Bir an boş boş dikildi açık kapının önünde. Bekledi. Gerçekten beklediğini bilmeyerek bekledi o rüzgarı. Gözlerini kapatmış önündeki karanlığı görmeye çalışıyordu. Yüzünü uyuşturan rüzgar bir an yavaşlıyor sonra bir tokat gibi çarpıyordu. Aniden kesildi rüzgar. Gözlerini araladı karanlığa. Başta hiçbir şey yoktu, sonrasında esen rüzgar öyle kuvvetliydi ki sendeletti Tolga'yı. Sürgüyü zor çekerek kesti rüzgarın evin içine girmek isteyen çığlıklarını. Dışarıda bağıran rüzgar evin dört bir yanını sarmış giremeyince bir sonraki hedefine uçuyordu. Bağıran rüzgarın arasında belli belirsiz sesler de geliyordu. Odanın ortasında dikilip kulaklarını gelen sese verdi. Sesi anlamlandıramamak onu daha da çekici kılıyordu. Ana kapıya gidip biraz daha dinledi. Dayanamayıp açtı kapıyı. Boş bahçe tarafındaki kadar olmasa da evine misafir oldu bir dolu rüzgar. Kapının önüne bir kaç adım atıp tekrar dinledi. Çıplak ayaklarıyla toprağa basıp basmamak arasında kararsız kalarak evin önündeki taş döşemelerde kaldı. Sonra duydu. Köpek havlamaları. Rüzgara karışmış bir köpeğin bağırışları geliyordu yakından. Evin içine girip kapıyı kapattı. Kapalı kapının önünde ileri geri sallandı kararsız kararsız. Elini önce kapının koluna götürdü sonra kolunu biraz daha yukarı kaldırıp ışıkları kapattı. Yavaş yavaş yukarı çıktı. Yatağına girip yorganı başının üstüne çekti. Havlamalar kesilmedi. Sonunda dayanamayıp tekrar aşağı indi. Taş döşemeye kadar çıktı. Köpeğe seslenmek için ellerini çırptı. Sesinin çıktığı kadar bağırdı. Rüzgar sesini alıp götürürken bir umut bekledi. Köpeğin zifiri karanlıktan bir anda fırlayıp geleceğini düşündü. Ama dakikalar sonra yine de gelmemişti. Bu sefer sesler de kesilmişti. Ellerindeki ve ayaklarındaki hissizlik onu evin içine dönmeye zorladı. Bir kez daha girdi yorganın altına, bu sefer titreyerek. Yavaş yavaş ısınırken rüzgarı dinledi. Saatlerle beraber rüzgarın sesi kesildi. Uyuyamamış gözlerini pencereye çevirdi. Sabaha karşı olmuş, gün yavaşça ışımaya başlamıştı. Yorganı üzerinden atarak ayaklarına birer çorap giyip aşağı indi. Önüne ilk denk gelen terliği giyip kapının yanında duran el fenerini alıp alacakaranlığa adımını attı. Eve doğru inen kısa ve hafif yokuşu çıkmak bile nefes nefese kalmasına sebep olmuştu. Feneri rastgele sağa sola çevirdi. Köpeği belki bir ağacın dibine kıvrılmış uyurken bulmayı umuyordu. Yan taraftaki evin kapısı açıldı. Yaşlı bir adam çıktı kapıdan elinde bir fenerle. Tolga belli belirsiz adama baktı. Bir "Günaydın" ya da "Merhaba" demeden adam direkt "Şurada." diyerek kendi fenerini toprak yolun karşısında kalan çöpün yanına doğrulttu. Tolga da kendi fenerini aynı yere doğrultunca köpeği çöpün kenarına kıvrılmış olduğunu gördü. Başta öyle huzurlu görünüyordu ki uyuduğunu sandı. İyice yaklaştığında köpeğin hiç hareket etmediğini gördü. Nefes almıyordu. Yaşlı adam yanına gelip "Gece çıkıp arandım. Ama kaçtı hep benden. Sonra buraya gelmeye devam etti. Rüzgar biraz dindiğinde baktım burada. Artık yapacak bir şey yok." Tolga'nın gözleri hayvanda kalmıştı. Boğazında büyüyen yumru artık canını öyle acıtmaya başlamıştı ki dayanamadı dönüp eve inen yokuşa ulaştı hızla. Yaşlı adam arkasından "Evladım bekle." diye bağırdı. Umursamadı. Hızla merdivenleri tırmanıp masasının olduğu odaya girdi. Kendini kapattı odaya. Kapının yanına çöküp ağlamaya başladı. Dizlerini kendine çekip kollarını bacaklarına sardı. Fark etmeden sallanmaya başlamıştı ileri-geri. Yavaş yavaş dindi her şey. Ne ağlaması kalmıştı ne rüzgar ne havlamalar. Hiçbir şey. Her şey öyle dingindi ki bir an inanamadı. Tek bir ses duyulmuyordu. Kafasını kaldırıp aydınlanmış odayı dinledi. Havada uçuşan toz taneleri dışında dünyanın hala döndüğünü, hayatın devam ettiğini kanıtlayan herhangi bir şey yoktu. Yavaşça ayağa kalktı. Ses çıkarmadan ilerledi masanın başına. Yavaşça oturdu sandalyeye. Kağıda değen kalemin sesi geldi kulaklarına.


