GÜN-51
Ondan bahsetmeyeceğim belki fazlaca ancak yıllar öncesinde, yani o henüz gitmişken hayatımdan, yeniyken hala ihaneti, kaçarken köşe bucak, ona hala aşıkken yazdığım şiiri buldum bugün. Toymuşum henüz, tecrübesiz. Yazmak adına en az şimdi olduğu kadar hiçbir şey bilmeyen. Adı olmayan şiirlerim bugünün tarihi olsun isterim. Mesela Gün-51 olsun aşağıda okuyacağınız şiirin adı. Kimseler bilmesin bizler dışında nereden geldiğini bu saçma isimlerin. Can'ı bilmeyen bilemesin hiçbir gerçekliği. Can'ı en iyi tanıyan kadın için, Can'ı ehlileştirebilmiş tek canlı için bir dakikalık saygı duruşu talep ediyorum.
Günsüz yaşanıp dört duvar unutuldu.
Sokaklar sevmez güneşi,
Bir köprü altıyken zindanların;
Gözlerin, zindanlarım,
Bilinçsizce hapsettiğin bu can
Kaçıncı inkarın dolunay yükseldiğinde?
Karanlığım içinde yalvarırken yarınlara,
"Durun! Yapmayın...
Sakince elinizdeki zamanı yere bırakıp bana doğru ittirin ve yavaşça..."
Avazım çıktığına...
-Ki çıkmaz yüzyıllardır gömüldüğü mahzenlerden-
İlk kez nefes alabildim bir sabah vakti güneş ta tepedeyken.
İlk kez bir güneşin tenime deyişi
Küllerime ayırıp ankalaştırmadı içimdeki karanlığı...
ve bunlar gibi nice çarpışması gözlerimin içine,
Sen güneşe bakarken habersiz,
Yağmur bile yokken gökyüzünde,
Ne kadar da umutsuzca emildi ruhum;
Bedeninde...
Sayıların önemsizliğini kavrayamamış tek hücreli insanlara ders seninle aynı havayı solumamız.
Seninle aynı kutu içinde, aynı şimdide yüzyıllar boyu süren seyahatimiz.
Sen bilmem kaç zamandır sürdürdüğün ritüellerine;
Ben karadeliğim olmuş zamanın pençesine düşmüş
Kapılmış,
Savrulmuş,
Yapışmış zihnine.
Ne asırlar, ne gülüşler, ne bakışlar.
Her birinin kocaman etkisi çarpıp düşer
-camı algılamayan kuşlar-
Çarpar kocaman bir lanete ve hiçliğe parçalanır.
Ne dünler, ne yarınlar, ne şimdiler...
Hepsinin sonu karanlığımı büyütmekle biter.
GÜN-52
Dün başladığım şeye bugün devam etmek istiyorum. Çünkü keyfim öyle istiyor. Aslında aralara serpiştirecektim aklıma geldikçe. Ancak uzun zaman sonra aradı beni bugün, sanki duymuş gibi, hissetmiş gibi. Hatırlattı yine kendini. Nutella kavanozuna düşmüş, homur homur yerken o ışık saçan sesiyle ve gülüşüyle gülümsetti beni. O ne zaman gülümsetse beni, bana olan bakışları gelir aklıma. İçine sokacakmış gibi. Bana hep derdi, "Biri seni benim gördüğüm gibi görecek diye ödüm kopuyor." Benim gözümden görecek diye ödüm kopuyor demek ne demek dostlar? Hayal bile edemezsiniz onun beni nasıl sevdiğini. Hayal bile edemezsiniz benim onu nasıl sevdiğimi. Birkaç ciltlik kitap yazabilirim aşkımız adına. Şiirlerle, yazılarla dolu olur ağzına kadar, mektuplarla. Ben yokken evime kadar gelip ağlayarak anneme bıraktığı mektuplarıyla. Sonra dayanamayıp attığı mesajlarla. Sadece kaydettiği mesajlar bir kitap eder inanın bana. Evrenin daha büyük bir aşka şahit olmadığına yemin ederim size dostlar. Ancak bunun ayrıntılarının milyonda birini görebileceksiniz sadece. En basitlerini koklatacağım size. Çünkü güzel olanlar, değerli olanlar bana ve ona kalacak bir ömür boyu.
