Mayıs 20
Miami
Güneş tam olarak tepemde beni yakmaya devam ediyor. Evet, sana bu mektubu plajdan yazıyorum ve bundan kesinlikle pişman olmayacağıma eminim. Otel odaları ve kütüphaneler pek uğur getirmediği için şansımı bir de buradan deneyeceğim. Kırmızı için işler iyi gitmesine karşı ben iyi değilim ve yarışlar ilgi alanım ya da tek odak noktam değil. Kızgınlıklar, senin de içinde olduğun pişmanlıklar ve daha nicesi var. Yalnızlığın yalnızlığındayım. Sessizlik de artık derdime çare olmuyor.
Etraftaki insanlar güzel havanın tadını çıkarıyorlar. Ki denizin, pardon okyanusun hemen yanında başka bir şey yapılmaması gerekir. Eskiden olduğu gibi denizin, güneşin ve elimdeki kokteylin tadını çıkararak babamın parasını harcamaya devam edebilirdim. Harcamaya devam etsem bile pek bir şeyden tat almıyorum. Sonra bir an aklıma içinde olduğum özel locanın bile yakınında benim yerimde olmak isteyecek insanları aklıma getiriyorum. Kendimden de bu ne olduğu belirsiz memnuniyetsizliğimden de utanmalıyım. Ağzımdaki gümüş kaşıkla hâlâ bir şekilde mutsuz olmayı başardığım için cezalandırılmalıyım. Ama her şey harika bir servet, en iyi mekânlarda en iyilere sahip olmak değil. Bu hayat o maddi şeylerle, doğumdan gelen tüm avantajlarla harika bir yer olmuyor. Evet, her istediğimi yapabiliyorum. İstediğim okulda ilgimi çeken alanda eğitim aldım. Hiçbir zaman zorlanmadım. Kimse beni zorlayamaz ya da herhangi bir şey için reddedemezdi. Fakat sonunda geldiğimiz noktaya baktığımda hiçbir şey bana bir gün daha yaşamak için gereken o sevinci de tutkuyu da veremiyor. Babamın parası, annemin şöhreti ya da aldığım eğitim erkek kardeşimi kurtaramıyor. Louis ve Merin Martin’in biricik oğulları Deran Martin altı yıldan beri komadan çıkamadığı gibi artık tüm o servetin ve şaşanın tek veliahdı olan bendeniz Maya Martin’den de kimseye bir fayda gelmiyor. Bir mavi kan daha boş yere helak olup yok olmaya yaklaşıyor.
Üstteki uzun paragraftan da anlayacağın gibi feci derecede sarhoşum. Henüz sadece gün yarı olmaya yaklaşmasına rağmen çok fazla içtim. Ve biraz da farklı şeyler içip mideme büyük bir işkence hareketi başlattım. Mazoşist eğilimlerle kendime acı çektirip huzur vermememin bana iyi gelip gelmemesi umurumda değil. Acı çekmem dışında başka bir şey istemediğim o kötü saatlerdeyiz. Ve elim titriyor, bundan ötürü şimdilik ara veriyorum. Sonrasında belki sana yazarım belki de yazmam. Çünkü sen bana asla cevap vermeyeceksin. Komadan uyanıp bana beni affettiğini söylemeyeceğin gibi beni bir daha güldüremeyeceksin. Ki ben sensiz bir kez daha gülmek dahi istemiyorum. Ben sadece kardeşimi geri istiyorum. Sana ihtiyacım var ve sen beni duysan bile beni anlamayacak kadar bana uzaksın.
Ağlama krizinin geleceğini anlayınca odama döndüm. Son birkaç saattir de uyuyup biraz dinlendim. Lakin midem feci halde ve ne içsem işe yaramıyor. Gerçekten o eski manyak halim ortaya çıkmış ve tam olarak bana istediğini yapmış. Biliyorsun onun eline düşmektense tüm Çin işkencelerine maruz kalana kadar ölmemeyi dilerim. Onun gibi güçlü ve aynı zamanda deli olabilen kimse yoktur.
