Mayıs 20.., Miami

Ve yine buradayım.

Sarhoş değilim. İlaç kullanmadım. Güneş altında uzanmış kendime işkence etmiyorum ya da işkence yöntemleri düşünmüyorum. Aklımdan şu ana kadar kötü hiçbir şey geçmedi. Bir an sonra ne olacağına ise söz veremem. Çünkü biliyorsun ki hisler düşüncelere, düşünceler ise kelimelere yön verir.

Bir şeyleri değiştirmek, kendimde sevmediğim bazı yönleri düzeltmek için bu yolculuğa başlamış olsam da bir adım atmakla bir an içinde tamamen iyileşmek mümkün olmuyor. Eğer böyle bir şey olabilecek olsa ilk ben yapardım. Ancak olmuyor. Yıllar boyunca alışılmış olanı tek hamlede yok edebilmek ne yazık ki kimsenin elinden gelmiyor. Bazı şeyler için zamana ve her şeyden önce insanın kendine anlayış göstermesine ihtiyaç var. Ve ben iki uçta arasında her an salınmaya devam ediyorum. Bir an dibe çökerken bir süre sonra, uyuyup dinlenip kendime az da olsun gelince yükselmeye, daha iyi hissetmeye başlıyorum. Ki uykusuz olduğumu sen de en az benim kadar iyi biliyorsun. Yeterince uyusam belki her şey daha kolay olabilecekken uyku bana sadece sana ne olduğunu hatırlatırken ona senin gibi bulanmak, pençesinde kıvranmak ya da ölmek istemiyorum.

Kendime sürekli burada olmaktan duyduğum nefreti hatırlatıyorum. Bir totem yapmış ve evden kaçıp takvimin peşine düşmüş olsam da burada olduğum için her şeyden nefret etmem, huzursuz olmam gerektiğini düşünmeden edemiyorum. Sanki Hokusai’nin tahta baskı eseri Kanagawa Oki Nami Ura içinde sıkışmış gibiyim. Dalga boyumu aşmış ve ben denizde sadece bir tahta üzerinde hiçbir kaçacak yerim olmadan duruyorum. Fuji Dağı’nı görsem de asla ama asla oraya gidemeyeceğimi biliyorum. Gitsem bile yine başka bir felaketin içine sürüklenme olasılığından kurtulamayacağım. Çaresizim ve olduğum yerde olacak olanın olmasını bekleyip duruyor, bu bekleyiş içinde daha da fazla azap çekiyorum. Çünkü dalga birkaç saniye içinde beni alıp varlık sahasından sonsuza kadar silecek ve mücadele etmem hiçbir şeye yardım etmeyip işkenceyi sonlandırmayacak. Üzerime gelecek olan sudan kaçamayacağım. Hayat kaynağı olarak görülen su beni öldüren yegâne neden olacak. Ya da Fuji’ye doğru gitmeye çalışacağım ama bu kez de başka bir neden, belki de ateş beni öldürecek.

Sanırım her şey aynı nedene dayanıyor. Ölmekten korkuyorum. Ölüme neden olmamış bir kazaya tanık olsam da o günden beri ölümden korkmadan edemiyorum. Annemle babamın çocuk sahibi olması bile bir ölüm sonrası alınan karardan ötürüyken ölecek olmayı bilmekten nefret ediyorum. Ve aslında yarıştan, hızdan ya da motorların çalışma prensiplerini inceleyip onları daha iyi hale getirme fikrinden uzaklaşmak istemiyorum. Buna karşın ölüme duyduğum korku ile kendime yalan söylüyorum. Zira insanın kendine yalan söylemesinden ve kendini bir şekilde kandırmasından daha kolay hiçbir uğraş yok.

