Korsk, Wıfy'nin yanından ayrılarak ileride nelerin onu karşılayacağını merak etmeden, bu sınırı kendisine çizmeden ilerlemeye başladı. İlerledikçe ormanların değiştiğini, duyduğu seslerin farkılaştığını adeta başka bir dil konuşulduğunu zannederek yürümeye devam etti. Yürüdükçe zaman değişiyor aynı kişi olamıyordu artık kendi haline baktıkça. Bir başkası sonra bir başkası oluyor, durumundan durumuna geçiyordu.
Metal bir yapının içinde uyandığında burnuna gelen tanıdık idrar kokularının arasında bulana kadar kendini, ardında bıraktığı süreyi hatırlamadığını fark etti. Yaşadıkları başka bir rüyaya ait anlardı ve içinde bulunduğu yer artık uyandığını hatırlatıyordu ona. ''Bir sonraki kendim ile tanışmam gerek sanırım.'' diye geçirdi içinden hızlıca. Ardından etrafı daha fazla tanımak istedi. Işığın fazla aydınlatamadığı, dar ve nemli odalarda bulunmak ona yabancı değildi. Farklı hissettiren şey gürültüydü. Bu yapı fark edilmek isteyen bir hareketle sürekli bağıran bir varlıktı ve çıkardığı ses sana saygısı olmadığını, önceliğin kendisinde olduğu yani bencilliğini haykırıyordu. Sesinin duyulmasını, anlaşılmayı istiyorsa ondan daha fazla gürültülü olmalıydı.
Metalin pasından daha eski ve yıpranmış duran derilere sahip insanların arasındaydı artık. Tam karşısında beliren, diğerlerinden daha canlı gözleri olan iki adamın sohbetini dinlemeye başladı Korsk. Anlaşılan uyandığına pek sevinmemişlerdi. ''Bugünki yemeği benimdi. Uyanması almayacağım anlamına gelmez.'' diyerek bedeninden daha sarı olan dişlerini göstererek gülümsüyordu ona bakarak.Nefesini hissedecek kadar yakın duran bu başı süzen Korsk, adamın bıraktığı nefesi kendi içine çekti ve “Bana ait olanı paylaşacağımı da nerden çıkardın?” diye gürledi bir anda. Makinanın çıkardığı sesten daha fazlasını yapabilirim edasıyla. Yapıya getirildiğinden beri uyuyan bu gencin sözlerinden hoşlanmadı komşuları. Özellikle de yemeğinin sahibi olduğunu söyleyen adam.
''Yapma ya! Söylesene o halde nasıl engelleyeceksin beni?'' diye karşılık verdi. Korsk, daha fazla kendisi ile konuşmayacağını belli eden bir hareketle başını diğer yöne doğru çevirdi ve ''Bilgisiz bir adam bu. Seçtiği yol ise benim akıntımdan farklı. Yalnız bıraksam iyi olur.'' diye düşündü. En derinden alarak nefesini, tuzun kokusu ile doldurdu ciğerlerini tekrardan ve tekrardan. “Başka hangi koku çürümüş olanı örtebilir ki. Etleri saklamak için kullanılmasına alışığım.'' dedi kendi kendine. Nehrin denize kavuşma anı içerisinde olduğunu anlayarak ''Kirimden arınma zamanım geldi.'' dedi.
Etrafı incelemek için ayağa kalktığında, iki adam da peşinden hareket etmiş, sürekli başka hakaretler savuruyorlardı Korsk'a. O ise kulaklarını bu sese kapatarak yürümeye ve meraklı gözlerle yapıyı incelemeye başladı. Eskimiş metalin birleşim yerlerinde ki çatlaklardan suyun süzülüşünü izledi bir süre. Arkasından konuşan diğer sesi çok sonra fark edebildi. ''...... bırakın. Yoksasını iyi biliyosunuz.'' Sesin sahibine dönen Korsk, karanlığın biraz da olsa neden ışık içerdiğini onu görünce anladı ve tebessümü ile yaklaştı bu hak savunucusuna. ''Kırk kişi saydım ikimizin dışında, kemiği en fazla olan kazanır. Var mısın?” dedi. Adam ise ''Sen daha ona gelmeden tümünün kemiklerini kırabilirim. Gücümü hafife alma minik.'' diye karşı çıktı. ''Gerçi etrafa bakılırsa yirmisi inanmış gibi sana zaten.'' Yeni arkadaşının sözleri çok eğlendirdi Korsk'u. Yüzündeki tebessüm tuzdan bile keskindi. İçten ve yakıcı.
