GÜN-61

Her mekan çalışan değil köle alır dostlarım. Hepimiz modern köleleriz. Hayatlarınızı ellerine alırlar. İş dışında bir hayatınızın olduğunu asla kabullenemezler. Eğer çalışıyorsan plan yapamazsın, çünkü keyiflerine göre o gün seni mesaiye bırakabilirler. Tatil gününde rahat olamazsın, çünkü keyiflerine göre seni çağırabilirler. Hastaneye gideceğim, önceden randevu almıştım diyorum, tamam diyor, sonra arayıp işler değişti sabah gel aç diğer çocuğun babası rahatsızmış bak ben gelince çıkarsın diyor. Bana ne diğer çocuğun babasının rahatsız olmasından? İnsan kendi derdi varken başkasının derdi umurunda olabilir mi dostlar, söyleyin bana? Geçen gün yine eski yazılarımdan birini buldum.

Gaz lambası ışığında suretin!

Yeni bir çağ başlattı gölgeler

Kaz!

Kaz eline değen her katıyı

Adem evladının en büyük amacıdır sıvıya ulaşmak.


Kana susayanlar,

Dili uyuşanlar

Döle bulanmış suratlar.

Yetmez bu sıvılar!


Standart bir boşluk,

Duygular yitince yeri dolmayan.

Her geçen dün eksiliyoruz.

Doldurulmalı boşluklar(!)


Bilinmeyenle ölenler,

Simetri hastaları;

Kodumun hastaları!

İki canlı kadınlar,

Sabah ereksiyonları...


Değer miydi bu kadar çimento yutmaya?

Bir ağaç kavuğu,

Bir göl kenarı,

Bir mağara oyuğu yeterdi donmamaya.

İlla galip gelecek,

Dün götüne batan dikene karşı.

Belki de diken bu kadar küçük olmasaydı...


Ulan bencil herifler

Yemediğiniz bir evladınız kalmıştı.

Cenin yamyamları.

Gelişmiş ceninlerin kanından gençlik pınarları arayanlar!

Sıçtığın velet taşısın diye zihnini,

Bir hayatın amına koyanlar.


Kurşun askerler,

Smokinli haydutlar,

Maskeli balo kokteylleri...

Gözüm dönüyor!

Nasıl katletmedim hala her birinizi!

 