Son zamanlarda Kırmızı’nin pilotları keşif için yumuşak lastiklerle yolladığı gibi nasıl açıklayacağımı bilmediğim haldeyim. Yaşanan günlerden anladığım kadarıyla kendimi asla Avustralya GP’de araçta kendini daha rahat hisseden Mr. Champagne gibi hissetmeyeceğim ya da herhangi bir şey yüzünden ceza almayı göze alıp pit duvarı tellerine tırmanacak kadar mutlu olma yolunu bulamayacağım. Yine ve yeniden sıralama turlarının sonunda piste çıkarken tek turluk yakıtım olacak. Onu da yeterince iyi kullanamayıp yedinci sırada kalacağım. Arayışımın sonu gelmeyecek, yeniden aynı şeyleri yaşayacak ve hatalar yapacak ama akıllanmayacağım ki bunların hepsinin nedeni aynı olacak. Ölmekten korktuğum için yaşamayı reddederek sözde bir gün daha nefes alıp vereceğim. Her şey anlamsız olacak ama yaşamış görüneceğim.

Yaşamak kesinlikle nefes alıp vermek değil. Hayatında herhangi bir amacın yokken ve bir şeylerden korkarken yaşadığın şeyin bir adı yok. Ufak tefek sorunların gözlerini kör etmesi dışında hiçbir şey olmuyor. O amacı bir kez kaybedince, sadece bir kez korkunca yıkımın en büyüğü seni buluyor. Enkazın altında senden başkası kalmazken ne kadar istesen de korkmayıp bir adım atamıyorsun. Benim durumum da bir adım atmış gibi görünsen de aslında sadece bir başka yerde saklanıp yalanlarına yalan eklemekten öteye geçemiyorsun.

 

Annemle babamı şu son birkaç günde daha fazla düşünmeye başladım. Birbirlerinin ilk aşkı değiller. Dünya üzerinde birbirinden çok uzak noktalardan gelmişler. Yani annem annesinin tercihleri sonucunda Paris’te doğup büyümüş olsa da tam bir Fransız değil. Büyükbabamızın yanlış davrandığından ya da onu karısının kontrolüne bırakarak büyütülmesine izin verdiğini söylemiyorum. Annem sadece kimseye benzemiyor. Babamla yan yana durduklarında artık birbirlerine benzer ve birbirleriyle ilişkili gözükseler de o eski fotoğraflarda birbirlerinden çok farklı dünyalara ait görünüyorlar. Ki ilgi alanları da düşünüldüğünde ortak noktaları olmasına karşın hâlâ sanki birlikte olmaları imkânsızmış gibi görünüyor. Yine de günün sonunda onların arasındaki farklılık bir hayatı paylaşmalarına neden olmamış. Peki şimdilerde birbirinin aynı olan insanlar neden birlikte olamıyor? Belki de doğru soru bu değildir. İnsanlar neden birbirine daha fazla anlayış göstermeye çalışmak yerine başkalarını yedekte tutup bazı durumlarda ise birkaç ilişkiyi aynı anda yönetiyor.

Çok yanlış bir ailede doğduğumuzu düşünmeden edemiyorum. Çok kötü örnek oldukları halde en doğru örnek olmaları canımı yakıyor. Bir gün onlar gibi olabileceğim kimse yokken ya da onu nerede ve nasıl bulabileceğimi bilmezken daha da yalnız hissediyorum. Annem ve babam bize bir şey olsa birbirleri ile avunabilecekken bizim kimsemiz yok. Şu durumda senin birini bulmaya pek ihtiyacın yok. Yalnız olduğunu hissedemezsin. Ki zaten annem de babam da ve hatta ben de senin yanındayız. Buna karşın ben yalnızım, yalnız hissediyorum. Konuşmayı istediğim zamanlar oluyor. Birine sarılmanın dışında yapılacak hiçbir şeyin olmadığı zamanlar var. O zamanlarda sadece yalnızlığım var.

Eskiden sana sarılırdım, seninle konuşurdum. Uyuduğun ilk günden beri yine seninle en çok konuşan, başında gevezelik eden ben oldum. Ama beni dinlemediğini biliyorum. Gözlerime bakıp beni anladığını belli edemiyorsun. Temkinli adımlar atacak şekilde bana yol göstermekten çok uzaktasın. Ve ben sana eziyet ettiğimi düşünürken bencilce davranıp gitmene hâlâ izin vermeyerek hepimize acı çektiriyorum.

