"Senden sonra çok az güzel şey oldu. İki elin parmağını geçmez. Kötülerin ismini 'uzaylı' koysak; dünyayı uzaylılar bastı sanki. İyiler yenildi, vicdanlılar sustu, mazlumlar her zamankinden daha fazla ezildi. Dünyanın dört bir yanına ses sistemleri döşediler, mikrofonu da ahlaksızların ellerine verdiler. 

Bu yüzden şanslı gördüm seni. Son çalımını da attın dünyaya. Yüzü gülen son iyi insan olarak el salladın bize; araftan.

Ben o esnada gidişine olan hüznümden yorumlayamadım bu karşı koymazlığını, Azrail’e bu denli direnç göstermemeni. İlk kalp krizinde ölecek adam mıydın? Bu kaderin sana son kıyağı, bana ilk tokadıymış.


Dişleri çürük, işkembesi büyük, sabilerle cinsel ilişkiye giren et parçalarının cismi sahiden de böyle değil belki ama izdüşümleri tam olarak anlattığım gibi... Her biri kardeş, soyağaçları şeytana dayanıyor. Mikrofon, onların elinde. Sesleri öyle korkunç, yüzleri öyle çirkin ki insanlar kulaklarını tıkıyor; gözlerini kapatıyor. Ses kesilip gözler açıldığında ceplerdeki paralar çalınmış oluyor. Hayaller çalınmış oluyor. İdealler çalınmış oluyor. Bırakalım şimdi tüm bunları.


Kuşlar sıkılsın haksızlıklara ötmekten, köpekler usansın sahtekarlıklara havlamaktan. Herkes sırasını savsın ki dünyaca keyif alalım bu tecavüzden. Kafamın içindeki puştu bir türlü susturamıyorum. Davetsiz bir misafir gibi sözümü kesip duruyor. Ne yaparsa yapsın senkronize olamayan taraftar grubuna dönüyor bir süre sonra bu kapalı kutu. Sesi kısılan amigo çaresizliğiyle dinliyorum çıkan sesleri…’’



Metni belki de ellinci defa okudum. Ekleyebileceğim tek satır bile kalmamıştı. Bir mükemmeliyetçilikten çok kendini ifade etme kaygısı benimki.

Yüzlerce kopyasını alıp çantama koydum.


Saat 02.40, sokakta çok az insan var. Taksi beklerken bir sigara yaktım. Heyecandan her yerim titriyor. ‘’Bir imza bırakmalı mıydım?’’

Hava buz gibi, biraz ısınmak için otuz metrekarelik alanda volta atmaya başladım. ‘’Meramımı anlatabildim mi?’’


Bazı insanlar hayatta kalabilmek için bir amaca hizmet etmek ister. Bir yere ulaşabilmelidir ki nefes alabilsin. Kendisine hedefler koyar. Ölmeden önce yapılacaklar listesi hazırlayanlar bile vardır hatta. Benimki bir hedef koymaktan ziyade kavga etmek oldu her zaman. Bir şeylerin kavgasını verebilmenin hayalini kurdum. Sürekli kaygılanacak bir şeyler bulan zihin yapısından kurtulmanın tek çıkar yolu gibi geldi. Yıllarca aradığımı hiç beklemediğim anda buldum. Aynı gece kişisel manifestomun ilkini yazdım. Şimdi de sokaklara gelişigüzel bir şekilde bırakacağım. Kimileri üzerine basıp geçecekler. Ama umurumda değil. Bazı şeylere baş kaldırmanın yolunu keşfettim. Hem de onlar bana tesadüf etti. Bu gece, yıllar sonra en temiz uykumu uyuyacağım belki de.


Eve döndüğümde hala nabzım çok hızlı atıyordu. Odanın ışığını kapatıp masa lambasını yaktım. Sanki sokaktan geçen birisi ışıklarımın yandığını görse ‘’Üsküdar’daki yerlere atılmış yazıları sen yazdın.’’ deyip beni yakamdan tutacaktı. İfşalayacaktı. Boy boy fotoğraflarım yayınlanacaktı televizyon kanallarında sonra. Peki hangi suçla? Bu düşüncelerin beni ne kadar rahatsız ettiğini fark ettiğimde kendi kendime ‘’Bu kadar önemli bir adam değilsin, seni kim n’apsın?’’ diye sordum. Dakikalar içinde yükseliyor, dibe vuruyordum. Bunu biri yapsa ellerini kırardım ama bana en büyük kötülükleri yapan her zaman yine ben oldum. Bir günü bitirdiğimde ertesi gün ne olacağını düşündüm hep. Beni hiçbir şeyin beklemediği fikrini kafamdan atmak için her şeyi yapabilirdim.

Kendimi neye adayacağımı halen bilemiyor olsam da menkıbeme yaklaştığımı düşünmek bile iyi hissettirmişti. Temiz bir uyku çektim.