Durdum önce burda... Duvar, ev, aynalar, kalmak ve yüzümde büyüyen sancıya bakarak... Orda büyüyen ağaç, burda beni yüzleştirecek bir akşamla ve benden gidenlerle...


Önce hep burda. Bu evle uzaklık arasında bir oyuk gibi içimi deşip kendine bir toprak edinmeye çalışan köksüzlüğümle. Hala ağaca heves eden benim burda. Çünkü buraya, özlemek tohumunu ben ektim ve bekledim bir gün yeşerir diye. Beni de bir ağaç olmaktan sayar diye.

Çocuk aklım, kalbimin yaşadığı dehşetleri hiçbir zaman anlamayacak kadar geçmişte kaldı. Büyüdüm ve burda eksik olan bir yüzümle kalmaya geldim. Bir kez daha tüm aynalara bakıp sancımı ve bu sancımla büyüttüğüm kendimi sevmek için...

Bu ağaç benim. İçinden yara alan bu ağaç şimdi yarasına dokunmayı bilmenin inceliğiyle büyüdü...


Büyümenin öncesiydi. Evle ayna, ayna ile ben arasında bir sırrı tuttum. Beni anlasınlar diye bekledim. Bekleyişimi dinler diye bir ses. Gelmedi. Yoktu ve uzaktı. İçimden konuşmayı bir dil gibi edindim. Gitmeyi hayal edip durdum. Biraz anlayınca ve kavrayınca yaşımın arayışını, düz ve eğik yolları yürümeyi bir gayretle adımladım.


 

Durdum gittiğim her yerde. Durmayı anlamak ve bilmek için çokça denedim.

Bir parça fazla hüzün, çokça kırgınlık kayıpla kalmaya baktım.

Çünkü kalmak üstümde bir elbise gibi

Çünkü kalmak bir çukur gibi

Yıllarca içimde kaldı. 

Kendimi bulmayı hayal ettiğim tüm aynalardan yarım bir suretle ve dalgın ayrıldım. Ayrılmanın bende kalan yalnızlığını tüm kırılmış parçalarda yüzüme yansıttım ve orda kaldım. 

Küçükken aynalara bakarken yüzümde beliren o umudun bir umutsuzluk oluşu, yüzümün hüzün çukurları ve alnımda kalan telaşın hiçliği...

Duvarları ve kitapları ezberledim. İlk o cümleyle, ilk o kırgınlıkla odamın kendime dair sancısını büyüttüm. Kendime dair bir odanın ötesi kendime dair bir sancıyı büyütmek oldu.

Belki beni de kabul ederler diye beklediğim o kapılarda, itilmiş bir suret ve sesimde yok sayılmanın çaresizliği...


Evden ayrılmak, ilk kez bir casaretle ve arkamda herşeyi koparılmış bir bağa özlemi dindiremeyerek gerçekleşti. Ben de doğduğum bir yerden koptum ve farklı bir şeye benzeyen yanımla kabul edilmeyi bekledim. Başka bir duyguyu, bir teni, sesi, aşkı ve heyecanı içinde taşıyan o çocuğu kimse görmedi. Görmek mümkünken bu mümkün olmayan sancıyı kim yerleştirdi tenime diyen kalbimi, kızgın ama öfkeye varmadan durdurdum ve kendime başka bir yol bulmaya koyuldum. Her gece bu sancıyı dünyaya anlattım dinler diye. Koşup bir hevese, belki rengimi bilirler diye çoğunluğun bilineni içine yerleştirdim adımı. Beni de bilinmez saydılar. Toplum ya bu. Evin toplum olduğunu aşacak kadar güçlü değildim o zaman. Ben de bilmiyorum neresine düştüğümü bu kara deliğin. Sancımı, ilk aşkımı, heyecanımı bir şiddetten, topluma dahil olmanın şiddetinden korurken üstüme yapıştı bu leke. Bu güç kaybım ve yenilgim. Kan bağı dedim beni bu bağa neden dahil etmedin. Kendinize ait sevginiz benim gibilerin sevgisini nerede unuttu. 