 

Babamın bizimle ilgili en büyük hayalinin ne olduğunu hatırlıyor musun? Hem senin hem benim yarışmamızı istiyordu. Bir zamanlar kendisi yarıştığı gibi bizden de böyle bir geleceği seçmemizi beklerken evdeki Prost ve Senna olsaydık ondan daha mutlu kimse olamazdı. Ki sen onun Senna’sıydın ve yarışmayı, o pistte olabilecek her şeyi daha ilk anda kabul ettin. Benden de beklenen buydu. Ama o gün korktuğumda her şey sonsuza kadar değişti. Senin kadar orada olmak istesem de seninle beraber pek çok kez carting yarışına çıkıp sana rakip olsam da Prost olamadım. Hep istedim ama korku virajlarda da düzlüklerde de yanımdaydı. En önemli anlarda hatalar yaptım. Risk alma eğilimimi baskılayıp tepki süremi yavaşlattım. Mayamda olan şeyi arkamda bıraktım. Babam da sonunda bile bile hata yaptığımı, kaybetmek için uğraştığımı görüp benden vazgeçti. Hayallerinde olduğum Amati de Lombardi de ölüp gitti. Vaftiz annemi beni ikna etmesi için göndermeyi de günün birinde bıraktı. Canavar Terbiyecisi bile beni nasıl büyük bir mücadele verirse versin terbiye edemedi. Marie kendini sinema persinde başarıyla canlandırıp Cesar alan Merin Martin’in kızının akıl hocası olsa da onun cesaretini getirmeyi ne yazık ki başaramadı. Çünkü sorun onunla ilgili değil, benden kaynaklıydı.

İlkel rekabet duygusunu sevdiğimi bilse bile daha ilkel başka bir korku ile mücadele edemeyişim onu da babam gibi geri çekilmeye mecbur bırakmıştı. Kendini koruma iç güdüsü yüzünden risk almaktan kaçarken ilk kez detayların içinde boğulmuştum. Düşünecek o kadar çok şey vardı ki neyden korktuğumu unutacak hale gelmiştim. Ve zaten sonrasında çok fazla şeyi kısa sürede unuttum. Ya da unutmuş gibi yapmaya devam ettim. İstediğimi görmezden gelerek her şeyin mükemmel olacağını sandım. Ancak ne yaparsam yapayım çok uzağa asla ama asla gidemedim. Ne yapmam gerektiğine dair öngörüm her daim orada dursa da bunu asıl olması gereken yerden uzak tuttum. Güdüsel hareketlerdense planlamam gerektiğine inanarak en sonunda bugüne gelmiş oldum.

 

Can sıkıcı şeylerden konuşmayı bırakıyorum. Ya da bir noktada yine canını sıkabilirim ama bu son kez olabilir. Bu nedenle önce bugünden, günün güzel kısmından bahsetmek belki senin için daha güzel olabilir. Çünkü bugün sıralama turlarına gitmedim ve sanırım bir daha da herhangi bir yarışa gitme ya da izleme düşüncem yok. Hatta yapabilirsem, cesaret edebilirsem annemi arayacağım. O beni aradığında değil ama ben onu aradığımda ona söylemem gereken çok önemli bir mesele var. Hepimizi etkileyecek bir kararı sonunda verebildim ve bundan biz ya da bir başkasından daha çok sen etkileneceksin.

