GÜN-41

Heyecan mı yoksa deliliğimin geçici bir tutulması mı bu hissettiğim? Ona ulaşmak, dokunmak geçiyor içimden sadece. Dokunmayı fiziksel olarak algılamayın; sesine dokunmak, fikirlerine dokunmak, gülüşüne dokunmak, sevişine dokunmak... Bugün onun serbest kaldığı gün. Bugün, bundan sonrası için onun gözlerine bakıp uzak durmalıyım demeyeceğim günlerin başlangıcı. Hala bu dünyada nefes alabiliyorken, başımıza bir felaket gelmemişken, doğal afetlerin, savaşların birbirimize ulaşmamızı engellediği zamanda değilken onunla ayrı yerlerde soluk alıyor olmamız bana doğru gelmiyor. Ya yarın yoksa ve ben son günümü seninle geçiremiyorsam? Kusura bakmayın dostlarım ama cehennem içerisinde ateşler yanan bir sauna değil. Cehennem, dünya üzerindeki son gününü sevdiğinden ayrı geçirmek. Aşkının hayaliyle; pişmanlıklarla, keşkelerle yarım kalmış, yaşayamamış insanların hikayesidir cehennem. Ben elmayı koparırım da sen benimle beraber yiyebilir misin kadın? Korkuyorum. Onun beni gerçekten yanımdayken sevebilmesinden korkuyorum. İlk duyduğumda da aynı şeyleri hissetmiştim. Nişanlısıyla geçirdiği uzun, sakin ve huzurlu yıllar arasına sıkışmış bir heyecandım ben. Yasak, güzel, gizemli ve sert... Ancak çözümsüzlük sarmıştı etrafımızı. Ablukada olmak dışarıya muhtaç olmak demektir. Mucize beklemek, mucizeden başka çarenin olmayışı demektir. Kısmak demektir. Hayatta kalabilmek için, mucize gelirse eğer bir gün o gün hala nefes alabiliyor olmak için hayati faaliyetlerini yerine getirebilecek kadar enerji tasarrufu yapmak demektir. Tutumluluk demektir. İlk duyduğumda da aynı şeyleri hissetmiştim: korku. Ya beni gerçekten gözlerime baktığı gibi sevebilirse? Bir oyuna dönüşecekti. Birbirimizi taciz ettiğimiz ama dokunamadığımız bir oyuna. Ayarttığımız, tahrik ettiğimiz ama hiçbir zaman zor günümüz geldiğinde omzumuzu paylaşamadığımız çirkin bir oyuna. Bir oyuna dönüşecekti ve ben bu oyun içerisindeki sevgi taahhüt edilmiş ancak o sevgiyi asla göremeyecek olan adam olacaktım. Yıllarca önüme gelen her kadının hayatında ne olup bittiğine bakmadan tuzağıma düşüren ben sevginin karşısında boyun eğmiş, ona zarar vermemek için ondan uzak durmayı yeğlemiştim. Bunun gerçekleşebilmesi içinse kendi oyunumu yazmak, onu ezberlemek ve hatasız oynamak zorundaydım. İlk duyduğumda da aynı şeyleri hissetmiştim. İmkansızlığın getirdiği çaresizlik. Birkaç hafta sonra oyunuma kendimi iyice kaptırmış, her büyük tiyatrocunun yenik düştüğü durumda bulmuştum kendimi. Bunca zamandır, bu kadar aydır bir fiil ilerlettiğim tavrım, kadının özgürlük bayrağını çekişiyle beraber yerini o ilk duyduğum zamanki hislere bıraktı. Doğru olanı yapmak, yaşananları yüceltmek için dönüştüğüm canavarın gırtlağına saplandı o bayrağın direği. Evet, bunu hep yapıyorum. Doğru olanı yapmak için bir canavar yaratıyor ve ona dönüşüyorum tüm benliğimle. Çünkü ben dünya üzerinde görülmüş en mükemmel yalancıyım. Yalan söylememek için, kurguladığı yalana dönüşen bir sapık. Beni canavarlarımla beraber kabul edebilecek misin kadın? Korkutucu bir evrenin kapısından içeriye bakmak heyecan vericidir. Peki ya içerideki sonsuz karanlık, can yakıcı sesler, kahkahalar, ağlayan çocuklar, silah sesleri, kan kokusu, çürümüş et kokusu, yalnızlık, sevgisizlik, açlık, yorgunluk, yetersizlik... İçeriye girip bu dünyayı, bu ara sokaklardaki gayrimeşru, illegal dünyayı, içinde kötülük kol gezen canavarların hükmettiği bu dünyayı keşfetmek ister misin kadın? Miden kaldırır mı gerçekten bunu? Evcilleştirecek misin beni yoksa olduğum gibi kabul edip yanımda mı duracaksın? Sahi ya... Beni evcilleştirmeden, bu halimle yanımda uzun süre dayanabilecek bir insan evladı var mıdır gerçekten, benden başka? Ben bile bu kadar yorulmuşken kendimden, sen gel, evcilleştir beni. Ehlileştir. Bu dünyada hayatta kalabileceğim bir kimlik edinirken ben, zımparala beni. Törpüle. Şekil almama yardım et. 