GÜN-62

Terk ettiğim kasaba ve babamla doluyum bugün. Annem aradı. Eski fotoğrafları karıştırırken birinin arkasını çevirip bakmış yirmi küsur yıl sonra. Bir yazı olduğunu fark etmiş. Fotoğrafta annem ve ben varız, ben birkaç aylığım, annemim çıtır zamanları. Arkasında da "sizi ölene kadar seveceğim" yazıyormuş. Babamın yazısı. Annem bunları dalga geçer bir tavırla, "belki senin için bir şey yapmıştır bunca yıldır ha baksana ha-ha" diye anlattı. Ben de onun kahkahalarına eşlik ettim. Ancak o anda içime biri oturdu. Bu muhtemelen babamın ta kendisiydi. Geçen gün demiştim size, beni arasa şu an açmam belki ama ağlarım diye. Şimdi düşünüyorum. Belki, belki bir an olsun, belki küçük bir ihtimal, belki zamanın gizli saklı bir köşesinde gerçekten sevmiştir beni ha? Bütün bu yaşananların ardında gerçekten aktaramadığı, bana anlatamadığı bir sevgi varmış meğer düşünsenize. Böyle dediğime bakmayın. Adım gibi biliyorum bana olan sevgisini. Can'ı tanıyorum çünkü. Can'ın aslının o olduğunu biliyorum çünkü. Bana köpekler gibi bağlı olduğunu, sevgisinden kendini yediğini, ne yapacağını bilmediği için hiçbir şey yapmadığını, gelmeye çalışsa duvara toslayacağını bildiğini ve bu yüzden geride kaldığını adım gibi biliyorum. Zaten benim canımı yakan da o dostlarım. Beni mahveden de o işte. Bu kadar büyük bir sevginin önüne çektiği bu set, bu beceriksizliği... O da haklı işte, kızamıyorum. Babasından öyle görmüş. Çevresinden öyle görmüş. Öyle zannediyor baba olmayı. Öyle baba olunur diye biliyor. Yaptıklarını doğru, benim yaptıklarımı da delilik sayıyor. Yediremiyor kendine istediği gibi bir evlat yetiştirememeyi. Bir şeyi yediremezse de ondan kaçıyor. Duvara toslamamak için. Bu adamın duvarlarla büyük derdi var dostlarım. Bense o duvarların üzerine oturmuş sigara tüttürüyorum. Bir yıkılsalar bodoslama düşeceğim yere, kolum bacağım kırılacak. Ancak onun yanına düşeceğim işte. Onun kucağına. Belki bir yerimi kırmaktan korkuyor, bilmiyorum. Ancak insan ölmek istediği yeri kendi seçme özgürlüğüne sahip olmalı. Bu ne büyük bir şanstır düşünsenize! Kaç kişi elde edebilmiş bu şansı şimdiye kadar? Hepimiz kazalara kurban gidip duruyoruz. Ecel olmadık yerlerde yapışıyor yakamıza hiç kimseye sormadan. Ve hiçbirimiz seçemiyoruz artık öleceğimiz yeri kendi başımıza. Savaşların olduğu zamanları düşünün. O adamlar ölümden korkmuyorlardı dostlarım. Neden biliyor musunuz? Çünkü ölecekleri yeri kendileri seçebiliyorlardı. Bilinmezlik korkutur insanı. Eğer nerede öleceğini biliyorsan, nasıl öleceğini biliyorsan o artık bir korku unsuru olamaz senin için. Peki neden o savaşçılar orada ölmek istiyorlardı sizce? Tanrıya çabuk ulaşmak için mi? Cennet için mi? Ödüller için mi? Hayır dostlarım. Bilinmezlikleri çabucak bitsin diye. Ne olacaksa bir an önce olsun diye. Bazen o kasabaya gitmem gerektiğinde böyle hissediyorum ben de. Orayla savaşıyormuşum gibi sanki değil mi? Çok büyük bir karanlık orası benim için. Çünkü oraya babam hükmediyor. Çünkü orası tamamıyla onun çöplüğü. Ve ben babasını yenip tahta geçen bir şehzade değil, sürgün edilmiş, yitik bir soytarıyım. Beni öldürecek cesareti olmadığı için sürgün etti hayatından. Ben onun parçalanmış yüreğiyim. Ve ölene dek kanayacağım. Geçen gün yine küçük bir yazı buldum Nizam'la çekildiğimiz nadir fotoğraflardan birinin altına yazdığım. Özetliyor orayı. Yani benim gözümden orayı...

Burası hep buğuludur. Bulutlar yakındır denize. Sakindir, yorgundur, mağrurdur biraz. Zaman yavaştır, insanlar çabuk yaşlanır. Geceleri denize yakın bulutlar sokağa iner. Geceleri görünmez olur günahkarlar. Yukarıda durur ruhu sakat olanlar, doğuştan yukarıdan bakarlar insanlığa. Buranın yarası kapanmaz, son damlasını bu şehre akıtır her daim. Nereye gidersen git, bir gecesinde yalnız yürüdüysen seni günahlarınla bağrına basmış bu pusta... Buraya düşen, burada ölür tüm günahlarıyla.

