'Nasıl? Yeni tarifimi beğendin mi?'  

 

'Fena değil, ama sanki biraz...'  

 

'Biraz ne?'  

 

'Fazla mı pişirmişsin?'  

 

'Senin saçmalıklarını dinlerken kaybettiğim zamandan mı bahsediyorsun?''  

 

Ona kalsa 'özel' tarif; mülteci kampına dağıtsan sülalene söver peşine düşerler. Can havliyle kaçarken kafana atsalar soluğu hastanede alır Yunan basınına rezil rüsva olursun. Altı üstü bir pastane, ne bu Gordon Ramsay tripleri anlamıyorum. Neyse en azından gün boyunca oyalanacak bir işi olduğu için beni artık rahat bırakır,  

 

diye ümit ediyorum. Umarım boşa çıkmaz ümitlerim, çıkmasın, çıkmamalı! Gerçekten üzülürüm.  

 

Bu sabah aşırı hüzünlü uyandım. Telefonda yapmacık konuştuğum için kapatır kapatmaz kendimi kötü hissettim. Dün sabahı bu sabahmış gibi anlattım. Bazen bunu yapıyorum insanlara. İşimi kolaylaştırıyor. Karakterim bir süre askıda kalıyor onlar için. Donuyor. Yaşadığım her duyguyu ve olayı onlara yansıtmak zorunda değilim.  

 

Ablam aptalca bir telaş içerisinde. Zar zor bitirdim önüme koyduğu özel tarifi. Odama geçsem iyi olur, geç kalmamalıyım.  

 

'Bugün ziyaret günü...'  

 

'Bir sürü işim var, küçük çaplı bir tadilat  

 

devam ediyor, reklam ve tanıtım işleri için ayrı ayrı görüşmem gereken insanlar var, açılış konusunda bir fikrin var mı?'  

 

'Hayır... Görüşmen gereken insanlar... Anlıyorum...'  

 

'Neyi anlıyorsun Adrian? Cevabını bildiğin soruları sormaman gerektiğini anlayamıyorsun ama, neyi anlıyorsun?'  

 

'Soru falan sormadım, ne saçmalıyorsun,'  

 

'Sormak üzereydin! Sözünü kestiğim için soramadın!'  

 

'Sen öyle yapıyorsun anlaşılan, bütün cevapları bildiğini zannediyorsun ve hiç soru sormuyorsun,'  

 

'Lütfen... Sabah sabah...'  

 

 

'Bir bok bildiğin yok, neden inat ediyorsun?'  

 

Sinirliyim ama belli etmemeye çalışıyorum. Tam karşımda, lavaboya kıçını yaslamış, kollarını birleştirmiş duruyor. Aptal olduğunu düşünmek istemiyorum, canımı sıkıyor.  

 

'Dikkat et de üzüme baka baka kararma,'  

 

Susmalıydık. Sinirlerimi yatıştırmak için savurduğum gülücüklerim onu rahatsız ediyor. Kendimi tutamıyorum. Tabaktaki poğaçalardan birini kaptığım gibi suratına fırlatıyorum, refleksle sıyrılıyor. Gözlerinde çocuksu bir korku var. Sanki bir tane daha poğaça fırlatacakmışım da ne tarafa kaçması gerektiğini bilemiyormuş gibi tetikte. Kendimi frenliyorum ve haline acırcasına bir bakış atıp odama  

 

yöneliyorum.  

 

'Evden çıkarken bilgisayarını ve odandaki aptal ışıkları kapat! Ayrıca çamaşırlarını da makineden çıkar ve as! Eski günler geride kaldı Niko! Bunu ne zaman anlayacaksın!'  

 

Kafayı yemiş bu... Böyle anlarda sürekli eski günleri özlüyorum. Babamla bir arkadaş gibi odamın penceresinde sigara döndürmeyi özlüyorum. Yanımda olmasını, kendimi güçlü hissetmemi sağlamasını özlüyorum. Dinlediğimiz müziklerle odanın içerisinde aptalca dans etmeyi özlüyorum. Arkadaşlarımla eğlendiğim anlar anımsıyorum sık sık babamla kaliteli zamanlarımızı. Babamı hiçbir şey için suçlayamam. O gece daha kötü sonuçlanabilirdi. Gerçekten zarar görebilirdi. Açıkcası ben hapiste olduğu için memnunum ihtimalleri hesaba  

 

katınca.  

