GÜN-31

Belki birkaç ay oldu buraya dokunmayalı. En büyük hayalini böylesine nedensizce, fütursuzca boşlayabilen bir adam olduğumu sizler de görün. Çok heyecanlıyım. Zihnimdekiler o kadar birikti ki, en ufacık bir kısmını bile eksik anlatırsam yahut istediğim gibi aktaramazsam korkusuyla günlerdir yazmaya cesaret edemiyorum. Köleliğim bitti. Vinas'la  her yılın bir gününde yaptığımız geleneksel buluşmamızı yaşadık. Başka bir kadınla tanıştım, bana evrende hala her şeyin mümkün olduğunu gösterdi, tekrarı mümkün olmayan duygularımı açığa çıkartıp yıllar sonra hissizleşen yerlerime dokundu. Sonra bir anda soğudu ve hiç etti beni. Olsun, her anına değerdi. Onun ardından zona oldum. Tanrının insanlığa en büyük belalarından biriymiş zona, yaşayınca gördüm. Bu sırada Vinas'la olan yılda bir görüşme kuralımızı bozarak yanına gitmeye kalktım, yerinde yoktu. Zaten bunca yıldır ben ona ne zaman gitsem o yerinde yoktu. Küçük çaplı depresyonumun ardından az da olsa huzura kavuştum. Kardeşim olarak gördüğüm, varımı yoğumu paylaştığım çocuk geçen sene aniden nedensiz yere muhabbeti kesmişti benimle. Nankörlük katlanamadığım en büyük şeylerden biridir. Sonra o zaman diliminde, yine eski aşklarımdan, haksızlık ettiğim kadınlardan birine tutunmuştum. Elimden geleni yaptım uzun bir süre, istemedi. Sonra o da muhabbeti kesti benimle. Ve bu bahsi geçen iki kişiyi ben daha önce bir ortamda bir araya getirmiştim. Geçen gün ikisi çıkıp benim evime geldiler. Oturduk, şeylerimizi içtik. Bir daha içtik... Neyse, güzel zaman geçirdik, özlemişim ikisini de. Ancak onlara karşı duyduğum bu sevgi ve özlemin altında yatan o korkunç histi bütün gece beni sıcak tutan. Üzerine emek verdiğin, varını yoğunu paylaştığın, canı yansa kendini öne atacağın kadar önüne koyduğun, iki farklı kulvarda, iki büyük sevgi beslediğin ve sonunda seni terk eden iki insan yan yana oturuyorlar. Geçen sene bu zamanlarda o iki insanın da yanında, ayrı ayrı olarak ben vardım sürekli. Sonra ikisi de beni istemediler ve ikisi de yan yana şimdi. Ne olursa olsun ben ikisini de çok sevmeye devam edeceğim. Birini kardeşlikten silmiş, diğerini de hayatımın kalanını geçirebileceğim kadın sıfatından çıkartmış olmam, onlar için hiçbir ifadesi olmayan ancak benim için yeterli bir cezadır. Şunu demeye getireceğim ki bunca olayın, üzerine sayfalarca yazılabilecek hissin, düşüncenin, olayın arasında dolanmama rağmen yazmamıştım. Beni şimdi tetikleyen ne? Nedir bunca güçlü şeyin başaramadığını başaran? Can geliyor değil mi aklınıza? Deli gibi merak ediyorsunuz, ne zaman çıkacağını dört gözle bekliyorsunuz. Orospu çocukları... Benim sikilecek olmam bir gram umurunuzda değil. Olsun, hakkınızdır. Ancak şu an dinleniyor ki uyanınca kıyak siksin. Neyse Can da değil. Balkona bir süre önce attığım kocaman minderler evin havasını bir anda değiştirdi. Harika manzaramız diz hizasından görünür oldu bu vesileyle. Geceler daha bir tatlı, hele orada uyuması... Gecenin bir vakti uyanıp tindera girdim. Ankara'dan, zamanında sevgilisinden ayrılmasını fırsat bilip, sosyal medya üzerinden, benimle iletişim kursun diye bilimum sapıklıklar yaptığım hatunu gördüm. İzmir'e gelmiş, eşleştik. Ben insanlarla iletişim kurmakta zorlanıyorum. O yüzden genelde onların benimle iletişim kurmalarını sağlamak için onları kışkırtıyorum. Ergen ergen hareketler işte. Neyse, biz konuşmaya başladık. Yüce, kıymetli, biricik, yakışıklı tanrım yine bana geçmişte zihnime kazınmış olaylardan birini bahşetti. Güneş doğmaya başlayıp etraf kızardığında, körfez bir başka güzel oluyor burada. Mavi-kırmızı gökyüzü, koyu siyah deniz, ışıltılı yük gemileri ve hepsinin ortasında sıkışmış şehir ışıkları.

