Tutunuyordum oysa onca bağ koparken ve ben uzaklaşırken kendimle kanlı bıçaklı olana, sesimi çok kez döndürdüm yalnız bir yöne. Başımda bilinmezliğin çaresizliği, yutkuna yutkuna hıçkırıklara karışan gözlerimi teselli ettiğimde, oturup ah çekmeyi nasıl öğrendiğimi, esen rüzgarın soğukluğunu, yabancılığı bulduğumda tüm tanıdıkların ötesinde, tanımadığım sokakları adımlarımla yürüdüğümde, yanımda hiç kimseler, yanımda koca bir boşlukla kendi kendine konuşan kalbimi durdurduğumda, ellerimi ceplerimden çıkarıp, suyun ufkunu seyrettiğimde, kalabalığa sırtımı döndüğümde, kumun ayaklarıma dolanmasını özlediğimde, ötelerde hangi uzaklık var diye merak ettiğimde...

"Deniz" diyorum. Deniz...


Deniz istiyorum. Sonsuza dek deniz...

Sanki özlem duyduğum herşeyin adını orda, bir dalgayla bulacağım gibi. Önce adımlarımla ve sonra hızla koşarak uzaklaşıyorum içinden şehirlerin. Kendimi bir suya bırakmaya, dolup taşan herşeyi haykırmaya ihtiyacım varmış gibi bir açlıkla...


Yönümü ve bakışımı bir şarkıyla şekillendirip, yüzüme ve gözlerime o aniden gelen hüznü tekrar bırakarak tek tek geçiyorum betonları, insanları ve ötesinde beni hep boğan kalabalıkları.

Derken, sürekli bir ses yumağı topluyor ağzım. Düşünmekten yorgun. Susarak ta konuşabilmek maharetiyle dolu. Herşeyi bir dağınıklığa denk getirmiş içimi, yerini yadırgamış kalbimi gezdiriyorum sakinliğe ve yalnızlığa. Çünkü yutuyor gibi beni beton. Ruhumu bulmam gerekir. Hızla uzaklaşıp denize varırsam belki diner diyerek avunuyorum burda...


Derken, yine gerçek ve kurguyla bir araf buluyorum ve önümden betonlar arasında insanlar. Müziği açarak bastırıyorum içimdeki yabancılığı. 

Sesler susmuyor. Sesler geçiyor, yabancı ve yerli kelimeler arasında. Bir kelimeyi karşısındakine bastırarak söyleyen ve aksanından duyulan ayrımla gülüyor ve geçiyor yanımdan yüzler. Gözlerimi denize bırakmak istiyorum ve uzaktan gözüken tüm sulara kavuşmanın huzuruyla, denizle dikey yamaçlara dalıyorum. Belki huzur ararken içime dolan his, belki kaybolurken beliren korkuyla susarken, kendimi nerde bulduğumu unuttup bir an, denizle hiç ayrılmamış bir bağ için bekliyorum bir akşamı daha. Beni başka yerde değil de burda bulmak için, açıp içimi dökmek taşlara, hüngür hüngür bağırmak ufka. Gidenleri silmiş yüzeyde, ayaklarım ne kadar üşüdüyse de, su vurdukça parmaklarıma, hayatı hatırlayıp, gitmekle kalmak arasında bir çizgi doğsun diye içime. 

Yakınlaştıkça içimde canlanan ruhum şimdi denizle bir artık. Kumlar soğuk ama ayağıma dolandıkça ona bırakıyorum kendimi. Belki de denizin büyüklüğünde küçültmek istiyorum kendimi ben de herşey gibi. Neyi bıraktım, neyi aldım yanıma soruyorum kuma. Deniz geldi ve gitti defalarca bana doğru, yüzüme sert bir sesle, beklerken kırılmak bir dalgada, sarsıp beni hafifçe kenarlara, yerimi yokladı bu dünyada. 


Denize alıştım yıllar sonra, bozkırdan soğuyup, çekilip suya kavuştum. 

Yine de yabancıyım. Henüz bir yer edinmemiş sesim, nereye bırakacağım hiç bilmezken, ardımı siliyor zaman ve büyütüyor beni de herkes gibi yenik biraz. Ne kaldıysa onunla, bugünü geçiriyorum bir yetinmeyle. Telaşımı hatırlatan saatler akıyor yanımdan, varlığım bir nokta gibi kalıyor öylece gelgitler arasında. Kalkıp yürüyorum uzun uzun dalgalarla. Ayaklarıma dolanıyor kumlar, herşey biraz değişmiş gibi buluyorum. Aradığım şeyler yok olmuş anılarla duruyor. 


İçimde sesler ve kopuyorum günün tüm yorgunluklarından. Yalnızca saklandığım yüzlerim, yalnızca bir kenara bıraktığım duygularımla ıssız bir sahil şeridinde dolanıyorum. İşler, güçler, zamanlar, insanlar yokluğa doğru bir günü uyuturken, beni uyutmayan sızılar dolduruyor göz çevremi. Soğuk bir rüzgar esiyor. Ayaklarımda bir hissizlik. Ya da hep hissizdim belki de. Sabahları saymassam günün tüm kalanlarında kendiyle kopuk bir mutlu gibi dolanıp, akşamları ve denizi bekliyorum hep. Yalnızlığımı çoğaltıyorum burda, ki deniz anlasın diye beni. 



