Evet! İşte böyle oluyor herşey. Batıp, doğmakla, gitmek ve kalmakla, bitip, devam etmekle... 

Vardın yol ayrımına işte. Durdun. Bir kez olsun herşeyi yavaşlatarak bu kurguyla gerçek arasında. Mavi mi? Kızıl mı? Turuncu mu bu önümde duran ıssız akşam? Önümde güneşten akış. Yayılan ve sürüklenen renklere bakışlarımla dokunuyorum. Bakışlarım burda sessiz hep. Bu ne güzel sessizliktir oysa, sonradan kalan bir yorgunluğu bitirmek için. Otlar sarardı çoktan. Kuşlar göçü tamamladı. Gördüm ve geçti. Bir su sesiydi akarken bu ıssızlıktan ve yön verdi dünyaya. Herşey kendi çatlağında bir renk edindi. Görmenin gürültüsü bitti. Zaman bir yaprak gibi bekleyip tutuyor yine de henüz boy vermemiş otların kokusunu. Toprağa düşenle, bir yağmur ıslaklığı mesafede duruyor bahar. Kafamdan neler geçiyor? Neler dönüyor bu günden yarına? Kalan ne? Giden ne? Oturup düşünsem hangisiyle çıkarım bir düzlüğe? Bıraktıklarını silerek ufkundan, ıssız bir ovayı dolaşıyor ellerim. Nadas'a bırakılmış tarlalar gibi, bakımsız ve biçimsiz otlar uzanan bu kuraklığın sebebiyle, üstümden geçiyor kargaların sesi. Ne arıyorlar burda? 


Neyse ne! ve olsun! 

Bekleyerek görülür kuraklığın geçmesi. Otların biçimsizliği...

Odağımı buraya getirdim. Zor oldu bir fotoğrafı öğrenip alışmak. Alıştım ya. Olsun...İçimde bir bahar var, bilmem gerekir bunu. Çıkartacak ve bırakacak yola çünkü. Mavi'yi, kızıl'ı ve ötesini sararak, akşama oturacağım hüznümle. Soluklanmak için rüyalarıma giren ağaçların dibinde neyi unuttum? Neden tamamlanmadan uyandım? Henüz bir kök değilken yerimde, gövdemde serin bir sancıya dokundum. Ne kaldı rüyadan? Belki bakışlarım da dönüşüyor zamanla ve hayatın da bir devinim olduğuna inanarak. bir ota ne ad verilir kurumaktan ve beklemekten başka? Sonra...

Bir sonra 

Bir sonra

Böyle devam eden tekrarlarını tutarak içimde. Alışmak deniliyor herşeye..

Herşey kendine dönünce, orada kalan dingin akşamı, kim bulacak ortada tek ve yalnız? Bunu sordum mu daha önce, yalnızlıkla bağı olan herşeyin boşluğunu...

Yol ayrımında bekleyen ayaklarım, adımlarım, bu güneşe suskun bir hayranlıkla bakarken, içimde bir şey kıpırdıyor. Gözyaşına benzer, unuttuğunu hatırlamaya benzer, yaşamaya duyulan özleme benzer...

"Bekle ki çözsün an, seni bu hayatta." dedim ve durdum yerimde, hissizliğime bir şey olsun diye. 

Dur! Kıpırdama şimdi! Sessizliği bozma! Kalabalık etme! Sessizliğin hakkını ver. Bırak kargalar ve renkler konuşsun yalnızca akşamın güzelliğini. Bir emekle dönen dünyaya, bir şey denilmeden dinleme vakti çünkü...



Bir şeyler oluyor, birşeyler hiç olmuyor, bir şeyler hep çok uzak, bir şeyler hep çok yakın. Ki canım, sancılar içinde bir ateş büyütüyor kalbime. Şeylere yetişmeden durmak buraya. Ovanın sessizliğini anlamak ve kargalara gülmek için bir nedenim yoksa niye geldim buraya demeyeceğim? Oluruna bırakmaları istiyorum çünkü bu akışta. Saatler bitsin, karanlık gelsin ne çıkar ki ben yaşadıysam ve anladıysam kırılan ışığın yansımasını. Burda kalacağım ki içimde olacak ışık...Hatırlamak istediklerimi biliyorum artık. Dağ küçülsün ve yalnız ova kalsın aklımın karmaşasından uzak. Bulutlar çoğalsın, mavi- kızıl döndükçe gökyüzü. Evrildikçe kalbim anın büyüsünde, hevesle, sesle, ışıkla yeni bir adım bekliyorum kendimden. Akşama dönerken suretlerimle, ne kaldığını, ne gittiğini bileyim içimde... 


Şimdi aynalar parçalansın, dünle bir bıçak gibi keskin. Üzülmeyeceğim artık. 

"Güneş değiyor." Daha önce de demiştim. Evet, daha önce de inanmadan oldu bu. Beklemeden ve düşlemeden. Güneş değiyor tüm karanlığa, "geçecek" diyerek, "aydınlık" diyerek, bir şeyler batıyor. Yarın için. Yarın adına bir umut için, umutla aramdaki uçurumdan.

Biliyorum, anlıyorum ve kavrıyorum 

bir şeyler yeniden doğacak bu ayrımda...

(Bir yolculuk ardından)

3,20