Kapı çaldı. Saate baktığımda 18.18 olduğunu gördüm. Birkaç bölüm dizi izleyeceğim dememe rağmen yine bir sezon izlemişim. Emirhan gelecekti. Hemen Dursun’la yarışarak kapıya koştum. Hala beni yenebileceğini ve evden kaçabileceğini sanıyor. Kucağıma aldım ve kapıyı açtım. “Hoş geldin bebeğim.” Diyerek sarıldım. İki gün olmuştu görüşmeyeli ve özlemiştim. Bende kaldığı zamanlar beraber uyanmak güzel oluyordu ancak sürekli beraber kalmak bizi yıpratacağından beraber yaşamıyorduk. Son zamanlarda içsel karmaşıklığım yüzünden evden çıkmıyordum ve tek eğlencem ya resim çizmek ya da uyumak oluyordu. Bugün bir farklılık yapıp akşam dışarı çıkmaya karar vermiştik şimdiyse hazırlanmam gerekiyordu.
“Ne yapıyorsun bakalım? Ne zaman çıkarız?” diye sordu hemen. Kapıyı kapatıp Dursun’u kucağımdan indirmiştim. Salona geçip bilgisayarımı gösterdim. “Dizi izliyordum ve seni bekliyordum. Hazırlanmaya başlayayım. Açsan dışarda bir şeyler yiyelim.” Dedim. Aç olduğunu söyledi. Ben hazırlanırken içeride bilgisayarımdan klavye sesleri duydum. Şarkı açacağını tahmin ettim. Genelde gelir gelmez şarkı açıyordu çünkü. *Put Your Records On* diye bir şarkı açtı. Sürekli dinlediği listeden bir şarkıydı. Bu aralar bu listeyi ikimiz de baya dinliyorduk.
Havalar sonunda güzelleşmişti. İzmir’in en sevdiğim zamanlarıydı. Bahar zamanları, biraz da yaza çalan günler. Hava hep mis gibi kokardı ve ıslak saçla dışarı çıkılırdı. Saçım hemen kururdu ve hasta olmazdım. Gerçi şu an saçlarım ıslak değil ve neden bundan bahsettiğimi bilmiyorum. Dediğim gibi uzun zamandır eve tıkılmış durumdaydım ve sonunda dışarı çıkacağım güzel bir hava vardı. Bir pantolon bir tişört giydim. Bu aralar toprak tonlarına ve doğal renklere taktığım için koyu yeşil bir bol pantolon ve krem rengi tişört giydim. Tişörtle debelenip içime düzgün sokuşturmakla çok uğraşmıştım. O sırada anahtar sesi duydum. Buse işten gelmişti galiba. Hemen hazırlanmayı bırakıp kapıya koştum ve Dursun koşmadan salon kapısını kapattım. Bu kedinin kaçma çabaları hepimizi çok yoruyor.
“İş nasıldı?” diye sordum kapıdan yorgun ve bitik halde gelen Buse’ye. “Çok yoruldum of.” Dedi. Zaten anlaşılıyordu. Birazdan söylenmeye başlardı yaşadığı şeylere. Ben hazırlanmaya devam etmek üzere odama geçtim. "Kesinlikle boy aynasına ihtiyacım var." diye düşünmeden edemedim. Telefonu masaya koyup ön kamerasından kendimi görmek biraz zahmetli oluyordu.
Hazırlandığım sırada Buse kahve demlemiş ve Emirhan’la kahve içiyorlardı. Yaşadığı olumsuzluklardan bahsediyordu. Yine iş arkadaşları saçma sapan şeyler yapmış. Burada bu konulara değinemem malum sıkıntı yaşamasın…
Hazırlandıktan sonra bir sigara yaktım. Emirhan kalan kahveyi bana koydu ve sohbet etmeye başladık. Fark ettim ki herkes bir zorluk yaşıyor, herkes mutsuzluk yaşıyor ama gelecekleri için bir şeyler yapıyor. Bense sabaha kadar oturup, öğlene kadar uyuyup -ki bazen akşama kadar bile oluyor- hiçbir şey yapmıyorum. Ne geleceğim için ne de şu an için. Ben mi çok yanlışım diye düşünmeden edemiyorum. Sabırsız mıyım hayat için yoksa hevessiz mi? Bunu bir türlü anlayamıyorum. Al işte bir içsel hesaplaşma daha. Ne zaman bölünecek acaba? Şimdi Sema olsa “Ne düşünüyorsun oynayalım Ala ne düşünüyorsun?” diye sorardı. Neyse ki çalışıyor.