Nerede unuttu beni. 

Unutulmayı hakketmiş bir cümle olmayı reddetip, kendime tertemiz bir hayat hayal ettim sonrasında. Bazen düşerken hatırladığım ayağıma, o dikenler, o camlar geçmişten hala. Yumruk yaptığım ilk elim orda öfkeyle değil, var olmak için sadece. Ve görün diye rengimi. Beni de gökkuşağından bilin diye...


Reddetmekle başladı kendimi kabul edişim. Önce sustum. Önce sustum kendimle olan varlığımın sancısını. Önce reddettim sizin gibi. Önce korktum. Sonra bir sarsıntı içimde. Birikmiş bir boşluğu dolandı aklım ve kalbim. Birden bire bir suret bana karşı. Neden kendini reddettin diyerek ağlamaya başladı. Ağlamaya ve o kırılan aynalardan çıkarak dışarı. Bu kırgınlığını düzelt, bu rengini al ve sev diye. Bu ağaç sen. Bu durgun su sen diye. Kurumaktan ve ölümden kurtardı beni. Bir başkası değil ben olmaya itiş, ben olmaya var olmak için. Sesimi duymayı öğretti. Bilinmiş herşeyi bırakıp kendini bilmeye koyul dedi. Önce sustum ve şimdi konuşmak o sancılarımı. 

Bu cümle senin...yarım, eksik, yenilmiş de olsan bu cümle senin. 

Seni sevgiyle andım diyen bir el, bir suret ve bir kalbi konuşmaya başladı aynalar. Bu renk senin al ve bürün kendine. Çünkü asolan sensin. Toplumla evin ağırlığını boşver ve bu boşluğunu bil. Bu boşluğunu öğren. Bu boşluğunu aşkla doldur diyen elleri görmeye başladım sonra gözlerimde. Benim gibi olanla, olanlarla ilk tanıştığımda aynalara bir gülümseme verdim. Bu gülüş benim. 


Kabullenişe geldim ve durdum kendimle sımsıkı bir sarılmaya. Kutsanmış tüm gerçekleri çırılçıplak reddettim ve kaldım bu tertemiz yalnızlıkla. Bu yalnızlık benim. Çoğunluğun kalabalığı içinde yok sayılmış rengime döndüm. Sesim benim. Cümlem benim. Okumayacaklar hiçbir zaman bu varlığımı ama burda inat diye bekleyeceğim. Burda inat diye kalacağım. O kurumaktan yeşillenmeye büyüyen ağaca bir kök olmak için, içimdeki o nehire yol bulup durgunluğumu akmak için. Bir inatla daha kalmaya geldim. Şimdi yaralarıma suçlu diye kalbimle uzak tuttuğum Annemi bu toplumla bir tutmayacağım burda. Büyüdüm çünkü. Anladım ve affettim sevgisizliklerimi. Annemi o sevgisizlikle büyüten bu yerden koparıp kendi sevgimle ve rengimle seveceğim diyerek durdum burda.

Beni kırgınlıkla doğurmuş ve öğretilmiş bir bilinenle büyütmüş bir kadına aynalardaki suretlerimi anlatmaya, kabul ve red bir sevgiye ne verilirse onu feda etmek için yine de. Kalacağım bu kez. Bu kez inatla kalacağım burda. Orda olmayacağım. O kırgın bilinmezlik ve reddedilişin içinde. Yumruk yaptığım ilk elimle tekrar duracağım. Durmayı burda, kendi evimde ilk sancımı ve yaramı bana yaşatan duvarlarla yüzleştireceğim. O duvar beni de sever belki o duvar...


Tüm sevgisizliklerimi sevgiyle affettim. Yüzüme, akşamın rüzgarı, yeni aynalar ve durmanın başlangıcını yerleştirdim...

 

Kırılırsam alışığım, kurursam yeşeririm, düşersem kalkarım. Kendime yüzümü dönüyorum. Evime yüzümü dönüyorum. Köksüzlüğüme dokunacağım.

Ve önce duracağım...