Ay doğuyor batıdan,
Gözlerinle uyanıyorum.
Yaşıyorum hayatı hunharca...
Sen,
Orada insafsız dudaklarını gerdiriyorsun iki yana.
Ne yana gerilseler,
Ay oradan doğuyor hiçliğime.
Sebeb-i cinayetimiz malum;
Karanlığın emri,
Yalnızlığın kavliyle göçüyoruz gözlerinizden...
Yalan, geçen zamanın uğultusu,
Ağzını dayıyorum kulaklarıma
sessizlik...
Zaman duruyor,
Parçalanıyor tüm yalanlar.
Gülüşünle doluyor içime karanlık kelebekler.
Kelebekler sen,
Karanlık bendeki uzun hiçliklerden.
Yıllar sonra şiire değdi elim,
İkinci sağ kurtuluşumda gözlerinden...
GÜN-53
Hep böyle olacak sanırım. Hezeyanlara düştükçe her şeyden, herkesten uzaklaşacağım. Yapayalnız ve karanlık kalacağım. Yanlış anlamayın, şu an yazabildiğime göre iyiyim. Aslına bakarsanız asıl yazmam gereken zamanlar hezeyan dönemleri ancak beceremiyorum. Karanlığıma gömülüp kalıyorum öylece. Tutkularımı da kaybediyorum. Bir ilizyonist gibiyim dostlarım. Her şeyi kaybedebiliyorum hunharca. Ardıma bile bakmadan. Küçük bir tartışma sonucu kaybolan neşemden bahsetmiştim sizlere birkaç gün önce. O kadar tutarsızım, o kadar özgüvensizim ki... Ancak sonrasında bunun bana iyi geldiğini düşünmeye başladım. Çünkü manik bir atağa doğru sürükleniyormuşum da bu olay engel olmuş sanki. Bildiğiniz gibi dönemler bitmeden, o dönemin içerisinde olduğumun farkına varamıyorum ve bu mani gerçekten çok tehlikeli. Sanırım yaşanan bu tartışma muhtemel bir maninin önüne geçti ve beni daha büyük bir hezeyandan kurtardı. Minnet mi duymalıyım arkadaşıma yoksa intikam planlarıma devam mı etmeliyim emin değilim. Sanırım öylece bırakacağım kalan her şey gibi bunu da. Bugün biraz sakin. Bugün zihnim biraz daha berrak. Bugün yapacak bir şey bulamamaktan ötürü sıkkın biraz. Bugün yapacak bir şeyler aramaktan ötürü yorgun zihnim. Tatmin olamıyorum hiçbir düşüncemden. Tutkularımı yitiriyorum yalnızlıktan. Bir kadın gerekli artık acilen. Sevilmek, değer görmek istiyorum. Buna gerçekten çok ihtiyacım var. Ne demiş Hakan Günday, "Piçler aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür. Oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir." Bir kadının hayatımı kurtarabileceğine inanmış durumdayım. Bu da büyük bir hezeyanla sonuçlanacak, adım gibi biliyorum. Neyse ki ortada bir kadın yok. Ancak karşıma çıkacak ilk kadına bütün duygularımın en üst noktasından yaklaşacağımı, onu korkutacağımı ve kaçıracağımı biliyorum. Sonrası dediğim gibi, koca bir hezeyan, koca bir yalnızlık, hayata karşı öfke ve kin. Her an geleceği görerek yaşıyorum dostlarım. Artık bunu becerememek istiyorum. Hayat beni şaşırtsın istiyorum. Hayatın mucizeleri beni bulsun istiyorum. Sevilmek istiyorum lan artık! Ne fazlası var bunca geri zekalının benden? Neyi eksik yapıyorum lan ben? Çıldırmak üzereyim. Gerçekten aklım almıyor böylesine bir bahtsızlığı. Hacı, hoca gezesim geliyor bazen. Cin çıkarmalar, ayinler, dualar, kurşun döktürmelerden medet umasım geliyor. Çaresizlik neler düşündürüyor insana görüyor musunuz? Benim gibi bir inanca sahip adamı