Son mektupta eskilerden bahsetmişim. Ölümsüz olmasına rağmen beni ölümlü kazalardan daha çok korkutan o kazayı yine hatırlamışım. Ama bizim varlık nedenimiz olan kazadan da en önemli anlardan da konuşmamışım. San Marino’daki o karanlık hafta sonunu kimse unutamasa da seninle benim hiç unutmamamız gerekmez mi? Hayatımızla ilgili her şey oradan sonra ani bir kararla başlamışken senin için de bir yarışla her şey bitti. Sen gittin ama ben kaldım. Kimse benim senin döneceğine inanmamı haklı bulmadı. Şimdi ise ben buradayım ve günden güne o insanlar gibi düşünüyorum. Senin gideceğine, artık bir umut kalmadığına inanırken burada bir tür zaman öldürme çabasından başka bir şeye odaklanamıyorum. Ne olmak istediğimi, kim olduğumu hatırlamazken ya da daha kötüsü hatırlamak istemezken yine sadece saklanıyorum. Bu kez senin yanında değil, senden en uzak ama senin tutkuna en yakın olan yerlerde dolanıyorum. Çünkü ne yaparsam yapayım MotoGP de herhangi iki tekerlekli bir ölüm makinesi de görmeye dayanamıyorum. En katlanılabilir olan ile kendimi uyuşturuyorum.
San Marino’daki o hafta sonunda ilk anda kim ne hissetti diye hep düşündüm. Cuma günü Barrichello’nun diğerlerine göre şanslı olduğu kazasının ardından cumartesi günü başlayan o turlar Radzenberger’in son turları oldu. Ve Senna yarışın olmaması gerektiğini söylediği halde yine o yanlış kararlardan biri alındı. Bir gün önce bir pilotun öldüğü pistte diğer gün efsanevi Rain Man de öldü. Ve iki ölümden sonra yirmi yıl kaza olmasa da Japonya’da o kaza gerçeğe döndü. Senin sürecinden daha kısa bir süreçle de olsa bir pilot daha ölmek zorunda kaldı. O gün orada forklift birinin ölmesine sebep olsa da asıl suçlu o muydu? Üstelik acılı bir babaya başka acılar da yaşatılmışken bunları görmezden gelmek mümkün mü? Geçen yılki Japon GP’si ise sence hiç ders alınmadığını göstermiyor mu?
Japonya’yı, orada olmayı ve kültürünü ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Annem bize bazen Barış Manço’nun Japonya konserinden kısa kesitler izlettiğinden beri sen de benim gibi Japonya heveslisiydin. Onun annesinden kalma Barış Manço severlik ve Barış Manço’dan bize kalan ülkeleri gezip görme merakı bu şekilde bizim kişiliğimizde ortaya çıkmasa belki her şey farklı olabilirdi. Tabii en azından senin bir takvimin ve tutkun vardı. O tutkuyla beraber geziyordun. Benim olayım ise sadece kaybolmaktı.
Sence de geçen ekim ayında hiçbir şey değişmediğini görmedik mi? Bu olaylardan pist ya da şehir sorumlu tutacak kadar kör değilim. Alınan kararlar beni korkutuyor. Sprint tarzı yapılan yarışta Last Matador’un kazası, güvenlik aracı sonrası araçların sıralanması, forklift’in içeriye girişi ardından Pier Lotti’nin neredeyse forklift’e çarpacak olmasıyla beraber öfkesi ve telsizde Mr. Champagne’in yaşananlara, forklift’in orada olmasına tepkisi geçen zamanda sana da hiçbir şeyin değişmediğini düşündürmedi mi? Ki asıl puan dağılımını hiç hesaba katma gibi bir hata yapamıyorum. Çünkü orada olanları her bilenin de bildiği gibi şampiyon olan bile şaşırmasına rağmen kimse bunları konuşmadı.