Dünkü alkol batağına rağmen sabah düşündüğümden daha hızlı kendime geldim. Uykuya düşman olduğum için ve alkol yüzünden ayılmam normalde zor olduğu halde her şey çok uzun zamandan beri hiç olmadığı kadar berrak, hatta parlaktı. Gün geneliyle ilgili bir planım zorunlu olarak olmasına karşın sıralama turlarına gitmeme kararı aldım. Ki bu karar ilk önce bu yarış içindi. O yüzden kafamın içindeki şey gerçek bir tatil yapmak, gerçekten bu yaptığım her ne ise ondan zevk almaktı. Bu sebeple otelin havuzuna indim. Sabahın dokuzunda ve diğer zamanlara göre daha sessiz olan havuzda bir saatten uzun süre yüzdüm. Sonrasında ise galiba sen komaya girdiğinden beri ilk defa düzgün bir kahvaltı yaptım. Doyduğuma ilk kez emindim. Zira daha önce yemek yesem de yemesem de birdi. Farklı hissettiren bir şey olmuyordu. Lakin bu sabah aç olmamaktan ötürü tuhaf bir huzura sahip oldum.

Kahvaltıdan sonra otelden çıktığımda Perez Art Museum’a gitmeyi seçtim. Merdiven basamakları üzerinde bir süre oturdum. Ama içeriye girmedim. Olmam gereken yerin orası olmadığını bilsem de nereye ait olduğum, nereye gitmek istediğim ilk anda muammaydı. Orada, o basamakların üzerinde otururken seni düşünmeye başladım. Bir süre ağaçlara, giriş üzerinde bulunan çatıdan sarkan bitkilere, yani anlayacağın yeşil olan ve olabilecek her şeye uzun süre bakarak sen yanımda olsaydın ne yapacağımızı düşündüm. Senin tercihlerin düşünüldüğünde Evergrades’e gitmek isteyeceğine emindim. Kısa bir süre de olsa bunu yapmayı düşünsem de sonrasında vazgeçtim. Seni ya da başka birini düşünmeden kendi istediğim şeyi bulmanın bana daha fazla yararı olacağı aşikardı. Bu sebeple de gitmek için Crandon Park’ı seçtim.

Crandon’da yürüdüm. Çok uzun bir süre hiçbir şey düşünmeden yürüyüp içimde bulunan bir tür hırsı ve öfkeyi yatıştırmayı denedim. Büyük oranda da başarılı olunca oturdum. Teknik olarak okyanus kenarında uzunca bir süre ufuk çizgisi gibi görünen o son noktayı, suyun ve göğün mavisinin birleştiği yerden gözlerimi ayırmadım. Güneş’in parlaklığı her an azalırken kendime de sana da yalan söylemekten yoruldum. Her şey güzelmiş ya da güzel olacakmış gibi davranmak istemiyorum. Çünkü bunun gerçeklerle veya olabileceklerle hiçbir bağı olmadığı ortadayken yalan söylediğimi kabul ediyorum. Hiçbir şey sana yansıtmaya çalıştığım gibi değil ve açıkçası çok daha kötü günler gelecek.

Sana Avustralya’ya giderken bıraktığım mesajda her şey çok güzel olacak gibi davranıp aptalca bir toteme tutunduğum için özür dilerim. Fark ettiğin gibi yarışlardan olabildiğince az sana bahsediyorum. Bu yarışlara dikkat vermediğimden değil. Aksine daha da dikkat ettiğim ve benim için anlamlı olduğundan yarışlar hakkında konuşmamayı seçtim. Lakin şimdi artık buna devam edemeyeceğimin farkına vardım. Kendime yalan söylemek iyi hissettirse de yalanların gerçeğe dönüşmeyeceğini anladım. Burada hayal kurmaya da olması gerekenin olmasına izin veren bir sistem de yok.