 


GÜN-63

Tüm birikimimi kaybettim. Sınava hazırlanma döneminde gösterdiğim savruk yaşam beni bitirdi. Kenarda param olmadığı sürece psikolojim bozuluyor. Hayatım boyunca ihtiyacım olduğu anda, ihtiyacım olan parayı elde etme şansım olmadı ailem tarafından. Babamın sorumsuzluğu, annemin kendi halinde üç kuruş para için çırpınışları gerçekten çok zorladı beni. Ben de acil durumlarda çözüm bulunamadığı için para biriktirmeyi ve bu acil durumları en az kayıpla atlatabilmeyi öğrendim. Bunun bir nedeni de henüz hastalığımın farkında olmadığım sıralarda yaşadığım hezeyanların beni donuk hale getirmesi, hiçbir şey yapmak istememem ve eve kapalı, bilgisayar oyunlarına bağlı bir hayat sürmem oldu aslında. Çünkü bu zamanlar bittiğinde her şeyi yapabilecek kadar güçlü hissederim kendimi. Enerjim doruğa ulaşır ve aklıma gelenleri yapamamak benim için hayatı kaçırmak anlamına gelir. Çünkü nadiren yaşanır bu durum. Genelde kapalı bir hayatım olmuştur. Yani nadiren yaşanan bu durum içinde kaldığım zaman bir anda para bulup kafamdan geçenleri yapamadığım için kenarda bir şeylerim olması gerekiyor. Benim en büyük güvencemdi o para. Köpek gibi çalıştığım zamanların bir sonu gelecek ve ben kendimi yine eve kapatacaktım çünkü. Bunları söylerken hiç destek almadığımı zannetmeyin. Annem her zaman yanımda olmuştur. Ona parazit olmuşumdur bu hayatta. Şimdi ise ameliyat olmam gerekiyor. Omzumdaki kronik sakatlıktan bahsetmiştim size. Spor hayatımı nasıl bitirdiğini ve bunun beni ne kadar büyük bir hezeyana sürüklediğini anlatmıştım. Yeni gittiğim doktor aslında kronik bir sakatlığım olmadığını, bir operasyonla her şeyin hallolacağını ve eskisinden sağlam bir omzum olacağını söyledi bana. Havalara uçtum sevinçten dostlarım. Yeniden dövüş sanatlarına dönebileceğim. Yeniden özen gösterebileceğim vücuduma. Yeniden kafamdaki şeytanları kum torbalarına boşaltabileceğim. Beni yabani bir insan olarak düşünmeyin dövüş sanatlarından bahsederken. Ben onların felsefesiyle ilgileniyorum. Şimdi kalkıp diyebilirsiniz ne felsefesi olabilir başka insanlara zarar vermenin? Olur dostlarım. Çünkü oradaki asıl olan başkasına zarar vermek değil, içindeki kötüye zarar vermektir. Uzak doğu savaş sanatlarında öncelik kişinin kendi benliğini bulması ve berrak bir ruha sahip olmasıdır. Tabii ki bu her şeyde olduğu gibi kötüye kullanılmış ve dövüş sanatları için kötü bir ün ortaya çıkartmıştır. Ancak temel olarak ying-yang felsefesi öne çıkar. Her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde iyi bulunur. İnsan da böyledir. Salt iyilik ya da kötülükten söz edilemez hiçbir zaman. Ve insan içindeki kötüyü yenmekle, onu ehlileştirmekle yükümlüdür. Çünkü onu yok etmek mümkün değildir. Ancak kontrol altında tutmak, işte bu insanı yücelten şeydir. Kata, poomse ya da boşta yapılan diğer formlarda, karşında bir düşmanın olduğu değil, karşında kendi kötü iç benliğin olduğu düşünülür. Yani kendinle savaşırsın. O yüzden gerçekten rakibe hamle yapıyormuşçasına sert ve gerçek hareketler beklerler. Bunu bir meditasyon gibi düşünebilirsiniz dostlarım. Müsabakalı dövüş sporlarında ise şu çıkarımı yaptım içinde bulunduğum yıllar boyunca. Beraber antrenman yaptığın arkadaşlarınla arada gerçekten bir kan bağı bulunuyor zaman içerisinde. Kan kardeş derler ya, o hesap. İnanılmayacak derece de yakın ilişkiler kuruyorsunuz çünkü birbirinizin en çirkin hallerine şahit oluyorsunuz müsabakalar sırasında. Tüm hırsınız, tüm acımasızlığınız yansıyor ringe. Ve bunu kan kardeşiniz karşısında yapıyorsunuz. "El alemden dayak yiyeceğine benden ye" şeklinde bir cümle vardır ringli sporlarda. Yabancıya gitme diyor yani. Antrenman esnasında müsabakalar başlar. Ortaya iki kişi geçer ve dövüşür. Bu sırada sen en yakın arkadaşınla oturup şakalaşıyorsundur ve hocandan maçı izlemiyorsun diye fırça yiyorsundur. Bir sonraki maça sizi verir hoca. Beş saniye önce kardeşin olan adam, eldivenleri giydiğinde en büyük düşmanın haline gelir. Onu alt etmek için, ona zarar vermek için varını yoğunu ortaya koyarsın. Sonra maç biter ve yine kardeşine sarılırsın. Sanki birbirini öldürmeye çalışmıyor gibi. Her şeyin anlık olduğunu öğretir bu insana. Hayat anlardan ibarettir. 