 


GÜN-32

Şunu bilin ki burada yazan her şey benim zihnimin kağıda dökülmüş halidir. Neler düşündüğüm, nasıl düşündüğüm, kurduğum bağlantılar, takıldığım noktalar, siklemediğim yerler, aklımda dolananlar, sesler, sesler, sesler... Bunların hiçbiri sikinizde olmayabilir. Olmasın da zaten. Ancak geriye dönüp baktığınızda, eğer tekrara düştüğümü düşünüyorsanız, evet düşüyorum. Küçük bir çocuğun uslanmadan, bıkmadan bir çamur birikintisine düşmesi gibi tekrara düşüyorum. Bu tekrarlarda boğulun istiyorum. Sıkılın, öfkelenin, sinirlenin, daha iyisini yapabilirdin, bu ne amına koyayım, yeter artık deyin istiyorum. Çünkü ben zihnime sürekli bunları söylüyorum! Durmuyor amına koyayım, durmuyor. Geçmişte yaşanmış ya da gelecekte yaşanması muhtemel bir olayı alıp, ona öyle bir takılıyor ki... Günlerce, bazen haftalarca süren, ondan başka hiçbir şeyi düşünemediğin bir süreç başlatıyor. Diyaloglar kuruyorsun, monologlar atıyorsun, aksiyonlar yaratıyorsun. Bitti mi, en baştan. Bambaşka şekilde, bambaşka biçimde... Bir olay üzerinde muhtemel yaşanacaklar hakkında kurgulayabilecekleriniz sonsuza dek sürebilir. Mesela ev arkadaşıma sinirleniyorum. Zihnimde hemen onu karşıma alıp sinirlendiğim konu hakkında konuşmaya başlıyorum. Şöyle bir durum var ki kurduğum onlarca konuşma senaryosundaki tek ortak nokta onun bana ne tepki vereceğini bilememem. Yani ne kurarsam kurayım, en sonuna gelip o konuşmayı gerçekten yaptığımda hiçbir kurgumla birebir örtüşen bir şeyle karşılaşmayacağım. İşin kötü yanı onlarca senaryo kurup hazırlandıktan sonra karşı karşıya geldiğinde, kurdukların arasından en mantıklı olanı seçip diyaloğa onunla başlıyorsun. Ancak her zaman olduğu gibi az tekrar ile çalışılmış bu gibi senaryolarda ne planladığını, orada ne söyleyeceğini unutuyorsun ve bir kez unuttuktan sonra işler komple karışıyor. Kekelemeye, konuşmada güçlük çekmeye, kendini ifade edememeye başlıyorsun. Aldığın her tepki gözünde büyüyor. En sonunda ağlayarak uzaklaşmak istiyorsun. Ne kadar kötü sonuçla biterse bitsin bu konuşmanın gerçekten yapılmış olması demek artık zihninde onun hakkında senaryo kuramayacağın anlamına geliyor. Peki ya bitti mi? Mutlu son mu? Hayır tabii ki de. Şimdi de keşke şunu deseydim, bunu deseydim böyle olurdu şeklinde yeni senaryolar başlıyor. Tepki vermek gerekiyor. Bu durumun tek çözümü o. Zihnimden geçen acımasız tepkilerden en yumuşak olanına karar verip karşımdakine onu gösteriyorum. Bu beni rahatlatıyor sadece. Bu durdurabiliyor zihnimdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen sesleri. O kadar çaresiz, o kadar savunmasız, o kadar acınası halde oluyorum ki bu durum sürecinde vereceğim tepkilerin sonuçları umurumda bile olmuyor. Düşünebildiğim tek şey en makul tepkiyi vermek oluyor. Genelde bunun sonuçları da beklediğimden çok daha ağır oluyor. Bunlar sonucunda hayatımda insan kalmıyor bir süre sonra. Geçtiğimiz günlerden birinde onun makul tavrı olmasa ev arkadaşımı kaybedecektim neredeyse. Delinin deliyi anlayabildiği, delinin deliyi tolere edebildiği bir dünya burası. Burası Derman'nın Harikalar Diyarı. DHD. "Deli olmayan giremez". 

