"Sevgili Hiç Kimse,

Yatağımdan kalkıp bu masanın başına gelmek istedim artık. Bak sana gelmek istiyorum. Şeyler ne çabuk değişebiliyor değil mi? Masamın kenarında hayata tutunmaya çalışan küçük güzel çiçeğe bakıyorum. Beyaz yaprakları günden güne daha da solgun görünüyor sanki. Emin olamıyorum yine de. Son ana kadar deneyeceğim. Belki düşen her yaprağın yerine yenisi çıkar. Kim bilir?


Hayat değişebilir, bunu biliyorum. Buraya nasıl geldiysem buradan da aynı şekilde çıkabilirim.


Kendimi tekrara düşmekten korkuyorum. Geçmişten korkuyorum. Geçmişin beni yakalamasından korkuyorum. Bu mektubun bitmesinden ve bitmemesinden korkuyorum. Korkularım birbiri içine giriyor. Yenilmekten yorulmuşum, denemiyorum daha fazla. O yüzden hala bu evde saklanıyorum. Böyle giderse... ne olur? Ne bileyim? Çok fazla şey bilmiyorum değil mi? Bilmediğimi bilmediğim şeyleri hesaba bile katmıyorum. Katsam bilmediğim matematiksel hesapların içinde ilkokul korkularımla karşılaşırım.


Bu hayatı bu hale sokan benim. Yorgunum yine bak. Bu masanın başına geçmek düşündüğümden daha fazla yoruyor beni. Ya da bunları düşünmek beynimin içindeki o sessiz canavarı harekete geçiriyor ve beni paralize etmeye çalışıyor. Hep yanı başımda olan o sessiz şey ancak böyle zamanlarda harekete geçiyor.


Sana daha ne kadar yazmaya devam edebilirim ki? Kalemlerim hiç bitmez mi? Bu yazma illeti bir gün çekip gider mi? Nasıl bir his olduğunu bilirsin. Gerçi nereden bileceksin, sen hiç yazmadın ki bana. Neden yazmadın sahi? Haha. Bendeki de soru.


Mektuplara bakıyorum şimdi. Beni yazmaktan alıkoyacak her şeyi yaparım sanki. Ama yazmak tek çare. Nasıl olacak bu iş böyle? Ne çok soru var be. Kafam, bomboş evde nasıl bu kadar dolu olabiliyor? Yoksa bu evin, bu bahçenin boşluğunu kendi kafamın içindekilerle mi doldurdum? Ne yaptım ben?


Kış bitmek bilmedi. Bitince özleyeceğim ama şimdi biraz ısıtacak güneş arıyorum. Hep böyleyim, azıcık soğuk oldu mu güneşi arar, yüzüme vuran ilk ışıkta kışa koşarım ben. Mevsimlere doymuyorum. Sanki şimdiye kadar yeterincesini yaşamamışım gibi. Gerçek şu ki ben ne bu mektubun ne de diğerlerinin bu kadar uzun olacağını bilememiştim. Bilememekler. Kafamdaki sesler sussun yine gelirim. Yazınca bitmedi çünkü. Yazmayla biten bir şeye ben henüz tanık olmadım zaten. Ama yine de yazmayı bırakamadım. Yazmak beni öldürüyor ve ölmekten alıkoyuyor. Sanki ruhumu kendi içinde bir yerlere hapsediyor. Ne yapıyorum ben? Yalnızca içimdeki acıdan kaçıyorum."


Yorgun argın kalktı masanın başından. Masanın kenarında duran içilmemiş sudan döktü çiçeğin toprağına. Titreyen parmaklarıyla okşadı beyaz yaprakları. Yavaşça odanın kapısını kapattı çıkarken. Sanki biraz gürültü yapsa boş evi uyandıracaktı. Göğsündeki titreyen hisle ilerledi taş evin içinde. Parmak uçlarıyla bastığı tahtaların gıcırtıları bütün evde yankılanıyordu sanki. Bütün bu sessizlik ve yankılanan seslerin kalabalığı ağır gelmeye başladı. Göğsündeki hissin balonsu hissiyatı bedenine uçtu uçacak bir hava verirken evin havasının ağırlı bedenine yeryüzüne bastırıyordu. Dayanamadı. Merdivenleri hızlıca inip bahçeye açılan sürgülü kapıyı açtı. Sert rüzgarla gelen anlık bir rahatlama hissetti. Yüzüne vuran soğuk havanın uyuşturucu etkisiyle gözlerini gökyüzüne dikti. Mırıldandı boşluğa: "Bir rüzgar esse, alsa götürse içimde ne varsa."