 


GÜN-64

Bak hava ne kadar güzel, hadi çık dışarı. İnsanları ve şehri duymak istemiyorsan tak kulaklığını ya da dinle şehrin sesini, selam ver insanlara, gülümsemeler bahşet. Belki birkaç kişinin hayatını değiştirirsin. Bazen orada kaderin duruyor, dönüp bakmıyorsun, yanından geçip gidiyorsun. Neden? Çünkü hak etmediğin yüksekliği hedefliyorsun. Hep daha fazlasını istiyorsun. Anlık mutluluklar yerine süreklilik peşinde koşturuyorsun. Ancak bu mümkün değil. Mutluluk sadece anlıktır. Sen hak etmediğin yükseklikler hedefliyorsun. Sonuç? Elde var sıfır. Hayatı kaçırıyorsun. Kulaklık kulağında, müzik dinliyorsun. Şehri görmezden geliyorsun. Yanından geçip giden hurdacıya selam veremiyorsun. Dilenci adamın gözlerinin içine bakıp çaresizliği göremiyorsun. Ona gülümseyip güzel bir gün, bir ümit bahşetmiyorsun. Çocuklara gülmüyorsun mesela, onlar sana kafalarını çevirip bakarken sen gözlerini kaçırıyorsun. Başka hayatlara, başka insanlara, başka evrenlere dokunmadan, kaçarak ilerliyorsun bir doğru üzerinde. Oysaki hayat bir doğru değil, bir küredir. Bir çizgide değil bir düzlemde dolanıp dururuz. Hem de başladığımız noktaya geri dönebileceğimiz bir düzlemdir bu. Yani tekrar başlayabilmek anlamına gelir kaldığımız yerden ya da pes ettiğimiz yerden. Eğer kulaklıkla yürüyorsan sokakta, yolun kenarından yürümek zorundasın. Kaçarak, saklanarak. Acizce soyutlanarak. Ve yol geriye dönerken hep daha kısa gelir insana. Yol sizi bir yere götürür. Yol ulaşımdır, süreçtir amacınıza giden. Yol araçtır. Kulaklığınız müziği zihninize aktarırken böyledir bu. Ancak yolu amaca döndürdüğünüzde mutluluk gelir sizinle. Hayat küçük mutlulukları aramak, büyüklerini hayal etmektir. Hayallere ulaşmak için gidilen yoldur küçük mutluluklar. Yolunuz amaçsa eğer illa ki güleceksiniz dostlarım. Arada bir kaldırın götünüzü, çıkın yatağınızdan ve atın kendinizi yollara. Balık tutan insanları izleyin mesela. "rast gelsin" deyin onlara. Teşekkürler ve gülen yüzler alın cebinize. İzleyin onları. Saatlerce oturmuş hiçbir şey yapmadan, ümitle