"Sence bir şey yapabilir miydim? Yapabilirdim değil mi? Yapmadım mı? Seslendim bak. Yetmezdi değil mi? Hasan amca bile bulamamış. Bir şeylerin önüne geçemiyorsun sanırım. Ama aklımda hep o soru: "Geçilebilir miydi?" Bir şeylerin cevabını hep bu kağıtta arıyorum. Yoruldum artık cevapsızlıklardan. Kendim için, bu ev için, bu bahçe için hiçbir şey yapamıyorum. Şu kısa yolun yukarısında olan herhangi bir şey için bir şey yapamıyorum. Acı veriyor. Ulan kabullenmekten başka bir şey yapamıyorum. Yoruldum diyorum dinlenemiyorum. Köpeği duyuyorum çıkamıyorum. Adam sesleniyor bakamıyorum. Sonra bu çiçeğin ardına ağlıyorum. Evet ağlıyorum. Geç istersen dalganı, bana ne. Ağlayamamak daha kötü. İçimde kalmış şeyleri atamamaktan yorulmuşum zaten, bir de göz yaşlarımı mı tutacağım. Hayır bu soru değildi. O yüzden işareti yok. Yanmış kağıtta vardı bu, o mektup sana gelmemiş olabilir o yüzden anlamadıysan son cümleleri üzerine fazla düşme. Bak yine yapacak bir şey yok. Aynı mektubu sana tekrar yazamam. Aynı hisleri aynı şekilde tarif edemem. Tahmin edersin az çok ne olduğunu...

Dur koptum bir yerlere gidiyorum yine. Çok güzel kaçıyorum değil mi? Kaçamayacağım şeyler var. Kendim mesela. Oracıkta yatan köpek mesela. Hep orada duracak sanki. Kendimde kalmakta zorlanıyorum. Şeylerin yine bir önemi kalmadı. Kelimeler yine iç içe geçiyor. Neler oluyor? Kaosun içindeki bir düzene oturmuşum. Her şey bir anda yerli yerine oturacakmış gibi sanki. Olmayacak öyle bir şey. İyi şeylerin sınırı kitaplardır. O sınırın dışına çıktım bir defa. Bir defa kitap okuyamamaya başladım artık güzel şeyler olmayacak. Bu kış bitmeyecek ve o güzel baharlar asla gelmeyecek. Kış bütün kötülüğüyle çökecek üstüme. Beni de, bu evi de, bu yazıları da yutacak karanlığında. Karanlıklarda öylece...


Bir şeyler yapmak lazım. Kalkmam lazım bu masadan."


Kağıdı öylece bırakıp hızla çıktı odadan. Yatağına ilerleyip yorganını aldı eline. Yerde sürüklenen yorganla çıktı yokuşu. Çöpün yanına gelip bir an hala uyuyormuş gibi görünen hayvana baktı. Yan taraftaki evin kapısı tekrar açıldı. Yaşlı adam bu sefer elinde kazma ve kürek ile çıkmıştı dışarı. Adam yalnızca "Elindekiyle geldiğini gördüm." dedi. Yorganı yere serdi Tolga dikkatlice. Hayvanı uyandırmak istemezcesine yavaşça kaldırıp yorganın içine koydu. Üzerini örttü hayvanın. Kaldırdığı yorganı evin bahçesine doğru taşıdı. Bir an sağına soluna bakındı. Taş evin yol tarafında kalan, pencereden görünmeyen bir köşesine ilerledi. Hayvanı nazikçe yere koyup yaşlı adamdan kazmayı aldı.


Hayvanın üstüne son toprakları atarken yaşlı adamın ellerini açmış dua ettiğini gördü. Adama garip bir bakış atınca yaşlı adam omuzlarını silkip "Elimden gelen bir bu." dedi. Bir an düşünen Tolga ellerini açıp eski bir derste ezberletilen dualardan birini ne anlama geldiğini bile bilmeden okudu içinden.

Yaşlı adamın malzemelerini evine kadar götürdü. Adam bir an kapıda bir şeyler söyleyecekmiş gibi dikildi. Sonra ikisinden de anlamlı bir şeyler çıkmayacağını anlayarak başını sallayıp kapattı kapıyı. Tolga yavaşça eve geri döndü. En yakın odaya gidip bir koltuğun üzerine yığıldı. Çok geçmeden uyuyakaldı. Uykusundan sarsılarak uyandı. Hatırlamaya çalıştığı rüya belleğinden kayıp gidiyordu. Farklı bir şey olduğunu anladı. İyice düşününce sabah yaşananları hatırladı. İstemeyerek koltuktan kalktı tutulmuş vücuduyla. Yavaşça ön bahçeye çıkan sürgülü kapıyı açıp bahçeye çıktı. Kafasını kaldırıp yukarı baktı. Güneş vardı. Toprak sıcaktı. Üşümüyordu. Anlamayarak havaya bakakaldı. Alabildiği tüm kokular beynine hücum ediyordu. Bütün bu karmaşada bir dinginlik vardı. Önce yeni uyanmış olmasına verdi bu dinginliği sonra öyle olmadığını anladı, sanki kış alacağını almış ve yoluna devam etmiş gibiydi.