St. Haroon Yetimhanesi

Yetimhane, dinler savaşından dört yıl sonra savaş meydanında komutanlık yapan ve savaşın seyrinin değişmesinde büyük etkisi olan üç şanlı generalin birlikte kurdukları 21. yy. mimarisinin son örneklerinden taş ve cam duvarlarla kaplı bir binada hayat buldu. Yapı öylesine görkemliydi ki üzerinden 220 yıl geçmesine rağmen yosun tutmuş taş cephesi bulanık kırgın cam blokları bu eski binaya ayrı bir karakter kazandırmış, görenlerin inşasının yeni tamamlanmış bir modern sanat eseri olduğunu düşünmelerine sebep oluyordu. 

General I, binanın iç tasarımının yeni oluşumları için mükemmel bir ortam hazırladığını daha ilk bakışında anlamıştı. Savaş süresi boyunca yönetimden gizlice topladığı tüm ganimet ve belgeleri bu binanın güvenli taş blokları arasında saklayabilecek ve her zaman hayalini kurduğu Üstünler birliğinin temelini atmaya başlayabilecekti. Tüm stratejiler ve planlamalar bu merkezde hazırlanacak ve adına 'Rahipler' denilen en seçkin askerlerden oluşan birliği sayesinde planının hayata geçirilmesi için yeni dünya topraklarına yayılacaktı.

Kuruluşun kanunları değiştirilemez ve yeni maddeler eklenemez olarak hazırlandı. Geçmişin zincirlerinden, özgür-gerçeğe evrilmek bu kararı gerekli gösteriyordu. Tüm güç ve yetki üç generalde olacaktı. Emirleri direkt olarak rahiplere kendileri bizzat vereceklerdi. Her rahip aldığı emri koşulsuz kabul edecek ve tüm varlığı ile generallerinin isteklerini hayata geçirmek için yaşayacaklardı. Bir rahip yaşamının sonuna geldiğini anladığında kendi vekil seçtiği askeri Rahip statüsüne yükseltecek ve tüm bildiklerini, sahip olduğu tüm mal ve belgeleri ona devredecekti. Rahiplerin en önemli görevi, savaş sonrası hayatta kalan tüm yetimleri bir araya getirmek ve onları belirli testlere tabi tutarak kutsal binada yaşayıp yaşamayacaklarına karar vermekti. Layık olanlar öncelikle zorlu şartlar altında öz benlik temizleme eğitiminden geçirilecek ve kurumun amaçları doğrultusunda gezegende yaşamın sürdürülebilir topraklarına dağıtılacaklardı. Bu topraklarda, gelecek olan emirleri bekleyecek ve bedenlerindeki son damla kana kadar kutsal amaç için savaşacaklardı. Testte başarısız olanlar ise üstünler dışında kalan diğer herkes gibi önce derileri bedenlerinden ayrılacak ve yetimhanenin kazanında odun olma şerefine erişeceklerdi.

Yetimhanede her gün bir öncekinden farklı olmazdı. Güneş gezegene ilk ışıklarını verdiği zaman binada hayat başlar, tüm öğrenciler ana avluda günlük görevlerini almak için toplanır, tek öğün olan mavi buğday ekmeklerinin dağıtılması beklerlerdi. Görevleri rahiplerin vekil olarak seçtikleri albaylar dağıtır ve öğrenciler verilen tüm görevleri koşulsuz kabul eder, ardından katıklarının bulunduğu ketenden yapılmış torbalarını alır yemekhaneye yönelirlerdi. Sistem öylesine kusursuz bir hale gelmişti ki o geniş taş zeminli avluda nefes sesi dahi duyulmaz, herkes adeta bir rüyanın içinde süzülen rüzgarlar gibi hareket ederlerdi. Sırada kendisinden sonra kimin olduğunu merak etme düşüncesi hiçbir öğrencinin aklına dahi gelmezdi.

YETİMLER

Korsk, bu sabah gördüğü rüyanın etkisini tüm vücudunda hissetmesine rağmen hata yapıp ceza almamak için avuç içine aldığı sivri uçlu çakıl taşlarını öylesine sıkmıştı ki taşların tamamı derisinin içinde kendilerine ait izler yapmış, adeta bölgeleri işaretleyen kurtlar gibi yerleşmişti etine. Dikkatli olmalıydı keseyi sağ eli ile almalı, albay sol elindeki taşları asla fark etmemeliydi.

Avluya odalarından ya da bulundukları bölüme ait olmayan herhangi bir şeyi getirmek kesinlikle yasaklanmıştı. Korsk, geçen yaz ikinci boğumundan kesilen serçe parmağı ile zaten bir kere dersini almıştı. Alt tarafı bir parmak, gözünün teki de olabilirdi diye geçirmişti içinden kan işeyen parmağına baktığı zaman. Tekrar ceza alması, ayrılmak istemediği bir organına veda etme anlamına gelebilirdi. Daha da kötüsü, odun sınıfına düşebilirdi. Varılabilecek son sınıfa.

Aslında uyandığında yaptığı ilk şey, yatağına korkuluk olarak takılan iplerin boğumlarını saymaktı Korsk'un. Gördüğü rüyaların etkisinden bu sayede uzaklaşır, gerçek dünyada olduğunu ve artık uyandığını yavaş yavaş tüm bedenine anlatırdı. Bu sabah ne kadar sayarsa saysın korkuluktaki boğumları, zihni de bedeni de sakinleşemiyordu bir türlü. Her geçen saniyede panik öylesine yayılıyordu ki vücuduna, burnun kanamasına kulaklarındaki basıncın kulak zarını delmek istemesine engel olamıyordu. Uyanış zili birazdan çalacak ve yatakhanedeki tüm herkes yeni görevlerini almak için avludaki sıralarına doğru hareket edeceklerdi. Geçen hafta merkez girişini temizleme görevinde yerden gizlice topladığı sivriltilmiş çakıllarını, keçi yününden yapılma yastığına sakladığını hatırladı ve hemen zulasından çıkarıp tüm nefreti ile taşları avucunda sıkmaya başladı.

Görev alma sırası kendisine geldiğinde Albayın bakışlarında sıradan olmayan bir şeyler olduğunu düşündü. Acaba elindeki taşları mı fark etmişti Albay, yere mi damlıyordu zevk vermeye başlayan taş kesiklerinden süzüldüğünü hissettiği kanı?

''Senin kesen bugün verilmeyecek minik Korsk.'' dedi albay tüm avluda yankılanan bağırtısı ile.