Bir kez daha gözlerimi açtım. İnsan uyurken de uyanabilir. Bu uyanış gerçek uyanıştır. Yerdeydim şimdi. Kulağa iliştirilen taze bir papatya gibi iki kaldırım taşı arasına sıkışmış, üzerimden gelip geçen insanları izliyordum.

 Herkes ayakkabı giymemeli diye düşündüm. Aşkın kalbin kalıbına sığmak için kırk takla atması gibi insanın ayaklarını ayakkabılara sığdırmak için şekilden şekle girmesi yersizdi. Zira ayakkabılar ayaklara sığmak içindi. Ayaklar ayakkabılara sığmak için değil. Ayakların görevi ise doğalarınca iğrenç oluşlarını kabullenmekten başka şey değildi. Oturmak ve ağlamak ve ölümü beklemekten başka şey değil.

Sonra çamurlu bir çift bot tarafından ezilmekten kıl payı kurtuldum. Adamın yüzünü göremiyor fakat işçi olduğunu düşündüğüm için kavruk bir tene ve nikotinden yer yer sararmış gür, beyaz bıyıklara sahip olduğunu tahmin ediyordum. 

Güneş kıvrımlarımı ısıtıyordu. Esmerleşiyor yahut soluyordum. Yitecek oluşumun farkındalığı umuduma tabut çakıyor ve bu beni hür kılıyordu.

Kalabalıkta yankılanan onlarca ses arasında küçük bir kızın ağlıyor oluşunu duydum; dikkatimi çekti bu. Öyle yadsınamayacak denli acıklı bir tizlikteydi ki ellerim olsa ağlamaktan çekinmezdim. Çünkü gözyaşlarımı silemezsem yabancıların gözünde alçalacağımı biliyordum. Yabancılar ne boksa!

Onun yolunu gözledim. En sonunda ayağını görmüyor oluşuma karşın hemen berimde durduğunu anladım. Muhtemelen arkamdaydı.

Tuttu beni. Kızın eli. Kendine çekti sonra. Koptum. Yapraklarım yerlere düştü tek tek. Sonra baktım, birini eline alıp gözlerine götürdü. Anladım ki o da en az benim denli gururluydu ve amacı gözyaşlarını memleketine yollamaktı. Onun yanaklarını kuruttum. Bana bakıp gülümsedi. Çıplaktım. Çırılçıplaktım. Fakat onun tebessümü zihnime nakşetmişti bir kere. Kurumlanmak şarttı. Ama çok geçmeden kızın gözleri karardı. Göz akına kirpiklerinin gölgesi düşmüştü. Ağzındaki ateşin sönüşünü izledim. Ağladı. Tekrar. Gözyaşlarını bana akıttı. Yandım. Dudaklarının harı bana ağmıştı anlaşılan. Dudaklarıyla ben ana-oğulduk ve onun ateşi bana miras kalmıştı. Bir salyangoza tuz bocalar gibi ona yaptığım onca şeyden sonra utanmadan yakmıştı beni. Sonrasını hatırlamak zor. Sanırım her şey karardı. Onun acısı artık benim acımdı.