Dereye düşen ruhlar öldüler, çıkamazlar. Oraya bir nedenden kapanmışlar. Ellerini uzatırlarsa sana, dokunma. Ağlayan birini görürsen yanına yaklaşma, boğuluyorsa kurtarma. Dereye düşen ruhlar gittiler, bir daha dönmeyecekler. Onlar insan değiller. Kurtarmaya çalışma.


Tam olarak tarih verebilirim çünkü bayramın ilk günüydü. Temmuz ayına doğru olması lazım, havalar epey sıcaktı. Üstünde takım elbisesi olan, esmer bir adam buldu köyü. Onun talihsizliği fazlasıyla meraklı ve aceleci davranmasıydı. Bazen içgüdülere kulak vermek gerekir. Adam beyninin içindeki sesi susturmuştu o zaman.


Girişteki tabelayı görünce dosdoğru yoluna devam etti. Varlık Taşına dokundu ama ne olduğuna bakmadı bile. Gölgesinde serinlediği herhangi bir taş parçasıydı gözünde. Meydana giden yol taşın sol tarafında uzun ince, toprak bir yoldur. Adam o taraftan gitmek yerine taşın sağ tarafındaki yoldan aşağı indi. Ormanın içinde bir süre yürüdü ve su sesini takip etti. Dere kenarı soluklanmak için harika bir mekândı. Sıcaktan terlemişti ve elini yüzünü yıkasa fena olmazdı.


Ayakkabıları topraktan kirlense de fazla aldırmadı, ağaç köklerinden dikkatlice inip dereye yaklaştı. Adamın yerinde başkası, mesela köyden biri olsaydı koskoca ormanlık alanda sudan başka hiçbir sesin duyulmamasından kuşkulanırdı. Adam yürürken dahi hiçbir ses çıkmadığını, git gide derenin içine çekildiğini hissetmedi. Köylüler bilirdi. Cinlerin tuzaklarından biri de etraftaki enerjiyi kendi üzerlerinde yoğunlaştırmalarıydı. Ama nereden bilecekti ki?


Dere kenarındaki küçük kız yerde boylu boyunca uzanıyordu. İşi aslı adamın onu bulmasını bekliyordu. Nihayet amacına ulaştı ve adam onu görür görmez bir koşu yanına gitti. Hemen çocuğun başını kaldırdı ve neyi olduğunu anlamaya çalıştı. Üzeri kupkuruydu, sıcaktan veya susuzluktan bayıldığını düşündü.


Derken küçük kız gözlerini açtı. Suratına tatlı bir masumiyet yayılmıştı. Sesi de öyle güzeldi ki, şiir gibi konuşuyordu. "Bana yardım eder misiniz?"


"İyi misin?" diye sordu adam, endişeyle. Küçük kız dizinde yattığı adama yaşlı gözlerle baktı.


"Peşimdeler," diye fısıldadı.


"Kimler?"


"Bana yardım eder misiniz?"


Cinlerle konuşurken cevap vermemeniz gerekir, adamın sürekli soru sorması küçük kızın onu etkisi altına almasını zorlaştırıyordu. Tabii, o henüz bunun farkında değildi.

Küçük kız kendini adama doğru çevirerek dizlerinin üstünde durdu. Karşılıklı birbirlerine bakıyorlardı şimdi.


"Ailem beni öldürecek," dedi, bu defa sakinlikle. "Kendi aralarında konuşurken duydum."


"Neden yapsınlar bunu?" Küçük kızın göğsü kalkıp indi. Öfkesini bastırmakta güçlük çekiyordu.


"Çünkü benden nefret ediyorlar. Evlenecek birini bulmam gerekiyordu. Ne var ki o şansı çoktan kaçırdım. Çoktan yaşım geçti, artık kimse benimle evlenmez."


Adam taş çatlasa beş, altı yaşlarında gösteren kıza hayretle baktı. "Yanlış anlamışsındır. Sen daha küçüksün."


Yüzünde insansı olmayan bir tebessüm belirdiğinde adam istemsizce gerildi. Kız ona yaklaşmasını işaret etti. "Benimle evlenir misin?"


Adam konuşmak istedi ama dudakları birbirine yapıştı. Dikilmiş gibiydi sanki... Dili ağzının içinde oynuyordu. Burnundan nefes almaya çalıştı. Panikledi ama vücudu kaskatı kesildiği için kıpırdayamadı. Kızın gözlerine baktı, dipsiz kuyu gibi içine çekiliyordu.


"Korkmana gerek yok," dedi küçük kız, eliyle adamın yanağını okşarken. Adam gözlerinin önünde bir anda büyüyen kıza dehşet içinde baktı. Üstündeki kıyafetler yırtıldığı için vücudunun ancak bir kısmını kapatıyordu. Kızın upuzun, kahverengi saçları uzayıp yere değdi. Şimdi karşısında çok güzel bir genç kız duruyordu. Etkilenmekten kendini alıkoyamadı.


