Sevgi evin kapısının önünde durmuş ona bakarken yanından geçip içeri girdi. Attığı her adımda gördüğünün gerçek olmadığını, tamamen aklının oyunu olduğunu kendine fısıldıyordu adeta. İçeri girdiğinde havadaki kasveti hissetti. O evi satın alıp yerleştiği günlerdeki enerjiden eser kalmamıştı. Öğlen saatleri olmasına rağmen karanlıktı içerisi. Duş alıp bir şeyler yedikten sonra bilgisayarının başına oturup elektronik postaların kontrol etti. Editörü gönderdiği taslak metni kontrol edip düzeltmeler yapmış ve bu yaptığı düzeltmeleri ona yazıp onay bekliyordu. Kontrol bile etmeden onayladığını belirten bir posta gönderdi.
Kullanması gereken ilaçlar vardı. Saatini kontrol etti. Yeşil ve mavi haplardan birer tane alıp ağzına attı. Bu hapları içtikten yaklaşık yarım saat kadar sonra uyuya kalacağını biliyordu. Salona gidip televizyonu açıp koltuğa uzandı. Tam uykuya dalacaktı ki yan tarafta pencere önünde duran tekli koltukta sevgilisinin oturduğunu gördü. Ona bakıyordu. Görmezden gelip bakışlarını yeniden televizyona çevirdi ve birkaç dakika sonra uykuya daldı.
Uyandığında odanın içinde sadece televizyondan gelen renkli ışıklar vardı. Bazen kararıyor bazen aydınlanıyordu oda. Sevgi hala aynı yerde oturuyor mu diye baktığında kimseyi göremedi. İçtiği ilaçların etkisi yüzünden başı hala dönüyordu ama yine de ayağa kalkıp buzdolabının yanına gitti. Adım atarken ayakları sürükleniyordu adeta. Bir bira alıp çalışma odasına dönüp bilgisayarını açtı. Biraz daha kendine geldiğinde Boş bir sayfa açtı kendine. O beyazlar içinde gördüğü kadını yazması gerekiyordu ama nereden başlayacağını bilemedi. Öylece boş boş ekrana bakarken oturduğu yerde arkasından gelen sesle birden irkildi.
‘’Onu ilk gördüğün andan başla!’’ Sevgilisi sakince söylemişti bunları. Sesin geldiği yöne dönemedi Yusuf. Cesareti yoktu. Cesaret mi yoktu? Neden korkuyordu daha çok? Aklını kaçırmış olmaktan mı? Yoksa sevgilisini kaybetmiş olmaktan mı? Sanki sevgilisi ve aklı arasında bir tercih yapmak zorundaymış gibi hissetti kendini. Ya aklını kaybedip sevgilisinin gerçek olduğunu kabul edip onunla mutlu yağamaya devam edecekti. Ya da sevgilisinin öldüğünü kabul edip aklını koruyacaktı. Sevgilisi ya da kendi iç sesi her neyse yazmaya başlamak için doğru yer buydu diye aklından geçirdi. Kadını ilk gördüğü an, yazmaya başladı…
‘’Cennette yalnız kalmasın diye Adem, Havva yaratılmıştı. Çünkü tanrı tek olmayı, yalnız olmayı kendi tekeline almıştı. Dünya üzerinde yalnız olduğunu hisseden insanlar, sadece eşlerini bulamamış, kendi içlerinde kaybolmuşlardı. O kadar kaybolmuşlardı ki, başlarını kaldırıp etraflarına bakmak yerine, sahip olduklarına inandıkları talihsizlik yüzünden kendi kaderlerini mühürlüyorlardı. Yalnız değillerdi. Bazen beğenmiyorlar, bazen istemiyorlar, bazen de nasıl olsa olmayacak diyerek yalnızlığın konforuna alıştırıyorlardı kendilerini. Ama adam yalnız değildi. Sevgilisi vardı, işleri yoğun, gecikecek biraz… Cennet gibi bir yerin ortasında evi var, yazarken ona iyi gelecek. Bu düşünceler arasında kendini biraz daha iyi hissetti. Ben yalnız değilim, yalnız olsam tanrı olurdum! Gülümsedi. Verandada ki sandalyeye oturup bir sigara yaktı. Dumanı içine çekip üflerken, dumanların arasından ilk defa gördü o kadını. Beyaz elbisesi içinde ağaçların arasında koşuyordu. Önce inanamadı, eliyle etrafındaki dumanları dağıtıp daha dikkatli baktı. Evet kadın düşe kalka koşuyordu ağaçların arasında, arada durup ardına bakıyor ve koşmaya devam ediyordu.’’