Her neyse, bu konu çok su kaldırır ve konuşmak hiçbir işe yaramaz. Ne kadar tehlikeli bir işin içinde olduklarını anlamaktan başka çare yok. Ve tabii pilotları eleştirirken yaptıkları işin tehlikelerini de göz önünde bulundurmak lazım. Zira bazen ben bile saçma tepkiler verme eğilimine girebiliyorum. Ama her şey kazanmak değil. Bazen hayatta kalmak ve sevdiklerine geri dönebilmek her şeyden, ardı ardına gelen şampiyonluklardan, şampanya patlatmak ve sınırı olmayan ilgiden daha önemli ve paha biçilmez olabilir.
Bir Youtube kanalında Senna ile ilgili belgesel formatında bir video vardı. Konuşan kişi ve muhtemelen kanalın sahibi bazen olan her şeyin tam da olması gerektiği için olduğunu ve yaşananların yaşanmak zorunda olduğunu söylemişti. Olana ya da kontrolümüz dışında olacak olanlara karşı yapılabilecek hiçbir şey, saklanacak hiçbir yer yok. Bazı yaşananlar nefes almayı bile engelleyecek kadar acı olsa da dayanması insan için zor gelse de yaşanan hayatın gerçeği ve kabul edilmek zorundadır. Gitmen için zaman gelmişse gidersin, henüz gidemeyeceksen ve gidişin, yani senin sonun başka bir şeyi başlatamayacaksa gidemezsin. Bir şey ya da biri bir şekilde tüm yolları kapatır. Hani büyükannemin bir lafı vardı. Eğer biri ya da olacak şey senin kısmetinse Bağdat’tan gelir ama senin değilse karşı evde olsa ona ulaşamazsın derken neyi ne şekilde anlattığını anlamayı başarıyorum ama hâlâ kaçmak istiyorum.
Bu kadar Senna’dan bahsetmişken hâlâ asıl meselemizden bahsetmedim. İki hafta geç doğmayıp Senna’nın öldüğü gün doğmaktan kurtulduk. Sence o gün doğsaydık acaba babam bizi hız aşkıyla büyütüp bu ihtimallere yakınlaştırır mıydı? Sonuçta Rain Man öldükten sonra hayatını değiştirip annemi artık çocuk sahibi olmaları gerektiğine ikna etmişti. Annemin tuhaf inancı olmasa belki de adını taşıyacaktın. Ölüm şeklinden korktuğu birinin adını oğluna verme gibi bir davranıştan kaçınmıştı. Ama sen onun korktuğunu başına getirdin. Hatta sen daha da kötüsünü yaptın. Çünkü o hayatına mal olacak bir kaza olursa hemen kurtulmak, bu kazanın bir an önce olup bitmesini istemiş ve istediği de olmuştu. Sen ise benim senin ölümüne izin vermez halimle hâlâ buradasın ve bu mektubu dinliyorsun. O yüzden belki de onun ismini alman ya da ben olmadan doğman en iyi hayat ihtimalin olabilirdi. Hem düşünsene Monte Carlo Kralı’nın adaşı bir MotoGP pilotu ilginç olabilirdi.
Sanırım sen Senna’nın başarılı kariyerini alırken, bu kazanın olmadığı ihtimalde belki de daha da başarılı olabilecekken ben yardımseverliğini aldım. Yani en azından senin kazan olana kadar böyleydi. Nerede ne yaptığımın belli olmayışına rağmen annemle beraber çocuklara ve yardıma ihtiyacı olan insanlara ulaşmak hayatıma bir zamanlar renk katıyordu. Anlamsızlığın ortasında bir anlam yaratmam için mumlar yetiyordu. Lakin annemle beraber kendi derdimiz ile öylesine meşgulüz ki başka birine yardım etmenin yakınından geçemiyoruz. Belki ben sana ve bir şekilde de onlara izin verseydim o yine birilerine yetişebilecek enerjiyi bulabilirdi. Ama ben yine şımarık küçük kardeş olup seni yaşamaya onları da senin her gün ölü olduğunu yeniden hatırlamaya mecbur ettim. Belki de ben bu nedenle gezegendeki, bir ihtimalle de bu evrendeki en kötü insan olabilirim. Hitler’den bile kötü olduğumu ise benden başkası bilemez. Zira benim kötülüğüm sadece en sevdiklerime olurken onlar beni kimseye şikâyet etmez, edemez.
