Fırat’ın son sözleri ahizedeki kulağımda kaldı. Bir kısmı beynime girdi, bir kısmı oracığa takıldı. Gitmiyor. Hepsi kafamın içine akıverseydi diğer taraftan yol verirdim. Veremedim. Öyle bir şey demişti ki… Bunu dostluğun verdiği açık gönüllülükle ve sahip olduğu büyük krediyle öyle sert şekilde söylemişti ki, çakıldım kaldım. Ahizeyi yerine koyamadım. Güya bilmediğim bir şeydi. Sanki ben bunu hiç hissetmemiştim. Tam tersi, hep içimi kemiren bir duyguydu ama adını bu kadar net koyamamıştım. Bazen bir dostun sesi gerçeği ortaya öyle bir şekilde koyuyor ki, istediğin kadar uzağa kaç, kendini kandır, beynini alkole yatırıp orada unut, olmuyor. Kendini sakladığın kovuktan başını uzattığın an kesiyor boynunu. Nefes almak için uzanıyorsun dostuna, hop! Dikenlerinin ucu düşüveriyor, fersizleşiyor.


Biz kirpi nesliyiz, dikenlerimizi zor günler için büyüttük. Dostlarımız, ah dostlarımız, bu gereksiz hayvan neresinden avlanır biliyorlar. Başkasına bırakmıyorlar, alıveriyorlar canımızı. Yine de helalleri hoş olsun.


Banyo yaptım. Sıcak suya bir kez daha şükrettim. Ay sonuna kadar ödemeleri denk getiremezsem soğuğa talim edeceğim. Bundan mı ürperdim, yoksa rengi bozarmış bornozu giymekten mi? İrfan abiyi en azından bir iki saat aklımdan çıkarmaya karar verip salona yürüdüm. Dünden kahve yapmıştım. Bu meret kolay kolay bozulmuyor, o yüzden en çok kahveyi seviyorum. Bolca yapıp kalanı dolaba koyuyor, bir iki gün daha içiyorum. Kahvenin soğuk da içilebildiğini henüz bilmiyorlar. Aslında böyle demlendiğini de bilmiyorlar. Birçok şeyi bilmiyorlar. Yokluktan ortaya çıkan zevkleri bilseler keşke. Eksiklik halleri belki daha yaşanır olur.


İkili koltuğa gömüldüm. Önümde orta sehpa, üstünde mecmua yığını. En yeni tarihlisi bile altı aylık. Haberlerin güncelliğinin önemi yok. Fotoğraflarına bakıyorum ben. Çocuk oyunu gibi. Cemiyet hayatının yüzleri resmigeçit halinde karşımda. Falanca fabrikatör Mehmet Bey katıldığı bir davette şakaları ile diğer konukları gülmekten kırmış geçirmiş. Yazının yanında bir fotoğraf. Mehmet Bey omuzlarını yukarı kaldırmış, gözleri kapalı, boynunu kısmış, kalın gerdanı ceketin vatkalarına doğru yayılmış, kır saçları dört aylık yaz tatilinin kararttığı alnına düşmüş, yanaklarında şarabın verdiği şirin pembelik, parlak gri takımı kilolarından dolayı üzerine emanet gibi, kahkahasına bir iki saniye önce başlamış, ağzı hala açık, etrafında nispeten çok daha kontrollü bir kalabalık, nezaketen gülen şık hanımlar, beyler…


Şimdi ayna karşısında ayaktayım. Mehmet Bey olup bir fıkra anlatıyorum. Açık saçık bir fıkra. Öncesinde nazik hanımları uyarıyorum. Bir iki küfürlü kelimeyi “sinkaf” ile saklıyorum, sonlara doğru dayanamayıp yasaklı sözcükleri koyuveriyorum. Ne de olsa kimsenin beni ayıplamaya cesareti yok. Çünkü ben kazandım, hem de çok kazandım. Paranın verdiği yetkiye dayanarak aşırıya kaçma hakkımı kullanıyorum. Mehmet Bey’in fotoğraftaki formuna gelip o halde kalıyorum. Fotoğraf ile aynı oluyorum. Kıyafet ve fiziksel benzerlikler haricinde -o takım elbise içinde, ben bornozla- ayna karşısında donuyorum. Bir dakika, iki dakika, üç dakika… Bacaklarım yanıyor, sırtımda ve her yerimde sıktığım eklemler acıyor, yüzümdeki çizgiler derinleşip katılaşıyor, vücudum “Beni sal artık” diye inliyor, kollarım aşağı sarkmak için yalvarıyor ama Mehmet Bey bunlara izin vermiyor. Mehmet Bey herkesin eğlendiğinden emin olmak istiyor. Mehmet Bey bir kadeh daha içmek istiyor. Hakkı var Mehmet Bey’in. İçmeye de gülmeye de hakkı var. Haklarını sonuna dek kullanıyor.


Beşinci dakikanın sonlarına doğru kendimi koltuğa attım. Mehmet Bey’in annesine, ailesine, ölmüşlerine sövüp sayarak sayfayı çevirdim. Bu sefer sosyetenin en yeni üyesi, dışarlıklı bir hanımın gelinlikli fotoğrafına denk geldim. Tekrar ayağa, aynanın karşısına, dakikaları saymaya…


Bir daha devrildim. İrfan abi aklımda yok. Mecmualar orta sehpada yığılı. Parlak kapaklı olanların altında, bir tanesinin sararmış yaprakları fosforluymuş gibi parlıyor. Gözlerim kamaşıyor. Yok, ben pervane değilim, ışığa koşmam. Bu sefer yok. Ben en altlara attıkça o nasıl diğerlerinin altından baş veriyor? Evde başka biri mi var? Evde biri mi var? Kendimi neden adamdan saymıyorum? Ben pervane değilim, kirpiyim ben. O neden bana batıyor?


Beni çağıran mecmuaya teslim oldum, uzanıp aldım onu.


(Devam edecek)