Soğuk mezar taşları gibi sonumuz

Mezar taşlarına tünüyor kuşlar


Sonumdu,

Saçlarıma iyi gelmiyordu bu havalar

Dağların bozuk orantısına temas ettiğinde bakışlarımız 

Paltomun kollarından bir soğukluk,

Arayıp diken diken

Tüm göğsümü dolaşıyordu

Soğuk sertti, nefesim yetişmezdi seslenmeye

Dalgalar köpürüyordu, soğuk içimde köpürüyordu

Saçlarım karışıyordu bir daha ayrılmamak üzere, 

Biz, kozlarımızı paylaşmak için son çağrıyı bekliyorduk

Kuşlara hesap verecektik, soracaklardı

Bir akşam, bir delilik, bir akıldan geçiverdiğinde

Neredeydik, susuyor muyduk

Elinden tutmuş muyduk kaçmaya çalışan zavallının

Bir minder uzatmış mıydık ufak ve

Kemik, som kemikten yapılmış vücuduna

Almıyordu aklımız, soğuğun kucağında cayır cayır yanıyorduk

Gittikçe köpüren bir sesle bağırıyordum

Böyle suçlanmak doğru değil, 

Hem dev bir dağın yamacında!

Bir çınar bulup kondular, kanatlar arasından kuşlar

Çıplaklığı binlerce kuşla örtünmüş çınar 

Nasıl deliyordu masumiyeti, tek bir yargı olmuş binlerce bakıştan.


Bir zamanlar ne yaşadığımızı

anımsıyor musun

Bir baba, bir çocuğu, bir tokatla

Yerle bir ediyordu şuralarda

Görüyordum,

İzi benim yanağımda, izi

Nedense sizi hiç ilgilendirmezdi o sıralar

Her darbeye bir sebep sundu adam, 

Bir suç iliştirdi indirmeden önce kemeri

Soğuk, pembe ve mecbur

Kabullenmiş sırtına

Çocukluğuna müthiş bir armağan bıraktı

Sırılsıklam bir evsizin gözlerinden bakıyordum onlara,

bakmamayı dileyerek

Kaşıdıkça kanayan, ama bir türlü yara olamayan yerlerim 

Benden bağımsız, titremeye alışmışken korkudan

Çocukluğuna müthiş bir armağan bıraktı adam.


Baba bir buz sarkıtı olup saplanıyordu boğazına

Ağlardı çocuk,

Ağlardı ki hiç nefes aldırmayışından buzun

Sarılırdı buz, severdi yine buz, ve kızdığında baba

Vur beni derdi, yeter ki saplama buzu boğazıma.


Geçmeyecek

Bir gün, bir duvara fırlatılan bardak gibi

Tuzla buz olduğunu anımsadığında

Ayaklarının altı hep cam kırıkları ve

Hüzünden zayıflayan yüzün,

Artık pembe olmadığında

Hep mor baktığında buzdaki yansımana

Büyümeyi unuttuğunda en çok

Vur beni diyeceksin, yeter ki kalmasın çocukluğum bu anda.


Ben yalnızdım, kapıyı da

Aralık bırakmıştım üstelik 

Gün gelir boralardan kurtulmuş bir serçe

Benim buz dolu göğsüme, alevden bir cıvıltı bırakıp gider

Bir rüya, bir günahı, binlerce kez

başa sararken

Göğsümün buzları bir bir erirken ve

Dağların bozuk orantısına dalmışken

karşılaşırsak seninle

Bana bir tapınak sunma, sözse

Gün gelir vururuz birbirimizi minnetle.


Yine de, anlamış gibi koyma elini omuzlarıma,

sesine kadifeler bürüme sakın

Olacaksa günahkâr ellerimi kes

Olacaksa bağışlayan bir kuş getir kapıma.


Sen biraz saydamsın, arkanda çöküyor kör dağlar

Sonumdu sessizliğim, sonumdu buz yarası

Bak, mezar taşlarından

bir bir göçüyor kör kuşlar.