Çocukken prenses olduğum sanrısına kapıldığımdan belki de benimle hâlâ uğraşmaya devam ediyorsunuz. Ben olmasam her şey bir şekilde daha iyi olabilecekken ben her güzel anı bir şekilde bozup orada yaşanabilecek güzelliklere zarar veriyorum. Mesela en basitinden bir örnek vermek gerekirse sekizinci doğum günümüzü nasıl berbat ettiğimi hatırlayabiliriz. Sen her zamanki gibi uyumlu çocukken ben uyumsuzdum. Ve bunu bir prenses olarak yapmayı da kendime hak olarak görüyordum. Şımarık zengin çocuğu olarak istediğimi alamadığım için her şeyi kırıp döküyordum. Sonrasında ise senin bisikletinle evden kaçıp gitmiştim. Bir duvara çarparak durana kadar da kimse beni durduramamıştı. Sanki şu anın bir ön gösterimi, gelecek yıllarda olabilecek olanın göze sokulması değil mi?
Eski anıları unutup devam edelim. Yeni anılarım yok ama anladıklarım var. Şehirleri teker teker gezerken evin ne olduğunu, nerede bulunacağını da sorguluyorum. Ve bu sorgulamanın ilk sonuçları arasında evim olabilecek yer hakkında bir ihtimalim var. Çocukluğumdan beri en sevdiğim ve bisikletle ölümüne kaza yapmaktan korkmadığım tek yerin evim olduğundan ciddi anlamda şüpheleniyorum. Çünkü prenses olduğumu sandığımdan ve ikinci adımın Grace Kelly nedeniyle Grace olmasından Monako mantıklı görünüyor. Ki Monako’da olduğum süreçte hâlâ benim evim gibiydi. Aradan geçen zamana rağmen sanki bir şekilde oradan hiç gitmemişim ve gitmeyi düşünmemişim. Keza bir yere gittiğimde ilk düşündüğüm oradan ne zaman ve ne şekilde ayrılacağım olur. Ama Bakü için yola çıkmam gereken saat yaklaşırken evde kalmak, ne olursa olsun orada kalarak bir yol bulmak istedim. İstesem de başaramadım. Ne yazık ki her çiçek her toprakta büyümeyi, saklanmayı ve korunmayı başaramıyor. Bunu geride kalan günler içinde yeniden anlamak zorunda kaldım.
Bilmiyorum. İçinde bulunduğum ruh halinden ötürü her şey daha kötü göründüğünden mi bilmiyorum ama beni insanlar nasıl sevmiş anlamıyorum. Her yaptığım, aklımın ucundan geçenler bile bazen kendime kızmam için yetiyor. Seni bırakıp buraya geldiğim için yeterince vicdan azabı çekmem yetmiyormuş gibi aklımdan geçenlerle bile savaşıyorum. Kendimi olup olabilecek en kötü insan olarak sınıflandırmaktan başka bir şey yapamıyorken sen benden çok daha iyiydin. Hem benim gibi derin kuyulara düşmez, yapman gerekenden kaçmaz ve her ne olursa olsun orada olmayı başarırdın. Belki bazen biraz fazla sinir bozucu olurdun ama er ya da geç gönül almayı, barışmayı ve güldürmeyi en iyi sen başarırdın.