nerelere sürükleyecek... Geçen gün mahalledeki tütün satan çocukla ilk kez muhabbet ettim. Yamuk ve zor anlaşılır Türkçesi'yle derdini anlatmaya çalıştı bana. İnancımı sordu. Önce İslam propagandası yapacak zannedip ateistim ben dedim. Ardından paganizm ve satanizmden bahsetmesiyle açık kafalı olduğunu anladım. Satanizm sizlerin bildiği kedi kesmeli şeyler değil dostlarım. Az kaynağı olan ancak ulaşabilirseniz oldukça mantıklı dertleri olan bir inanç sistemi. Okuyan bütün Müslümanlar ayaklanacak şimdi. Turan Dursun gibi infaz edersiniz belki beni. Ben burada propaganda yapmıyorum. Başıma gelen güzel anlardan bahsediyorum. Korkuyoruz sizlerden dostlarım. Biz Müslüman olmayanlar, bütün Müslümanlardan korkuyoruz. Üzgünüm korkuyla yaptığım bu açıklamalar ve konudan koptuğum için. Neyse, kendimi kötü hissettiğim, hani şu tartışmanın geçtiği gün başıma geldi bu konuşma. Ayakta dikilip yaklaşık bir saat din muhabbeti yaptık, biraz da siyaset. Sen açık görüşlü birine benziyorsun, o yüzden sorayım istedim dedi. Ben de kusura bakma, seni geçiştirmek için ateistim dedim ama ateist değilim ben, enerjiye inanıyorum. Tanrı büyük patlamadan önceki kütleydi, patladı ve evreni oluşturdu. Tanrı bir yaratıcı değil, evrenin kendisidir benim gözümde dedim. Hepimiz tanrıyız ve tanrı parçacıklarından oluşuyoruz. Satanizme yakın senin görüşün dedi. Bilmiyorum, kendi mantığım buna evriltti beni dedim. Siyasete girip kapanışı yaptık. Hala şaşırabilmek güzel. Hayatın oyunları güzel. Kadınlar güzel. Ama yoklar.
GÜN-54
Sessizlik son hızıyla hakimiyetine devam ediyor. Yalnızlık, kimsesizlik... Bravo hayat! Az kaldığını düşünüyorsun değil mi pes etmeme? Avcunu yalarsın. Ben tek çocuğum. Yapayalnız büyüdüm. Alışkınım kimsesizliğe, alışkınım kendimle oyunlar oynamaya. Eğer bir kardeşim olsaydı bambaşka bir adam olurdum. Harika bir ikili olabileceğim bir kardeşim olmasını çok isterdim. Her daim birbirimizin yanında olabileceğimiz iki kadim dost... Ancak kardeşim olsaydı böyle olmazdı muhtemelen. Babamın manipülasyonlarına aldanıp anneme ve bana düşman olurdu. Babam gibi olmaya çalışır ve saçma sapan bir yaratığa dönüşürdü. İyi ki kardeşim yok dostlar. Bu ihtimali düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor. Asla tahmin edemezsiniz ne kadar güçlü bir manipülatör olduğunu. Aklına giremeyeceği, kandıramayacağı kimse yoktur. Dünyaya gelmiş en tehlikeli virüstür o adam, insanı yavaşça öldüren. Yıllarca annemi kandırdı, yıllarca beni kandırdı. Her defasında ne yaşanmış olursa olsun, ne bok yemiş olursa olsun bizi inandırmanın bir yolunu buldu. Neden biliyor musunuz? Çünkü bir manipülatörün en güçlü ve gizli silahı sevgidir. Eğer ona sevgi duymaya başlarsanız bu sizin bittiğiniz andır işte. Daha önce Can'ı anlatırken bahsetmiştim bunlardan zaten. Daha önce Can'ı anlatırken bahsetmiştim bana babamdan miras olduğunu. Babama ne kadar yaklaşırsam o kadar sık ortaya çıkıyor. Babam ne kadar aklımda dolanırsa o kadar sık ortaya çıkıyor. O bana Can dedikçe, o bana Dermancan