En sevdiği his, çimler ile temas edişinde ayaklarının altında oluşan minik gıdıklanmalardı. Sivri görüntülerine rağmen nasıl olurda yatağımdan daha yumuşak olabilirsiniz! diye seslenirdi bu yeşil dalgalara. Siz de benim gibi güneşe selam veriyor musunuz? Isıttığı için teşekkür eder misiniz ona? Peki ya suyunu karşılıksız veren yağmura? Benden hiçbir şey istemediler bu zamana kadar. Karşılıksız giderdi susuzluğumu, göremediğim yerlerdeki kirlerimi bile sildi vücudumdan. Eğer unutursanız minnetinizi, sizin yerinize de teşekkür ederim onlara. Bana yaşattığınız bu his için yapabilirim bunu, toprağın yeşil saçları. Artık başka biri olmuştu, annesi mağaralarından uzaklaşmasına izin verdiğinden beri toprak ile oynayarak geçiriyordu günleridi Fai. Hayal edememişti toprağın şeklini, çimlerin rengini, yaprakları uçmasın diye köklerini zemine kilitlemiş ağaçların büyüklüğünü.

Pek çok kez ateş başında, anlatılırdı dışarıda ki hayat çocuklara. Mağara hayatında yapacak birşeyler bulunmadığında toplardı büyükler çocukları ve anlatırlardı önceki hayatlarında ki anılarını en sevimli sesleriyle. Fai, hikayeleri tüm dikkati ile dinler hayal dünyasına çekilirdi ardından. Doktor olurdu bir akşam, ellerinin becerisinin haberleri tüm dünyaya yayılmış, en zorlu ameliyatlardan başarı ile çıkan, tüm hastanenin saygı duyduğu başarılı bir cerrah. Ertesi gün öğretmen olurdu, sevgili öğrencilerine bilmediklerini anlatan, problem çözücü yol gösterici eğitmen. Yaramaz olanlara bile iyi davranırdı düşünde.

Çocuklar en çok hikayelerde ki aşçıları kıskanırlardı. Onların yerinde olmaktı dilekleri. Sonsuz gibi görünen yiyeceklere dokunabilen, istediğini pişirebilen aşçıları. Bitmiş gıdalarını, sipariş denilen sistem ile hemen tekrar elde edebiliyorlardı. Büyü olmalı bu sipariş denilen şey, nasıl da hemen gelebelir ki! diye şaşkınlıkla ve açlıkla dinliyorlardı anlatıcıları.Eski dünyanın en güzel mesleği yemek pişiren bu insanların yaptığı olmalıydı. Yine de kimse soramazdı, bebeklerin tadı önceden de aynı mıydı diye.

Tüm anlatılan bu hikayelerin sonrasında, dış dünya ile tanışan çocuklar artık kalamazlardı mağaralarında. Gün boyu koşuyor, keşfediyor, yerde buldukları dallarla yapraklarla hiç bitmesi istemedikleri oyunlara dalıyorlardı. Anlatıcıların asla örnek veremeyeceği sonsuz güzelliğin tadını çıkarıyorlardı. Son odada saklanan kilit altında ki bebekler bile dışarıya çıkarılmıştı. Sesleri farklı geliyordu artık, gülüşleri daha sevimliydi ağlamalarından bu zamanı geçmiş yemeklerin.

Mağara içinde herkes eşitti, yetenklere göre davranmaya gerek duyulmamıştı. Ama dışarısı öyle değildi. Ağaçlara hepsi tırmanamıyor, bazıları daha ilk dalda dehşet ile bağırıyor hemen inmeye çalışıyordu. Bazıları akıp giden suyun üzerinde uçuyormuş gibi durabiliyordu, ama kimileri dibi görülmeyen bu sıvı yapıdan korkuyor, kenarından izlemekle yetiniyordu. Herkes farklıydı dışardaki bu yeni dünyalarında. Eşitlikte bitmişti artık, tenlerine değen güneşin keşfinden sonra.