Kız melodik bir sesle, "Beni buldun," dedi. "Evlenecek birini arıyordum. Kaç gündür derenin kenarında yattığımı tahmin edemezsin. Sen beni buldun ve kurtardın."

Adam yapışan dudaklarının arasından anlamsız birtakım sesler çıkarınca cin büyüyü bozdu ve konuşmasına izin verdi. Yine de bedenini hala hareketsizdi.


"Nesin sen?" diye sordu, kalbi öyle hızlı atıyordu ki neredeyse yerinden çıkacaktı.


"Cinim ben. Muhtar seninle konuşmuş olsaydı çoktan onun yemi olurdun. Onun yerine ormana geldin ve beni buldun. Kaderin buymuş demek ki, benim kocam olmak."


"Kayboldum," diye açıkladı adam, kafa karışıklığı içinde. Cin ona gülümsedi.


"Benden korkmana gerek yok. Seni öldürmeyeceğim. Yemeyeceğim de... Evlilik yaşım çoktan geldi, hatta ailem bana kız kurusu gözüyle bile bakmaya başladı. Evlenecek birine ihtiyacım var."


"Ama ben insanım."


Kız, "Öylesin," diye tekrarladı. O kadar yapay bir ifadesi vardı ki sanki gülümsemesi yüzüne dikilmişti. Hiçbir duygu barındırmadığından adam onun niyetini

kavrayamıyordu.


"İzin ver, gideyim."


"Bizi bir araya kader getirdi. Burada benimle kalmak zorundasın. Ömrünün sonuna kadar beni hamile bırakacaksın, her sene doğurmam gerek. Ailemizin kuralı bu. Yarı insan doğan çocuklara iyi gözle bakılmaz ama mesele değil. Sayımız ne kadar artarsa o kadar iyi. Hiç değilse orman bizim olmalı."


"Seninle kalamam. Benim dışarıda bir hayatım var."


Kızın ruh hali aniden değişti. "Bekâr değil misin yoksa?"


Doğruyu söylemesi gerektiğini düşündü. "Bekârım ama burada kalamam. Beni bekleyen insanlar var. Ailemi, arkadaşlarımı terk edemem."


"Evlenme teklifimi geri mi çeviriyorsun yani?"


O zaman aklına başka bir şey geldi. Şeytana pabucu ters giydirecek cinsten... İşe yaraması için dua etti. "Hayır, öyle düşünme. Sen çok güzelsin, hem de o kadar güzelsin ki... Belki de gerçekten karşılaşmamız kaderdi. Karım olmanı çok isterim. Ama burada kalamayız, benim memleketime gitmemiz gerekir."


Kız adamın yüzüne uzun uzun baktı. "Orman ciniyim ben, buradan ayrılamam."


Rahatlayacak oldu ama bunun için henüz erkendi. "O zaman sana bir teklifim var. Ağabeyim hala bekâr, ondan önce evlenemem. Rızan varsa ağabeyimi bulup sana getireyim. Sana istediğin kadar çocuk verir. Hem benden daha iyi koca olur, yanına da yakışır."


"Köyden çıkıp ağabeyini mi getireceksin?" diye sordu cin, kuşkuyla.


"Evet," diye kekeledi adam. İnanması için dua ediyordu.


Kız yeniden sessiz kalarak bir süre düşündü. "Bana yalan söylemediğini nereden bileceğim?"


"Neden yalan söyleyeyim?" Panikledi. "Söz veriyorum. Ağabeyimi getireceğim."


Tabii ki, sözünü tutmadı. Köyden gidince bir daha dönmedi, hatta ailesini bile ziyaret etmedi. Yurtdışına dönerek olanları unutmaya çalıştı. Kızın onun peşine düşemeyeceğini sanıyordu. Çünkü cin ona ormandan ayrılamayacağını söylemişti.

Siz de öyle zannedebilirsiniz, nihayetinde sınırlara bağlı olduklarından kaçtığınızda sizi yakalamamaları gerekir. Normalde öyle de olur ama adamın bilmediğin bir şey vardı. Orman cinine dokunduğu an ruhlarından bir parça birbirine bağlanmıştı. Bunun anlamı köyü terk ettiğinde bile o parçasını hala daha içinde taşıyor olduğuydu. Kız onu takip edemezdi ama bir parçasını kullanarak sözünü tutmasını sağlayabilirdi.


Adamın kardeşi yoktu. Zihninden bunu geçirdiğinde onu kimsenin duyamayacağını sanmıştı. İşin aslı, cinler düşünceleri okuyamazlar ama onlarla gereğinden uzun konuşursanız bazı şeyleri sezebilirler. Benim için durum daha farklı... Size ne olduğumu açıklayamam ama insan veya cin olmadığımı garanti edebilirim.


