Evdeyim. Perdeler sonsuz örtülü. Sabahtan akşama. Soğuk ama gevşek bir boşluk gibi süzülüyorum odadan. Odaya. Bazı, uğramadığım köşeleri var evin. Soğuk mu, karanlık mı, temiz mi bilmem, umursamam. Öyle günler olur ki elim uzanmazdır, uzansa dokunmazdır. Dururum eski, sese dönmeyen şarkılar gibi. İçime esnerim. Esnerim ama. Bulaşıkların birikmesi canımı sıkar. Etrafın tozlanması, kırıntıların belirginleşmesi, fayansın yağlanması, ocağın lekelenmesi, lavabonun tıkanması ve kıyılarında biriken çamurumsu kalıntılar, halı köşelerinin katlanması. Canımı sıkar bunlar. Şaşırıyor muyum diye sormam. Şaşırdığımı bilmem hiç. Dünyanın ışığını evden kestikçe; haberlerden, haber getirenlerden kaçtıkça; ellerimi gevşetince döngüye tutunmaya; sonsuza dek dinlemem gereken, ancak böyle sorunsuz hissedeceğim bir şarkının ritmini bir yerde kaçırmak gibi eksik bakışımla etrafa sayısız körlükle bakınca ve sürünce bu; devam edince günler, geceler ve zaman önemsenmeyen, önemsenilmiyor olması umursanmayan bir kavram oldukça fark ettiğim güçsüz "benim burdan kurtulmam lazım" fikrini diri tutmaya çalışıyorum. Tek kolum yatağa dayalı, derim izmarit. Sigaralar içiyor; pek yemek yemiyor ama içeceğe hala önem veriyor; boş şişelerin, yırtılmış ambalajların ve her birinde başka bir bayat içeceğin kalıntısı olan kirli bardakların, bana ait olmayan turuncu-siyah dandik hoparlörün ve şarj kablolarının dağınıklığına bulaşmadan taze bardağıma ulaşmaya çalışıyorum. Bakıyorum. Çok bakıyorum. Ufacık bir yerde çok fazla anlıyorum. Alelade bir çakmağın halıdaki ya da kanepedeki alelade varlığı çok şey yansıtıyor bana. Kırıntı dolu çikolata ambalajının masadaki duruşunun fazlalık oluşunu umursamamaya çalışmaktan yoruluyorum. Çok. Hiç. Çok. Sahip olduğum hiçbir şeyin yolu yok gibi. Bıraktığım yerde duruyor her şeyim. Kalıyor. Bu, artık derime benzeyen, yüzüme benzeyen sürecin sürekliliğini engellemem gerektiğini biliyor fakat hep yarın gerektiren birkaç etkisiz fikirden, tüyden hamleden başka bir şey yapamıyorum. Yaparım ama yapmak istemiyorum gibi kaçınma iddialarından uzağım. İstiyorum. İnanç doğuramıyorum yönüme. Ellerimin büyüklüğüne ikna olamıyorum. Adımlarımı zemine sürüyorum. Bir şeyin hayalini kuruyorum. Bir şeye çarpıyorum. Bir şeyi anlıyorum. Tekrar. Bir şeyle duruyorum. Bir şeyli duruyorum. Eskisinden farklı. Düşünüyorum. Bozamam gibi etrafıma örülü herhangi bir şeyi. Duruyorum günler. Duruyorum geceler. Biliyorum pencereler. Duvarlar. Kapılar. Ama haksızlık olur susulması, bir yanım da yok değil sabahları şen uyanan, koşu bantlarına tırmanan, bir kuşun sade duruşuna dakikalar sunan, manzaralardan fotoğraflar çıkaran, kirli tüylere çömelen, yeni diller kuran sözsüzlerle, anlam ihtiyacı olanlara anlamlar kuran, yanılmayı bilen, yenilmeyi bilen, gören, anlayan, yeni yollar soran, canlı mı canlı hayaller yöneten, karlarda, kırlarda yürümek isteyen, inanan yarına, aldanabilen, kalabalıktan olabilen, herhangi biri olabilen, herhangi biriyle olabilen, adımlarını bileyen yeni topraklara, denge kuran, yüzler gevşeten, yüzlere soluğuyla kahkahalar çizen, kürsüler uman yakın gelecekte, tebessümüne dönüşecek alkışlar, anlaşılmalar uman; renkli ışıklar uman, danslar uman, yüksek sesli, bol kokulu, çığlıklı müzikli geceler uman, otostop yolculukları, pansiyonlar, kampingler, koylar, adalar, ormanlar, şehirler, yeni merhabalar, yeni kaybolmalar uman... İşte o yanımı şarkılar ayakta tutuyor. Yeni şarkılar. Filmler, diziler. Kitaplara çok dokunamıyorum. Hakimim olan üşengeçliğin, siyatik ağrıların etkisiyle en kısa yoldan yaşıyor, en hazır, en sade yoldan öğreniyorum. Bir sürü yeni şey keşfediyorum ve bilgileriyle ne yapacağımı bilmiyorum. Yorganımın kokusu yoğunlaştıkça aradığım, iyice bakındığım ama bulamadığım aidiyet duygusunun eksikliğine karşı, günler boyu duvarlarından taşmadığım evin yabancılığında kokumla ne yapacağımı bilmiyorum. Buradayım, buralı hissetmiyorken uzundur buradayım. Gitmek, uçarı tanımladığım ruhumun da ferahlatmaya yetemediği korkunç bir fikir. Kalıyorum. Tam anlamıyla kalıyorum. Hakkını vererek duruyorum durduğum yerde. Durduğum yerin hareketli bir parçasına dönüşüyorum hemen. Hızlıca. Kabıma ekleniyorum, yorgunluk gerektirmiyor bu. Dahasını hissedemeyecek kadar yorgunum. Yorgunluğuma benzer gibi yorgunum. Her gün başka organımla, uzvumla, kasımla, eklemimle yorgunum. Sorunları kolayca algılıyor, çevresine yoğunlaşıyor, içimde hissime denk yer bulamıyor, genişleyemiyor, daralamıyor, benlik ya da ruh ya da kendim adıyla sürüklediğim doluluğu boşaltmayı ümit etmeden sadece bekliyorum. Pes edemiyorum. Mücadele edemiyorum çünkü. Yaşam çemberinin dışından, belki bir adım arkadan, bir pencere öteden, bir otobüs sonradan sade yaşayanları ve yaşananları seyrediyorum.


Aklın fazlalık olduğu ama çıldırmayacak kadar da sağlıklı olunan günler. Ters giydiğim pijamayla tuvalete yürürken hareketimle etrafa savrulan tozların evrendeki varlığı üstüne düşündüğüm günler. Örtümü kaldıramıyorum günleri. Başkası olamıyorum günleri. Buyum, buna şimdilik tamamım ve bir süre daha başka biri olmam gerektiği fikrini duymak istemiyorum, tavsiye istemiyorum, herhangi bir zıtlık, kaos, mücadele, savaş istemiyorum günleri. Yalnız kendimle çözebilirim günleri...

Mevsimden bağımsız üşüyorum ben bazı günler. Her şeye üşüyorum. O günler. Benim. Kendimle ne yapacağımı bilmiyorum günlerim.


Bazen, eğik şapkalı adamlardan satın aldığım kendimi tütünle karıştırıp, gri, geniş, yapışkan kağıtlara sarıp içiyorum. İyi yırtılmamış sarı cips paketi çok gülüyor buna.