Gördüklerim yeter. Geçmişi kurcalamaktan daha önemli bir şey var: Hayatta kalmak.


Eski mecmuayı bu kez daha derine sokuşturup evden çıktım. Fırat ile buluşacaktım ama konuşasım kalmadı. Onu pas geçtim. Telefonda atıp tuttum ama tembihlemiştim, İrfan abiye dökülmeyecek. Fırat sert geçişlerime alışıktır. Bir kez daha soğuk suyla banyo yapamam.


İrfan abinin yanına, iş hanına gittim. Bina dört katlı, canlı bir cenaze. Etrafında daha yüksek apartmanlar türemiş. Buranın çoktan yıkılması gerekliydi. Masraf olmasın diye kendi kendine çökmesi bekleniyor sanki. Acı bir gülümseme geldi. İçinde çalışan onlarca insan varken tozuyla dumanıyla devrilmesi... En zengininden en fakirine, hiçbiri için acıma duymadım. Doğruca en yukarı tırmandım. Kapı komşularının işleri bozuldukça ellerini ovuşturan İrfan abi bu katı neredeyse ele geçirmiş. Hana icracılar geldikçe yüzünde güller açıyor namussuzun. Hele memurlar son kata çıktıklarında çocuklar gibi seviniyor. Kimse güldüğünü görmesin diye ofisin jaluzilerini kapatıyor, parmaklarıyla metal çıtaları aralayıp floresan beyazı koridora bakıyor. Verdiği bu görüntüden bile zevk alıyor. Sinema sektörüne giriş nedeni Amerikan dedektif filmleri. Sırf bu yüzden döküntü iş hanının en havalı kapısını yaptırdı dükkanına. Buzlu camla örtülmüş tek kanatlı bir kapı. Üzerinde siyah yağlı boya ile ismi ve işi yazıyor: İrfan Çakar, Rejisör – Prodüktör.


Kaderin bir cilvesi mi yoksa hediyesi mi bilinmez. İrfan abinin sinema aşkı polisiyeyle doğdu, ergenliğine seks filmleriyle girdi. Aşkını paraya tevdi edenlerden nefret ederim. İrfan abiden de ediyorum. Ancak o kömür torbalarını almam gerekiyor.


Ofisin buzlu kapısı haricinde, İrfan abiye ait tüm dükkanların camekanları gazete kâğıdı ile kaplıydı. İçerinin manzarasıyla birlikte sesini de yalıtmayı başarmış. Dükkanların arasındaki duvarlara kapılar açmış ve neredeyse tüm katı tek bir plato haline getirmiş. Plato dediysem, küçüklü büyüklü odalardan oluşan bir labirent, bir maden galerisi. Her odada çok az sayıda eşya vardı, hepsinde muhakkak olan ise yataktı. Seks filmleri bu odalarda çekiliyordu. Aynı anda üç dört film çekilebilecek teknik ekipman hazır edilmişti. Bu malzemeler pahalıydı ama filmler büyük talep görüyordu, maliyete değerdi. Hanın diğer sakinleri ekonominin seyri, ülkeye uygulanan ambargolar, bitmek bilmeyen siyasi çalkantılar karşısında günden güne eriyor olsalar da dışarıda kopan fırtınalar dördüncü kata pek uğramıyor gibiydi.


İrfan abinin ofisine girdiğimde o bilindik koku karşıladı beni. Tütün kolonyası. Kısıtlı havalandırmanın kesifleştirdiği ter kokusunu bastırmanın yegâne yolu bu muydu? Ağır havayı hiç garipsemedim. Zaten bunca izbelikte buna takılacak halde değildim.


Ofis boştu. İçeriye açılan bir başka kapıdan geçip odaları gezmeye başladım. Birinde az sonra yapılacak çekimin hazırlıkları devam ediyordu. Esas kız gelmişti, sırtı kapıya dönük, ışıklı ayna karşısında oturuyordu. Abartılı şekilde kabarmış saçlarından dolayı yüzünü aynadan dahi göremedim. Bir diğer odada çekim çoktan başlamıştı. İrfan abi her filmin yönetmenliğine yetişemediği için yanına acar bir yönetmen yardımcısı almış. Sivilceleri daha yeni geçmeye başlamış bu iletişim fakültesi öğrencisi, genç bir yönetmen adayı olarak etrafa emirler yağdırıyordu. Ancak işler bir türlü istediği gibi gitmiyordu. Sonunda hırsını alamayıp ayakta çırılçıplak duran çam yarması esas oğlana bağırdı. Elemana, göğsüne kadar çektiği çarşafın altında kaderini tedirginlik içinde bekleyen kızı kucaklayıp havaya atmasını söyledi. Nereden baksan ilginç bir ön sevişme metoduydu. Bu yönetmeni tutmuştum, sınırları zorlamayı seviyordu. Tabularla da sorunu vardı. Yarma, “Atarım atmasına da çok debeleniyor, ya tutamazsam” deyince acar yönetmen “Oğlum tutarsan bu karıyı, tutamazsan akşam evde elini sikersin” diye böğürdü. Bu cümle ile sarsıldım. Kadınsızlık değil de, oğlanın kovulması ve çekimin parasından olması, soğuk suya talim edişi geldi gözümün önüne.


(Devam edecek)