 


GÜN-42

Bir oyun kurdum, oyun oldum. İnsan en çok savaştığı canavara dönüşür en sonunda diyordu bir filmde. Kişilik bölünmesi teşhisi koyduğu hastasının cinayetlerini, aslında kendisi işlemiş ve kendisinde kişilik bölünmesi oluşmuş bir doktorun hikayesiydi. Ben hiç yalan söylemedim hayatımda. Çok denedim. O kadar çok deneyip, o kadar çok aptal yerine düştüm ki, bir daha denememeye yemin ettim. Günümüz şartlarında, karşılaştığımız boktan zihinli insanlarla iletişim kurmak zorundayız. Ve maalesef ki, toplumdan mıdır, kültürden midir bilemiyorum, çiftleşmek için kur yapan hayvanlar gibi anırarak yalan söylemek zorundayız. Daha rahat bir kafa için, işini düzgün yapabilmek için, kaçmak için, bulmak için, başka insanları üzmemek için yalan söylemeliyiz. Yaptığınız hareketi meşrulaştıramıyorsanız, yalan söylersiniz. Karşınızdaki insanın sizin yapma nedenlerinizi anlayamayacağını düşünüyorsanız, yalan söylersiniz. Asıl neden yalan söylersiniz biliyor musunuz? Hepsinin temeli, tek neden: KORKUDAN! Korkaklığınızdan! Ceza korkusu, kaybetme korkusu, terk edilme korkusu, aşağılanma korkusu, dışlanma korkusu, korku korkusu, korku, korku, korku, korku! Hepiniz, kocaman, birer, korkaksınız! En acizi de budur dostlarım. İçinde cesaret olmayan korkaklık... İnsanları kandırmak. İnsanları aptal yerine koymak. Bazıları hak etmiyor mu? Kat kat fazlasını hak ediyorlar. Ama bana yapmayın mesela. Beni aptal yerine koymayın. Babamın dediği gibi "Her şeyin affı var, kan düşer ama küslük olmaz. Bir tek keriz yerine koyma beni. Çünkü ben keriz değilim Can!" Ya Can der bana ya da Dermancan. Can dediği zaman, bunu öyle anlarda yapardı ki, Can beni ele geçirmiştir ve o şeytani bakışlarıyla acıtacak birilerini arıyordur. Bir tek babam hisseder. Allah kahretsin ki bir tek o hisseder içimdeki şeytanı. Onun da içinde aynısı var olduğu içindir. Mesela benim oğlumda da olacak Can. Ben de onun gözlerine baktığımda Can diye sesleneceğim ona. Çünkü bileceğim; tek dostumun, en büyük günahımın içinde olduğunu bileceğim. Bile bile getireceğim onu bu dünyaya. Kocaman bir lanetle. Bir tek babam