Adamın işaret ettiği yere, uzun süren yorgunuluğunu atabileceği, yüklerini sırtından bırakabileceği bir ağacın gölgesine oturur gibi oturdu. Bulunduğu yerde yalnızca ikisi varmış gibi bakıyordu artık karşısındakine. ''Böyle baksaydın en başta zaten kimse konuşmazdı seninle. Söyle bakalım, gemiye getiren sebep nedir seni?'' Korsk ancak o zaman anladı, zeminin tüm yapılı ile birlikte neden hareket ettiğini. Yüksek duvarların bir gövdeye, süzülen suyun denize ait olduğunu. ''Daha önce bir gemide bulunmadım, önce buna sevinmeliyim. Sonra seninle tanışmamıza sevinebilirim. Benim adım Korsk. Selam!'' Son kelimeyi öylesine içten söylemişti ki hak savunucusunun tüm hücrelerine işlemiş, kahkahaya boğulmuştu. Sallanan gemiden mi zihninden mi olduğunu anlayamadan sarhoş hissetmişti kendini.
''Hamre! Adım bu. Sonsuz gibi görünen, adam delirten kum çölünden geldim buralara. Sıcak değil ama gördüğü hayaller delirtir adamı. Kıyı boyunca başka hayatlar başka renkler görmek için ilerledim ama bulduğum tek şey daha fazla kum oldu. Tam pes edecekken bir grup yolcu ile karşılaştım. Onu yaşa bunu tanı dedim en sonunda buraya düştüm.'' diyerek gökyüzünü seyredecekmiş gibi kaldırdı kafasını yukarıya. Korsk ise ''Bu adam benim daha görmediklerimi görmüş gibi konuşuyor, çölün deliliği bulaşıcı değildir umarım.'' diye karşılık verdi adama.
''Peki sen nereden geliyorsun? Getirildiğinde ölü gibi yatıyordun. Seni yememeleri için az uğraşmadım.'' dedi Hamre. Geldiği yeri, yaşadığı geçmişi yani tüm rüyasını anlatmanın gerekli olmadığını düşündü ve ''Nasıl geldiğimi ben de bilmiyorum. Ama belli ki sen benden önce gelen bir konuksun. Anlatsana nedir burası böyle? diye sordu adama.
''Konuk mu? Sen benim topraklarımda ki manyaklardan bile daha deli olmalısın. Ne konukluğu minik! esiriz burda. Yola çıkalı çok olmadığını hesaba katarsak uzun bir süre daha öyle kalıyoruz gibi duruyo.'' diye cevapladı Korsk'un sorusunu. ''Her durduğumuzda karadan, yeni avlar, ganimetler ve bir kaç insanla geri dönüyor yukardakiler. Sen de o insalardan birisin işte.”
''Yine ellerine mi düştüm o rahiplerin yoksa?'' diyerek telaşlandı Korsk istemeden de olsa. ''Ne rahibi? Arkadaşım sen uyanamadın heralde daha. Rahip falan yok bu gemide. Cenneti vadeden tek şey, seni yemek isteyen o kişi. Onun da rahipliği hangi tanrıya bilmiyorum.'' diyerek tekrar döndü ışık saçan gülümsemesine. Hamre'nin içten tavrına rağmen gerginliğini atamadı üstünden Korsk. ''Yukarıdakiler peki, insanlar mı, görebildin mi yüzlerini? Sorusuna yenisini eklemeden elini tuttu Hamre Korsk'un. ''Sayısız kaçıkla konuştum ama sen en özel olanısın.'' diyerek avcuna keskin bir metal sıkıştırdı. ''İhtiyacın olacak gibi duruyor. Arkandakiler grup olmaya başladı bile. Senin için iyiye işaret değil bu durum.'' diye ekledi ve ayağa kalktı. ''Kaçıncı da kazanan belirlenir demiştin.''
Korsk'un ayaklanmasını beklemeden, toplanan gruba saldırmaya yeltendiği düşündü Hamre'nin. Geminin sağır eden motorları durdu bir anda. Motorlarla birlikte odadakilerin yaşam belirtileride sessizliğe gömüldü. Hamre dahil herkes tek bir yöne dikmişti bakışlarını. Gelecek olan komutu bekleyen yırtıcı kuşlar gibiydiler. Kafeslerini hak ettiklerini kanıtlamak istercesine. Kör edici ışıktan önce, adeta yüzlercesinin birleşerek tek bir bağırtı haline geldiği ses doldu içeriye. Kapak yukarıya kalktıkça ses daha fazla artıyor sağır edici boyutlara ulaşıyordu metallere çarpması ile. ''Bir hayvan olmalı ama ne tür bir canlı böyle bir ses çıkarabilir ki''diye düşünmeye başladı Korsk, bacaklarının titremesine aldırmadan.
Hamre'nin ''Arkama geç! Sakın yanımdan ayrılma.'' komutu ile kendine geldi tekrardan. ''Cesur savunucum, gözlerinde ki korku sözlerin ile çelişiyor''demek istedi adama. Yine de ona güvenmesi gerektiğini, Hamre'nin ondan çok öncesinde bu hayvan ile tanıştığını ve tecrübesinin de ondan fazla olduğunu düşünerek denileni yaptı.
Bulundukları odanın duvarı aniden hareket etmeye başladı. Duvar önünde ne varsa kapağa doğru yönlendiriyor, kimse hareketini engelleyemiyordu. İnsanlar umutla bu hareketli paneli durmak istiyorlar ama başaramadıklarını gördükçe daha fazla direnmiyor ve duvarla aynı hızda kapağa doğru yavaş adımlarla yürüyorlardı.Dışarı atılması gereken birer pislik gibi kusuyordu oda içindekilerini.