“Çıkalım mı?” diye sorduğumda saate baktım. 20.20 olmuştu. En başta da demiştim. Hep bana denk geliyor. Bu kadar da denk gelmesi tesadüf mü? Aynı rakamlar, tekrar eden sayılar, saatler… Sürekli karşıma çıkıyor ve her söylediğimde alay ediliyorum. “Çıkalım canım.” dedi Emirhan ve Buse’nin Dursun’u çaresizce oyalama çabaları bize eşlik ederken aceleyle evden çıktık.
Dışarı çıkalım demiştik ama karar vermemiştik ne yapacağımıza. Çünkü karar verseydik, düzgünce planlasaydık kesinlikle yapmazdık. Bunca yıllık ilişkimizde öğrendiğim şeylerden biri bu. Deniz havası almak istiyorum ama çok uzak diye düşünüyorum. Sonra kendime sinirlendim. Hep bu şekilde vazgeçiyorum ve uzun zamandır evden çıkmama sebebim de üşengeçlikti. “Deniz havası mı alsak?” diye sordum Emirhan’a. Acaba üşenecek mi diye düşündüm. İçten içe hem üşenmesin de gidelim istiyorum hem de üşenirse gitmemek benim suçum olmaz diye düşünüyorum. “Olur ne tarafa gidelim?” diye sordu. Uzun zamandır evden çıkmadığımı söylemiştim. Bundan daha da uzun zamandır Buca’dan çıkmıyorum bu yüzden neresi iyi olur diye karar vermekte zorlandım. “Önce Sema’nın yanına uğrayalım istersen orda karar verelim. Olur mu?” diye sordum. Sema’nın çalıştığı yer -ve geri kalan arkadaşlarımızın çalıştığı yer- eve çok yakındı bu yüzden güvenli bölgemiz diyebilirdik. Yapacak bir şeyimiz yoksa oraya gider kahve içerdik. Fikrimi mantıklı buldu ve kafenin sokağına saptık.
Sema sanki aylardır görüşmüyoruz gibi her geldiğimizde aşırı sevinip sarılıyor. Yine aynısı oldu. “Siz oturun ben geliyorum.” Dedi. Böyle dediğinde kesinlikle en az yarım saat oturacağımız kesinleşmiş oluyor. Oturduk ve birer sigara yaktık.
Her zaman olduğunun aksine Sema bu sefer gerçekten hemen geldi. Gündelik sohbetlerimizi ettikten sonra sonunda gideceğimiz yere karar verdik. Reklam yapmak istemiyorum bu yüzden sadece Alsancak’a gideceğimizi söyleyeyim. Normalde çok severek gittiğimiz bir yer değil Alsancak. İzmir’de yaşıyorsanız bilirsiniz oranın kaotik havası hiç insanı kendine çekmez. Ancak hafta içi olduğu için bir nebze umudum vardı sakin olacağına dair. Kalktık ve bir filmde veya kitapta olmadığımız için otobüs durağına doğru yürüdük. İçimden bir ses bu gece eve sarhoş döneceğimizi söylüyordu. Çantamda uzun zamandır taşıdığım ama asla okumadığım kitap omzumda ağırlık yapsa da onun bu minik baskıcı ağırlığını seviyordum. Yürürken yarın sabah erken kalkıp kitap okumak için kendime milyonuncu gerçekleştirmediğim sözümü verdim. Hadi biraz düşüncelerimi kenara bırakıp eğlenmeye odaklanayım.