Toplayıcılar, aylık hasatlarının birinden döndüklerine seslerinde daha önce olamayan bir coşku ile girmişlerdi mağaraya. Sepetlerini girişte bir yükten kurtulurcasına bırakmış, çığlıklarla sesleniyolardı topluluğa. Son. Sonu geldi nihayet bu yok edici savaşın. Yenilen tanrılar olmuş ey güzel topluluğumuz. Dağılmış bulutlar güneşin önünden, yakıp geçmiş o Tanrı özentisi makinaları. Soğutan, nefes veren boruları çatlaklarla yırtıklarla dolu artık. Nefes alamaz hale gelmiş, göremez duyamaz olmuşlar. Çıkın deliklerinizden, bırakın kirinizi taşlara, kurtuluşumuzun haberi bu seslenişim. Katılın bana sevgili arkadaşlarım. katılın sevincime, göz yaşlarımın ardında ki bu gördüklerime, Tanrıların ölümüne.

Bu sözlerle başlamıştı kutlu günler. Fai,tekrar duydu bu sesleri, kurtuluş gününden iki yıl geçmesine rağmen. Toplayıcıların yürüdüğü yolları da karşılaştıkları manzaraları da hep merak etmişti. Öylesine güçlüydü ki bu merakı, büyüdüğünde o da bir toplayıcı olacaktı. Bazen sadece bunun hayalini kurardı günlerce. Mağaradan çıkma izni olduğundan beri de bu isteği daha da güçlendi. Daha iyi anlıyordu o sesin sahibini. Teşekkür ederim sana toplayıcıların en güzeli. Altı yaşına bastığında pek çok bilgiye sahipti artık Fai. Hangi mantarın yenilebileceğini öğretmişti sonunda. Açık renk olanları tercih etmeli ama dikkatli olmalıydı üstlerinde kahverengi lekeleri olanlara. Günlerce acı çektirirdi yiyenin midesine. Nehrin kenarında hangi hayvanların yaşadığını, balıkların nasıl yüzüdüklerini, havada rüzgarla beraber gelen hoş kokunun kaynağını keşfetmişti.Hızlı öğreniyordu, sünger misali çekiyordu içine gezegenin saklı kalmış bilgilerini. Ormanda vakit geçirmekten dolayı uzak kalırdı diğer çocuklardan. Anlayamazdı onların oyunlarını. Katılmak yerine göz kapatan oyunlara, görmeliyim keşfetmeliyim derdi.

Kurtuluş gününün üzerinden tam beş yıl geçmişti. Banliyöde eğitim için okul, tedavi ihtiyacı olanlar için revir, büyüklerin eğlenmek için ihtiyaç duydukları, çocuklara girişinin yasak olduğu çardaklar inşa edilmişti. Herkes neşe içinde yeni hayatlarına alışıyor, değişen düzen için sürekli farklı alışkanlıklar geliştiriyorlardı. Mağaranın da şefi olan Moras, yeni hayatlarında da önderlik ediyordu banliyödekilere. Nehirden su getiren boruların düzenlenmesinde, eğimli arazide en yüksek verimin alınacağı ekimlerde hep onun fikirlerine göre hareket ediliyordu. Günlük işlerinden arta kalan zamanlarında topluluk çocuklarının okuluna gelir, tek tek sohbet ederdi Moras minik beyinlerle. Gördüklerini, keşfettiklerini masal gibi anlatırdı bu ateşten parlak meraklı gözlere.

Birgün yine bu ziyeretlerinin birinde soru sormak istedi çocuklara. Söyleyin bakalım güzelliklere aç çocuklar. Kim cevap verebilecek bu soruma? Nedir rüzgarın varlığını kanıtlayan, nedir görünmez olanın ispatı? Kısa bir şaşkınlığın ardından yükseldi tüm sınıfta çığlıklar, herkes başka bir cevabı savunur olmuştu bile. Sevinç içerisinde izledi Moras bu yeni hayatlarının başında olan bedenleri. Hepsi kendi gezegeninin yıldızı olacaktı, ışık verecekti aydınlığa aç topraklara. Kimi ağaçların yapraklarını örnek verdi, kimi suyun üzerinde süzülüp giden ışıkları.Cevapların hepsinden son derece memnun olan Moras, pencerenin yanında sınıfın en arkasında sessizce duran Fai'yi gördü. Süzülürcesine yaklaştı yanına, avını korkutup kaçırmak istemeyen kaplan edasıyla.