Cin kandırıldığını hemen anladı çünkü parçası git gide uzaklaştı. Önce şehrin sınırlarına, sonra ülke dışına çıktı. Uzaklara gitti, denizaşırı hem de... Yine de bir parçası hala yanındaydı. Cin haliyle çok öfkelendi, onu kandırmanın bir bedeli olacağı aşikârdı. Ormandan dışarı çıkamazdı, tek yapabileceği kâbuslarına gitmekti. Zamanla adam kâbuslarında açık verdi, gördükleri normal birinin kaldırabileceği türden şeyler değildi. Akşamları dehşet verici rüyalardan uyanır, kendini tutamayıp kusardı. Gecenin kalanında yorganı üstüne örter, gözünü bile kırpmadan günün doğuşu seyrederdi. Kafasının içindeki düşünceler gittikçe derinleşirdi.

Farkındaydı, bir şey içeri girmeye çalışıyordu. Evine almıştı çoktan, yatak odasına kadar girmiş kapıyı yumrukluyordu. Sonunda delirme noktasına geldi, bir gün tamamen gözünü kapatmak zorunda kalacaktı. İçeri girmesine izin veremezdi. Ne olursa olsun, uyumak zorundaydı.


Kendini tamamen teslim ettiğinde haftalar geçmişti. Artık bedeninin kontrolünü kısmen kaybetmişti. Uyumaktan korktuğu kadar uyanmaktan da korkuyordu.

Cinler insan yerdi. Kız kendisini kandıran adamı parça parça tüketti. Karanlık çökünce dişlerini etine geçirdi. Sonunda iş öyle bir boyuta geldi ki adamı yatırdıkları hastanede kollarından, bacaklarından bağlamak zorunda kaldılar.


O günün akşamında adam kendini Yenipazar köyünün girişinde buldu. Varlık Taşını hemen tanıdı, önceki gibi ormanlık yolu tercih etti ve kızı dere kenarında buldu. Aynı yerde, aynı şekilde... Onu başından kaldırdı. O zaman cin gözlerini açtı. Numara yapmasına gerek yoktu, gülümsemesi yüzüne yayılmıştı.


"Ağabeyini getirecek misin?"


"Kardeşim yok benim," dedi titrek bir sesle. "Ama kendim geleceğim. Lütfen... İzin ver, köye döneyim. Seninle evleneceğim."


Kız yüzüne sakince baktı. "Beni kandırdın." Ses tonu hiçbir duygu barındırmıyordu.


Adamın azıcık kalan aklı da gitmek üzereydi. Kendini tutamayıp bağırmaya başladı.

"Ne olur, yapma artık. Köye döneceğim ve sana bir daha asla yalan söylemeyeceğim. Özür dilerim... Özür dilerim... Bedenimi al, ne yaparsan yap. Ama zihnim bende kalsın, yalvarıyorum sana. Normal bir insan gibi yaşamak istiyorum."


Cin hıçkırıklara boğulan adamın saçlarını okşadı. "Artık çok geç, seninle evlenemem. Çoktan etinle beslendim. Istırabının bitmesini istiyorsan tek yapman gereken buna bir son vermek."


"Nasıl?" diye sordu, çaresizlik içinde. "Kendimi öldüremem, beni bağladılar."


"Şu an bağlı mısın?"


Adam başını kaldırıp etrafına bakındı. Köy gözüne oldukça canlı görünmüştü. Kuşların, böceklerin, hemen yanındaki derenin sesi kulağına geliyordu. Etraf yemyeşil, hava da mis gibiydi. Neredeyse bu güzelliğe kanacaktı.


"Ama şu an burada değilim ki..."


"Istırabını nasıl bitireceğini sordun. Ben de sana söyledim."


Dizinde yatan kızın cismani bir varlıktan soyut bir şeye dönüşmesi uzun sürmedi. Ağırlığı bir anda kalkmış, adam koskocaman ormanda tek başına olduğunu sanmıştı. Kısa bir anlığına gözlerini kapattı. Kızın varlığını hissedebiliyordu. Seçim yapmasını bekliyordu.


Dereye doğru bir adım attı, sonra bir adım daha, tamamen içine girdikten sonra suyun kendisini yutmasına izin verdi. Çırpınmadı, öylece suyun altında kalarak boğulmaya razı oldu. Tek arzusu her şeyin bitmesiydi. Kızı bir daha asla görmek istemiyordu.


Dere düşen ruhlar öldüler, çıkamazlar.


Köylüler çocuklarına şunu sürekli tembihler: "Rüyanda dereye düşme. Yoksa ruhun orada kalır."


Kendini kısmen yiyen bir cine güvendiği için tüm suç adamındı aslında. Kızın nefretini hafife almıştı. Çektiği acılarda kendisinin de payı vardı. Kaderini kabullenmemiş, değiştirebileceğini sanmıştı.


Derede boğulup ölmüştü ama ruhu öteki dünyaya göçmemişti. Hala canlı olmasına rağmen artık insanların dünyasında da değildi. Biraz canlı, biraz ölüydü. Diğer ruhların arasına katılmıştı. Kıyamete kadar ormanda kalacaktı. Cini kandırmanın bir kefaretiydi bu. Neler olup bittiğini anladığında iş işten geçmişti bile.


Ne gariptir ki, Karadeniz'e bağlı Yenipazar köyünün suyu hiç tükenmez. Belki de bereketi bu yüzdendir. 

***