“Sevgili Hiç Kimse,

Bugün sana yazarken hiç tereddüt etmedim gördün mü? Görmedin. Neyse. Nasılsın? Beni sorma. Ben çok kötü bir şey yaptım. Umutlandım. Biliyorum, biliyorum. Uzun zamandır izin vermemiştim evet. Ama oldu ve artık bu konuda yapabileceğim tek şey her zamanki gibi yalnızca pişman olmak. Ah kalem nasıl yoruldu bir anda. Halbuki masanın başına geçtiğimde bir kitap yazabilecekmişim gibi hissediyordum. Şimdi düşününce hataları hepsi mantıklı geliyor. Beynim kan kokusu almış köpek balığı gibi. Bunun üzerine üzerine saldırıyor. Bilirsin kendisi benim pek hayranım değildir. 

Hayatımda her zaman ders aldığımı sanırdım. Zaten ben küçükken de hep büyüdüğümü sanırdım. Büyümenin hala nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Çaktırma ama bence bunun nasıl bir şey olduğunu kimse bilmiyor. Sadece öyleymiş gibi yapıyorlar. İnsanlar -miş gibi yapmak konusunda uzmanlar zaten. Evet ben de dahilim buna, yüzüme vurmana gerek yok daha sonra. Şuna bak bahçe bomboş. Dayanamıyorum bazen bu boşluğa. Eskiden nasıl cıvıl cıvıldı hatırlar mısın? Ben bile bazen zar zor hatırlıyorum ama en azından hatırlıyorum. O günlerde daha iyiydim. İnsan olarak yani. Şimdi daha kötü birisi oldum galiba. Kalbimin karardığını hissedebiliyorum. Umutlanırken kalbim ısınmış gibiydi biliyor musun? Sonra üzerine sirke döktüler. Hannibal’ı bilirsin belki. Yamyam olan değil komutan olan. Kartacalı yahu. Boş ver hatırlamıyorsan. Zaten ben de bunu bir filmde duymuştum. Belki de yanlış hatırlıyorumdur. O zamanlar filmleri sonuna kadar izleyebilecek sabrım vardı. Artık kendime bile sabredemiyorum. Zaten Romalılar da Kartaca’yı yakıp yıkmıştı sonunda. Hep bir yerler yıkılıyor. Bazen kentler bazen hayaller. Aynı olmadı değil mi? Bana ne zaten okunmaz diye yazıyorum ben. Bir gün oku ama olur mu? Çünkü ben bu mektupları yakamam. Kendime hep “Yaparım” diyorum ama yapamam. Bir kere yapmıştım ama o sayılmaz. O gün başkaydı ve geride kaldı. Bak bazı şeyleri geride bırakabiliyorum. Ha ha. Olur da bir gün çöpe düşerse bu kağıtlar o zaman daha kötü olur. Neden bilmiyorum. Sanırım hayatta bir şeyler de artık boşa gitmesin istiyorum. Hayatım boşa gitti zaten, bunlar da hayatımın yoluna gitmesin.

Neye umutlandığımı nasıl umutlandığımı anlatmayacağım. Bir şeyleri yazmak daha gerçekmiş gibi hissettiriyor. Böyle olunca, beynimin içinde kalınca yani, daha az gerçekmiş yalnızca beynimin içinde yaşanmış bir şeymiş gibi geliyor. Gerçi umut dediğimiz şey zaten bu değil mi? Yalnızca benim içimde olan bir şey. Gerçek değil. Bütün gerçeklikten şüphe etmek lazım. Zaten bu evde benden başka kim var ki? Bahçe bile boş. Sokak köpekleri bile girmiyor bu bahçeye. Yalnızlığı hep sevdim şikayetim ona değil. Ama bu bahçe neden boş? Birazcık bahar gelse bari bahçeye. Ağaçlarda güzel beyaz çiçekler açtıracak kadar. Bana acı verse bile o çiçekler. Orada olduklarını bileyim. Pencereden esen rüzgar bir koku getirsin, acı soğuğu değil. Ah istiyorum da istiyorum. Ne verebilirim ki? Hayatımı harcadım çoktan, onda verecek bir şey kalmadı. Üç kuruş etmeyecek beynimi düşünmeden verirdim ama benden gitmez ki. Gerçi tekrar düşününce başka birine bu işkenceyi neden devredeyim? Hiç o kadar bencil birisi olamadım. Aptal ben. Bu acılar hep bundan. Azıcık bencil olabilsem ne olurdu sanki. Hayatım daha mı farklı olurdu gerçekten? Belkileri yıllar öncesinde bırakmadım mı ben? Bırakamamışım demek ki. Ya da her şeyin ufak bir parçası hep bende. Arada yüzeye vurmayı seviyorlar. Bu gece soğuk olacakmış. Ateş yakmalıyım.”


Masadan kalktı. Mektup bitti mi bitmedi mi umursamadı. Kendi kendine düşününce “Bir önemi yok” diye düşündü. Başından kalktıysa bir defa o kağıdın, kaldığı yerden istese de devam edemezdi. Merdivenleri indi. Sırtına ceketini geçirip bahçeye açılan kapıyı çekti. Soğuk hava tokat gibi yüzüne çarptı. Bahçenin sol köşesinde kalan ve artık odun koymak için kullanılan eski kulübeye doğru yürüdü. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Açık mavi gökyüzündeki az bulutlar en azından yağmur yağmayacağını gösteriyordu. Kulübeye girip kendisine bile yararı olmayan lambayı yaktı. Daha fazla anıyla göz göze gelmemek için yalnızca odunlara odaklandı, sonra odunları taşımak için yanına herhangi bir şey almadığını fark etti. İki eline alabildiğince odun doldurdu. Güç bela çıktığı kulübenin kapısını zor kapattı. Eve geri dönerken odunlardan birisi yere düştü. Düşen odunu alıp almamanın kararsızlığını yaşarken odunun yanında ezilmiş bir çiçek gördü. Bütün odunlar bir anda elinden düştü. Dizlerinin üstüne çöktü. Kendi ayağıyla ezilmiş çiçeği toprağıyla beraber avcunun içine aldı. Beyaz yaprakları titreyen parmaklarıyla severken avucundaki toprağa bir damla düştü.