Gözlerinde saklı semaya yıldızlar iliştirdim. Yıldızlar gecenin ayazında titrerken Ay karanlığın ırzına geçiyor, merhametsizliğiyle tanrıya rahmet okutan bulutlar kafalara bereket bocalıyordu. Bu yüzden başına bir kipa taktım. Çünkü biliyordum ki yoncalara dair söylenen o meşhur deyiş ters tepecek ve şeytan kartları karmaya yeltenmekten çekinmeyecekti.

Sana, "Bugün ölüm yıl dönümüm," dedim. "tabutumun çivilerini ıslat ve beni olduğum gibi kabul et."

Mızrabını sol pabucuna soktun.

"Hayır."

"Hoşça kal." dedim. 


Her şeyin başladığı yerde, bir incir ağacının tepesindeydim. Önce dağlar titredi. Üşüyen küçük bir çocuğun dudakları gibi. Sonra yöremdeki ağaçları gördüm. Kuvvetli bir yel başlamıştı sanki. Dalında oturmakta olduğum ağaçtan incirler düştü teker teker. Düşen son şey ben oldum. 

Karanlığa alışmıştı gözlerim. Halimden hayli hoşnuttum. Fakat her şey aydınlığa büründüğünde Rabb’ime şükrettim.  

Bunu müteakip aynı imge farklı zaman aralıklarında ve olur olmadık yerlerde zihnimde çaktı. Zannediyorum ki bu hayatım boyunca böyle sürecekti. İncir ağacı. Zelzele. Karanlık. 

Işıkların tümü birer aldatmaca. 

Hayalimde gök yırtılıyor ve ufuk ikiye bölünüyor. Yarıktan içeri bakıyorum. Yine o kızıl kirpikli uzun, kavruk tenli kadın. Kendimi dövüyorum. Katlanamıyorum. Katlanamıyorum!