bana Dermancan der. Dermancan dediği zaman, bunu öyle anlarda yapar ki, benliğim Can ile savaşa girmiş, yüzüme çaresizlik vurmuş, canım hiç olmadığı kadar acıyorken öyle bir Dermancan der ki: "Ayıl! Kendine gel! Güçlü dur!" Derman'ı hatırlatmaya çalışmaz bana, aksine Can'ı vurgular. Can'ın kazanmasını istermişçesine... Ve biliyor musunuz dostlar, o en başından beri Can'ı büyütmek için, Can'ı güçlendirmek için eğitti beni. Her hamlesi Can'a bir özellik daha kazandırdı, var olanları bir tık daha güçlendirdi. Can'ı o mu yarattı, Can zaten vardı da o mu güçlendirdi bilemiyorum. Bunu isteyerek mi yapıyor, yoksa onun Can'ı mı bunu yaptırıyor bilemiyorum. Babanız bir sosyopatsa, siz de sosyopata dönüşüyorsunuz dostlar. Ancak şimdi, size bunları söylerken düşündüğümde, Can'ı gören iki insandan biri babam. Bunca yaşanana, bunca acıya, bunca ihanete rağmen, içimde ona karşı öyle bir sevgi var ki hala... Sadece bu bile kanıtlıyor onun ne denli büyük bir sosyopat olduğunu. Vinas ve babam... Can'ı bilen, Can'ı tanıyan, Can'ı güçlendiren iki kişi. Biriyle ipler kopmuş, diğerine dokunmaktan korkar haldeyim. Çok kötü zamanlar geçiriyorum dostlar. Ben bir oyun kurdum, oyun oldum. Oyun bitti, başardım sandım, yine kendim oldum. Aslında kaybetmişim. Şimdi kendimle, şu zayıf, korkak, kabuksuz salyangozla baş başa, ortaya çıkıp beni kurtarmayan Can'ın kahkahaları ve kontrolsüzce zihnimi ele geçirmiş duyguların acısıyla burada duruyor ve bayılana kadar içiyorum. Yargılamayın beni, başka çarem yok. Biri sorsa ne bu hal diye, anlatırım. Biri sorsa ne bu hal diye, ağlamamak için kendimi tutarım. Ben yalan söyleyemiyorum. Ben gerçek olmayan bir dünya yaratıyor ve o dünyanın bir parçası oluyorum. Bir oyun kuruyor ve oyun oluyorum. Yeni bir oyuna ihtiyacım var. Yeni bir dünya yaratmaya, yarattığım bu dünyanın bir parçası olup onu gerçek sanmaya, onu içselleştirip hayatıma yedirmeye ihtiyacım var. Ben yalan söyleyemiyorum. Ben, kendimi kandırarak yaşıyorum. Yalansız ancak gerçeklikten kopuk... O gün gelip yeni oyunumu kurana dek ne bulursam içmeye devam edeceğim. Çünkü tek yol bu.

 