dedikçe Can fırlıyor yerinden. Sanki onun babası da benim başka bir şeyim gibi. Sanki bana değil de ona babalık yapıyor gibi. Beni asla tatmin etmemişse bile onu yüceltiyor gibi. Sanırım babama olan bu saçma sapan sevgim yüzünden delirip gideceğim bir gün. Ancak uzun zamandır bir kelime dahi konuşmadık. Araya bayramlar, düğünler girdi yine de ikimizden de ses seda çıkmadı. O beni reddetmedi, arasam ya da gitsem yanına hiçbir şey olmamış gibi davranır yine, adım gibi biliyorum. Saçıma, sakalıma laf söyler, anneme, ananeme lafı getirir, geçmişi kullanarak haklı çıkmaya çalışır, muhabbete nerede başladığımızı, ne konuştuğumuzu unutturur ve bir anda mağdur hale gelir. O hiçbir bok yememiş de ben durduk yere ortalıktan kaybolmuşum gibi buluruz kendimizi konuşmanın sonunda. Bir anda değişiverir konu eğer suçluysa, anlamazsınız. En suçlu zamanında, yanımda jameika denen bir uyuşturucuyu tüketip yerlerde yuvarlandığında, başka bir seferde bunu müşterilerin yanında yapıp beni rezil ettiğinde mesela... Ertesinde yaptığımız konuşmada "ben sen gör diye yapıyorum bunu. Gör de sen yapma diye. Ne yapayım, delireceğim yoksa, iş yok, borç çok, her şey ters gidiyor, hiçbir şey tıkırında değil. Ne yapayım Can, delireyim mi?" şeklinde bir savunması olmuştu. Ben de kaç yaşında adamsın ben mi söyleyeceğim sana ne yapacağını dedim. Makullüğümü sikeyim. Anlayışımı sikeyim. Onu her haliyle, olduğu gibi kabullenişimi sikeyim. Ama ne var biliyor musunuz? Hala daha bir kez duysam sesini, arasa mesela, yüzüne kapatırım belki ama sular seller olur gözlerim. Beni ağlatabilen tek yaratık o bu hayatta. İçime bir şey oturtabilen bir o bir de Vinas şu hayatta. Biliyorum ki onun hayatı gibi olacak benimki de. Şanssızlıklarla, yalnızlıklarla, tükenmişliklerle dolu... Çünkü onun lanetini taşıyor şu küçücük zihnim. Bu kadar nefret ederken nasıl bu kadar sevebilir bir insan?
GÜN-55
Heyecanını yitirmek ne kadar da çaresiz bir durum yaşamın ortasındayken. Bardaki işimi orospu çocuğu işletmeciyle kavga edip bıraktıktan sonraki hezeyana düşürdü tekrar beni şu boncukçuyla yaşadığım kavga. Eğer böyle bir zihne sahipseniz bir gram umurunuzda olmayan bir şey sizi paramparça edebiliyor işte dostlarım. Yemin ederim abartı ya da kandırma değil. Çöktüm işte. İlaçlara yüklendim, dozlarını arttırdım. Ayakta duracak enerjim kalmadı böyle olunca. İlaçlar çok ağır... Uyanamıyor, uyansam da sarhoş gibi dolanıyorum. Kafamı kaldırıp etrafıma bakıyorum sokaklara, sokaktaki hayata... Ne kadar da boşladığımı fark ediyorum sokaktaki dostlarımı. "Benim varım yoğum şarap. Ben şarapla yatıyorum, şarapla kalkıyorum" diyen Cemal amcanın gözlerindeki ışığı unuttum. Beş lira şarap parası verdiğinizde. "Benim Allah'ım şarap, sokakta nasıl uyunur başka türlü gençler? Gündüz hep iyi de gece çiğ yağar İzmir'e. Islanırsın yattığın yerde. Bir gün sokakta kalırsanız alın bir şişe şarap, arkadaşa bile ihtiyacınız kalmaz" dediğini unuttum. Sokakta uyumak zorunda kaldığım günleri unuttum. Zeynep'in diz kadar boyuyla, bıcır