Hem aynı hem de farklıydık. Bendeki mızıkçılık sen de yoktu ve sanırım bundan ötürü ben sen olmayı çok istemiştim. İstediğim şey yüzünden direttiğim zaman asla benimle ya da başka biriyle güç mücadelesine girmezdin. Liderlik yarışında biraz ellerini kirletsen bile sonunda olan hep aynıydı. Evde oyun oynarken bile biraz diş göstersen bile hep orta yolu bulur, anlayışını da nezaketini de kaybetmezdin. Ama ben hep o en ince noktada senden farklılaşırdım. Bundan ötürü de yine ve yeniden seninle uğraşırdım. Arkadaşlarını benden çok sevmenden de delice korkardım. Bir sürü arkadaşım olmasına rağmen ilk arkadaşımı paylaşmak hep zor gelmişti ve sen o okula gittiğinde gitmemen için en sevdiğin eşyalarını saklayan da bendim. Şimdilerde ise seni zorla yaşatıyorum. Zorlamaktan asla vazgeçmiyor ve günden güne daha kötü olmayı bir şekilde başarmanın haksız gururunu yaşıyorum.
Uykum var ama uyumak istemiyorum. Sen uyumaya devam ederken uyumaktan asla ama asla hoşlanmayacağım. Uyuyabildiğim en az uykuyla devam edeceğim. Sanki bu seni bize geri getirebilirmiş gibi ama hiçbir şey geri gelmez, değil mi?
Sanırım sana bugün neden bu kadar içtiğimi söylemenin zamanı geldi. Beş yıl sonra ilk kez Leonard’ı gördüm. Miami’de olduğunu bilmiyordum. Aslına bakarsan nerede olduğundan da o günden beri haberdar olmuyordum. Ve bu karşılaşma benim için çok tuhaftı. Tanıdığım birini tanımıyormuş gibi yanından geçip gitmek midemi bulandırdı. Gims’in kliplerinden biri vardı. Bir tünelde birbirinin yanından geçen iki kişi olan o klipten bahsediyorum. Oradaki hissi artık merak etmeme gerek yok. Suç ortağımı yanında yeni suç ortağıyla görmek yıkıcı ve çok can acıtıcıydı. Başını çevirip gitmekle düşüncelerimden de atılamadı.
Düşündüm de o şarkıda sonu gelmeyen bir uykuda dahi görülmek istenen biriyle ilgili bir dize vardı. Tam emin olamıyorum. Belki de şarkıyı açıp dinlemeliyim ama bir şeyler bunun bana zarar vereceğini söylüyor. Daha fazla zarar alabilecek konumda değilim. Zarar görmek de düşünmek de istemiyorum. Lakin orada kendi felaketimi gördüm. Birinin felaketi olduğumu çok ama çok sonra anladım. Belki de sen benim ilk kurbanım değilsindir. Kim bilir?
Miami’deyken umacağım şey Kırmızı ya da Mr. Champagne kazansın olmayacak. Onunla yeniden karşılaşmak istemiyorum. Bu sebeple odadan çıkmama düşüncesi ile savaşacak gibi bir halim var. Ki plajda bu denli içmemin nedenlerinden biri de buydu. Kendi tercihlerimin sonucu ile karşılaşmak canımı sıktı. Yapabileceğim daha iyi bir şey yokken sarhoş olmak ve kaybolmak kurtarıcıydı. Sanki zaten kayıp değilmişim gibi kaybolmaya uğraşmak herhangi bir şeye çare olabilirmiş gibi denedim. Ama kendimi üzmekten başka bir şey yapmadım. Yani her zamanki benden bahsediyoruz. Ruhsuz bir taş bebekten başka hiçbir şey olmayı becermesine imkan olmayan kardeşinle gurur duyuyor musun? Ben sayısız yarış kazanan kardeşimle gurur duyuyorum. Buna rağmen kendimden nefret ediyorum ve senin yerine orada uyuyan kişi olup dünya üzerinde yer kaplamamayı hayal ediyorum. Hayalimi ise sen yaşıyorsun.
Ruhsuz kardeşin Maya…