Küçük bir ilçede görev yapıyordu o. Bense şehir merkezindeydim. Her hafta sonu yanına giderdim. Eski bir apartmanın üçüncü katında oturuyordu. Evine vardığımda ve basamakları çıkarken mutlu olurdum. Ama hep bir tedirginlik de olurdu üzerimde. Malûm, küçük kentlerde kamusal bir göz vardır ve o göz, sizi her daim takip eder. Ben de güya işte o gözden kaçıyordum. Oysa herkes, her şeyi biliyordu. Belki efendi bir adam ile hanım hanımcık bir kızın ilişkisine sevişmeyi yakıştıramıyorlardı da o sebeple ses etmiyorlardı. Oysa biz, her buluşmamızda sevişirdik...


Bir buçuk yıl birlikte olmuştuk onunla. Sonra kibrimiz, "her şeyin doğrusunu ben bilirim"lerimiz bizi esir almış ve ayrılmıştık. Ve aradan, neredeyse on yıl geçmişti. Ben bir büyükşehire tayin isteyip gitmiştim, o ise aynı ilçede kalmış, sadece evini ve okulunu değiştirmişti. Ve şimdi, yanındaydım onun. Bir garip telaşla çay yapıyordu bana. Yürürken -güya çaktırmadan- yüzüne, bedenine bakıyordum. Eh, on yılda elbette biraz yaşlanmış, yüzü solmuştu ama hâlâ alımlı ve güzeldi. 

-Eeee, daha daha nasılsın? Anlat bakalım. 

Burada, cümlenin sonuna bir "kedi" eklememek için çaba sarfediyorum resmen. Onunla konuşurken, kedi derdim ona ya da kedi hazretleri. Bunca yıl sonra, zihnimde hâlâ aynı sözel mekanizmanın aktif olarak kalmış olması ilginç.

-Teşekkür ederim Umut. Bildiğin gibi işte. Okul, ev. Öğrenciler yoruyor artık. Valla bugün emekli etseler bir gün beklemem.

-Bilmem mi, uyku fetişistisin sen. 


Gülüyor bu sözüme. Güler elbette; sabahları ilk ben kalkardım ve kahvaltıyı hazırlardım. Hoş, belki de nazları hep banaydı... "Aaa, bizimkiler pestil göndermişlerdi, unuttum bak. Gidip getireyim" diye kalkıp mutfağa geçiyor. O sırada aklıma, garip bir şey geliyor; "ya hu biz, seviştik ya la onunla..." Komik mi, hazin mi çözemiyorum. Evet, on yıl önce nasıl da sevişirdik. Şimdi... Tamam, birer yabancı gibi değiliz ama hiç de o eski kişiler de değiliz. Gitsem, sarılsam mesela, bağırır belki. Oysa o vakitler, bana sarılmadan uyumazdı...

Biliyorum, erik pestili getirecek. Anası nasıl da güzel yapardı. Bir ara, okulların kapanmasına yakın, gelmişlerdi yanına. İyi ki tanışmamışım ailesiyle. Ayrılmak nasıl da zor olurdu. Hele ki şu cânım pestilller... 


Dönüyor mutfaktan. "Eee Umut, sen ne yaptın?" "Ben mi? Ben, önce evlendim sonra terk edildim." "Normal." "Neyi normal gıı?" "Sen hep zor biri oldun Umut." Zor birisi olmak. Bunu bir türlü anlayamadım. Bana kalsa... Belki de anlayamadığım için zor biriyimdir. Ama şimdi bunu, ondan duymak nasıl da ilginç.


Karşımda eski sevgilim var şu an. Hiç eşim olmadı o. Ama çoğu zaman, beni eşimden daha iyi tanıdığını düşündüm. Şimdi ise oturmuş, karşılıklı çay içiyoruz. Karmaşık şeyler hissediyorum. Kuşkusuz, aşk ya da sevgi değil bu. Gönül ilişkilerinden öylesine yılgın biriyim ki... Ama bir an, "keşke şimdiki aklımızla sevgili olsaydık" diye bir şeyler yokluyor beni. "Ya hu, içimde koşup durmasın şu söz" diye dönüp ona "biz seviştik ya la" diyorum. "Aha ha ha ha" diye gülüyor. Ama büyük gülüyor. Neden bilmem, ben de gülüyorum. Yoldan geldim, yorgunum. Kamusal göz de umurunda değil artık. Bir elimde çay, sırt üstü uzanıyorum yere...



27 Ağustos 2022

Eskişehir otobüsü