Nisan 20 - Bakü


Yarış hafta sonunun tam ortasında mektup yazmaya vakit bulamayacağımı sanırdım ama bu sana iki arada bir derede yazdığım ilk mektup olacak. Bunun nedeni de havanın bozması ve beklenilenlerin çok azının gerçekleşmesinden başka bir şey değil. Ki bu kötü hava koşulları beni de vurdu. Ateşgâh dışında bir yere gidemedim. Ve şimdi otel odamda otururken film izlemenin yerine seninle sohbet etmeyi istedim. Çünkü oradan oraya gezip dursam da durup kimseyle pek bir şey konuşmuyorum. Hatta çoğunlukla insanlardan uzak durmayı ve kendi başıma zaman geçirmeyi seçiyorum. Bir köşede yaşananları izleyip bir yerlerde sarhoş olmaya gidiyorum. Düşünmemek istediğin zamanlarda sarhoş olmak görmek istemediklerini bir şekilde görünmez kılıyor. Ayıldığında ise yine aynı şeyler başlayıp o hissizliği bulmak istememe neden oluyor. Buna rağmen bira ve şarap dışında hiçbir şey alma gibi bir hatada bulunmuyorum. O kuyuya bir kere düştüm, ikinciyi yapmam. Tabii bu kez başka bir kuyunun etrafında gezmeyeceğim anlamına gelmez.

Dün gece bir rüya gördüm. Önceki mektupta sana Schumacher'den ve garaj hadisesinden bahsettiğim için sanırım rüyamda Mad&Furious ile Mr. Champagne'i görmek gibi bir durumda kaldım. Ki rüya bahsettiğim hadisenin biraz değiştirilmiş bir versiyonuydu. Mr. Champagne büyük bir öfkeyle Lacivertlerin garajını basıyordu. Gözlerinden ateş çıktığına yemin edebilirim ve o kesinlikle Caraxes gibi görünüyordu. Kırmızı tulum ve Caraxes'in bedeni benzerliği nedeni ile orada kesinlikle siyah beygir yoktu. Biri eğer "Dracarys!" dese kesinlikle etrafı ateşe vermesinden daha olası hiçbir şey olamazdı.

Rüyam pek uzun sürmedi. Ben ne olacağını görmek için tüm dikkatimi oraya vermiştim ki rüyamda içtiğim bira boğazıma takıldı ve uyandım. Ama çok komikti. Biradan ölmek için tuhaf bir yoldu. Alkolün sayısız kez ölüm getirdiğini duymuş olsam da benimki trajikomik ve yersizdi. Ki benim sayısız aptal rüyam var. Bazıları ile eğlendiğimiz gerçek olsa da bazılarını ne sen ne de ben hatırlamak isterdik. Hatırlamak, hatta duymak istemediğin bir şeyin, korkunç bir ihtimalin gerçeğe dönüşmesi ise tarif edilebilecek bir mesele değil.

Pilotlar hakkında konuşmak gerekirse Mad&Furious'u kibrinden ötürü sevmiyorum sanırım. Sevmemek belki de doğru bir tabir değil. Sahip olduğu kibri sempatik gelmesinin önündeki en önemli engel olabilir demek daha doğru olacaktır. Sürekli kazanıyor ve kazanması halinde hoş davranışlar sergilemiyor. Bir zamanlar olduğunu öğrendiğimiz o kişiden bile korkunç görünürken kazanmayı gözünde çok büyütüyor. Hayatta asla sonsuza kadar kazanmak denen bir şey yok ve günün birinde bu gerçek yüzüne çarpıyor. Gerçeğin tokadının hızının ise bu sezon şimdiye kadar daha hızlı görünen ve geçen seneye göre inanılmaz derecede hızlanan Salazar'ın aracından hızlı olacağını en iyi bilenlerden biriyim.

Normalde yani senden önce en sevdiğim günah kibir olsa da kibri de kazanmak için her şeyi yapabilen halimi de uzun süredir görmek istemiyorum. Muhtemelen bir tür karma inancına da kapıldım. Benim yaptıklarımın sonucunu senin yaşadığını düşündüğüm zamanlar oluyor ve bu beni daha da suçlu hissettiriyor. Aslında sende de aynı hırs olduğunu bilmeme karşın kendimi suçlayıp bedelini ödemeye mecbur kalsam biraz olsun rahatlayabilirdim.

