"Mahpeyker Hanım'ın dokuz kızı vardı, yan yana dizildiler mi cennetten huriler inmiş sanılırdı. Mahpeyker Hanım'ın dokuz kızı geçerken sokaktan, -lavanta kokulu, yasemin kokulu, menekşe kokulu göğüsleriyle, eteklerinde bin çiçek, eteklerinde genç kızlık hülyaları, eteklerinde elmaslar, yüksek ve alçak kaldırımlardan hoplayarak inerken, saçlarında peri tozları, saçlarında karanfiller, saçlarında deniz kabukları, salınırken, gözlerinde sürmeler, gözlerinde renk renk cilveler, gözlerinde sönüp sönüp yanan ve yanıp yanıp sönen yıldızlarla bastıkları yola çiçekler diken bakışları, yürürlerken, dudaklarında olgun bir kiraz, dudaklarında Havva'nın günahı, dudaklarında bir Afrodit, düpedüz bir şarkı olan sesleri zalim ve usul, kıskıvrak, yakalarken, ellerinde güvercinler, ellerinde bir bakirelik, ellerinde bir şiir- bir bakan bir daha bakardı. 


Mahpeyker Hanım'ın dokuz kızı hep yan yana, kol kola, eteklerini savura savura yürürlerdi. Sesleri baharda şarkı söyleyen kuş cıvıltılarını andırırdı. Birbirlerinin saçlarını tararlar, örerler, çiçek çiçek süslerlerdi. Mahpeyker Hanım'ın dokuz kızının dillere destan güzelliğinden haberdar olan delikanlılar, uzun uzun yollardan ellerinde güllerle, lokumlarla, çikolatalarla, hatta gümüşlerle, altınlarla, elmaslarla kapıya gelirler, Mahpeyker Hanım'ın tek bir sert bakışıyla gerisin geri giderlerdi."


***


Mahpeyker Hanım dokuz kızıyla beraber az gitmiş uz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş, yanındaki aşı bitmiş. Dokuz bebek birden başlamışlar viyak viyak bağırmaya. Mahpeyker Hanım bakmış iki lokma yiyecek yok, atmış oltayı denize. Oltaya takılmış kocaman, kapkara bir balık.


Kara balık dile gelmiş: "Ey yeryüzünün kızı, benim etim zehirlidir. Ama bir kere senin oltanın kancasına takıldım, yaralandım. Artık beni suya salsan da yaşayamam. Sen iyisi mi beni sakla, bir düşmanın olursa yedirirsin." demiş.


Mahpeyker Hanım oltayı bir kere daha denize salmış. Oltaya takılmış bir altın balık.


Altın balık dile gelmiş: "Ey yeryüzünün kızı, benim etim sihirlidir. Sen benim etimi dokuz kızına parça parça böleceğine hepsini sen ye, memelerin süt dolsun, hem senin karnın doysun hem dokuz kızın karnı doysun."


Mahpeyker Hanım altın balığı yemiş. Yer yemez memelerine bir sancı girmiş, olgun meyveler gibi ağırlaşmış, apak olmuş, tatlı tatlı süt kokmuş. Mahpeyker Hanım dokuz kızını da emzirmiş, doyurmuş.


Az gitmiş uz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş, Mahpeyker Hanım'ın memeleri kurumamış, karnı da hiç acıkmamış. Bir gece gökyüzünü zift karası, duman karası, kömür karası bulutlar kaplayıvermiş. Ağaçları yerinden söken, kuşların tüylerini yolan, evlerin çatılarını uçuran, denizleri halı gibi silkeleyen büyük mü büyük, korkunç mu korkunç bir fırtına çıkıvermiş. Deniz deli dalgalarla sandalı bir o yana bir bu yana savururken karşılarına kocaman bir gemi çıkmış. Bu gemi bir korsan gemisiymiş. Geminin kaptanı dışarı çıkmış. Onları görünce demiş ki: "Benim cariyem olmayı kabul edersen sizi kurtarırım. Yoksa hepiniz boğulur gidersiniz."


Mahpeyker Hanım mecburen kaptanın teklifini kabul etmiş. Dokuz kızıyla beraber kaptanın cariyesi olmuş. Bir gün gelmiş ki gemide ne yiyecek kalmış ne de oltaya takılan bir balık varmış. Mahpeyker Hanım sakladığı koca kara balığı çıkarıp kaptana sunmuş. Bu balık o kadar büyükmüş ki tüm gemiyi doyurmaya yetermiş. Balığı kızartmışlar. Parçalara ayırmışlar. Yemek sırasında Mahpeyker Hanım balığı yer gibi yapmış, gizliden tükürmüş. Böylece gemideki tüm korsanlar ölmüş. Mahpeyker Hanım içindeki tüm servetle beraber geminin kaptanı olmuş.


Üç yıllık yolculuğunun sonunda bir sahil kasabasına varmış. Geminin içindeki tüm ipek kumaşları, Hint kumaşlarını, dokuma İran halılarını; altından, zümrütten, yakuttan, elmastan yapılma yüzükleri, küpeleri, kolyeleri, tokaları, sedef kakmalı gümüş sandıkları ve gümüşten yapılma dolap, masa ve sandalyeleri; değerli el yazması kitapları, bronz ve mermerden yapılma heykelleri, el emeği çanak çömlekleri, vazoları, altın ve gümüş ipliklerle işlenmiş yorgan ve yastıkları, kanaviçeleri, masa örtülerini, duvar halılarını, oymalı, taşlı billur aynaları; çeşit çeşit bitkilerden, çiçeklerden, meyvelerden çıkarılmış kokulu yağları çok uzak ülkelere satmış, kazandığı parayla da yedi ülkede yedi dükkan açıp daha da çok satmış, daha da çok kazanmış. Dokuz kızıyla beraber taşındığı bu sahil kasabasındaki köşkte mutlu mesut, bolluk içinde yaşamış.