Işık öylesine yoğundu ki dışarısının yalınızca parlak beyaz olduğunu düşünmesine sebep oldu Korsk'un. Gözleri karanlığa alıştığı gibi bu yüksek ışığıda alışacaktı elbette. ''Tek yapmam gereken yürümeye devam etmek.'' diye temkinledi kendine. Görmek için gözlere ihtiyacı vardı evet ama gördüğünü anlamak için olan ile de idare edebilirdi şimdilik. Zaten beyin olmadan gören gözlerin ne anlamı kalırdı ki. Işık etkisini kaybettikçe korkunç acıları yüzünden bağıran hayvana bakabildi en sonunda. Korku kendini şaşkınlığa bıraktı. Merdiven gibi üst üste sıralanmış oval formda ki sıralarda bağıran insanları görünce sesin acı içindeki bir hayvandan değil, delirmişcesine tezahürat yapan kalabalıktan geldiğini anladı. Kalabalık, avını elleri ile parçalamak isteyen bir maymun sürüsü gibi bağırıyor, kıyafetlerini yırtarcasına çekiştiriyor ''Kan isteriz!, kan isteriz!'' diye yalvarıyorlardı.
Kalabalık, arenanın kenarlarından merkeze doğru bir dalga gibi akıyordu. Birbirine karışan sesler, kulakları delip geçiyordu. Tezahüratlar, çığlıklar ve çılgınca alkışlar bir araya gelip, adeta delilik havasını yaratıyordu.
Kalabalığın üyeleri, her türlü ırktan ve sosyal statüden gelmiş gibiydi. Kirli yüzler, vahşi gülüşler ve gözlerdeki çılgınca ışıltılar, onların içlerindeki insanlığın son kalıntılarını da silmişti. Koltukların üzerindeki insanlar, gövdelerini ileri geri sallayarak çıldırmış birer kukla gibi hareket ediyorlardı. Korku ve zevk, yüz ifadelerinde, bu yabancı arenaya olan takıntılarını yansıtıyordu.
Arena, ışıklarla aydınlatılırken, kalabalığın deli coşkusu doruğa ulaştı. İnsanlar kollarını kaldırıyor, bağırıyor ve çağırıyorken arenanın ortasında hayatta kalmak için savaşacak esirlerin kaderleri belirlenecekti. Esirler, arenanın ortasına yerleştirilirken kalabalığın coşkusu yükseldi. Çılgın tezahüratlar, arenanın her köşesinde yankılandı ve esirlerin kalplerini daha da hızlandırdı.
''Hey minik! Bu tarafa bu tarafa.'' diye bağıran Hamre'yi gördü Korsk. Birbirlerinden ne zaman ayrıldıklarını hatırlamıyordu. İçinde bulunduğu durum ona çok yabancıydı evet ama ne tür insanlar bunular diye düşünmekten başka birşeye konsantre olamıyordu.Önünde ki insanları omuzlarından itekleyerek ona doğru yaklaşmaya çalışsada, korku dolu bedenler kayadan bile ağır bir şekilde kıpırdamadan duruyorlardı.''Neler oluyor? Bu insanlar neden bize bağırıyor? Yukarıdakilerden kastın bunlar mıydı?'' sorularının sonu gelmeyecekmiş gibi sıralıyordu Korsk.
Hamre ise tetikte bekleyen bir aslan gibi sürekli etrafını izliyor, tehditin ne taraftan geleceğini hesaplamaya çalışıyordu. ''Aptallar gibi konuşmanın sırası değil. Bir sonra ki günü görmek isityorsan, ne yaparsan yap hayatta kal. Anladın mı?'' diye bağırıyordu. ''Sana verdiğim bıçak duruyor mu hala sende? Onu sakın düşürme. Tüm hayatın ona bağlıymış gibi tut ve savur tamam mı? Bana bak tamam mı?'' Korsk'un dikkati hala bunca insanın aynı anda çılgınlar gibi hareket etmesindeydi. Bu delilik dansından etkilenmeye başlamıştı. ''Savaş derslerinde en iyiler arasındaydım. Boğaz kesmeyi, bu bıçaktan daha kötü olan malzemelerle bile becerdim endişelenme Hamre.'' Duyduklarını, özgüveni dağlar kadar olan bir ergenin sözleri olduğunu düşündü adam. ''Yazık! Dost olabileceğim biri gibi gelmiştin.'' dedi.
Üst üste sıralanmış koltuklarda oturan kalabalık, derin bir sessizlik içine girdi. Gözlerindeki hevesli parıltı, insan doğasının karanlık yönlerini yansıtıyordu. İçlerindeki vahşi dürtüler, sabırsızlıkla yükseliyordu.Koltuklarında sabitlenmiş gibi duran bu kalabalık, bir bombanın pimini çekmeyi bekleyen sessiz bir kitlenin resmini çiziyordu.
Savaşın vahşi ritmi yakında başlayacak gibiydi.