Kazanma hırsı ve bu dönemde sürekli kazanmasıyla aktif pilotlar arasında bana beni en çok hatırlatan olduğundan ayrı takımlarda olmamız daha iyi olabilir. Bu yaptığım sana Finger Boy'un Lacivertlerin takımındayken onun hırsını sevdiğim için ikiyüzlülük gibi gelebilir ama o zamanki ben ile bu zamanki ben bir değiliz. Bunun altını birkaç kere daha çizmek gerektiğini düşünüyorum. Üstelik Seb yıllar içinde büyüdü ve üst üste şampiyon olduğu yıllarda olduğu o insandan zamanla bir başkasına dönüştü. Galiba fark edemesem bile ben de büyümüşüm. Ya da sadece büyümek ve daha metanetli olmak istiyorum. Hırsın ve kibrin hiçbir şeye yaramadığını görmek bir şeyleri farklı yapma isteğimi günden güne daha da kuvvetlendiriyor.

Bu arada rüya aklıma geldikçe uzun uzun gülüyorum. Sen uyumadan önce şu anki kadar bilinen bir pilot olmadığından ve senin en yoğun zamanların olduğu için Mr. Champagne ile ilgili bildiklerim babamın senin yanında yarış izlediği zamanlarda anlattıklarından ibaret olabilir. Benim bilgim de daha fazla değil ama söyleyebileceğim tek şey Mr. Champagne nazik biri ve garaj basabilecek en son insan olabilir. O nedenle rüyam bir süre daha beni güldürebilir. Çünkü absürtlük seviyesi herhangi bir yerde isteyerek oluşturulamayacak kadar yüksekteydi. Bira içerken ölmem de bir o kadar saçma olmasına karşın nedense garaj basım anından yana oyumu kullanabilirim. Keşke bira içmeyi biraz erteleyip sonrasını da görebilseydim. Gerçekte olamayacak bir an olduğundan devamının nasıl olabileceğine dair hayal dahi kuramıyorum.

Yalnız söylemem gereken ilginç birkaç şey ve F1 yönetiminin getirmeye çalıştığı bazı değişiklikler var. Ki bu beni ilginç bir şekilde son yarış öncesinde Mad&Furious ile ortak bir paydada buluşturdu. O da Melbourne öncesinde hızını alamayıp 'küçük' bir yönetim eleştirisi yaptı. Bu ilerleyen dönemde başına bela olabilir ve bu sefer ansızın gelen şampiyonluğuna yine aynı şekilde şaşırmasını engelleyebilir.

Meseleye gelecek olursak yönetim bazı format değişiklikleri yapma hazırlığında desem olmayacak. Çünkü teknik olarak bu yeni uygulamaya başladılar. Kısaca anlatmak gerekirse hafta sonu takvimini yoğunlaştırdılar. İlk antrenman seansı sonrasına sıralama turlarını çekerek cumartesiye asıl yarıştan farklı kısa bir yarış daha koydular. İzleyici için şovu artırmanın ve daha fazla kişiyi daha uzun süre çekmenin formül edilip uygulandığı bu yeni durumdan, yani sprint yarışlarından hoşlanmadım. Gelecekte fikrilerim değişir mi bilmem ama ben şu ana kadar bu işten farklı ihtimaller yüzünden hoşlanamıyorum. İlerleyen dönemde belki de bu düşüncemden bir an bile vazgeçmeyeceğim.

Son dönemde format değişikliği, yarış fazlalığı derken pilotların üzerindeki yükü ve baskıyı artırıyorlar. İzlenme sayısını arttırmak, antrenman seanslarında izleyici az diye pilotları yorup oluşabilecek kaza ihtimalini yükseltmek bana tehlikeli görünüyor. Ama sonuçta karbon salınımını düşünmeden pervasızca sezon yarışlarını düzenleyen bir yönetim anlayışından da bahsediyoruz. Belki pilotları farklı kıtalara hızlıca uyum sağlatıp yarıştırmak onlara cazip gelebilir. Yarışları sevenler için daha fazla yarışın ve heyecanın olması onları motive edebilir ama beni bilirsin bir şeyi ne kadar sevsem de muhalefet olmaktan, istenmeyen gerçekleri söylemekten geri duramam. Ve bunları düşünürken her şey mükemmelmiş gibi davranmayı da başaramam.