bekleyişlerini izleyin. Olta kıpırdadığı andaki atikliklerini, hayata dönüşlerini gözlemleyin. Balığı kaçırdıklarındaki çöküşü, yeni yem taktıktan sonraki hayata dönüşlerini, ümitlerini geri kazanışlarını izleyin. Balığı yakaladıklarındaki mutluluğu, amaca ulaşmış olmanın verdiği keyfi gözlemleyin. O sonsuz gülüşlere tanık olun. Yıllar süren bir hayatın, birkaç saate sığdırılmış demosudur balıkçılık. Depresyon ve manidir. Ümit etmektir. Bazen başarıya ulaşmak, bazen ne yaparsan yap eli boş kalmaktır. Her seferinde yılmadan tekrar denemek, kaldığın yerden devam etmektir. Emeğinin karşılığını almaktır. İnadın, yılmadan bekleyişlerin karşılığıdır. Denemekten asla vazgeçmemek gerektiğini, her zaman olmasa da o denemelerin bir gün gelip sonuca varacağını izlemektir. İnancını geri kazandırır insana. Hayata yeniden bağlar. Balık tutmanıza gerek yok. İzleseniz yeter kulaklığınızı çıkartıp. Çünkü her zaman yapabileceğiniz bir şey olan müzik dinlemekten o an için vazgeçmezseniz bunların hiçbirini gözlemleyemezsiniz. Gözlerinizi açın dostlarım. Balık tutmak sadece bir örnek... Bir hurdacının çöpte altın bir kolye bulması da yaşatabilir size aynı hisleri. Bir çocuğun sevdiği oyuncakla sokakta yürüyüşü de. Bir dedenin bastonuyla kısacık adımlarla yolun sonuna ulaşmaya çalışması da gösterebilir. Hayat sokaktır dostlarım. Görmeyi bilen herkesin yaşama tutunabileceği yerdir sokak. En çok görmezden gelinen, en çok hayatı barındıran yerdir. Sokak çocukları her ne gelirse başlarına hayatta kalabilecek bir yol bulurlar kendilerine. Çünkü asıl hayatın içinde büyümüş, gerçek hayatın ne olduğunun demolarını izlemişlerdir hayatları boyunca. Onların bu gören gözlerine bakıp gülümseyin dostlarım. Bu anlattıklarım yüzündendir ki onların gülüşleri bizimkilerden daha değerlidir. Onları güldürmek şehir çocuklarını güldürmekten daha değerlidir. Mutlu olun. Mutlu olmak için çaba sarf edin. Bir balıkçı gibi olun dostlarım. Onlar gibi kucaklayın oltanızı. Oltanız zihniniz olsun. Her seferinde tekrar atın hayatın içine, oltanın suya değişi gibi...