Sesimle çarpmak için koşuyorum karanlıklar ve yakamoz ışığında. Denizle karşı karşıya bir yüzleşme için hazırlıyorum ellerimi. Açıp iki yana doğru. Kapatıp gözlerimi ve başımı gökyüzüne uzattığımda gelen huzuru tattığımda. Şimdi derinden bir ah. Beni, kendime geri getirsin diye... 


Gözlerimle bir donup kalma, hüzün ve hiç dinmeyen özlemler arasında sesleniyor bana: "Şimdi dök eteğinde birikmişleri. Sen neyi yitirdin anlat bana. Anlat ki azalsın bu yas yıllarca tuttuğun, bırakamadığın, geçemediğin..."


Konuşmak, azalmış yıllarca sesimde ve unutkan bir duyguya dönüşmüş...


Üşüyorum ama bunun hissizliğini anlatamam içime. Deniz, konuşuyorken dinleme vaktim belki hepsi. Belki hepsi bu kadar bana kalan. Öfkeyle ve hırçınlığı birden geliyor üstüme. Ay ve yakamoz boylu boyunca ufka doğru. Kalanlar kalıyor. Gidenlere vedalar ediyorum ve anıyorum sürekli. Birden öfkeyle vuruyor dalgalar ayaklarıma. Koşarak uzaklaştım ve geri çekildim sorularından. Bir kabuk aradım ve saklanmaya yer...


Denize veda etmeli miyim?  


Ters yüz edilmiş gibi herşey, kafam hep bulanık bir suda çırpınıyor. 

Yanlış şeyler, bir araya geliyor gecenin üçleri, dörtlerinde. Durduramadan karmaşayı, herşey bir yere dağılıyor. Çöküyor duvarlarıma bir sağırlık, sustukça bağırdığım bunca zaman ne işe yaradı da medet umuyor hala kelimeler. Nereye vuruyor düşenler? Kendimi hangi sorularla yanıltıyorum sürekli? 

"Geçer" diyen sesler vardı ve kanıp onlara denemiştim geçmenin sancısını. Sancım durmuyor yok! Gerçekten bu yasla yıllar yılı bir çıkmazda gezerken, vardığım yerleri de hissiz kıldım anlıyorum şimdi. Yas devam etti. Yıllar geçti ne eskidi ben de, taptaze kalan yaradan başka. Bilmiyorum. Bilmiyorum ne yapıyorum? Ne düşünüyorum? Ne anlıyor ve yaşıyorum içimle? 


Yırtılıyor kağıtlar, artık yazmak bana iyi gelmiyor gibi çoğu zaman. Ve sesleri kırgınlığı oluşturarak. Ardımda bıraktığım kopmak. Ayrışıyor harfler bütünlükten ve anlamsız oluyor bir araya gelişi sözcüklerin. İnatla dağıtıyorum belki de onları. Tutmak istemiyorum hiçbir bütünü böyle belirsiz, böyle acı. Dönüyor her yerden, her yerden ve kendi yokuşunda yorulmaya başlamak için...


Denizle burdayım ve susuyorum hep. Hep susmak ama sesi kulağımda bağırıyor dalgaların. Gelgitler...

Bir andan başka bir ana bir zamandan başka bir zamana atlıyor aklım. Denizi unutan ayaklarım birden suyu hissediyor ve anılar dağılıyor. Aklıma, burda oluşumun sebebleri geliyor. Hayret ediyorum bunca karmaşada nasıl durduğuma. Hayret ediyorum bunca kalabalıkta yalnızlığımı bulduğuma. 


Aklım bir boşlukta...

Deniz, boşluğunu yokluyor içimin. Düşüyorum dibe. En dibe. Ay ve yakamoz büyüyor hala. 


Kendimi ne zaman düşüşle bıraksam, bir elim kaldırıyor sonra beni. Çabalamak için de değil sadece, yok! bir düşmek böyle yakışsın diye bana.


İçimden mi konuşuyorum bilmeden. Birden sesleniyorum denizin karanlığına. Ağlamak yakınımda. Durdukça daralıyorum her yerde. Durdukça daralan yerlere benziyorum, rengim soluyor bekledikçe ve alıştıkça. 


Beni bir yere götürmeliyim ey deniz!

Bunu anlatıyorum zaman zaman dalınca. "Kurtulmalısın bu durağan halinden" bir emir kipi sürekli peşimde. Bir şeye karışmalı sesim... 


Korkum, irkilerek doğruluyor yüzünü. Ona teslim olmalı mıyım? Yok. Yok. Kaybedecek hiçbir şey Yok. "İnan bitecek" yalanları dolanıyor etrafıma. Ve sürekli o sesler yankılarıyla içimde kopuyor bir gürültüyü:


"Korkma! Korkun artık sana yük değil. Korkma söküldü en önemli parçan ve kaybedecek neyi kalmadıysa onun için son kez der ya insan. İşte sen de korkma! Göreceksin azalacak. Göreceksin bitecek herşey. Bitecek yenilgilerin, telaşın. Korkma! Senin yanında yalnızlığın durdukça ve alıştıkça onunla bütünleşmeye, gerek kalmayacak bir kalabalık dahil etmeye. Anlaşacaksın korkunla. Zaman anlaşacak. Korkma sığındın içine ve tüm zorlukları gördün orda çırılçıplak. Öyle kırılmış duruyordun korkma!"

1, 54

(Yazının müziği: "Belki denize ulaşır içimizdeki nehirler bir gün")