GÜN-43

Ne kadar oldu? İki ay falan mı? O civar. Hayatım tekrar başıma yıkıldığında, Ankara'da yaşadıklarım tekrar ettiğinde, yani tekrar öldüğümde buralarda olamadım. Elim gitmedi yazmaya. Aslında sizlerle paylaşmam gereken temel şeylerden biriydi o yıkılış. Canlı yayın yapmalıydım. Her gece bir sayfa, bazı geceler iki, üç... Ancak olmadı dostlarım. Ölürken hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyormuş ya insanın, doğruymuş. Yaptığım bütün hatalar, canını yaktığım tüm insanlar, üzdüğüm, uzaklaştırdığım, hak etmediği halde, hak etmeyeceği şeyler yaptığım insanlar geçti aylarca gözümün önünden. Milyonlarca anı, farklı senaryolarla zihnimde dolanıp durdu. Orada şunu deseydim, burada böyle yapsaydım, şunu değiştirseydim... Dedim de, yaptım da, değiştirdim de... Ama geçmiş hiçbir türlü değişmiyor. Cehennem denilen şey bu işte! Dünya üzerinde halledemediğin, yarım kalan mevzularınla sonsuza kadar yüz yüze gelip çözüm bulamamak. Ölümden önceki o korkunç an da cehennemdir dostlarım. Eğer gerçekten tanrı yarattıysa cehennemi, ben ondan çok korkuyorum. Böylesine acımasız bir cezayı ancak bu acımasız dünyayı yaratan biri hayal edebilirdi, bir insancık değil. Cennetse seni ölesiye seven bir kadının gözlerinde. Cennet annelerin ayakları üzerinde sanılanın aksine... Kucağında uyuya kaldığın annenin, sen uyanma diye kıpırdamadan beklerken gözlerinden akan uykuda. Cennet, bir babanın, oğlu bisikletten düştüğünde yanına koşup gözleri yaşla dolu olmasına rağmen 'erkekler ağlamaz' diyerek adamlık dersi vermeye çalışmasında. –benim babam beni bisiklet sürerken görmedi hiç- Cennet, ananenin elini öptüğünde, arkasından gelip boynuna sarıldığında, eşek kadar olsan da kucağına tırmanmaya çalıştığındaki gülümsemesinde. Cennet dünyada dostlarım! Gözlerinizi açın! Ölüme değmeden, hayatınız gözlerinizin önünden film şeridi gibi geçmeden, cehennemi görmeden anlayın cennetin değerini. Sokakta babası tarafından dilendirilen güzel gülüşlü Zeynep'in eline tutuşturduğun oyuncaktır cennet. Zeynep'in gece uyurken babası görmesin diye onunla uyumasıdır. Cennet şaraptır Rıfat abi için. 'Benim dünyam şarap, onunla yatar onunla kalkarım yirmi senedir' demesidir. Şarabı için verdiğin iki liradır. Sallanarak yürüyüşüdür senden uzaklaşırken. Anaokulunda dersi bittiğinde babası tarafından arabayla evine bırakılırken direksiyona oturtulması, direksiyonu tutmasıdır cennet. Bu çocuk o anı yaşarken yaşıtı Ali'nin babasının çöp çuvalının peşinden ana caddede ışıkları bekleyip karşıdan karşıya geçerek oyun oynamasıdır. Karnını doyursun diye uzun bisküvilerden verdiğinde açlıktan ölmesine rağmen onları yere koyup tren yaparak oynamasıdır. Gözlerinin içine bakıp, her yerini ısırmak istemenizi sağlayan parıl parıl gözleriyle gülüşünü, yüzünüze çarpmasıdır trenleri cuf cuf diye oynatırken... Atık malzemelerini toplamayı bitirmiş, şarap parasını çalışarak kazanmanın verdiği huzurla sahil kenarındaki banklarda nemli ve soğuk bir uykuya dalmasıdır Kenan abinin. Tüm acılarına rağmen kulaklığını takıp dans ederek yolda yürümesidir bir ergenin. İlk kez içine boşalmaktır bir kadının. İlk rujunu sürdüğünde aynada kendini görmesi, ilk kez saçını kazıtıp bol kazağı ve kot pantolonuyla kendini izlemesidir başka bir homoseksüelin. Cennet kocaman, yüce bir ağaçtır. Filizlendiğini fark ettiğin tohumdur. Yeni doğan bir kedinin ilk miyavlamasıdır. Yeni doğan bebeğin ilk ağlaması... Kör bir çocuğun ameliyattan sonra ilk kez ışıkla buluşması, sağır bir çocuğun ilk kez Mozart dinlemesidir cennet. Sekiz ay sonra güneşin doğuşunu izlemektir güney kutbundan. Çöle yirmi yılda bir düşen birkaç yağmur damlasıdır. İlk üçlüktür, ilk gol. Sokakta ilk yumruğu atmaktır. Kelebeğini ilk kez düzgün sallamaktır. Babandan yediğin tokadın yıllar sonra ne anlama geldiğini ilk kez anlayıp gülümsemektir. Bakmayı bilen, görmeyi bilen insanların nefesindedir cennet. Cennet dünyadadır dostlarım. Cennet, bize şah damarımızdan daha yakın, cennet ayaklarımızın altındadır. 