 


GÜN-65

Beğenin ya da beğenmeyin, görün ya da görmezden gelin halimi. Acıyın ya da bağlanın bana. Önemli değil. Hissetmeniz yeterli dostlarım. Bir insanın böylesine bir enkazın altında hala yaşam mücadelesi verişini hissedin yeterli. Bunca acıya rağmen nasıl pes etmediğini, aklından intihardan başkası geçmezken nasıl ümit dolu olduğunu, bunca harabeye rağmen usanmadan nasıl ıslık çaldığını hissedin yeter. Bir dünya kafa sikiyorum burada yaşadıklarımla, farkındayım. Büyük ihtimalle burun kıvırıyorsunuz her halime, olsun. Sizlere de güvenmiyorum artık. Ama her şeyde olduğu gibi size karşı da ümit doluyum dostlarım. Daha önceleri talep ettiğim gibi, bir gün birleşeceğiz adım gibi biliyorum. Karanlıkta kalanlar, bizler, o kadar kalabalık olacağız ki, gözlerimizdeki bizi her şeye rağmen hayatta tutan o ışıkla aydınlanacak her yer. Kıskanacaklar bizi. Yine kendimi tekrar ediyorum. Ama ne yapayım dostlarım, ümit dolu uyandığım bugünde de aklımda sizlerden, bizlerden başkası yok yine. Ben bir şeyler anlatıyorum, içimi döküyorum size. Muhtemelen ben öldükten sonra elinize geçecek bu belgelerde. Ben burada hayallerimi yazıyorum. Var olanlar, yaşanmışlıklar, zihnimin tüm kıvrımları hayallerimi yaratıyor. Hayaller uzağınızda duran, ancak her daim orada olan ve ona ulaşmanızı bekleyen noktalardır. Cesaret gerek. Biliyorum her birimiz yaşayan en büyük korkaklarız. Diğer insanlardan, gün geliyor evden çıkmaktan bile korkuyoruz. Anksiyetelerimiz dört bir yanımızı sarıyor, kalp atışlarımız cümle kurmamızı engelliyor. Ancak en cesur insanlar en korkak olanlardır. O yüzden dostlarım, bunca korkaklığımız yüzündendir ki en çok korkulması gereken nesiliz biz. Bizler gazlı şofbenin küçücük alevinden sigara yakan nesiliz. Bize cesaretten bahsederken iki kez düşünün. Hepiniz beni sevin istiyorum dostlarım. Bakmayın böyle arada ileri geri konuştuğuma. Deliyim ben, zihnim durmuyor, mazur görmeyin. Ne geliyorsa içinizden onu hissedin ancak sevin beni. Sevilmeye öylesine ihtiyacım var ki... Eski harika günlerime dönmeye, görülmeye, sevilmeye, arzulanmaya, göz önünde olmaya öylesine ihtiyacım var ki... Ah okulun olduğu zamanlar... Ah tüm Kızılay'ın beni tanıdığı zamanlar... Ah o mekan işlettiğimiz, kızların gözümün içine baktığı zamanlar... Gençlik gerçekten gidiyormuş. Yaşımdan değil, ruhumun yaşlanmasından bu hezeyanım. Kendi yaşıtlarınızla değil, kendinizden on yaş büyük, felsefeci anarşistlerle üç sene geçirdikten sonra ister istemez yaşlanıyorsunuz." Bekleyenler" isimli efsane ekibimiz nice torbacıları ağzı açık beklediler. Ah o eski günler. Kafamız için yaşadığımız, tüm hayatı siktir ettiğimiz zamanlar, insanların müptezelliğimizden dolayı bizi köşe bucak terk ettiği, ancak hayatın bize müptezel olmaktan başka şans bırakmadığı zamanlar. Ah dostlarım. İki saat uyuyabilmek için, sadece iki saatlik uyku için ne bulduysam içtiğim zamanlardan geçtim ben. Kafamın içi bir an dursun, sesler bir an olsun sussun, gördüklerimi görmeyeyim diye ne bulursam soktum ağzıma, burnuma. Öldürdüm kendimi. Yavaşça, acılı bir şekilde... Nasıl da kaçırdım hayatı, nasıl da yabana gitti onca zaman. Ancak her şeyde olduğu gibi onları da tükettim. Onlar olmadan devam ediyorum hayatıma. Ben bağımlı olmaya bağımlıyım bir tek dostlarım. Hayatım boyunca hiçbir şeye uzun süre bağımlı olamadım. Bir şeyi, bir kişiyi kestirdim gözüme, tüm varlığımla kanırtana kadar uğraştım. Her şeyiyle benim oldu. Sonra arkamı dönüp gittim ve ayda yılda bir yanına uğradım sadece. Ben böyle böyle neler, kimler yitirdim dostlarım. Yoruldum artık. İnsan kaybetmekten, savaş kaybetmekten, dizlerimin üzerine düşmekten... Sırtın yere gelene kadar yenilmiş sayılmazsın ama değil mi? Bir kez yere geldi sırtım, öldüm. İkinci kez olmasına izin vermeyeceğim. Çünkü ben, hepinizden daha çok istiyorum yaşamayı ve daha çok hak ediyorum!