Senin kitle hakkında ne düşündüğün önemli değil. Sen bir vızıltısın. Haksızlıkların ve işkencelerin yapıldığı, suçsuz insanların cezalandırıldığı bir coğrafyada yaşasan ve bundan utandığını söylesen; en fazla çevreni ikna edebilirsin onlardan olmadığına. Ama topluluğun senin için ne düşündüğü önemli, bir defa topun ucuna koyuldun mu, işin bitik. Kimse bir sinek gibi yaşamak istemez. Bu yüzden bir taraf seçiyoruz. Olduğumuz taraf güçlü olsun diye debelenip duruyoruz. Atalarımızın da bu konuda düşünceleri var. Güçlü olma ideali insan kadar eski. ‘’Bir elin nesi var, iki elin sesi var.’’


Güçlü olmak, insanlık kadar eski ama ölüm de ilk insandan beri var. Dünyadaki ilk nesille, (yaşayan) son neslin benzer hataları yapıyor olması garip. İnsanlığın yapay zekası geçmişten ders çıkarmıyor, gelecek çağlar için kendini yenilemiyor. Tüm tecrübelerden ders çıkarıldığı senaryonun ismi bile var: ‘’Ütopya’’.   



*



-“Mutlu Eski, anlat seni dinliyoruz. Marketten erik çaldığını söylüyorlar. Kamera kayıtları da mevcut. Savunman nedir bu konuyla ilgili?


-“Hakim bey çaldım. Ama konunun buraya geleceğini bilsem kalkışmazdım bu işe. En basit açıklama ile, canım çok istedi. Karşı koyamadım. İnsan nefsi işte. Üç tane erik aldım, üç erik için devletin hakimini yormaya değer mi?’’


-“Sen mi karar vereceksin değip değmeyeceğine delikanlı?’’


-“Peki, haklısınız. Anlatayım o halde. Öncelikle, tek başımaydım. Bi’ azmettiren yoktu bu suçu işlemem için. Birini de kurtarmaya çalışmıyorum, ben de biliyorum, henüz 18 yaşında olmadığım için çok yatmam. Ama sevgili hakim bey, üç tane erik almak için de kimseden emir alacak adam değilim. Konunun örgütsel bir bağlantısı yok yani. Önce, dosyalardan birini kapatalım lütfen. Eve doğru yürüyordum. Yokuşun hemen sonunda kahvehane var, bildiğin kıraathane işte. Benim bildiğim kapalı alanda sigara içmek yasak. Bu yasağı oradaki herkes çiğniyor. Bu market de hemen kıraathanenin çaprazında kalıyor. Bir yokuş daha çıkıp eve varacaktım ki o yemyeşil erikleri gördüm. Papaz eriği. Zaten bu eriğin papaz olduğunu da yıllar sonra öğrendim ben. Herhalde bu yüzden bela oldu başıma. Neyse, ben bunları görünce hemen kaldırıma geçtim. Yanlarından geçerken de sol elimle alabildiğim kadar aldım. Marketten uzaklaşınca da yedim tek tek.’’


-“Yanlış yaptığını düşünmedin mi hiç?’’


-“Aslına bakarsanız, yanlış yaptığımı zaten biliyordum. Ama gönlümü çaldı yeşilliği işte. Zaten bir daha öyle bir şeye de kalkışmadım. Hem, hakim bey, tek problem bu mu koca memlekette? Bir tane çocuk üç tane yeşil erik almış market sahibinden habersiz. Amerika Irak’ı vuruyor her gün. Bir kişinin sesi çıkmıyor. Benim yaşımda çocuklar ölüyor, ben onları gördükçe ölümü hatırlıyorum. Belki bu bilinçaltı sebep oldu o erikleri almama. Ölümlü dünya deyip attım cebime belki, olamaz mı? Bir televizyon kadar uzakta, fosforla pişirilen çocukların haberleri dolaşırken siz beni karşınıza almışsınız hesap soruyorsunuz. Artık büyüdüm, neyse vereyim parasını. 2003 yılının kur’undan öderim ama. Hak geçmesin.’’



*



Yıl 2020. 

12 yaşında yaptığım bir şey aklıma geldi. Ve tam 4 saattir onu düşünüyorum. Vicdanım yine hakimlik tasladı. Bir arkadaşım ‘’senin kafanın içi müebbet’’ demişti. İşte bu yüzden ‘’gerçek’’ bir şeyler arıyorum. Bildiğin takıntılı olmak. Sık sık yıllar önceki hatalarımı hatırlıyorum ve onları atlatmam saatlerimi alıyor. Bir süre bu şekilde devam ediyor.

Çözdüm zannetiğim şeyleri yine hatırlarım. Bir kısır döngü bu. Tek ilacı, çalışmak. Beynimi sürekli çalıştırmak. 


Kafasının içinde bataklık taşıyanlar beni çok iyi anlar. Saçma fikirleri çekip çıkaramazlar, parlak fikirler de ne olursa olsun filizlenmez bok çuvalının içerisinde. Bir süre mücadele ettikten sonra öğrenirler işin çıkar yolunu. Yokmuş gibi davranmak. Tek seferde ağızdan çıkacak kadar parlak fikir değildir ama bu. Soran olursa, kafa yere bakmaya başlar. Bir utangaçlık başlar. Fikirlerinden utanmanın ne kadar sancılı olabileceğini birkaç saniye düşün. Bu yüzden biraz düşük seste, biraz da kekeme çıkar cevap ağızdan.


‘’Yokm-uşşş gibi da-vv-rann-mak’’



Bu dünyanın, başka bir gezegenin cehennemi olduğunu düşünmek ne kadar distopyaysa, düşünce bataklığından kurtulmayı bekleyenlerin dilekleri o kadar ütopya.



İlerledikçe boşa yol tepiyormuşum gibi geliyor. Durduğumda birkaç adım kaldığının düşüncesine kapılmaya başlıyorum. Bu aralar hayatım bu şekilde ilerliyor.