Hira,

Sana seslenmeye yüzüm yok. Kalemim bile küs artık bana. İhmaller kapısının yıllanmış eşiği oldum ben Hira. En çok seni ihmal ettim. Yüzüm yok Hira, kabul eder misin beni? Ama kovma da olur mu? Çünkü gidecek başka bir yerim yok. Nasılsın görüşmeyeli? Seni çok özledim... Çok.

Peki sen, Hira? Benliğimde yankılanan feryatları duyuyor musun? Görüyor musun gönlümdeki çorak araziyi? Kendi elimle diktiğim çiçeği yine kendi ellerimle nasıl soldurduğumu? Görüyor musun elimin değdiği her şeyin nasıl anlamsızlıkla tanıştığını? Ben kendimin en büyük hayal kırıklığıyım Hira.

Bazen sadece duruyorum. Başkaldırıyorum tüm koşturanlara. Meydan okuyorum zamana meydan okuyanlara. Her şeye rağmen tüm ruhumla duruyorum.

Olmuyor Hira, olmuyor. Ben durunca kalemim de duruyor. Yazamıyorum. Her seferinde kolayca çözerdim içimdeki her bir düğümü. Ama bu sefer başaramıyorum, nereden başlasam elimde kalıyor. İçimde özenle sakladığım, koruduğum tüm yollar birbirine girmiş, düğüm olmuş. Eskiden gidecek yolu bulmak bir eziyet gibiyken şimdi ortada bir yolumun bile olmamasının altında eziliyorum. O düğüm içimde yollara atıldı, dışarıda boğazıma. Aldığım her nefeste boğazım düğümleniyor Hira. Her nefeste bir sonraki nefesin zorluğunu düşünüyorum. O düğümle birlikte ben de sıkıştım kaldım. Ama artık üstüme de gelmiyor odamın duvarları çünkü ben de onlardan bir parça oldum.

Eskiden defterim yazdıklarımla dolardı. Ama şimdi çiziklerle, karalamalarla doldu. Çünkü ne yazsam yakışmıyor sana, ne yazsam eğreti duruyor ruhumda. Karalıyorum ben de yazdıklarımı Hira. Görmesin istiyorum kimse yazdıklarımı. En çok da sen görme Hira. Sen beni dinginliğine davet ederken o yolda bir düğüme yenik düştüğümü görme. Ruhumun gittikçe azalan ışığını görme. Görmemezlikten gel beni. Şahit tutmayayım seni ruhumdaki karanlığa. Sen karanlıktan korkarsın. Görme içimdeki kuşların kanat kırıklıklarını. Ya da gözümden süzülen yağmur damlalarını. Çünkü onlar değil habercisi ardından gelecek gökkuşağının. Ya değil toprağın bereketi. Düştüğü yeri kurutuyor gözümden dökülen her bir yağmur tanesi. Koru kendini Hira...

Ya da şey, biraz daha kal? Bir çay içelim. Elimdeki tek umut barındıran eski günleri yad edelim. Sen benim sırtımı sıvazla. Ben git desem de gitme, birlikte saklambaç oynayalım. Ben oyun bitti, seni bulamadım diye çöktüğüm kaldırım taşında kendimi bile unuttuğumda. Sen çık gel. O kadar iyi saklanmışım ki, ben bile beni bulamadım de Hira. Ve gel Hira. Ben beklerim, bekleye bekleye o kaldırım taşına dönüşsem de beklerim. Sonra o kaldırım taşından bir çiçek çıkar. Ona seni anlatırım. Ama Hira sen beni, bana rağmen bırakma.

Görme desem de gör beni Hira. Ben görülmemeye o kadar alışmışım ki kendi hayatımda bile silikleştim Hira.

İşte böyle sık sık sana kaçmak istiyorum. Bulduğum her fırsatta soluklanmak istiyorum yanında. Ama ruhum çok dağınık Hira, kelimelerim çok özensiz. Toparlayamıyorum onları. Kendi kendimi geçiştirir oldum. Kendi kendimin öylesine bir anlık bakışı oldum, en uzun seyriyken.

Herkesin içinde kendini biricikleştiren bir dert vardır. Aslında o dert biricik değildir. Dünyanın bir yerinde mutlaka vardır o derdin anlayanı, derttaşı. Ama derdin senin içine bir girer. Ruhuna işler kendini ilmek ilmek en biriciği kendiymiş gibi. Benim derdim kendini herkesleştiriyor Hira. Sonradan anlıyorum derdimin derdi benmişim. Herkesleşen benmişim. Haksızlık etmişim ona. Herkes kendinden bir parça bırakırken ruhuma, hayır ben doldum diyememişim. Kendimden bir parça atmışım, başka birinden bir parça almışım. Sonra bir bakmışım, kalmamış kendimden bir parça ruhumun en ufak zerresinde bile. Eğri büğrü, uyumsuz bir şeye dönüşmüşüm. Yamalı biri olmuşum fark etmeden. Nereye koysan yakışmayan bir parça gibi adeta. Yakışır zannedip yıllarca sakladığım kumaş parçası benmişim Hira. Sonra ne oldu biliyor musun? Odama geldi ikindi güneşi kusursuzluğuyla, kusurlarımın üstüne yansıdı ağaçların arasından parça parça. Parça parça olan ben, daha da parçalandım. Ama anladım, aslında her insan birden fazla parçadan oluyormuş, birilerinin ona bırakıp gittiği parçalardan. Ve herkes biraz yamalıymış. Sadece kimi ruhuna uygun kumaş bulmakta ustaymış. Kimi de ben gibi yamasını sevmeye çalışırmış.

Ama Hira, ben inanıyorum. Birgün aynı yerden yamalı ve yaralı olanlarla baharın gelişini kutlayacağız. Ve izin vereceğiz ikindi güneşinin tüm kusurlarımızı okşamasına. Birlikte inanalım mı Hira? Sana söz veriyorum, çabalayacağım. Kendimin hayal kırıklıklarını toplayıp iyileştireceğim. Merhem aramayacağım Hira. Çünkü bir hayalin kırıklığını diğer hayalimin kırıklığıyla iyileştireceğim. Derdim, derdime derman olacak.

İşte böyle başaracağız Hira. Birlikte. Kabullenemediğim varlığımla ve reddettiğim tüm hayal kırıklıklarımla, gizlediğim yamalarımla başladığım her yazıda bu uyumsuzluklarımın her biri bir umut ışığına dönüşecek.



Zaman geldi Hira. Son bir kez bakıyım sana. Sen de daha fazla geç kalma varacağın topraklara. Elveda ruhumun şifası Hira.



Yine gel, hep gel...

Görüşürüz.



Şarkı: Ezginin Günlüğü - Martı

"Gör beni, gör beni, gör. gel gözüm ol. gör beni.

Sar beni, sar beni sar, gökyüzüm ol."