin elime tereyağı tutuşturman da garipti yani. Şimdi düşününce, bu diyaloğa fantastik mi diyeyim, sürreel mi diyeyim, absürt mü diyeyim, bilemiyorum. Belki hepsidir belki de hiç biri değildir. Belki sadece samimi, doğal ve insancadır.
Ne istiyorum biliyor musun? Bir dakika ya hu, neden ismini anmıyorum ki senin? Nasıl olsa kimse tanımıyor. Ne istiyorum biliyor musun Yeşim? Senin de bu yazdıklarımı okumanı ve o gün, elime tereyağı tutuşturmanın anlamını ve sebebini bana izah etmeni. Bak yavrum; Yeşim, sana söylüyorum. Yanlış anlama sakın, seni ya da davranışını yargıladığım falan yok. Hatta bana kalırsa, o zamanlardaki ben, tam da ahkâm keserken eline tereyağı tutuşturulacak biriydim. Ama senin için neydi bunun anlamı? Muziplik miydi niyetin yoksa hayata karşı boşvermişlik mi? Belki de benim gibi, on dokuz yaşında bir kilo bıyık bırakanların daima aç gezdiklerini düşündün o an, kim bilir?
Yeşim, seni düşününce böyle hatıralar geliyor aklıma. Bir keresinde, kollarımın kıllarına çiçekler takmış ve bu şekilde fakültede gezmemi istemiştin. Yapmamıştım tabii ki böyle şey. (Sevgili okur, bugün iyi günümdesiniz. Evet, o gün, kollarımda çiçekler açmış vaziyette gezmiştim fakültede. Ama bunu, hiç biriniz görmediniz; bu da size dert olsun.) Yine bir buluşmamıza ise elinde basketbol topu ile gelmiştin, hatırla. Kurban olayım Yeşim, ya hu derdin neydi senin? Yani iki sevgili, basketbol topu ile ne yapar ki? Hayır, ne uzun boylu ne de basketbol seven biri değildim ki. Güneşin altında potaya şut atarken, neden bunlar aklıma gelmedi, inan ki bilmiyorum. Belki ultra zeki biri falan değildim de ondandır.
Yeşim, şakayı bir yana bırakayım. Biliyorum, bunları okumayacaksın. Belki de bunun rahatlığı ile yazdım bütün bunları. Ama senin, benim o normallerimi bozan bütün hallerini çok sevdim. Benim için sevmek, daha uzun yıllar, sanki öğretmen ve öğrenci ilişkisi gibi kaldı. Yani ben anlatacaktım, karşımdaki dinleyecekti. Başka ve öte bir şey bilemedim. İşte şimdi, o günleri düşününce, senin o -şimdi bana kahkahalar attıran- hallerinin ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Keşke hep yanımda kalsaydın diyeceğim ama sen kalsan bile ben giderdim, eminim. Eh, iyi bir öğrenci değildin neticede :)
Şimdi neredesin ve ne yapıyorsun, bilmiyorum. Bildiğim, muhabbetin tam ortasında, birinin eline tereyağı tutuşturan o hâllerinin seninle birlikte olduğu ve öylece, çevrendekileri mutlu ettiğin...
Nasıl olsa bu yazdıklarımı okuyamayacaksın, değil mi? Yeşim! Şşşşt! Kııızz! Gözlerinden öperim!
11 Temmuz 2023
Gültepe
umutulas
2023-07-12T00:43:01+03:00Zilan Çevik arkadaş, beğeniniz ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Var olasınız.
Zilan Çevik
2023-07-11T23:04:05+03:00Çok samimi,içten ve akıcıydı.Ellerinize saglık Umut.🍀
umutulas
2023-07-11T14:31:18+03:00Sibel arkadaş, var olasınız. Teşekkür ederim.
umutulas
2023-07-11T12:47:35+03:00Bilinç arkadaş, beğeniniz ve yorumunuz için teşekkür ederim. Cümlelere dökülmek elbette çok değerli. Zira bu, bir bakıma o kişiye ölümsüzlük bahşetmek gibi. Söz gidecek, yazı kalacak. Sözü söyleyen de yazıyı yazan ve yazısı yazılan da gidecek, ancak yazı, yine kalacak...
Bilinç
2023-07-11T11:04:57+03:00Birilerinin benim için de böyle şeyler yazmasını çok isterdim valla :) Hayatın akışı içerisinde elbette hatırlayanlar, yad edenler oluyodur ama bu şekilde "cümlelere dökülmek" ve bi öyküye konu olmak çok güzel bişey bence🙂