İrfan abiyi boş bir odada, boş yatağın üzerinde tek başına sigara içerken buldum. Beni görünce alelacele toparlandı, sigarayı karyolanın topuzunda söndürüp izmariti yere attı. Bu girizgahı görünce yalan dolu bir heyecan gösterisi, devasa boyutta bir samimiyetsizlik performansı izleyeceğimden emin oldum.


—Oo Muratcım, hoş geldin! Gel gel, geç buyur!

—Yatağa mı oturayım abi? Ofise geçseydik.

—Yahu şimdi setin içinden geçmeyelim. Çocukların dikkati dağılmasın. Beni görünce heyecanlanıyorlar. En fazla on beş dakika sürecek çekim bir saatte bitiyor. Hep masraf.

—E normal abi. İnsanlık hali sonuçta.

—Eskiden böyle değildi. Erkekler çok bozuldu Murat, çok! Bak mesela, dediklerimi anlasınlar diye okumuş oyuncularla çalışıyordum. Ama kafaları çok karışık. Bazen sete çay, lahmacun falan söylüyorum. Hem millet yiyor içiyor hem de kayıt alınıyor. Bu artizlerse isyan ediyor. “Hocam konsantrasyonumuzu bitirdin” diyorlar. Lan gavat, lahmacunun neyi seni etkiliyor? Sen sikini kaldıramıyorsun, suçu soğana sarımsağa atıyorsun.

—Abi set ortamına lahmacun sokulur mu? Sen nasıl sinemacısın? Gerçi ben biliyorum da, neyse…

—Ne demek o? Ben çok iyi bir sinema emekçisiyim. Bu sektöre yıllarımı verdim. Bitiyordu ulan sinema. Salonlar tek tek yıkılıyordu. O salonları kurtardım. Gerçi açık hava sinemalarına gücüm yetmedi. Toplum daha hazır değil buna.

—Bütün mahalleye inleme, bağırma mı dinletecektin? Pes!

—Ya bu herkesin bildiği bir şey değil mi? Sevişmek yani. Ülkece çok gerideyiz, çok! Almanlara bak. Yakaladıkları yerde çatır çutur girişiyorlar. Neyse, ne diyordum? Erkekler çok bozuldu. Üstüne alınma ama okumuş süt oğlanlarından vazgeçtim artık. Nerede kara yağız köy çocuğu var, onu getiriyorum. Çok da az para veriyorum. Hatta hiç vermiyorum. Karın tokluğuna çalışıyorlar. Sete gelen kumanyaya yumulup direkt yatağa atlıyorlar. Kızlar heriflerin ağız kokusundan, kaba saba tavırlarından şikayetçi ama yapacak bir şey yok. Asıl parayı onlar kazandığı için alttan alıyorlar.

—Paralarını veriyor musun bari?

—Bak Muratcım, beni nereye getirmeye çalıştığını biliyorum. Son olayı diyeceksin. Orada bir kopukluk oldu. Ben ödedim sanıyordum, bizim muhasebeci ödememiş. Öğrendiğim an “Nasıl olur böyle bir hata?” dedim. Sana yapılan yanlış bana yapılmış sayılır. Hemen kovdum yavşağı.

—Ya nasıl kovdun, az önce elinde reflektör tutuyordu be!

—Öyle deme Murat, dört çocuğu var. Yazık değil mi? Bize yakışır mı? Boş verelim şimdi bunları. Burada olmandan çok memnunum. Hazır mısın? Yapıyor muyuz bir şeyler?

—Sanat filmi istediğimi biliyorsun değil mi?

—Bilmez miyim? Bilmez miyim Muratım? Sinemanın sanat yönünü yeniden parlatacağız seninle. Muratellom benim!

—Ödemede sorun falan?

—Katiyen olmayacak. İşini bitirip çıkarken dörtte birini muhasebeciden alacaksın.

—Yarısı olaydı bari. Neyse... Ne zaman çekiyoruz?

—Hemen hemen! Aha burada! Zaten tek sahnen var. Göz açıp kapayıncaya kadar bitecek. O anlamda değil ha! Yanlış anlama. Ha ha ha!


İrfan abinin bana neden bu kadar acil ihtiyacı vardı? Halbuki ben sevişmeye hiç ama hiç hazır değildim. Buraya hafiften kavga etmeye, sonra bir şekilde ortayı bulmaya gelmiştim. Pat diye sevişemem ki ben.


—Olmaz abi. Bugün olmaz.

—İmkansız Muratcım.

—Onu diyorum, bugün imkansız.

—Bugün imkansızsa yarın hiç imkansız Murat!


Kullanılışı ve kullananı bozuk cümleyi tam anlamamıştım ama galiba “Ya şimdi ya hiç” demek istiyordu. Ofladım pufladım, biraz daha direndim, olmadı. On beş dakika sonra yatakta, gözünün farı dilimi yakan bir kızı öpüyordum. Gel gelelim vücudumda deli gibi gezinen kan malum yerime gitmiyordu. İrfan abi bu filmi bizzat yönetmek istemişti. Kapalı bir yerde olmamıza rağmen kafasına beyaz bir kasket takmıştı. Okşamam gereken yerleri havada daireler çizerek anlatıyor, tıkız parmakları ile giriş çıkış direktifleri veriyor, bu esnada iyiden iyiye terliyordu. Manzara korkunçtu. Yarım saatin sonunda pes edip kalktım. Moralim yerlerde, giyinmeye başladım. Hayal kırıklığımı saklama gereği bile duymadığım bir tonla “Gidiyorum ben” deyip kapıya yöneldim. İrfan abi “Muratcım, biraz ara verelim. O esnada benim ofiste sana bir şeyler ikram edeyim, macun falan. Dergiler de var. Biraz bakar kafanı dağıtırsın” diyerek beni durdurdu. İşi kotaramamanın erkeklik onuruma verdiği hasar, parasızlığın çilesi yanında çocukça bir kapristi, leblebi tozuydu, naneli çikletti. Önemliydi ama hayati değildi.


Ofise geçip biraz dinlenmek en iyisiydi. Koridorda ilerlerken İrfan abinin arkamdan söylediklerini duysam da dönüp cevap vermeye takatim yoktu. Yine okumuş “artiz” çocuklara giydiriyordu. Madem bu kadar şikayetçiydi, neden ısrar kıyamet beni istemişti? Bir dönem ünlü olmaya adaydım. Yakışıklı sayılırdım ama yaşım ilerlemişti, köprülerin altından akan su, köprü ayaklarını çoktan aşındırmıştı. Tamam, ofise gidecektim ama macun falan yemeyecektim. Diğer yandan dergiler fena fikir değildi. Ne de olsa buradakinden çok daha kaliteli işlerdi hepsi, estetik kaygılar gözetilmişti. Yani olabildiği ölçüde…


İlk sayfayı çevirdim. Bildik sahneler, bildik pozisyonlar… Fiziksel ve ruhsal durumumda pek bir değişiklik yoktu. Beş altı sayfa daha ilerledim. Sayfaları üstün körü değiştirmeye başlamıştım ki, onu gördüm.


(Devam edecek)