Formula benim sevdiğim ve bildiğim yarış olmaktan çıktı. En önemli işlerden biri güvenli bir biçimde yarışı bitirmekken artık bunları göremiyorum. Sonuçlara yapay müdahaleler var ve bu tarz müdahaleler günden güne güveni daha da sarsıyor. İzleyicilerin ilgisini çekmek için yapılanlar istenileni verip dikkat çekerek reytingleri arttırsa da günün sonunda bu yapılanların sportif olarak ne kadar etik olduğunu tartışmaya açıyor. Sezonu yayınlayan dijital yayıncı için reality show gibi bir hale gelen yarışlarda o eski günler yok. Mücadeleden daha çok kimin ne kadar güce sahip olduğu ya da arkasından onu kimlerin desteklediği önem arz ediyor. Yarışlar pistte değil de anlaşmaların yapıldığı masalarda yarışların ev sahibi şehirlerine gitmeden çok daha önce bitmiş bile sayılabilir. Sadece kaos isteyip gösteriyi devam ettirelim derdindeler ve bu bana çok fazla NBA tipi geliyor. İçi boşaltılmış insanlar gibi kavramlar da yarışlar da olup arkalarında bir mücadele bırakmadan unutulup gidiyor.

Sana anlatmadığım çok şey var. Babamın da seninle benim gibi oturup yarışları izlemesi mümkün olmadığından bazı olayları saklamak kolaydı. Ama bunu yapmak istemiyorum. Sana Bahreyn’de duran start esnasında bir pilotun aracının ikiye ayrıldığını söylemeliyim. Ya da o gün evden ayrılıp gittiğim ilk yarış olan Avustralya GP’de sekiz aracın yarış dışında kaldığını, sayısız kez kırmızı bayrağın çıktığını çekinmeden anlatabilmeliyim. Mr. Champagne’in yarış başladıktan saniyeler sonra çakıllara girmesi ile üçüncü yarışta ikinci kez yarış dışı kalarak sezona başlayabileceği en kötü başladığından bahsedip totemin gerçekleşmeyeceğine dair olan inancımı kazandığımı söylemekten çekinmemeliyim. Last Matador’un yine bir duran start sonrası yaptığı seçimlerle zaman cezası almasının onu hangi sıralamaya gerilettiği hakkında ne düşündüğümü anlatabilmeliyim. Ya da anlatmalıydım. Ama geldiğimiz noktada sana pembe bir tablo çizip kendimi de senin de kandırmakta öteye geçemedim. Ve bundan yemin ederim ki çok yoruldum. Artık devam etmek istemiyorum.

Anlatmaya çalıştığım yola çıkarken olduğum kişiyle bile aynı değilim. Geride kalan bir aydan biraz fazla devam eden bu sürecin sonuna geldim. Yapmak istediğim şey bana eskisi gibi seyir zevki vermeyen ya da gerçek mücadeleler sunmayan bir oluşumun peşinden gitmekten başka bir yere doğru evriliyor. Belki de ilk kez büyümeyi göze almak istiyorum. Olacak olanın olmasına izin verip kaçmayı sonlandıracağım. Bu saçma yarış takibinden de seninle ilgili karar verenin ben olmam gerektiğiyle ilgili inadımdan da vazgeçiyorum. Yani cesaret edebilirsem en kısa sürede annemi arayacağım. Yarınki yarışı izlemeyi bile beklemeden eve döneceğim. Evde çok uzun süre kalmayacağım ama seninle vedalaşmamız gerektiğine inanıyorum. Mektupla ya da uzaktan yapabileceğim bir şey değil. Elini tutarak özür dilemek istiyorum. Beni duymana imkân olmasa da bunu yapmak zorundayım. Annemizin karnında bile hiç ayrılmamışken ayrılık konuşmasını yapıp karar hakkımdan feragat etmek için yanında olmalıyım. Geri gelmeyeceğin gerçeğine ilk ve son defa inanmak zorundayım. Sonrasında ise olacakların olmasını izlemenin ve görmenin dışında yapılacak hiçbir şeyimiz yok.

 

Artık büyümeyi kabullenmeye başlayan biricik küçük kardeşin Maya…

 

Ellerim titriyor. Bitirdiğimi sandığım bir mektuba yazmak için bir masada otururken şu an içimde hiçbir şey yok. Ben annemi aramaya cesaret etmeye çalışırken annem aradı. Ve asla duymak istemediğim o haberi verdi. Sen nasıl bensiz ve veda bile etmeden gittin?