Söz konusu yarış araçları, beygir sayısıyla yüceltilen motorlar ve bir süre sonra yaptıkları iş yüzünden cerrah hastalığına yakalanabilecek olan pilotlar olsa bile ben bu işe insancıl yandan bakma taraftarıyım. Pilotlar her ne kadar en zor işlerden birini yapıp G kuvvetinin onlara yapabileceklerine karşı kendilerini geliştirip o yarışı tamamlayabiliyorlarsa da onların da insan olduğunu unutmamak gerekiyor. Müthiş kontratlar, sayılı insanın kullanabileceği motorlar ve sınırsız bir şöhret onları makineleştirip kırılmayacak, zarar görmeyecek hale getiremez. Bunun yerine e-spor halini öne çıkarmanın da bu heyecan gibi heyecanı olamaz. Cansız bir motor ile canlı bir varlığın uyumuyla beraber anlık reflekslerle alınan kararların sonucunda damalı bayrağı ilk gören olmak boy ölçüşemez.

Heyecana karşı olmadığımdan ötürü yeni uygulamaya karşı olumsuz oy kullanmadığımı zaten anlamışsındır. Benim korkum olabileceklerden kaynaklanıyor. Çünkü belki sezonun ilk kısmında büyük bir sorun çıkmaz, heyecanı da hiç olmadığı kadar artırabilir ama sonrasında olabilecekleri de düşünmeliyiz. Sezonun sonunda artan yorgunlukla hatalar da artabilir. Normal bir yarışta refleks olarak yapılan bir harekette zamanın milyonda birinde olacak bir gecikmenin sonuçlarını profesyonel bir yarışçı olarak benden daha iyi biliyorsun. Mesela babamın bize ilk kez yerinde izlettirdiği o yarışın yapıldığı yerde, Suzuka'da, yine bir kaza bir pilotun hayatına mal olsa bunun sorumluluğunu nasıl alacaklar? O yarıştan sonra sen hızı benden daha çok sevmiştin ama ben o yarıştan sonra on yaşında bir kız çocuğu olarak yarışta olabilecekleri ilk kez anlayıp ölümüne korkmaya başlamıştım. Çünkü o gün birkaç yarış dışı kalma ile tamamlansa da yaklaşık on sene sonra orada olanları izlemek zorunda kaldık. Ve ben sana olacağın bir benzerini gördüğümden habersizce böyle bir şeyin senin başına gelmeyeceğimi düşünüp kendimi kandırdım. Sonuçta sen Formula 1 pilotu değildin. Ama ne derler bilirsin, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek görmezden gelinen her şey bir gün seni ve en yakınlarını vuracaktır.

Tarihte pek çok kötü an var. Halo uygulamasına geçmek Saarsgard'ın vefatı sonrasında alınması gereken tedbirleri sonunda gündemlerine getirdi. Kazalar sonrasında içeriye alınan araçların kontrolü, hatta bazı durumlarda bilgilendirmesi konusunda yaşananları kimse unutamadı. Geride kalan süreçte bu ve benzeri örnekler bir şeyleri anlamalarını sağlasa da bu yorgunluk faktörüyle yine ve yeniden tehlikeyi çağırdıklarını düşünüyorum. Oluşabilecek tehlike aklımdan çıkmazken onların da bunu düşünmesi gerekmez mi? Aşırı kuruntulu olduğumu düşünebilirsin ama bir kazada olacak olan sadece maddi bir zarar değil. Orada yarışan dünya üzerindeki en heyecanlı ve tehlikeli işlerden birini yapan bir insan gibi görünmeyip makine ya da motor olarak algılanabilir. Ancak ben orada sadece mekanikleşmiş olan pilotları göremiyorum. Onlar birilerinin oğulları, eşleri, sevgilileri, arkadaşları ya da herhangi bir şeyleri olan kanlı, canlı ve kırılabilir olan insanlar. Olabilecek kötü bir an sadece onları değil, onları seven ve unutamayacak insanları da yok edebilir.

Olabilecek kötü ihtimaller zihnimin içini doldurduğunda bazen senden nefret etmem de bu yüzden olabilir. Korkmaman, yarışa olan tutkun ve hızı bırakamaman yüzünden kardeşimi kaybettim. Yıllardan beri seninle konuşamıyorum. Sana sürekli bir şeyler anlatıyorum, seninle diziler izleyip sürekli konuşuyorum ama beni duyduğundan bile emin değilim. Bitmeyen uykun yüzünden orada ne halde olduğunu bile bilemiyorum. Annem ve babam benim yüzümden sana, senin gitmene izin veremezken bazen kendimi bir canavar gibi hissediyorum. Çok uzun süre önce o kararın karşısında durmasaydım belki de sen de ben de mutlu olacaktık. Sen benim yüzümden acı çekmeyecektin. Ben senin kaybın yüzünden acı çekeceksem bile en azından senin vücudunda o yataktan kalkamadığın için yaralar oluşmayacaktı.

