‘’Bu hayata net bir giriş yapamadım. Doktorları bile ikilemde bıraktım, küveze alınmalı mıydım?
Hayatı istikrarlı bir şekilde sevemedim. Optimist de olamadım pesimist de. Realist de değilsem, ben neyim?
İnsanları hiçbir zaman sevemedim. Milyon yıldır yaşayan milyarlarca insanı bire indirgesen ortak özelliği riyakarlık olur. Kendimi de hiçbir zaman sevemedim. Riyakar olmamayı yüzde yüz beceremedim çünkü. Zalimin mermisiyle küçücük bir beden haşlandı. Beri tarafta beşinci ayakkabımı alsam kredi kartına çok yüklenmiş olur muyum diye düşündüm. Bir annenin ciğeri kızarırken zalimden daha farklı bir tavır sergilemedim. Ayakları soğukta donan çocuklarla ayakkabımı paylaşmak bile gelmedi aklıma. Zulme sessiz kalan da zalimdir.
On dokuz yaşında bir çocuğu döve döve öldürdüler. Böyle bir vicdana nasıl sahip olunabilir, diye düşünmekten konuşmayı unuttum. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Birileri, birilerinin önlerinde düğme ilikleyedursun, büyük büyük adamlar uyuşturucu kaçakçılarının önlerini açtı, pırıl pırıl zihinler anlık hazların peşinde koşarak geleceklerini bir kibritin çöpünde tutuşturdu. Ben sadece onlar gibi olmadığım için kıyıda köşede şükrettim. Annesini üzmeyen bir evladın vicdan rahatlığıyla girdim yatağıma.
İçinde yaklaşık 110 milyar insanın nefes aldığı dünya, dört buçuk milyar yıldır varlığını koruyor. Her canlı gibi doğdum, büyüyorum; öleceğim. Bir mikroorganizmadan farksızım. Belki yirmi tane insan için varım bu dünyada. Geri kalan milyarlar için bakteriyim.
Beyne yapışan bir virüsten zihne sızan rahatsızlıklarım var benim. Bu virüs, haksızlıklara karşı takınılan sükunet yoluyla bulaşıyor.
İktisat’a giriş dersi.
İlk konu, iç muhasebe.
Sınavın yöntemi yazılı değil, sözlü olmalı’’
Üsküdar iskelesine indiğimizde, Hamza yolda bulduğu kağıdı okuyup Tarık’a gösterirken bir sigara yaktım. Okudukları yazıyı çok anlamlandıramadıklarını mimiklerinden anlıyordum ama sıra bana gelinceye kadar bir şey söylemedim.
‘’Bu ne abi, bir bok anlamadım ben’’ dedi Tarık, ‘’Niye yere atmışlar ki bu yazıyı?’’
‘’Yazıları, kardeşim.’’ diye araya girdi Hamza, ‘’Baksana, her yere kağıtlar atmışlar’’
5 dakika sonra, bir kafeye oturmuş, üçümüzde elimizdeki kağıtları okuyorduk.
‘’İkinci konu ne acaba?’’ dedim içimden, pek de sessiz düşünememiş olmalıyım ki Hamza ve Tarık aynı anda bana baktılar. ‘’İlk konu diye bitirmişler yazıyı, ikinci konuyu merak ettim’’ dedim tekrar. ‘’İlkini anladın mı yani?’’ diye sordu Tarık. ‘’Hayır, ama eğer ki ikinci bir yazı varsa, bunu anlamamız daha kolay olur.’’
‘’Bu salak yazıyla hiç uğraşamayacağım’’ dedi, Tarık. ‘’Yazıp yazıp atıyorlar sokağa. Sahip çıkamayacaksan niye yazıyorsun?’’ Ne Hamza ne de ben, bu süper espriye tepki verdik.
‘’Üç çay alabilir miyiz? Bir tanesinin yanına limonu ikiye bölüp bir parçasını koyun lütfen.’’
Hamza, siparişlerimizi verdiğinde, uzun yıllar süren arkadaşlıkların, hayatımda tutunabileceğim tek şey olduğunu düşündüm. Çayı asla limonsuz içmediğimi biliyorlar ve bir şey söylememe gerek bile kalmadan eklemeyi yapıyorlardı. Kimin nerede oturacağı yıllar önce hiç konuşulmadan aramızda kararlaştırılmıştı. Hamza ve ben yan yana oturuyorduk, Tarık ise tam karşımızda kalıyordu.
Ceplerimi yokladım, paketimi çıkarttığımda içinde bir tane sigara kaldığını fark edince bu duruma çok bozuldum. Sigara kullanan herkes bilir bu hissi. Yeni söylenmiş bir çay, kilometrelerce yürünmüş yol, çok yakın sayılmayan bir tekele yeniden yürümek zorunda kalmak. Can sıkıcı bir denklemdi bu. ‘’Hemen gidip geliyorum’’ diyerek çözdüm problemi.
