''İhtiyacın olursa her zaman buradayım yardımcı olmak için, oraya varana kadar''. Korsk, bu cümleyi her yalnız kaldığında, korktuğunda ya da cevap aradığında tekrarlardı kendi kendine. Sakinleşir ve desteklendiği hissine kapılırdı aklından her geçirdiğinde. Albay onu ana binanın girişine doğru götürürken de tekrarladı içinden bu sözleri. Daha önce cevabını bu kadar bilmediği başka sorular geçmemişti aklından. Rahibin huzuruna çıkma hediyesi verilmişti kendisine. En üstün olan ile sohbet etme şansı. Yetimhanenin yönetimini elinde tutan, sistemi en doğru şekilde yönlendiren, Albaylar dışında kimsenin göremediği kutsallığın sahibi Rahib. Sebebi ne olursa olsun hak ettiğini düşünüyordu Korsk. Tüm eğitimlerde başarılı oluşu, çektiği uykusuzluk ve acının karşılığını alacaktı artık. Rahibin yüzünü görebilmek tüm bunlara değmeliydi onun için.

Yetimhanenin ana binası diğer bloklardan farklıydı. Gün ışığına rağmen, görünmez bir bulutun altında kalmışçasına karanlık, toprağın onu kabul etmeyeceğini göstermek istemesinden dolayı havada süzülür gibiydi.Taş bloklar zamanın sebep olduğu rutubetli yosunları, bir deri gibi geçirmişti üzerine. Dev bir kayanın üzerine konumlandırılmıştı bina, bu yüzdendi uçuyormuş hissi vermesi. Kapıya doğru çıkılan merdivenlerde yürümek, ıslaklığın sebep olduğu kayganlıktan dolayı dengede kalmak, daha da zorlaştırmıştı varışı. Misafirlerden hoşlanmadığını anlatıyor gibiydi.

Her basamakta daha da artıyordu Korsk'un heyecanı. Bilinmeyene olan bir yolculuğun ilk adımlarıydı sanki taş zemine olan bu teması. Yanındaki Albay'ın yönlendirmesini istiyordu onu. Nasıl davranmalıydı, doğrudan bakmalı mıydı Yüce Rahibin yüzüne, yoksa eğilmeli miydi en içten saygısıyla kutsal ayakların önünde?

Sevmedi Korsk bu düşüncelerini. İçindeki sesi karşı çıkıyordu bu tavrına. ''Çıkmalısın bu rüyadan. Uyanmaktan mı korkuyorsun? Her zaman aptaldın zaten bu yüzdendi seni sevmeyişleri. ''Çığlıklarının yankısı böyle çarpıyordu kafatası kemiğine. ''İçinde bıraktığın bu sesi ne zaman anlayacaksın, ne zaman!'' diyebildi son kez bu tanıdık dost.

Taş kemerlerle, keskin kenarlı sütunlarla çevrilmiş ahşap kapı, öylesine büyük bir gürültüyle açıldı ki Korsk uyandı ilk rüyasından. Tüm yol boyunca sessiz kalan Albay ilk kez konuşuyordu onunla. Ne zamandan beri dinlemediğini anlamaya çalışırken gördükleri yüzünden nefesi kesildi Korsk'un.

Binanın antresi öylesine genişti ki, diğer uca yürümek dakikalar sürebilirdi. Pencerelerden içeri giren gün ışığı dışında hiçbir aydınlatma yoktu etrafta. Yüksek tavanlı bu yapıya gölgeler hakimdi. ''Dikkatli olmalısın zeminimde yürürken, bir anda yutabilirim o narin bedenini. Bak etrafına en güzel görüşünle o zaman görebilirsin içimdeki gerçek beni'' der gibi bekliyordu misafirini. İlk adımını attıktan sonra görebildi Korsk içerideki hazineleri. Cam fanuslarda sergilenen, köşelerinden iplerle gerilmiş çocuk derilerini. Hepsi özenle yerleştirilmiş, farklı boyut ve renklerde, kusursuz yüzülmüş minik insanların örtüleri. Kral'ın Yıldızı. Altı adet fanus bu şekilde dizilmişti sonsuzluk algısı olan bu antrede. Şövalyeler olmalı bunlar, Kralın en sadık koruyucuları. Bu mertebeye ulaşmak için hangi sınavları geçmek gerekirdi?

Korsk, en sevdiği yer olan hayaller diyarında gelirdi ana binaya bazen. İçerisinde ki türlü meyve ağaçlarını seyreder, tüm zemini kaplayan çimlere bastığında ayak tabanındaki o tatlı gıdıklanmayı hisseder, bahar zamanı avlu dışında duyduğu öten kuşların söyledikleri şarkılarını dinlerdi kutsal evin içinde. Hayal ettiğinden daha güzelini verdiği için teşekkür etmeliydi öğretmenine. Düşüncelerinden sıyrıldı ardından fanusların ortasında durmuş camlardan yansıyan görüntüsüne bakan Korsk.

''Bundan sonrasını yalnız ilerleyeceksin.'' dedi Albay, içerisinde tek bir kapının olduğu dar koridora geldiklerinde. Sormaya cesaret edemedi az önce dinlemediği sözlerin tekrarını. Albay konuştuğu sırada hayallere dalmak tam sana göre aptal dedi içinden. Ne yapması gerektiğini bilemez halde ilerledi kapıya doğru. Albayın ayak sesleri uzaklaştıkça son kez dönüp baktı geldiği yöne. Çıkışı tek başına bulabilirdi sonuçta, Kral'ın Yıldızı yardım edecekti. Amacı bu zaten diye düşündü, sonun işareti.

Korsk, koridorda ilerlediğinde karşısında onu neyin beklediğini hissetmişti. Yine de cesaretini toplamalısın diyerek derin bir nefes aldı, nefes sanki onunmuşçasına. Önünde durduğu kapının ona bakan tarafı aydınlık, kapının arkası olması gereken yerde belirsizlik, zeminin olması gereken yer boşluktan ibaretti. Koridorun duvarları hızla hareket etmeye başladı. Dibe doğru düştüğü bir kuyunun içindeydi artık. Tutunabileceği yakınlıkta değildi etrafını saran taşlar. Durdurmalıydı bu düşüşü, bir çıkıntı bir dal bulmalıydı çevresinde. Bu bilinmezliğe hazır değildi henüz. Artık neyi hatırlaması gerektiğini bile bilmiyordu Korsk. İpler geldi birden aklına. Farklı renk ve boyutlarda, bilinen bilinmeyen her türlü biçimdeki ipler. İçinde ki ses, delmişti artık kafatasını. Yıllarca süren esaretini kendi bitirmiş, dışarıya çıkmıştı hak ettiği gibi. Delirmenin sonsuz güzelliğini öğretebilecekti tüm yüksek sözleriyle. Ve hatırladı Korsk, yatağında ki boğumlu ipi, küçük bedenlerin derilerini geren ipi, yetimhaneye ilk getirilirken bileklerini ve ince bir dal gibi olan boynunu kanatan ipi. ''Hatırladın mı bu kapıdan daha önce girmeye cüret edeni? Hani sana benzemeyen ama sen olmayanı. Sır zannettiklerini. HATIRLADIN MI BENİ?