Öfkem beni ele geçirdiğinde bazen senden nefret ettiğim gibi yarışan herkesten nefret etmem de bu yüzden olabilir. Seni tanıdığımdan ve seninle olanları asla unutmam mümkün olmayacağından başka bir yarışçı tanımak istemiyorum. Bundan ötürü burada olmama rağmen onlar hakkında bilebileceğim en az şeyi bilmeye çalıştığım gibi o hayran etkinliklerinden de organizasyonlardan da uzak duruyorum. Favorim haline birinin daha gelmesi halinde onu da kaybetmek ve onun da aynı sonu yaşamasını görmek yerine hepinizi başka bir gezegene gönderebilirim. Çünkü iki favorim de hâlâ uyurken birini daha sizin gibi görmemek için sınırı rahatça geçebileceğimi biliyorum.

Sanırım küçük bir öfke krizi geçirdim. Ama şimdi daha iyiyim. Ağlamak beni oldukça rahatlattı ve artık devam edebilirim. Olasılıkları düşünmemeyi olabildiğince başarırsam daha da iyi olacağım.

Değişikliklere ve yeniliklere karşı tutucu bir yaklaşımım yok. Yeni şeyler denemeyi asla kabul etmeyen biri olsam burada olmazdım. Benim durumum hâlâ acım olması ve başkalarının da aynısını yaşamasından korkmamdan kaynaklanıyor. Ama bu benim gücümün çok ötesinde ve her şeyin tasarlandığı şekilde kusursuz olmasını dilemekten başka bir şey yapamam. Yani bu yeni uygulama herkes için istenileni versin demek zorundayım.

Babam tarafından Tifosi olarak büyütülmemiş olsaydım dahi sanırım senin durumun nedeni ile Mr. Champagne ve Kırmızı şampiyon olsun isterdim. Onu tanımıyorum ama aynı yerden kırılan insanların bakışlarını, hangi durumlarda daha hassas olduklarını biliyorum. Ki bu durumda onunla aynı yerdeyiz. Sen varlıkla yokluğun arasındasın. O son gün doktorunun ne dediğini duydum. Unutmayı istiyorum ama unutmanın yanından bile geçemiyorum. Bir mucize olmazsa sen de tamamen gidecek ve geriye hiçbir şey kalmayacak. Bir şekilde bu kez bir mucize olsa dahi dönemeyeceksin ve ben seninle eskisi gibi olamayacağım. O da hem bunu birkaç defa atlatmış hem de sevdiği insanlara veda etmek zorunda kalmış. Bense kaybetmemeye, birinin ölümünü yeniden görmemeye çalışıyorum. Ve bu aslında bizi farklı kılıyor. Ben gerçeklerden kaçıyorum. Görmemek istediğim şeyleri görmeyi reddederek dünyanın en hızlı araçlarının peşinden oradan oraya gidiyorum. Ki bunun asıl ve tek nedeni sadece sensin.

Konuyu dağıtmayacağım, bu yüzden kabul etmeliyim ki senin ve tüm yarışçıların sahip olduğu o şeylere ben de sahibim. Adrenalini seviyorum ve başlangıçta sizinle aynı yollardan geçtim. Tehlike ve olasılıklar insanı olabildiğince canlı hissettiriyor. Lakin bu canlı hissedişin tam aksini yaptığı da oluyor. Son model arabaların beygir sayılarıyla ölçülen motorları, kolayca elde edilemeyecek ayrıcalıklar ve hayatlar beni bile cezbederken size neler hissettirebildiğini temel seviyede de olsa anlayabiliyorum. Buna karşın sizden farklı olarak cansız bir varlıktan ziyade gezegendeki en iyi dostu seçiyorum.

Temel seviyede at binmek ile mekanik araçların sürücüsü olmak arasında bana göre çok büyük bir fark yok. Bir motor ile bir at aynı şey olmayabilir. Ki atla bir bağ kurmak gerçek bir ilişkiye daha çok benziyor. Benim ne hissettiğimi algılayabiliyor. Eğer yeterince baskın olup onu yönlendiremezsem bir daha asla beni ciddiye almama ihtimali var. Muhteşem bir güvenlik anlayışı olmayabilir ve acıkması motorun benzininin bitmesinden daha kısa sürse bile onu tam olarak hissedebilmek pek çok dezavantajı yok edebiliyor. Adrenalin yarış esnasında en yüksek seviyeye çıkmasa da bu kesinlikle sizinki ile aynı ama bambaşka bir tutku. Ve bence bunu aşabilecek tek şey bir ejderha sürücüsü olmak olabilir.

