Yirmi üç numaralı odanın patlıyor camı

ve süzülüyor aşağı otobiyografik bir intihar mektubu.

Kan aranıyor, kan aranıyor.


O gün bugündür sayrı bu kent.

Dirimselliğini yitirmiş çarşılar da

irin irin gözyaşları karışıyor esnaf tezgahlarına.


Güneş, kargışlarla karanlığı zerkediyor bu kente,

bir küheylan sırtında beliriyor Gabriel'in elçisi;

Yaklaş diyor yaklaş "göremiyorum yüzündeki ışığı,

gözlerin eskisi kadar aydınlatmıyor yüzünü."


Balçıklar içinde yabanıl naralar atıyorum,

Maldoror'un bir şarkıdan ötekine geçişi gibi

titriyor ayaklarım, öyle korkak, elemli.

Mezar taşındaki isimler kadar gösteremiyorum varlığımı.


Ne farfara! Hırsımdan ağıtlar doğuruyorum.

Bütün çeriler koparıyor pazubentlerini bu düsturla!


Ey! Tanrı ya da Doğa!

Görüyordum;

Bir cenaze çadırı gibiydi mahallemin kıyıları,

her geçişimde dualarıydı yaşayan ölüye bu bakışlar.

Haylamaz beni bu arafta kalmış saz benizli baykuşlar.


Çocukluğumun gözyaşlarını, şimdilerde kurak ama kaim,

serkeş ama tafralarıyla yüreğime bağışlıyorum.

Bana kan aranıyor, kan aranıyor!


Ahh yaratana susamış Annem!

Görüyor musun, yüzüm, ne karanlık bir ezgi çizgileriyle,

yüzüm, kör bir çocuğun yüzünü elleriyle tanımasından daha imkansız,

yüzüm.


Bu sunturlu gecede atlas yataklarına uzanmış,

sarılmış kefenlere-evet kefenden başka nedir yorganlar!-

çehreleri lâl çıbanlarla sarılgan insanlar,

ben dineliyorum kuru bir karayel gibi.


deli diyorlar alnıma yapışan ayna parçalarında

kendi yansımasını gören boş bakışlar, deliriyorlar.


Zehirleri toplamış bir yılan gibi dağa tırmanıyorum,

bu kente kan aranıyor şimdi,

bu dünyaya, bu insana.

Neredesin Ey! Yalvaç!

Celladına gülümsüyor bu kent,

içimdeki kötülüğün merhametini bir sen anladın.

Nerdesin Ey! Bitimsiz çerçi, irin sarmış bu kenti.


kan akıyor...

kan akıyor...