bıcır gülümsemesiyle "limonata" diye bağırışını unuttum. Türkü çığıran Murat amcayı, kendi ismini kimliğine bakıp hatırlayan birkaç isimli amcayı unuttum. Umutsuzluklarını, boş vermişliklerini, vazgeçmişliklerini, yorgunluklarını, anlaşılmazlıklarını unuttum. Kendi benliğimi yitirmek bu aslında. Ancak kendi derdime düştüm dostlarım. Çok üzgünüm ama kendi derdime düşüp ben de unuttum onları sizler gibi. Utanıyorum. Gevrek tezgahıyla sabah dokuzdan öğlene kadar ara sokaklarda gezip gevre boyooo, simeyttçiyeee, simit poğaçaa diye bağıran abinin, tezgahını tam sokağın köşesine çekip, kaldırıma oturarak, vazgeçmişlik ve ümitsizlik içinde candy crush oynadığını gördüm geçen gün. Gidip simit evrenlerinden, simit derebeylerinden ettiğiniz sabah kahvaltıları sonucunda çocuklarına ekmek götüremeyen adamların yıkılışlarına ancak bu yıkılışlara rağmen her sabah aynı serüvene en başından başlayışlarına şahit oldum. Diğerlerine göre biraz daha kafayı kullanan, el feneriyle çöpleri karıştıran amcanın zekasına şahit oldum. Dürüp arka cebine soktuğu boyama kitabıyla kordonda gezerken para değil kalem arayan çocuğun güzel gözlerine şahit oldum. Kocaman atık çuvalına topladığı çöplerle şişen, devasa olan çuvalı taşımak için kullandığı demirlere tırmanmaya çalışan bacak kadar çocuğun inadına şahit oldum. "Evsizim, sokakta yaşıyorum. Alkol almam gerekiyor, bardağım var. Para falan istemiyorum. Eğer sizin için sorun yoksa içkinizden bir bardak paylaşır mısınız benimle" dedikten sonra, içkiyi bardağa dökmeye başladığınız sırada, tam yarım bardak olmuşken "yeter, bu bana yeterli teşekkür ederim" diyen adamın eyvallahına şahit oldum. Şehrin göbeğinde, kalabalığın arasında, çöplerini toplamayı bitirmiş, ardından ayakkabılarını çıkartıp yastık yapmış, yanında iki köpeğiyle bankta uyuyan adamın insanlığa güvenine şahit oldum. Keşke o adamın sahip olduğu güvenin onda birini duyabilsek bizler de birbirimize. Bizim yitirdiklerimiz sokaklarda yaşıyor dostlarım. Ve ben aylardır kafası kesilmiş tavuk gibi, sizler gibi yanlarından geçip gidiyorum o insanların. Sizlere bunca söylediklerimden sonra sizleri anlıyorum. Kendi derdimize düşüp unutuyoruz gerçek hayatı. Ancak sizlerin aksine, ben hiçbir şey yapmıyor olsam da sadece arada bir selam verip, kolay gelsin deyip, bunca şeye gözlerimi kapatmadan, en azından görerek devam ediyorum yoluma. Yaşar abi geliyor aklıma. Konur sokağa yolu düşen herkesin en az bir kez görmüş olduğu, birkaç kez orada takıldıktan sonra mutlaka tanışlığınızın olacağı, anıtın oradaki köşede takılan Yaşar abinin, bir kadın tacize uğradığında elinde sopayla en önde koşturuşu aklıma geliyor. Her seferinde polisten cop yiyişi, ağzı yüzü kan içinde dolanışı aklıma geliyor. Sonra tımarhaneye kapatılıp o güzel saçlarının kesilişi geliyor. Sokaklara yapılan vicdansızlıklar sarıyor zihnimi. Neden biliyor musunuz dostlarım? Her devlet bilir çünkü gerçek hayat, gerçek duygular sokaktadır hala. Birileri görecek, birileri hatırlayacak diye ödü kopar hepsinin.