 


GÜN-44

Unutmayın ki gecenin en güzel yanı güneşin doğuşunu izlemektir. Güneşin ve ayın gökyüzünü paylaştığı o anı görebilmek. O ne güzel bir andır, şüphesiz ki biz güneşi dünyanın etrafında dönsün diye yarattık. Ya da onun gibi bir şey. Ama temel mantık dünya ve insan tekilliği üzerine... Her neyse konudan sapıp hakka koşmayalım. Konu gecedir. Konu uykusuz geceler. Paranoyalardan geceler, kafanızın içindeki seslerden geceler, yarın ne yapacağımdan geceler, bugün ne yaptımdan, dün ne yaptımdan geceler. Bugün bitsin artık. Ne olur bugün bitsin. Yarın yeni bir şans. Güneş belki benim için doğar bu sabah geceler. Küllük küllük izmaritten inşa edilmiş şatolar. Şatoların içinde mahsur kalmış adamlar. Duman sensörleri. Yangın söndürme tüpleri. İtfaiyeler. Yaşam destek ünitesi baliler, tinerler, kolonyalar, cigaralar. Durdurmanın hiç mi yolu yok bu kasırgayı? Bugün bittiğinde daha güzel olacak mı her şey? Olsun. Bugün bir bitsin de hele, yarın yeni şanstır her daim. Yarın yeni şanstır. Yarın anadır. Yarın doğurgandır. Bugünün kayıpları, yarının unutulanlarıdır. Unutulmak zorunda olanlarıdır. Hayallerimi yitirdim. İnancımı, hayata tutunma sebebimi yitirdim. Kurtuluşumu yitirdim. Bu kaçıncı gece kayıp olduğum biliyor musunuz? Bilemezsiniz. Çünkü size bahsedebilecek kadar enerjim yoktu bu yıkımı. Geleceğim adına, kurtuluşum adına, her şeyimi yeniden inşa edeceğim bir sınavda başarısız oldum. Birinci yedek. Kazanamamak değil bu, becerememek değil. Şanssız olmak. Biri de ölmedi ki yerine ben kayıt yaptırayım! Birinin ölümüne kalmıştı hayatta kalma ihtimalim, sonunda ölen ben oldum... Saçmalama oğlum, dünyanın sonu mu dedi herkes. Seneye bir daha denersin dediler. Abartıyorsun dediler. Anlatamam ki... Anlatamam bana ne ifade ettiğini o sınavın. Ben Ankara'da ölüydüm. Buralara geri dönüp hayata dönmeye çalıştım. İki sene ölü kaldıktan sonra yaşamanın ne olduğunu unutuyor insan. Yaşama dair en son hatırladığı yüksek statüsünü, sevilen insan olma özelliğini, hayata tutunuşunu, gülüşünü, sosyalliğini istiyor tekrar hayata döndüğünde. Onları bekliyor, çünkü hatırladığı en son şey onlar. Bir adam komadan çıktıktan sonra geçen zamana bakmaksızın sevdiği insanın adını sayıklar önce. Bir adam hapisten çıktıktan sonra ilk kez sevdiğinin yanına koşar, sanki diğer insanlar hayatına devam etmiyormuşçasına. Bilir aslında devam edildiğini ama elinde değildir çünkü en son hatırladığı odur işte. En son hatırladığını, en son elinde tuttuğunu ister insan geriye. Ancak dediğim gibi, zaman geçmiştir bir kere ve sen onca gücü elinde tutan insan değilsindir artık. Baştan inşa etmeli, en başından kazanmalısındır her şeyi. Çünkü sen kaybetmişsindir. Çünkü komaya girmek ölmektir. Çünkü hapse girmek ölmektir. Çünkü kendini bir odaya kapatıp hayatta kalabilmek için ne buluyorsan içmek, kendini uyuşturmak, ölmektir. Ve yeniden doğduğunda en dipten başlaman gerekir. Yeniden bir amaç edinmen, seni hayata bağlayacak bir yol bulman gerekir. İnanman gerekir, bir şeylere inanman. Benim için o üniversitenin o bölümüydü bunların hepsi. İnancım, hayata bağlandığım yol, amacım... Tüm problemlerimi çözecekti. Kaybettiğim, yani en son hatırladığımda elimde bulunan tüm güçleri geriye getirecekti. Etrafında sana benzeyen insanlardan oluşan bir sosyal ortam, başarıya ulaşabileceğin bir yol, kendini geliştirebileceğin bir alan ve en önemlisi dostlarım, yapacak bir şey. Üç senesini hiçbir şey yapmadan, bugünü nasıl bitireceğim diye düşünerek geçiren bir adam için yapacak bir şeyin önemini anlatamam sizlere. Dört sene daha sürecek bir bahane. Dört sene daha hayata bağlayacak bir yol. Hayatımda ilk kez bir şeye bu kadar inandım. Hayatımda ilk kez inandığım bir şey için bu kadar emek verdim. Hayatımda ilk kez bir şeye bu kadar uzun süre emek verdim, böyle bir süreklilik gösterebildim. Ancak sonu, her zaman olduğu gibi, şu lanetli zihnimle yine hüsran oldu. Yeni bir başarısızlık... İnsanların gözünde yeni bir başarısız Derman... Aile için yeni bir yüz karası. Sosyal çevre için yeni bir yıkım. Hala inanamıyorum. Neredesin Can! En çok ihtiyacım olduğu an neredesin?

