İstanbul’a döndüm. Fiziksel ve psikolojik olarak zorlandığım yoğun bir yıl geçti. Şu anda çalıştığım ortamda görece biraz daha rahatlamış bulunmaktayım. İşimi seviyorum. Önemli olan bu. 


Bu yoğunluk içerisinde hemen her gün okuduğum haberler beni daha da karamsar bir hale sürükledi. En çok etkileyen de deprem oldu. İstanbul depreminin önemini daha da çok kavradım. Eskisi gibi, sanki hiç böyle olaylar olmayacak ya da olsa bile bir şekilde atlatacakmışız gibi hayatıma devam etmek istiyorum. Olmuyor. Günde hiç olmazsa üç beş kere aklıma geliyor. Ne spor yapmak ne gezip tozmak ne birikim yapmak, hiçbir şey gelmiyor içimden. Geleceğe dair de hiçbir plan yapmıyorum artık. Ne evlilik ne çocuk. Hatta tek planım beş yıl içinde bu depremden sağ kurtulup muhtemel bir kaos ortamını atlatmak. Bunları içinizi karartmak için yazmıyorum, kendi içimdeki kararmışlığı biraz olsun dağıtmak için yazıyorum. Şu an için başka gelecek göremiyorum çünkü. Umarım bunların hiçbirisi yaşanmaz ve ben sadece kuruntularımla beş yıl kaybetmiş olurum.


Benim hikayemde de bir kadın var. Üniversitede tanıştığım ve yıllardır saçma sapan bir ilişki yaşadığım bir kadın var. Ona saygısızlık etmek için saçma sapan demiyorum. Gerçekten saçma sapan bir ilişki çünkü bu. Sürekli bir belirsizlik içinde sürüp giden bir ilişki. Sonunda birlikte olamayacağımız belli ama görüşmeden de yapamıyoruz. Bu ilişkinin neresindeyim bilmiyorum. Sanırım yine birkaç ay kadar görüşmeyeceğiz. Bu gibi durumlara çok alıştım ama akşam olunca soru bombardımanı başlıyor beynimde. Yine içim içimi yiyor. Kıskançlıktan falan değil, sadece çok tedbirsiz bir hayat sürdüğünü düşünüyorum. Tehlikelere çok açık, çok tedbirsiz. Amacım kimseyi kısıtlamak ya da nasıl yaşayacağını öğretmek değil fakat İstanbul gibi bir şehirdeysen ve ek olarak milyonlarca ne olduğu belirsiz insan ülkene geldiyse biraz daha tedbirli olmak gerektiğini düşünüyorum. Kendisine bu konuda bir iki telkinde bulundum ama asla baskılayıp darlamak gibi bir durum söz konusu değil. Bu endişemi yaşayanlar bilecektir. Bazen evlilik ve çocuktan uzaklaşma sebebimin de bu olduğunu düşünüyorum. Gerçi çocuk mevzusunu Gündüz Vassaf’tan beri sorguluyorum. “Çocuk sevgisi, çocuk yapma isteklerinin en sonunda gelir.” gibi bir cümlesi vardı kitabında. Mahalle baskısı, onlar yaptı biz de yapalım, hatta çocuk yapabiliyor muyum gibi bir düşünce bile çocukları sevdiğin için çocuk yapmaktan önce geliyormuş. Dolayısıyla ben bir tür merakı gidermek ya da vakti zamanı geldiği için ya da anam torun istiyor diye çocuk yapmak istemiyorum.


Sürekli olarak sevdiğim birine zarar gelecek endişesi yaşamak temelinde benim psikolojik bir rahatsızlığım, farkındayım ama atlatamıyorum. 


Tek istediğim huzurlu, sade bir hayat. Eskilere baktığımda acaba onlar mı haklı diyorum. Okul, askerlik, iş, evlilik ve çocuk. Mutluluğun sırrı bu mu gerçekten? Tabii ki bunun da tam tersi örnekler çokça mevcut. Bu mutluluk diyemeyiz ama bu sanki kolay, güvenli bir yol gibi. Diğer türlüsü çok yorucu ve yalnız geliyor bana. Zenginlikte hiçbir zaman gözüm olmadı. İşime gücüme gideyim. Eşimle hafta içi evde takılalım, hafta sonu dışarıda dağıtalım. Genel olarak güvenli bir alanda huzurlu basit bir hayat yaşamak sadece istediğim. Ama şu sıralar hiç mümkün gözükmüyor.


Bir de sadece bu kaygıları hisseden benmişim gibi geliyor bazen. Arkadaşlarım Norveç’te yaşıyormuşuz gibi evleniyor. Her ay bir düğün, her yıl bir çocuk. Bende demek ki problem, diyorum, saçma sapan sensin işte oğlum.


Yazacak çok şey var ama bu seferlik yeteri kadar içimi döktüm. Bir dahaki sancı ne zaman olur bilmiyorum.