Tekelden bir paket uzun Parliament aldım, gün yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Sokak lambalarının ışıklarının açılmasına az kalmıştı. 100 metre uzaklıktaki elektrik direği, mahallenin güvenlik görevlisi gibi göründü gözüme. Hızlı adımlarla yürürken yolda bir kağıt daha buldum:
‘’İçimde kalan son umuda tokat attım. Var gücümle. Bir daha ayağa kalkamasın diye. Her şey yerini bilecek. Ben de.
Olmayı hayal ettiğim kişi ile olduğum kişi iki farklı ırk gibi. Siyah ve beyaz gibi. İyi ve kötü gibi.
Kendimi değiştirmeye çalışmaktan vazgeçtim. Her şeyi yarım bıraktığım gibi, onu da yarım bırakmaktan korktum. Kendini tanıyamama travmasını çözdüm; tüm kararsızlıklarımla, netliklerimle, sevdalarımla kabul ettim beni. Duygulardan nefret etmeme rağmen, duygusal olmamı da kabul ettim.
Uzun bir yoldan geliyorum. Yıllardır yürüyorum. Birkaç yerde mola verdim. Eğer sevebilseydim dinlendiğim yerleri, oralara ‘’evim’’ bile diyebilirdim. Gözleriyle gitmem için yalvarmasalar, döner miydim en başa? Başladığım yere döneceğimi bilsem atar mıydım bu kadar adımı? Ben, metropolde bedeviyim. Kaç tur atarsam atayım, hiçbir şeyin değişmediğini görmek yoruyor gözlerimi. Ne kadar uzağa yürümeye çalışırsam çalışayım, mesafe kat edemiyorum korkumdan. Yolun yarısına kadar başladığım yere, yarısından sonra varış noktasına yakınım. Başlangıç noktam ile varış noktam aynı.
Edebiyat dersi.
Ders, boş.’’
Yerde bulduğumuz ilk kağıtla arasında hiçbir ilişki olmayan ama aynı topluluğa ait olduğunu düşündüğüm bu yazı, tahminimin aksine ilk yazının açıklayıcısı olmadı. Bu yazılar sahiden bir topluluktan mı çıkıyordu? Bu topluluğun amacı neydi?
Hamza ile Tarık’ın yanlarına vardığımda, çayım buz gibi olmuştu.
‘’Bir sigara içeceksin diye buz gibi ettin çayı’’ dedi Tarık, sigara içmeyen herkesin vereceği tepkiyi vererek. Kağıdı çıkarıp masaya koydum. Yeni bir çay istedim garsondan. Hamza, Tarık’ın yanına geçti kağıdı okumak için.
Tarık, yazıyı okuduktan sonra, ‘’İlk sayı çok daha iyiydi’’ dedi, ciddiyetten uzak bir şekilde, ‘’İkinci yazıyı yazan kişi net bir sözelci. Ağlamış durmuş. Ne yapalım biz senin kimlik bunalımını abi? İlk yazıya bak bir de, bu çocuk en kötü ihtimalle matematikte iyidir. Baksana, muhasebe filan demiş en azından’’ diyerek, bu gibi bir espri daha bıraktı masaya.
Bu defa Hamza, ayıp olmasın diye tebessümle karşılık verdi.
‘’Herkes kendi manifestosunu yazıyor’’ bence dedim espriyi duymazdan gelerek. ‘’Herkes kendi acısını, memnuniyetsizliğini dile getiriyor. Ama bunlar kim, nerede örgütleniyorlar?
‘’Chat sitelerinden örgütlenmedikleri kesin dedi’’ Tarık, ‘’ama bu ikinci yazıyı yazan çocuktan tam emin olamadım.’’
‘’Vallahi ben de emin olamadım’’ dedi Hamza, gülerek.
İstediğim randımanı alamasam da konuyu devam ettirdim. ‘’Böyle bir örgütlenme yoksa da, bizim öncülük etmemiz işe yarar mı? Kaç tane genç katılır kişisel manifestolarını yayınlamaya?’’
‘’Gençlerden ziyade yaşlılar katılır belki de’’ dedi Hamza, beklemediğim bir ciddiyetle. ‘’Kaybolan yılların manifestosunu yazmak, kulağa son derece hoş geliyor.’’
O gün geç saatlerde dağıldık. Eve vardığımda yalnızca iki şeye ihtiyacım vardı. Zehrimi akıtmak için iki şey. Kalem ve kağıt.
Yazmaya başladım.