 


GÜN-45

Bahsettiğim şey tam olarak bu: yıkım. Bir adamın hüsranla dolu geçmişi ve yalnızlığa mahkum geleceği. Perçinlenmiş şanssızlığı. Hayatın bir insanla bu kadar göstere göstere dalga geçtiği başka bir hikaye görmedim ömrümce. Ve sanırım göremem de... Beceremedim dostlarım. Kocaman bir hiçe dönüştüm yine. Neden biliyor musunuz? Zihnimdeki bu karanlık yüzünden. Bu hastalık, bu lanet yüzünden. Sınavdan tam bir ay önce başlayıp elimde ne varsa alıp götüren bu pislik yüzünden. Daha en başında, onunla yaptığımız konuşmada bana güvendiğini, eğer yeterince çalışırsam kesinlikle bu bölüme gireceğimi söylemişti. Ben de ona 'eğer bu kafayla girersem kazanırım ancak ben her zaman bu kafayla dolanamıyorum etrafta. Bazen ölüm saçıyorum. Bazen duruyor zihnim. Eğer o anlardan birine denk gelirse, yıllar bile sürse çalışmalarım hiçbir yere giremem ben.' demiştim. Ve en çok korktuğum şey geldi başıma. Psikoz sardı zihnimi sınavdan önce. Her şeyi yok ettiği gibi geleceğimi de aldı elimden. Bu seferki hasar en büyüğüydü. Önceleri her gelişinde beni sıfıra indirir, oradan tekrar inşa etmem gerekirdi her şeyi. Şimdiyse sıfırın altına indim. Ne yapacağımı, nasıl tutunacağımı bilmiyorum. Sabahtan akşama kadar çalışıp kalan zamanını evde oyun oynayarak geçiren bir ahmağa dönüşeceğim sanırım. Okumaya, yazmaya, kendini geliştirmeye vakti olmayan bir kurbağaya dönüşeceğim bu kurbağa cehenneminde. Kara koyun Derman kürkünü sıfıra vurup beyaza boyayacak artık. Onlardan biri olacak. Sizlerden biri olacağım. Mutlu musunuz ha? Suçlusunuz! Sizler yüzünden bu hale geldim. Hayır... Can yüzünden bu hale geldim. İlaçlar hezeyanlarımı yok edeceğine, bunları yaşamamı engelleyip beni düzgün bir birey yapacağına, hayatımın gidişatını kolaylaştıracağına Can'ı aldı benden. Hem de hiçbir vaadini yerine getirmeden. Mahvoldum lan! Hayatım bitti! Kimsem kalmadı. Öleceğim lan yalnızlıktan! Sakalımı kestim. Saçımı kesmem de yakındır. Diyorum ya, beyaza boyayacak artık Derman kendini. Kurtarmadı. Bir adım atıp, gelip kurtarmadı beni. Bu onun en acı intikamlarından biri oldu yine. 