Çoktan şekil almış bir kayanın, eriyip akmasını bekliyorsun, içinden bir pınar fışkırması için yakarıyorsun boşluğa. Sen inanmadığın bir Hacer'in duasını ezberleyip, hikayesini çalıyorsun. Hakikatin hiçten ibaret kavuruculuğunda bir gölge arıyor, umudunu yitirmek üzere ufka bakıyorsun. Güneş orada değil, tepende ya da ardında değil. Yine de parlak kumlar arasında, olmayan bir güneşin ardında, aydınlıkmışcasına ilerlemeye çalışıyorsun.
Çamur, ayaklarını içine çeken bir çamur, susuz bir toprakta nasıl bir bataklığın içine düştüğünü soracak gücün dahi yok. Kayıtsızca ironiye yüz çeviriyorsun. İlerlemek, aşmak senin arzun. Bu çölü, kumlarıyla bataklığıyla ruhunu sarmalayan varlığını çürüten bu medeniyet yığınını ardında bırakmak istiyorsun. Nafile diyor, nereden yankılandığını bilmediğin bir çağırış, tüm bu yol nafile. Çölde yol olmaz. Sen zaten açmak için önünü girmedin mi buraya. Çağrı yineliyor, burada bu yer yüzünde yol yok, çıkış yok kendinden. Acele etmeye başlıyorsun, panikle bir yüz arıyor gözlerin, sana çölü unutturacak, tüm vücüdunu kaplamış bu yakıcı kumu avutacak bir yüzü. Kimse karşılamıyor seni. Sana doğru değil gelişler. Uzanamayacağın kadar derinde tüm eller. Senin kuyudan çıkarmaya isteğin yok.
Çöküyorsun dizlerinin üstüne. Kendi rahmine secde edermişçesine. İçi boş, sonsuz ihtimale kulak veriyorsun. Merye'min rahmine haset duyuyorsun. Senin içinde senden olanı yaratma kanı yok. Tüm doğmamış çocuklarını, içeriden, rahmin en derininden lanetliyorsun. Çirkinliklerine tiksintiyle bakıyorsun.
Çöl, susuz, kimliksiz, doğuşsuz o hiçlik tüm her şeyiyle kabulleniyor seni, kendi rahmine kendini döndürüyorsun geri dönmemek, ışığa çıkmamak üzere, ilk ve son mağarana sığınıp, el etek çekiyorsun. Sonun yazılı senin, burada.