 


GÜN-33

Nedensiz yere, az uykuyla, güne erken başladığım saatlerin her birinde diyorum ki kendime, işte bu, ben böyle yaşamalıyım. Tertemiz, berrak bir zihin. 'Ne yapsam? Bu kadar saat, te geceye kadar ne yapacağım ben? Hemen evden çıkayım da bir yerlere gideyim. Dur yazı yazayım. Kitap da okurum. Oyun bile oynarım ha.' Geç uyandıktan sonra günü kaybetmiş olmanın verdiği his bütün bir gün yakamızda kalıp çirkin kokular saçıyor etrafımıza. Oysa ki erken uyanılmış bir gündeki çaresizlik hissi yok mu? İşte o insanı hayata dair bir şeyler yapmaya zorluyor. Uyandıktan sonra kalkıp gideceğim bir iş olsaydı eğer, şimdi onun bik bikini yapıyor olurdum. Velhasıl kelam işsiz olacaksak da nitelikli işsiz olmalıyız. Ben mesela, Allah'ına kadar niteliksiz işsizim. Oyun falan izliyorum, gidip ev arkadaşlarımla lak lak yapıyorum. Sonra vay efendim benim sınavım var bilmem kaç ay sonra, yazmam lazım okumam lazım... Göt yok göt. Sürekli beynini sabit tutmaya çalışınca insan, bütün eforunu buna sarf edince, içinde dizginlemesi gereken bir sosyopat, içinde dizginlemesi gereken bir karanlık varsa götü kalmıyor insanın. İyi olmak için bu kadar çaba sarf edip, iyi olmak için bu kadar daha sarf etmeme gerek kalması çok kötü. Sürekli iyi olmak için çaba mı sarf edeceğim ben hayatım boyunca? Biraz da iyi olmaktan sıkılayım ya... Sıkıldım artık iyi olmaktan sıkılacağım zamanı beklemekten. Şaka bir yana, bugün iyi uyandım. Beni hep güneş doğarken uyandırın bundan sonra. 

 


GÜN-34

Hayat, bir su testisinin, su yolunda önce çatlayıp, üzerinden geçtiği toprağı sulayarak yeşertmesi, ardından kırılıp kendi var ettiği o güzelliği ölüme terk etmesidir. Sahi, testi mi suçludur şimdi yoksa çiçekler mi? Çiçek mahzun, testi ölü... Bazı soruların cevabı yoktur. Her varlık doğası gereği yok olur. Ve yok olmak onurlu bir eylemdir. Bazı soruların cevabının olmaması demek felsefe demektir. Peki ben şu an ne yapıyorum? Felsefe yapıyorum. Evet arkadaşlar felsefe evde başlar. Sonra sokağa yayılır. Sonra köye, ardından şehre... Felsefe devrimci bir eylemdir. Keşke yaşayan her insan, hayatının bir bölümünü felsefe öğrenmek için kullansa. İnsanlık adına büyük sıçrama yaşanır gerçekten. Olurda bir gün devrimci saflarda yer almaya karar verip aktif bir eylemci olarak barikatlarda boy gösterirsem ilk işim broşür dağıtmayı bırakıp yerine avm dikmek olacaktır. Broşür dağıtmayı bırakıp, ulaşmak istenilen insanlara felsefi bilgi aşılansa, sosyoloji, toplumsal ekoloji verilse, kalıplaşmış liderlerden çıkılıp başka düşüncelerin de var olduğu ve onların kullanılabileceği fark edilse işler değişebilir belki. -Bknz. Fransız devrimi- Bakın mesela Wing Tsun denen bir uzak doğu dövüş sanatı var. Wing Tsun ya da antik ismiyle Wing Chun, bir kadının yaratıp geliştirdiği, dönemin zorba Kung-fu ustalarına karşı olarak çıkmış bir dövüş sanatı. İçine kapalı, hanedanlar arasında aktarılmış, hanedan dışına çıkıp insanlığa açılması İp Man sayesinde olmuş dogmatik bir savaş sanatı. Tekmeler çok az kullanılır. Bruce Lee, Wing Tsun'u almış, eksik yönlerini başka dövüş sanatları teknikleriyle kapatmış ve Jeet-kun-do'yu geliştirmiş. Yüz yıllardır süre gelen dogmatik düşünceler, küçük dokunuşlarla, etraftan yararlanarak geliştirilip daha büyük kitlelere ulaştırılabilir. Devrimcilik, bir düşünceyi insanlara kabul ettirmek değil, düşünceyi geliştirip, büyütüp, devinime uygun bir şekilde diğer insanların geliştirmesine olanak sağlamak olmalıdır. Paylaşmaktır aslında. Var olanı taşımak yerine değişen koşullarla geliştirip, diğer insanların önüne "benim zihnim bu kadarına yetti, bundan sonrasını siz devralın ve büyütelim" diyebilmektir. Büyüyelim değil de büyütelim diyebilmek bile güzel bir başlangıçtır bence. Benlikten sıyrılıp bizliğe geçebilirsek eğer bir gün, kendimizi kocaman görmeyi bırakıp paylaşabilirsek, dünya eskisinden daha yeşil olacak. Paylaşmak güzeldir. Paylaşmak, evrene hükmedebilecek potansiyele sahip insan türü için, gelişimin en temel taşıdır.