-Güzel bir başlangıç oldu…
Yusuf dayanamayıp Sevgi’ye dönerek: ‘’Orada durduğun yerden yazdıklarımı okuyamazsın! Nasıl biliyorsun ne yazdığımı?’’
-Nasıl bildiğimi biliyorsun…
Dikkati dağılmıştı Yusuf’un. Yeniden önüne döndü. Odaklanmaya çalıştı. Yapamadı. Omuzlarında Sevgi’nin ellerini hissedince ürperdi. Bu bir hayalse nasıl hissedebiliyordu dokunuşlarını? Üzerinde oturduğu sandalyeyi aniden geri ittirerek ayağa kalkıp arkasını döndü. Kimse yoktu. Dizleri titriyordu. Nefesini tutmuş gözlerini odanın içinde gezdirirken bu defa Sevgi’nin sesi kapının oradan gelince aniden döndü.
-Sen gerçek değilsin! Sen gerçek değilsin!
Sesi gittikçe yükseliyordu Yusuf’un sanki yeterince yüksek sesle tekrarlarsa gerçek olmayacağını ispat edecek gibi. Haksızlığa uğradığını düşünen insanların çaresizce avazları çıktığı kadar bağırması gibi o da bağırıyordu. Ama işe yaramıyordu. Sevgi boş bakışlarla ona bakıyordu durduğu yerde. Yine gerçeklik ve hayaller arasında sıkıştığını hissetti. Çıkamıyordu bu sıkışmış halinden. Sevgi’ye doğru birkaç adım attı. Sanki yanına giderse yok olacakmış gibi, en azından yok olmasını istiyormuş gibi yürüyordu ama Sevgi’nin yanına gelince kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Sevgi tam karşısındaydı. Uzansa dokunabilirdi. Dokunsa kaybolabilirdi. İçindeki dokunma isteğine deli gibi karşı koymaya çalıştı. Hayal de olsa orada olduğunu bilmek iyi geliyordu. Kendini kandırıyor olsa bile , şu an yaşadığının aklının bir oyunu olduğunu bilse bile vazgeçemiyordu. Ona dokunursa kendine gelecekti belki ama kendine gelmek istemiyordu. Sadece o anı yaşamak istiyordu. Onunlayken geçen her dakikaya değerdi.
Ama yanındaydı işte. O sevdiği kadın… Usulca sokulup kollarını kadının ince bedenine sarıp kendine çekti. Hala hatırladığı kadar güzel kokuyordu. Hala hatırladığı kadar nahifti… Çalışma masansın üzerinde telefon çalmaya başladığında refleks olarak kadını bırakıp diğer tarafa döndü. Umursamamaya karar verip yeniden sevgilisine döndüğünde orada değildi…
Yaşadığı hayal kırıklığı, o anki pişmanlığı, kendine kızması hepsi üst üste gelmişti. Kendine küfrede küfrede çalan telefonun yanına gidip eline aldı. Arayan Yener’di. Telefonu açıp açmamakta tereddüt etti. Telefon elinde çalarken öylece durdu. Çalması kesilene kadar bir şey yapamadı. Sonunda telefon sustu. Geri aradığı anda telefon hemen açıldı.
-Seninle konuşmamız gerekiyor! Çok önemli! O gün sana geldiğimde üst katta gördüğüm kadınla ilgili! Bilmen gereken şeyler var!