Geride kalan bir ay içinde bazen düşünüyorum da sanki ben Bukowski'yim ve pilotlar da benim atlarım. Duygusal hiçbir bağım yok ama sürekli buradayım. Evde oturmaktansa şehir şehir gezerek günleri geçiriyorum. Akşamları şarap eşliğinde yazabilsem muhtemel şekilde bir Bukowski bile olabilirim ama yazmak benlik değil. En azından roman yazarı olmadığımı biliyorum. Belki şiirler, ama daha fazlası değil. Üstelik onun hayatına giren kadınlar kadar benim hayatıma erkek girmemiş de olabilir. Ya da belki tam tersi de olabilir. Ayrıca pek de umut vadeden biri de değilim. Bukowski de bu ve benzeri alanlarda uzunca bir dönem yol alamamış olsa da bunlar kitapları için yaratılmış küçük imajlar dahi olabilir. Sonuçta Vera'nın yazdığı karakterler ne kadar ona benzese de asla o değillerdi. Bilirsin her zaman bir abartma, gerçeğe uygun olmayan bir şeyler ve ciddi değiştirmeler olur. Ki böyle olması da en doğrudur. Çünkü ilhamı veren kendi yaşadıkların da gördüklerin de olsa gündelik olan olaylardan daha fazlasına, bazı durumlarda ise daha imkânsızına ihtiyaç vardır.

Yazmak bence gerçekten zor. Sana sadece olanı yazarken bile yoruluyorum. Yazarlar ise yeni dünyalar yaratıyorlar. Bazen kendi acılarından besleniyorlar bazen ise gördükleri bir bakıştan ya da andan etkilenip inanılmaz kurgular yapıyorlar. Birileri benzerlerini yaşamış olsalar bile asla orada yaratılan gibi değil. Yazar romanın ana karakteri ya da bir karakteri olmadığı gibi tek derdi başka bir acıdan gelen düşüncelerle mücadele etmek bile olabiliyorken aslında yazmak aynı zamanda büyüleyici olmaya da devam ediyor. Düşünsene Orhan Pamuk yazmadan evvel bir anın fotoğrafından yola çıkıyor. Yemek masasının başındaki bir aileden gerçek olabilecek ama gerçek olmayan bir ihtimaller zinciri kuruyor. Ya da Tolstoy'u düşün. Ölümünü kısacık bir süre anlatıp geçtiği Anna Karenina'yı öldürdükten sonra kendine gelemiyor. Başta hizmetçisi olmak üzere herkes onun için endişe ediyor ve odasına girildiğinde bir bebek gibi yerde yatıp öldürdüğüne üzüldüğü anlaşılıyor.

Bu mefhumdan ne kadar hoşlansam da bela istemediğimi biliyorsun. Yazmanın belalı bir yanı olduğu da aşikârken bu hayatımdan hoşnut olduğumu da anlayabilirsin. Aksi halde yani kısacık bir anda yazmaya heves edersem ya Bukowski ya Dostoyevski olurum. Düşünsene tam bir yılı avarelik ederek geçirdikten sonra son ayda romanı yetiştirmek için yemeden içmeden yazardım. Ki yazacak bir hikâye bulduğum olasılıkta bu mümkün olabilecekken yazabileceğim bir hikâyeye de rastlamadığım düşünüldüğünde sonum korkunç olabilirdi. Zira Dostoyevski huyumda olabilir ama yeteneğim konusu fazlasıyla şaibe barındıracaktır.

Gün değişti. Biraz önce yeni günün ilk dakikaları yaşandı. Uzun bir süre boyunca odanın balkonundan şehri izledim. Kısacık bir an gerçek bir sessizlik oldu. Sonrasında bir yerde siren çalmaya başladı. Çok uzaktan geldiğine emin olsam da korktum. Sirenler hâlâ sadece o günün hatırlatıcıları olmaya devam ediyorlar. Senin için gelen ambulansın siren sesi yüzünden onlara başka bir anlam veremiyorum. Duymayı istemiyorum. Her defasında yeniden aynı günü yaşama ve o hisleri hatırlama zulmüne maruz kalıyorum. Onları aşmam, herhangi bir sesmiş gibi yapıp devam edebilmem gerekiyor. Ama yapmak istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum. O güne dönüp her şeyi değiştirmek dışında tek bir şeyin hayalini, senin uyandığını görmenin düşlerini kurmaya devam ediyorum. Çünkü seninle küs olmaktan nefret ediyorum. Ve hâlâ barışmamış olmamızdan ötürü her şeyden ve özellikle Tanrı'dan nefret ediyorum.

Seni seven ve senden nefret eden Maya...