 


GÜN-35

Bu insanlar da kim? Neden bana gülümsüyorlar? Neden beni seviyorlar? Böyle bir yaratığı kim sevebilir ki? Neden iyi olmam için çaba sarf ediyorlar? Nasıl böylesine gözlerimin içine bakabiliyorlar? Yalan! Sahte! Üzerimde bir planları olmalı. Bana zarar vermek istiyor olmalılar. Etrafımdalar. Her yerimi sarmışlar. Hiçbirini tanımıyorum sanki. Şöyle ki her birini biliyorum aslında. İlk kez tanıştığınız bir insanla ikinci kez bir araya geldiğinizde, size sanki yıllardır görüşen iki yakın arkadaşmışsınız gibi davrandığını düşünün. Ne kadar da sahte değil mi? İşte tam olarak o durumdayım. En son hatırladığım, ailemin evinde, kimsesiz, yapayalnız uyandığım bir günü nasıl bitireceğimi bilemeden ağlıyordum. Bir odam yok. Bir yaşam alanım yok. Beni anlayan, dinleyen kimse yok. Etrafımda her şeyi bildiğini düşünen, ne yaparsam bana iyi geleceği hakkında beni bir gram tanımadan ve umursamadan ahkam kesen insanlar var. İnternetim yok. Kitap okuyabilecek kadar odaklanamıyorum. Yazabilecek kadar odaklanamıyorum. Korkuyorum. Her şeyden korkuyorum. Yıllardır kendimden daha iyi anlaştığım köpek sürülerinden bile korkuyorum. Balkona çıkmaktan, aşağıda durmadan geçen arabalardan korkuyorum. Gözümü kapattığımda yanımda biri belirecek diye korkuyorum. Zihnimdeki seslerden korkuyorum. Zihnimdeki seslerin gerçek olabilme ihtimalinden korkuyorum. Böylesine zayıf, böylesine korkak, böylesine dünyaya uygun olmayan, doğada olsa bir dakika sonra avcılar tarafından paramparça edilecek olan bir canlıyı nasıl sevebilir insanlar, anlayamıyorum. O yüzden de inanmıyorum. Bu mümkün değil çünkü. Böyle bir yaratığı ben sever miydim? Böylesine aciz bir canlıyı, böylesine canlılığın hakkını veremeyen bir et parçasını sever miydim ha? Asla. Bir an önce ölmesi ve kendini bu sefil cezadan kurtarmasını isterdim. Dünyayı bu israftan kurtarmasını... İnsanlar da öyle düşünüyor olmalı. İnsanoğlunun en büyük zaaflarından biridir zayıflık görmek. Zayıflara yardım etmek için kendini parçalayan insanlarsa sahtekar sürüsünden başka bir şey değil. O yaratıklar her yerde yardım edebilecekleri birilerini arıyorlar. Çünkü kendilerinin üstün olduğuna; kendilerinin hala yukarıda olduğuna inanmak istiyorlar. Statülerini koruyabilmek için başkalarının üzerine basıyorlar çirkin maskeleriyle. Bu dünyada zayıf görünce ondan faydalanmak istemeyecek tek bir canlı bile yoktur. Genetik aktarımımız gereği bunu yapmaya mahkumuz. Şimdi bu odada, kendimi her şeye yabancı hissettiğim bu zaman içerisinde, etrafıma baktığımda zayıflığımdan yararlanmaya çalışacak insanlar görüyorum. Her yerimi sarmış vaziyetteler. Kimseye söylemiyorum ne kadar korktuğumu. Kimseye söyleyemiyorum zihnimdeki sesleri. Kimseye söyleyemiyorum geceleri gözlerimi bile kapatamadığımı. Evden çıkamıyorum. Bir tişörtü askıya geçirmek için ayağa kalkıyorum. Ellerim titremeye başlıyor, nefesim daralıyor. Tişörtü yere atıp balkona çıkıyor ve bir sigara daha sarıyorum. Aklıma gelen, bana iyi gelebileceğini düşündüğüm her iş imkansız geliyor. Beceriksiz, vasıfsız, konuşmayı bile beceremeyen bir adamım şimdi. Can... Can! Ne olursun kurtar beni. Tek kurtuluşum sensin. Ben böyle bir adam olmak istemiyorum. Ben böylesine yetersiz, böylesine zayıf olmak istemiyorum. Yine itip kakacaklar beni, yine hakaret edecekler, yine zarar verecekler. İhtiyacım var sana. Hayatta kalabilmek için şu an, her şeyden çok ihtiyacım var sana. Ne kadar daha dayanabilirim buna bilmiyorum. Balkondan aşağıya baktığımda, tabana çarpmam ne kadar sürer acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İlaç kutumdaki bütün ilaçları aynı anda içersem karaciğerim benden ne kadar nefret eder merak ediyorum. Yaşamak istiyorum. Ne olur Can, gel ve öldür beni.