Sen neden sessizsin, yoksa cevabın mı yok benim bu soruma?dedi Şef. Suyun içine atılan çakıl taşı gibi yavaşça döndürdü başını sorunun sahibine Fai. Rüzgarın varlığının kanıtı, tenimde iznim olmadan gezmesidir, uzaklardan tanımadığım bitkilerin kokusunu taşımasıdır, haber vermesidir görmediklerimin varlığını. Görünmeyenin de var olduğunun ıspatı yine onun içindedir... Cevaptan öylesine etkilenmişti Şef, sarıldı göz yaşı ile bu bilge çocuğa. Geleceğimizin umudunu taşıyan bu bedene teşekkürlerini iletti en samimi sesiyle. Topluluğa önderlik edecek bir çocuk bu dedi içinden. İleride benim ayak izlerimi takip edecek, güzel yüzlü bilge çocuk.

Ufak sınıfın içinde çocukların kahkaları arasında hiç beklemediği bir ses geldi Şefin kulağına. Mümkün olabilir mi bu yoksa beynimin bir oyunumu bana! diye geçirdi içinden. Otuz iki gün olmuştu daha Kuzeyin Toplayıcılarına verilen görevden geçen süre. Hangi gerekçe sebep olmuştu bu erken dönüşe? Sınıftaki çocuklar ve eğitmenle beraber sesin kaynağına doğru hızla ilerledi Şef. Kurtuluşun sembolü olan çardağın önünde ellerini havaya kaldırarak vaaz veren Tharkı gördüğünde emin oldu duyduklarından. Tharktı bu, sapasağlam güçlü bir şekilde dönmüştü araştırma görevinden. Erken vakitte olmuştu ama adamlarını böylesine mutlu görmek hoşuna gitmişti banliyönün ve mağaranın şefini. Verdikleri haberler de nefes kesiciydi. Yaşama elverişli toprakların olması hem de bu kadar yakın mesafelerinde bulunması umutlandırdı Şef Moras'ı.

Verdiği bu güzel habere rağmen, Thark'ın görünüşünde farklı olan birşeyler sezdi Şef. Her zaman sakin kalır enerjisini dikkatli kullanırdı Thark, ama şimdi ise kedinin pencesinden kurtulmaya çalışan bir güvercin gibi çırpınıyordu karşısında.Sakladığın, henüz açığa vurmadığın bir bilgi olabilir miydi? Nerede kanlı yolların haberleri, senden beklenen buydu. Nerede sisler ardındaki ölümün gerçeği? Çok iyi tanıyorum seni Thark. Beraber ilerledik karanlıklarda, beraber çarptık göremediğimiz kayalara. Nedir bu mutluluğun, gözlerinde ki kararlılığın sebebi? diye geçiriyordu içinden.

Çardağın girişinde durmuş olan Thark tüm coşkusuyla devam ederken sözlerine, nefesini hissedecek kadar yakınına gelen Şef, durdurdu sadık askerinin cümlelerini tek el hareketi ile. Hoş geldiniz benim sadık dostlarım evinize. Hoş getirdiniz bu kutlu haberleri bize. Mazur görün zihimizde ki bu karmaşıyı, beklemiyorduk bu denli erken sizi! diye devam etti cümlelerine Şef. Keşfinizin detaylarını konuşmak için mağaraya dönelim orada anlatın bize görüklerinizi. Hem burada çocuklarımız var. Belli ki duymalarını istemiyorsun bazı konuları.Daha rahat konuşabiliriz mağaramızda dedi Moras, sevgili dostu Thark'a.

Hayır diye bağırarak kesti Şef'in sözlerini Thark. Hayır, aksine çocukların duyması gerekiyor cümlelerimi. Onlara ait bir geleceğin haberini veriyorum size. Bereketli topraklardan da daha değerli bir müjde bu bizim için. En sevdiklerimizin, biza ait mirasların gerçek kurtuluşu bu. Ailesiz kalmış ya da eti için büyütülen bebeklerin kaderini değiştirecek haberlerim.

Fai'nin göğsü duyduğu her cümlede çoşku ile doluyordu. Yürümek hatta koşmak istiyordu sese doğru. Rüzgarın taşıdığı kokuların gerçek sahiplerini keşfedebilirdi artık. Bilinmeyenleri öğrenme fırsatı olabilirdi. Toplanan kalabalığın arasından sıyrılan Fai, koşarak atladı uzaktan müjde getiren adamın boynuna. Gelişin mutluk verdi bana babacığım. Ama sözlerin bundan da fazlasını hissettirdi.

Oğlunun sarılışı ile sevinen Thark işte dedi, işte benim mirasım sevgili oğlum, kurtuluşum kıymetlim Fai. Sevdiğim kadının emaneti biricik varlığım Korsk Fai.