 

Ablamı gerçekten anlamıyorum. Aptalca ve aşırı hassas bir bakış açısı var. Hastanelik olan adamın masraflarını ödemek zorunda kaldığı için kızgın. Ayrıca babamın düşüncesizce ve sorumsuzca davrandığını düşünüyor. O gece öfke patlamasına şahit olan bendim, gerçekten gözü dönmüştü evet, ama maruz kaldığı tahrik sonucunda kopan bir kayıştı. Anlayışla karşılanabilirdi benim açımdan.  

 

Hazırlanıp evden çıkıyorum. Buz gibi durakta beklerken bir sigara içiyorum. Sabah spesyali. Güzel bir kadın geliyor durağa. Şapkasındaki karları temizleyerek saçlarını rahatlatıyor ve parmaklarıyla tellerine hacim kazandırıyor. Göz ucuyla bana bakıyor kısa bir anlığına, ona bakıp bakmadığımı kontrol edercesine. Yüzünde  

 

bir tebessüm beliriyor. Yolun karşısında bir adam bisikletten düşüyor kaygan zeminin oyununa gelerek. Birlikte gülüyoruz. Şapkasını taktıktan sonra gelen otobüse binip gidiyor.  

 

Çok geçmeden otobüsüm geliyor ve arka taraflarda cam kenarına atıyorum kendimi. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından cezaevine vardığımda kapsamlı bir aramadan geçiriliyorum. Görüşme salonuna girer girmez camekan arkasındaki babamı görünce az kalsın kahkaha patlatacaktım. Ellerini ve suratının bir kısmını cama yapıştırmış, sevdiğimiz bir filmden durumumuzla fazlasıyla alakasız bir replik söylüyordu. Gardiyan uyarısını yaptı ama bir etkisi olmadı. Camdaki eline beşlik çaktım, karşısına oturup ahizeyi kaldırdım.  

 

'Kimleri görmüyorum?' 

 

'İşleri varmış.' 

 

'Olabilir, olabilir, vardır elbet önemli işleri, sanki biraz zayıflamış gibisin, nasılsın evlat? Bir yaramazlık var mı?' 

 

'İyiyim baba, gayet iyiyim, istediğin kitapları getirdim buarada,' 

 

'Çok güzel, teşekkür ederim, önceki gün ne oldu bak şimdi, yatağımda uzanmış kitap okuyorum ve sonlarına doğru gelmişim, heyecanlıyım, biliyorsun beni, ve koğuşta gevezelik eden bir orospu çocuğu var, beş-altı sayfa önce uyarmıştım ama vazgeçmiyordu sik kafalı herif, iyice sabrettim ama baktım okuduğum paragrafları tekrar okuma ihtiyacı hissediyorum, sonunda öfkelenerek  

 

yattığım yerden fırladım ve sikik herifi yakasından tutup kendime çektim ve 'Bu tekrar tekrar okuduğum sekizinci paragraf amcık herif, sekizinci! Seni uyarmıştım, peki ya şimdi ne yapmam gerekiyor?' dedim.' 

 

Onu o kadar özledim ki gözlerim doluyor. Engel olamıyorum. Gözlerim sulanıyor iyice. Eminim oradan bakılınca parlıyordur. Yüzüne bakmasam olmaz, anında anlar. 

 

'Defalarca kez özür dilemeye başladı. Diğer mahkumlar etrafımızda çoktan çember oluşturmuşlardı. Acıdım, hafifçe ittim geveze orospu çocuğunu. Bir de aygır gibi bir heriftir, görmen lazım... Kuş ağızlı ama, ötüp duruyor... Hey hey hey... Kaldır kafanı... Neyin var evlat?' 

 

'Seni çok özledim...'