'İlaç kullanırsın ha, beni yok etmeye çalışırsın ha, ben de yok olurum. En ihtiyaç duyduğun anda, küçük bir dokunuşla seni kurtarabilecekken ve her şeyi mükemmel yapabilecekken, istediğini yapar ve yok olurum. Ortaya çıkmam ve yok oluşunu izlerim. Bana nasıl muhtaç olduğunu görmeni izlerim. Bana yalvarmanı izlerim kahkahalar atarak. Bir kez bile üzülmeden, gözlerim dolmadan. Acımadan. Bir kez olsun haline acıyıp götümü kaldırmadan izlerim. Canım isteyince de çıkar kendimi gösteririm, bir adım ileriye taşır seni, sonra yine oturur kahkahalarıma devam ederim. Ben senin kurtarıcınım. Ben senim ve sen ben yokken hiçbir şeysin!' İşte Derman ve Can'ın hikayesi. Onlar Dermancan olduğunda dünyada gerçekleştiremeyecekleri hiçbir şey yokken, birbirlerine böylesine muhtaçken ve dokundukları her şeyi değiştirebilecekken birbirleriyle olan daimi savaşları yüzünden etraf kan, ceset, balçık, ziftle kaplı. Bilmiyorum. Artık gerçekten ne dediğimi, ne yaptığımı, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum. Kendimi tekrar ediyorum. Saçmalıyorum. Anlatamıyorum içimde kopan kasırgayı. Geçenlerde bütün şehri kandırdılar bir kasırga geliyor aman evinizden çıkmayın diye, insanlar saklanırken yüzlerce kilo uyuşturucu sevkiyatı yaptılar. Artık herkese ilaçlı cigara içiriyorlar. İnsanlar ne yapsın? Düzgün cigaraların hepsini toplattılar bir ay içinde, oraya operasyon, buraya baskın. Artık kendi ilaçları mallarını çıkardılar piyasaya. Bunun başka açıklaması yok kardeşim. Bir anda piyasada bu kadar fazla malın dönmesi demek, bu maldan tonlarca gelmiş demek. Başka malzeme olmaması demek de var olanların toplanmış olması demek. Bunu da devletin kendisinden başka yapabilecek kadar kuvvetli hiçbir baba yok henüz etrafta. Varsa da helal olsun vallahi. Ciğerlerimizi siktiniz. Beynimizi siktiniz. Sokayım sıkacağınız ilaca. Neyse ki ben artık bıraktım. Uzun zamandır tek tük içiyorum. Ankara'dan sonra öğrendim hayatta kalmak için uzak durmam gerektiğini ve gereğini yapıyorum; tabii sağlıklı düşünebildiğim zamanlar içerisinde. İlaçların dozları arttı. Sürekli uyuyorum.